Bu gidişe Erdoğan mâni olabilir... | " /> Bu gidişe Erdoğan mâni olabilir... | "/>

En Sıcak Konular

Kışlalı: Bu gidişe Erdoğan mâni olabilir...

21 Temmuz 2008 09:27 tsi
Kışlalı: Bu gidişe Erdoğan mâni olabilir... 'Asker ne düşünüyor'u anlamaya çalışanların sıkı takip ettiği gazeteci Mehmet Ali Kışlalı, Ergenekon'u ve askerin bakışını anlattı. Kışlalı'nın Başbakan Erdoğan'la ilgili tezi var.

Devrim Sevimay  röportajı


Kışlalı, “Türkiye’yi kaosa sürükleyen daha bir sürü şey var. Bunlarla mücadele edecek kilit isim de Erdoğan. Ben olsam ‘Türkiye nereye gidiyor?’ diye bakarım ve o yönde gidilmesini önleyici adımlar atarım” diyor

Bir düşünün; Mehmet Ali Kışlalı savunma muhabirliğine başladığında, önümüzdeki aydan itibaren “Genelkurmay Başkanı” diyeceğimiz İlker Başbuğ Kara Harp Okulu’ndan daha yeni mezun olmuş. Bir gazeteci için bu gerçekten ciddi bir birikim. 46 yıl boyunca kaç teğmenin nasıl general, kaç generalin nasıl emekli olduğunu izlemek, neredeyse yarım asırdır aynı konu üzerine uzmanlaşmak ve uzmanlaştıkça otorite olmak…
Zaten bu yüzden bu haftaki konuğumuz Radikal’in köşeyazarı Mehmet Ali Kışlalı. Meraklısının “Asker nasıl düşünüyor”u anlamasına yardım edecek yegâne isimlerden biri… Tabii Kışlalı’nın söyleşimiz boyunca defalarca tekrarladığı sözlerini de hemen not düşelim. Kışlalı Anayasa’nın değiştirilmesi teklif dahi edilemez ilk üç maddesi konusunda askerle aynı fikirde, ancak herkesin bilmesini istediği de şu: “Ben asker adına konuşamam. Haddim de değil, işim de… Bir gazeteci olarak aralarında her kademeden sohbet ettiğim insanlar elbette var, ama her şeyi bilemem. Her şeye ilgi de duymam. Benim ilgi duyduğum bu insanların nasıl yetiştiği, kafalarının nasıl çalıştığı, nasıl strateji belirledikleridir.”
Bu şerhinin ışığında Kışlalı’yla yaklaşık üç saat konuştuk. Özellikle Başbuğ hakkındaki öngörüsü çok çarpıcı; kardeşinden bahsederken tanık olduğumuz anlar çok özel; Büyükanıt ve Özkök paşalar için söylediği sözler çok enteresandı. Ama yine de bizim en ilgimizi çeken yorumları askerden ziyade Başbakan Erdoğan’a ilişkin olanlardı. Söyleşimizin işte o bölümü:
 
DOLMABAHÇE’DE TAM TERSİ OLDU
 
- Bugünden geriye dönüp bakınca 5 Mayıs 2007 tarihli Dolmabahçe görüşmesi hakkında ne düşünüyorsunuz; mesela Başbakan Erdoğan’ın Genelkurmay Başkanı Büyükanıt’ın önüne kendisiyle ilgili bir dosya koyduğu iddiasına bugün inanıyor olabilir misiniz?
İnanmıyorum, çünkü en basitinden bir sürü işaret var ortada. Şemdinli iddianamesi çıktığından bu yana Büyükanıt aleyhine en ağır, en sert kampanya yürütüldü. AKP içinde de başka çevrelerde de. Eğer Büyükanıt’ın bir dosyası olsaydı, önüne konunca onu pes ettirecek bir dosya, o zaman Büyükanıt zaten çekilirdi.
- Yani olsaydı o dosyanın sonucu da alınırdı?
Alınırdı tabii, en kolayı oydu. Ama böyle bir şey olmadığı gibi Erdoğan’ın o konuşmadan sonra ki hareketlerinde tam tersi yönde işaretler belirdi.
- Mesela?
Yahu Milli Eğitim Bakanı’nı Genelkurmay’a göndermek ne demek yav... “Git hesabını ver”… Yani başka ne demek bu… Çok önemli bir işaret… Sonra arkasından Erdoğan’ın seçim meydanlarında verdiği “Cumhurbaşkanını uzlaşmayla seçeceğiz” sözü… Zaten Erdoğan’a benim verdiğim puan da ondan dolayıdır. Yoksa “Erdoğan fikriyatını değiştirdi, hedeflerini dağıttı” filan diye düşünmüyorum ben. Ama Erdoğan akıllı ve deneyimli bir adam olarak şunu gördü; Türkiye’de huzuru yakalamak için birtakım şeylerde böyle anlaşmalar lazım.
 
ERDOĞAN YALNIZ KALDI
 
- Bunu ilk ne zaman gördü sizce?
Bunu daha ilk beş yıllık iktidar döneminde gördü. Cumhurbaşkanı Sezer’le sürtüşmeyi hiçbir zaman belli bir yerin ötesine götürmedi. Askerle belli bir şeyin ötesine hiç geçmedi. Yani Erdoğan’ın o beş yılı bence gayet iyiydi. Hem ülkesi hem de partisi için hizmet etti. 22 Temmuz akşamı yaptığı açıklama ne demek… Artık herkes “Cumhurbaşkanı herhalde Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül oluyor” diye beklemeye başlamıştı bile…
- Peki sonra ne oldu?
Gül’ün cumhurbaşkanı seçilmesini engellemek konusunda yalnız kaldı. En çok yalnız bırakan da o Meclis Başkanı Arınç oldu. “Dindar cumhurbaşkanı seçilecek” falan deyip berbat etti işi. Erdoğan, Gül’ün cumhurbaşkanı olmasını hiç istemiyordu, ama tabii gözü de yemedi; partinin parçalanmasından korktu.
- Bir yazınızda “Gül’ü engelleyecek adımı kim atmadı?” diye sormuşsunuz; sizin yanıtınız ne?
Bence Büyükanıt atabilirdi.
 
BÜYÜKANIT İYİ ANLATAMADI
 
- Ne yapabilirdi Büyükanıt?
Şimdi Büyükanıt bir Genelkurmay Başkanı, yani TSK adına konuşma yetkisi olan isim. İşte efendim şu komutan, bu komutan diye daima fikir ayrılıklarından bahsedilir, ama o konuda komutanların bir fikir ayrılığı yoktu. Ve bunu da Erdoğan’a çok iyi hissettirmesi lazımdı bence.
- Dolmabahçe’de hissettirmemiş miydi?
Efendim, Dolmabahçe’deki konuşmada ne olduğu hakkında bir iddiam yok. Ben şunları şunları söylemiş olması lazım diye düşünüyorum. Askerlerden bazıları da kızıyor bana, “Ya öyle söyleseydi böyle mi olurdu” filan diyorlar. Ben bilemem tabii, ama şu kanaatim de var: Eğer Büyükanıt “Bak TSK tartışılmaz bir ittifakla bunun tehlikesine inanıyor”u tam olarak Erdoğan’a yansıtsaydı, bu önlenirdi. Çünkü büyük kumar bu. Ne seçmenin çıkarına, ne de Erdoğan’ın çıkarına… İşte çıkarına olmadığı da anlaşıldı. Gül’ün Cumhurbaşkanı olmasıyla büyük darbe yedi.
 
“VELEV Kİ”NİN SEBEBİ BAŞKA
 
- Peki, ama “Velev ki”yi kim dedi?
Erdoğan beş yıl boyunca kaç kere ne dedi, “Ben kimseye böyle bir türban vaadinde bulunmadım” dedi. Son seçim kampanyasında da bulunmadı. Peki niye o zaman birden bire türbanla ilgili anayasa değişikliğine gitme ihtiyacı duydu? Çünkü rahatsız oldu. Öyle bir hava yaratıldı kiGül bir sürü şeye sahip çıktı. Gül’ün o günkü faaliyetleri incelendiği zaman görülür; dış politikayla, partiyle ilgisini kesmeyeceğini gösteren bir intiba bıraktı. Ve kanımca Erdoğan baktı ki inisiyatifi eline alması lazım… Çünkü resmen tehdit edildi. Merve Kavakçı “Türban sorununu çözmezsen desteğimizi çekeriz” dedi. Peki, kime güveniyorsun? Erdoğan politikacı olarak yetişti, kimin ne yapacağını o bilmiyor mu? Yani eşleri arasındaki birtakım şeyler böyle hep hikâye mi?
- Kapatma davası açıldığından bu yana nasıl görüyorsunuz durumu?
Gül ne dedi hemen, “Ben siyaset üstüyüm” dedi. Ne demek bu? Senin partin gidiyor, arkadaşların gidiyor, kendin gidiyorsun, “Onların dışındayım” nasıl denir; bu mu kader ortaklığı? Erdoğan bunu değerlendirmeyecek mi?
 
DEMİREL SÜKAN’I ÖNLEMİŞTİ
 
- Erdoğan’ın sizce atabileceği bir adım kaldı mı?
Burada bence Erdoğan’ın şunu göstermesi lazım: “Ben bu kadar deneyimden sonra bu ülke için sorumluluk hisseden bir insanım. Ülkenin kaos içinde kalmasına, daha büyük felaketlere girmesine katiyen razı olmam.” Bunu gösterirse…
- Ne yaparak bunu gösterebilir?
Şimdi bunu nasıl yapacağını kendisi bilir, ben bilmem, ama ortada da bir Demirel örneği var. Demirel kaç defa düşürüldü edildi, ama “Bu ülkenin başka ordusu yok” dedi. Bu çok anlamlıdır. Demirel bunu gördü. Onun bir İçişleri Bakanı vardı, Faruk Sükan diye… Bu parlak zekâlı adam bir “polis ordusu” kurarak diğer orduyu kontrol altına alma dehasına kalkışmıştı ki Demirel önledi onu.
- Şimdi de mi bir Faruk Sükan vakası var?
Yok, şimdiki halde böyle bir şey görmüyorum, ama “Nasıl görüyorsun Kışlalı” diye soranlara da hep aynı şeyi söylüyorum: “Asker temel prensiplere bağlılık konusunda bir arada kaldığı sürece bir şey olmaz.” Bunun aksi durumunu düşünmek bile insanı tedirgin ediyor. Çünkü korkunç bir şey olur. Ama doğrusu ben Erdoğan’ın böyle bir yola girilmesine mani olacağını düşünüyorum. Erdoğan’ı herkes eleştiriyor filan, ama katiyen ben şu dönemde izlediği tutumu son derece anlaşılır buluyorum. Hem tabanını kaybetmemesi lazım, hem de ülkeyi daha uç tarafa götürmemesi…
 
GİTSE DE YİNE GELİR
 
- Ya Ergenekon?
Başbakan’ın Ergenekon konusunda ne kadar şeyi var, bu Ergenekon’da ne kadar kararlı, onu bilmiyorum, ama yani olaylar öyle cereyan eder ki şapkanı alır gidersin. Ama ondan sonra geri şapkanı alıp yine gelirsin.
- Başbakan’a da bunu önerir misiniz?
Yani ben onun işine karışmam, ama…
- Ama gitmeyi çok problem etmemeli mi?
… Ama daha kötü bir hale de sokmamalı Türkiye’yi…
- Yani partisi kapansa da nasıl olsa zaten siyasete geri dönme şansı var mı diyorsunuz?
Tabii, işte Demirel on kere döndü.
 
DARBE OLASILIĞI GÖRMÜYORUM
 
- Peki bütün bu tartışmalar çerçevesinde sizce asker şu an en çok hangi fikre yakın?
Onu bilemem, ama benim temas ettiğim, iyi tanıdığım insanlar var, onlara bakıyorsunuz bir konuda çok makul ölçülü falan olan insan, bir başka konuda öyle bir şey söylüyor ki şaşırıyorum.
- Çatı ne düşünüyor?
Çatı diyorsan, İlker Paşa’ya baktığımda ben Türk Silahlı Kuvvetleri’ne ait olduğunu düşündüğüm geleneksel sağduyunun egemen olacağını düşünüyorum. Ordudan maceracı veya hatalı şeyler çıkacağını sanmıyorum.
 
AMA KONU REJİM OLUNCA ŞAKASI YOK
 
- Yani buradan o çok söylenen darbe ihtimalini sıfır gördüğünüzü anlayalım mı?
Öyle bir ihtimal görmüyorum, ama hani demiş ya “Ben kendimin buğday olmadığımı biliyorum da oradaki tavuk biliyor mu” diye, o da öyle… İlker Paşa’nın sağduyusundan eminim, ama bu ülkeyi ne hale sokacaklarından emin değilim.
- Olasılık ne?
Olasılığı söyleyemem, ama o olasılığın özneleri var. Kilit isim Erdoğan. Erdoğan’ın ne yapacağı önemli. Ayrıca iki dava var. Bu iki davayla ilgili ortaya çıkacak durumun Türkiye’nin genel havasına etki yapacağını düşünüyorum ve korkuyorum.Çünkü ince demokrasi, ince rejim, ince bilmem ne, o arkadaşlarımın gözüyle bakmıyorum; çok basitçe TSK açısından yarın bu dava şöyle biterse, böyle biterse acaba nasıl olur diye düşünüyorum.
- Nasıl olur?
Bilmiyorum, konu anayasa, rejim… Bunun şakası yok. Bundan daha önemli hiçbir şey yok.
 
KAPATMA OLMAZSA BİR FORMÜL BULMAK LAZIM
 
- Yani Mahkeme kapatma dışında bir karar alırsa asker durumdan vazife çıkarır mı?
Korkarım ben ne olur acaba diye… İnşallah korkacağım bir durum olmaz diyeyim, ama yani bunun da bir anlamı yok. Şunu biliyoruz ki beş yıllık iktidarları idare edildi, altıncı yıla girerken her şey rezalet hale geldi. O beş yıl içinde yapılanlar bunları doğrulayıcı, rezaletleri de bunları suçlayıcı unsurlar olarak iddianamede ortaya kondu. Ama onlar “Biz bir şey yapmadık” diyor, fikriyatlarında da ısrar ediyorlar. Şimdi bu kadar olup bitenden sonra hiçbir şey olmazsa nasıl herkes sükûnet bulur; ona bir formül bulunması lazım.
- Anayasa Mahkemesi’yle mi?
Anayasa Mahkemesi ve Erdoğan… O zaman rahat edeceğiz, ama şimdiki halde gözüken şey o ki bu Ergenekon’la ona denge kurma çabası var; işte bu korkutucu bir şey...
 
KAMUOYU RAHATLATILMALI
 
- Yani Erdoğan Ergenekon’un önüne mi geçsin diyorsunuz?
Bak, hep benden haddim olmayan alanlarda konuşmamı istiyorsun, ben öyle bir şey diyemem. Ergenekon mergenekon, Türkiye’yi kaosa sürükleyen daha bir sürü şey var. Bunlarla mücadele edecek kilit isim de Erdoğan. Ben olsam Türkiye nereye gidiyor diye bakarım ve o yönde gidilmesini önleyici adımlar atarım.
- O adımlar atılsa bu kriz dağılır mı yani?
Ben buna şöyle bir yanıt vereyim, sen de bu kadarına razı ol: Taraflar kimlerse aklıselimle oturup da kamuoyunu rahatlatacak bir formül bulurlarsa hiçbir mesele kalmaz.
- Ne o formül?
O formülü bulsam Hilmi Paşa’nın yerine ben çıkarım akil adam olarak, ben yazarım. (Gülüyor)
 
ERDOĞAN ÇOK DOĞRU BİR ADIM ATTI
 
- Genelkurmay’ın son açıklamasında halkı tepki göstermeye davet etmesi ne anlama geliyor?
İki anlamı var: Birincisi halka dönük olarak “Bana sahip çık, tepkini göster” diyor. Bu bir sokak gösterisi de olabilir, mesela Türk-İş’in bir açıklama yapması da… İkinci anlamı ise verilenin altında ve onu da Başbakan hemen anladı.
- Nasıl buldunuz Başbakan’ın açıklamasını?
Çok güzel bir açıklama, bence çok iyi bir adım oldu. Hani sormuştun ya, ne olursa Türkiye krizden çıkar diye, işte bu!
 
HİLMİ PAŞA KÖŞK’E ÇIKMAMALIYDI
 
- Yazılarınızdan anladığımıza göre Hilmi Özkök konuşmakla sizce hata mı etti?
Hilmi Paşa’ya haksızlık etmek istemem. Kaldı ki görevi başındayken hakkında yazdığım övgü dolu yazılar yüzünden birçok fikrine saygı duyduğum yüksek rütbeli, emekli komutanın eleştirisine maruz kaldım. Ve Hilmi Paşa’nın niye konuştuğunu da anlıyorum. Bizim Fikret’i (Bila) çok sever, güvenir de. O ilk konuşma olabilirdi. Ama onu orada bıraksaydı, çünkü vahşi bir alana giriyorsunuz. Orada iyi niyet yok, orada çıkarlar var. Rezalet bir alan o. Bir kere yanlış adım attınız mı, düzeltmeniz çok zor. İyi niyetle ettiğiniz bir laf bile başka yere çekilir. Bunu yazmadım, hep kapalı geçtim, ama en büyük hatası da Cumhurbaşkanına çıkması.
- Neden?
Çünkü ordunun gözünde mesafeli durulan birine senin başkomutanın çıkıyor. Bu yüzde yüz yanlış bir tutum. 
- Sizce içerden de tepki almış mıdır?
Ben TSK adına konuşamam, ama almamış olabilir mi?
 
YETKİSİ VARKEN BİR ŞEY YAPMAMIŞ, ŞİMDİ KONUŞUYOR
 
- Ama Hilmi Paşa’nın söyledikleri bir dönemi aydınlatacaksa bundan niye rahatsız olunsun ki; aydınlanması istenmediği için mi?
Hayır, meseleye biraz daha geniş açıdan bakmak lazım. Bu dönem TSK’nın her açıdan hırpalandığı, bilenin bilmeyenin TSK’yla ilgili her gün bir şey çıkardığı bir dönem.
- Çıksın, ne olacak?
Sen Devrim olarak yaz, çıksın. Yarın İstemi de (Mustafa İstemi) TSK’yı rezil eden bir fotoğraf çeksin, o da onu bassın, tamam, ama Hilmi Paşa bu camianın dört sene başkomutanlığını yapmış. Bu dört sene içinde yaşanan şeyler olmuş, ama şu şekilde veya bu şekilde açıklanması gereken bir şey görülmemiş. Hilmi Paşa da başkomutan olarak o dönemin en yetkili ve sorumlusu, o da hiçbir şey yapmamış. Şimdi emekli olmuş, Türkiye birbirine girmiş, hedef TSK ve Hilmi Paşa konuşuyor. Konuştuğu zaman ortaya bir problem çıkmasa kimse “Niye konuştun?” demez, ama öyle bir şey oluyor ki herkes eleştiriyor. Sadece camian değil, camiana düşman olan da eleştiriyor. Onlar bile diyor ki “Ne biçim bu laf, ne öyle derim ne böyle, doğru konuşsaydı bari.”
- Paşa belki de dört yıl boyunca o kadar çekti ki etrafından artık konuşma ihtiyacı hissediyor?
Elinde bütün yetkilere sahipti. 12 Mart’taki Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç ağlaya ağlaya imzalıyor muhtırayı, ama ondan sonra yetkilerini kullanıp hepsini kontrol altında tuttu. Öyle şey mi olur?
- Kökten bir temizlik yapılması ve TSK’ya yeni bir vizyon kazandırılması için durumu fırsat bilmiş olamaz mı? Artık “Kol kırılıp yen içinde kalmasın” diye düşünüyordur belki de?
Hilmi Özkök böyle düşünüyor olamaz, çünkü TSK iki temel üzerine kurulmuştur. Biri disiplin biri de halk nezdindeki itibarı. Bunlar onun can damarı. Bütün hatalar orada izlenir ve gereği orada yapılır.
 
İLKER PAŞA PKK’YA ÇOK KAFA YORUYOR
 
- Sizce İlker Başbuğ nasıl bir Genelkurmay Başkanı olacak?
Bir kere Türkiye’nin PKK mücadelesine çok kafa yorduğu kanısındayım. Gerçi bu doktrin tartışması içeren bir alan ve ben de haddimi aşıyor olabilirim, ama bana göre Türkiye’nin güvenlik stratejisinde bir yanlış var. Yani NATO’ya göre düzenlenmiş bir kuvvet, “asimetrik” denilen bambaşka bir terör tehdidiyle karşılaştı. Bence Türkiye’nin bunu ön plana koyup ordusunu buna göre organize etmesi lazımdı. Şimdi bu konuyu İlker Paşa’nın irdelediğini gösteren objektif işaretler var. Mesela Eğirdir’de “Altı tane tugayı profesyonel hale getirme kararı aldık” dedi. Bu çok çok önemli bir şey. Sonra başka bir iki konuşmasında “Güneydoğu’da iyi deneyimler kazanmış komutanları tekrar oraya tayin ediyorum” dedi. Şimdi bu konuları tabii Türkiye’de kimse irdelemiyor, üstünde durmuyor, ama Türkiye için yaşamsal konu bu.
 
KLASİK BİR GENELKURMAY BAŞKANI OLMAYACAK
 
- Tabii, bizim öncelikle merak ettiğimiz İlker Paşa “özde-sözde” diyen bir Genelkurmay Başkanı mı olacak, yoksa daha çok “AB-demokrasi” mi diyecek?
Bir kere İlker Paşa’nın bu PKK’yla mücadele konusunda getireceğini düşündüğüm bu yenilik Türkiye’yi çok güçlü bir ülke yapar. Bu çok can alıcı bir yaklaşım, şakası yok. Senin sorduğun soruya gelince, şunu söyleyebilirim: İlker Paşa çok okuyan, ufku geniş bir insan. Yeni fikirlere ve tartışmaya açık. Tabii basınla tartışacak değil, ama demek istediğim MGK Genel Sekreter Yardımcılığı, Hilmi Özkök’ün İkinci Başkanlığı görevlerindeyken çok deneyim kazandı.
- Yani klasik olmayan bir genelkurmay başkanı mı göreceğiz?
Bence öyle. Ama buradan da kimse yanlış anlamasın. Hilmi Paşa ne derdi, “Bakın şu şu şu bizim kırmızı çizgilerimizdir, bunlar söz konusu olduğunda ben tarafım.”
- Peki Hilmi Özkök’ü anımsatacak mı bize?
Beğendiği şeyler varsa alır, ama üslup olarak ona da benzeyeceğini zannetmiyorum. İlker Paşa gerçekten farklı biri.
- Ve biraz da şanssız?
Evet, şanssız. TSK’nın boyuna hedef olduğu, hırpalanmak istendiği bir dönemde Genelkurmay Başkanı olacak. Bu arada da hem asli görevini yapacak, hem kuvvetini bir arada tutacak, hem de yepyeni bir strateji getirecek. Üstelik hepsini de yaşı gereği iki yıl içinde yapacak. Zor bir iş.
 
BÜYÜKANIT KENDİNDEN BEKLENENİ VERDİ
 
- Hilmi Paşa’nın yerine gelirken Yaşar Paşa için “Çok sert bir Paşa olacak” denmişti; sizce oldu mu?
Oldu. İlk 30 Ağustos konuşmasında bunu hemen ortaya koydu. 12 Nisan konuşmasında da yaptı. Büyükanıt kendisinden beklenen çizgiyi sonuna kadar izledi. Karakter olarak sert değildir, son derece medenidir, ama klasik bir Genelkurmay Başkanı oldu.
- Acaba bu kadar sıkıntılı bir dönemden sonra 31 Ağustos Yaşar Paşa’nın “Oh be!” diyeceği bir gün müdür?
Genelkurmay Başkanlığı görevini bitiren her insan için öyle olması lazım. Yani “Görev bitti, hiç hesabını veremeyeceğim bir şey yok, rahat emekliliğimi yaşayacağım” demesi gerekir. Bugüne kadar ki görüntü bunun Büyükanıt için de geçerli olacağı izlenimini veriyor.
 
HİLMİ PAŞA TAM KOMUTANCA DAVRANMIŞTI
 
- Yazılarınızdan Büyükanıt’ın 30 Ağustos’tan önce bir açıklama yapması gerektiğini düşündüğünüz anlaşılıyor.
Tabii kendi takdiridir, ama Büyükanıt böyle bir konuşma yapmaya karar verirse, bence bu çok daha yerinde bir konuşma olur.
- Başbuğ’unu bu işe sokmamış, yükünü hafifletmiş mi olur?
Evet, sokmamış olur ve bence de iyi olur.
- Böyle bir konuşmaya neden ihtiyaç var sizce; mesela tabanının elektriğini boşaltması için mi?
Vallahi benim asker adına konuşmak haddim değil, ama düşündüğüm zaman aklıma şu geliyor: Hilmi Paşa görevi ilk aldığında Cumhuriyet gazetesinde bir manşet çıktı hatırlarsınız, “Genç subaylar tedirgin” diye.
Ama Hilmi Paşa o zaman tam komutanca bir sağduyu örneği verdi. Dedi ki; “Sadece genç subaylar değil, hepimiz tedirginiz.” Ve Hilmi Paşa kaç yerde der ki; “İyi komutan astlarının nabzını tutmasını bilen komutandır.” Zaten şimdi de tutmadıklarını söylemek çok yanlış olur. Çünkü mümkün mü, hepsi bütün kargaşaları yaşadı. Aydemir vakası olduğunda onlar da teğmendi, asteğmendi, üsteğmendi filan. Şimdi bunlar tabanda ne olduğunu bilmiyorlar mı?
 
AMAÇ ASKERİ TAHRİK EDİP, HIRPALAMAK
 
- Şu ana kadar nasıl getirdiler sizce?
Meseleye çok akıllıca yaklaştılar. Genelkurmay açıklamasında “Yargıya saygılıyız, bekliyoruz” dedi. Orada tabana çok ince bir mesaj verdiler.
- Fakat yine yazılarınızdan çıkardığımız, sanki siz askerin tahrik edilmeye çalışıldığını, bunun da bir taktik olduğunu düşünüyorsunuz?
Evet, çünkü milli kademelere yapılan eleştiri karşısında bir şeyler olması lazım. Yani asker bunlara sahip çıksın. Yahut tepkisini göstersin filan isteniyor.
- Bunun yapılmasındaki hesap ne olabilir?
Bu kargaşaya yol açar ve işte o zaman da hem askerin itibarı hırpalanır, hem de rejim çıkmaza girer.
- Başbuğ’un üç kez “Altını çiziyorum” diyerek sorduğu “Yapılan bu komplo teorileri TSK’nın birlik ve bütünlüğüne, emir ve komuta zincirine zarar vermeye yönelik bazı amaçlara hizmet etmiyor mu?” sorusunun anlamı da bu mu?
Tabii, TSK’yla oynamayın, ateşle oynamak olur bu diyor. Ama açık açık söylemiyor. Tipik İlker Paşa üslubu, hep böyle kopya vermeden konuşur.
 
GEÇMİŞE DÖNÜK YARGILAMADAN VAZGEÇİLEBİLİR
 
- Siz günlüklerin askeri mahkemede yargılanacağını düşünüyor musunuz?
Ne yararı var ki?
- Daha sonra böyle bir şeye tenezzül edilmemesi için bir faydası olmaz mı?
Olmuş bitmiş gitmiş… O zaman git Kenan Evren’i de yargıla, git bilmem neyi de yap. Geriye doğru gideceksen yap, ama bunlar neye yarar? Kapanmış bir şey. Şikâyetçisi de yok. Yani hele şimdi öyle bir dönem ki Türkiye’nin işi gücü bitti de bunlar mı sorun. Ha tabii Mehmet Altan için bunlar sorun.
- Peki, Başbakan’ın da dokunulmazlığı kalktığı anda işleme konulması beklenen bazı soruşturma dosyaları var. Aynı mantıkla Başbakan için de “geçmişi yargılamayalım” diyebilir miyiz?
Şimdi aslında ben öteki soruna net cevap vermedim. Sadece şu an için yararlı olacağını düşünmüyorum dedim. Ama bu dediğin de olabilir. Eğer parlamento içinde mesela ana muhalefetle bir uzlaşma zemininde öyle bir şeye varılabilirse bence ülkenin çıkarı için yararlı olabilir. Sonuçta eskiden işlenmiş suçlar bunlar…
 
GÜNLÜKTEKİ O SATIR DOĞRU
 
- “Günlük” olduğu iddia edilen o metinde sizinle ilgili bölüm doğru mu?
Benimle ilgili yazılan o satır doğru. Deniz Kuvvetleri Komutanı’nı birkaç kez ziyaret ettim. Ama “Müdahale edecekseniz edin artık” gibi bir konuşma benim şeyimin dışıdır. Bir gazeteci olarak hayatta böyle bir şey düşünemem. Böyle bir şeyi arkadaşıma bile diyemem. Zaten orada “Kışlalı böyle dedi” denmiyor.
- Bir numara kim?
Neymiş bir numara, hiç bilmiyorum.
- Askerin içinde hiç Ergenekon diye bir laf duydunuz mu?
Hiç duymadım ve emin olun böyle şeylere pek ilgi duymuyorum.
- Ergenekon yoktur diyebiliyor musunuz?
Böyle şeyler olabileceğini düşünüyorum tabii. Çünkü bakın Silahlı Kuvvetler çok ilginç bir camia. İlginç olmasının temelinde de yetişme tarzı var. Bu devlete sahip çıkma fikri…
 
VELİ KÜÇÜK’E OSMAN PAŞA ÖRNEĞİ
 
- Devlete sahip çıkmanın dozunu kaçırıp, çeteleşmeye varanlar olabilir mi?
Şimdi aklı başında iyi yetişmiş, mükemmel kafalar bunu mecrası içinde yapar. Ama herkes de böyle mantık içinde hareket etmez. Birisi de çıkabilir o da başka türlü gidip üç tane el bombası bulur, öbürü bilmem ne yapar.
- Peki bu mantık dışına çıkanlar mantık içinde olanlar tarafından kullanılabilir mi?
Eğer çok mantıklıysa bunları kullanmaz.
- O zaman ordu niçin Veli Küçük’e uzunca bir süre sahip çıktı?
O nereden çıktı?
- Mesela Susurluk’tan sonra terfi etti?
Efendim bakın Osman Özbek diye bir adam jandarma tümgeneraldi, mesela onu Eruygur falan attılar. Bu adam kahraman gibi çıkmıştı, Erbakan’la ilgili en sert şeyi tepkiyi vermişti. Yani böyle birtakım insanlar hakkında yanlış değerlendirmeler yapılabilir.
 
KİRLİ İŞLERE İLGİ DUYMAM
 
- Peki niçin hiç köşenizde bu yanlış değerlendirmeleri eleştirmiyorsunuz?
Bilmediğim bir konuda hiçbir şey yapmak istemem. Hem kime sahip çıktım ki ben?
- Veli Küçük gibi bir ismin sistemin içinden nasıl çıktığı konusunda sizin fikriniz olmazsa herhalde hiçbir gazetecinin de olmaz.
İlgi saham olmadığına verin, Veli Küçük kimmiş, Veli Küçük Türk Silahlı Kuvvetleri’nin içinde nedir?
- Her ordunun kirli işleri vardır denir, acaba siz bu tarafına mı ilgi duymuyorsunuz TSK’nın?
Evet.
- Görmek mi istemiyorsunuz?
Eğer oraya mantıklı, tutarlı birtakım şeyler konulursa ilgiyle okurum.
- Siz araştırmaz mısınız?
Eğer bir gazetenin genel yayın müdürü olsaydım o zaman olaya başka bakardım. Ama bu şimdi benim gücümün yeteceği bir iş de değil, altından kalkacağım şey de değil.
 
DARBE LAFI HİÇ DUYMADIM, AMA AKP’Yİ İZLİYORLARDI
 
- “Ay Işığı”, “Sarıkız”; peki bunları duydunuz mu?
O da benim ilgilendiğim bir konu değil. Bizim Murat (Yetkin) çok meraklıdır buna, İsmet (Berkan) meraklıdır. Ama onların yazdıklarının bile başlıklarına baktım. Ayrıca o paşaları da çok yakından tanırım.
- Peki, böylesine gözü dönmüş bir darbecilik yanı, bir, iki, üç vazgeçmeyen bir yapı gördünüz mü?
Hayır, ama şunu gördüm. AKP iktidarını izleyen çok ciddi bir gözlemci olduğunu gördüm. Bunu komutanların hepsi de yaptı.
- İzlemenin dışına çıkma eğilimini?
Emin ol, samimi söylüyorum ilgilenmedim. Zaten onlar da benim bu konuların adamı olmadığımı biliyorlardı. Ama şunu tartışıyordum, AKP’nin yaptığı şey doğru mu değil mi, niyetleri nedir, ne yapılması lazım falan filan…
- O sırada paşaların ağzından bir kez bile darbe lafını duymadınız mı?
Hayır, emin ol! Çünkü ben bu konularla ilgili olmadığım için bana bunu niye açsınlar...
- Tamam da, ama Veli Küçük’le ilgilenmiyorsunuz, darbe planlarıyla ilgilenmiyorsunuz; peki o zaman askerin hangi konusuyla ilgileniyorsunuz?
Asker nasıl yetişiyor, nasıl yaşıyor, olayları nasıl değerlendiriyor, kafası nasıl çalışıyor ve bu ülkede çok önemli olduğunu düşündüğüm rolü nasıl oynuyor? Bunlar nasıl insanlar? Ve şaşırıyorum, bu ne kadar önemli bir kurum ve bunlarla d kimse ilgilenmiyor.
 
ORDUDA ÜSLUP FARKI VARDIR, AMA PRENSİP FARKI OLAMAZ
 
- Siz hep komutanların üslup farkları olabileceğini, ama ciddi prensip farkları olamayacağını savunursunuz, fakat günlüklerde gördük ki aralarında çatışma bile varmış?
Herkesin kendine göre her konuda farklı bir düşüncesi, değerlendirmesi olmasını kabul edersin herhalde.
- Tamam, ama…
Onu kabul ettin mi ondan sonra Silahlı Kuvvetler ne yapar, Silahlı Kuvvetlerin kararı nasıl oluşur ve Silahlı Kuvvetler adına karar oluştuğu zaman o nasıl uygulanır; işte bunlar önemli.
- O zaman “Zaten orada bir fark olmadığı için darbe yapılamamış” diyebilir miyiz?
İddialar doğruysa evet, tabii. Eğer doğruysa zaten darbeyi önleyen hükümet değil, yine askerin kendisi.
- Bir iddia da şöyle; ordunun içinde aydın ve demokrat insanlar var, birtakım bilgi ve belgeleri o ekip sızdırıyor; siz böyle ordunun içinde çeteler temizlensin diyen birtakım askerlere hiç rastladınız mı?
TSK koskoca bir camia, burada farklı insanların olması çok tabii. Ama ortak prensiplerden ayrılanlar olursa ordu kendi içinde derece derece temizleyerek gidiyor zaten. O yüzden o ayrılıklar yukarıya çıkamaz zaten. Ciddi ayrılıkları olanlar, ordunun birliğini bozmak isteyenler TSK’nın içinde yaşayamaz.
- Siz bu medyada yayınlanan birtakım belgelerin orduya zarar verdiğini mi düşünüyorsunuz?
Tabii, bunlar ordunun daha demokratik olmasıyla ilgili şeyler değil, yayınlanan vesikalar ordunun birliğini, disiplinini ciddi şekilde yaralayacak şeyler. Öyle olduğu zaman TSK buna izin vermez.
 
YOUTUBE İŞİNE ONLAR DA HAYRET EDİYOR
 
- Yani birtakım belgelerin dışarı sızmasının arkasındaki sebebin bir demokratlar-aydınlar hareketi olduğunu düşünmüyorsunuz?
Hayır, böyle bir aydınlar-demokratlar hareketi olamaz. Bu orduyu yıpratma hareketi.
- O zaman ordu içinde kendisini yıpratmayı isteyen bir bölünmenin olduğu dönemden geçiyor diyebilir miyiz?
Bölünme lafı çok ciddi bir şey. Bunu ben bilemem, bilirim diyen de doğru söylemiyordur, uydurmadır, çünkü bunu biz bilemeyiz.
- Peki, nasıl oluyor da o kadar çok youtube’a düşüyorlar, belgeler dışarı çıkıyor vs?
Emin ol, onlar da hayretler içindeler, ama iyi ki oluyor. Tespit edilenler ediliyor ve emin ol cezalarını buluyorlar. Ondan eminim.
- Yüksek Askeri Şura (YAŞ) bu açıdan nasıl geçecektir sizce, önemli oynamalar ya da ihraçlar bekliyor musunuz?
Olabilir, ama onu bizim dışarıdan anlamamız çok zor, hangi albayın sicili nasıl gelecek, hangi albaylar generalliğe terfi etmeyecek, bunu ancak oradaki komutanlar bilir, o kadar.
 
ASKER RAHAT, YARGI KARARINI BEKLİYOR
 
- Ergenekon ile kapatma davaları arasında bir bağ görüyor musunuz?
Onu bütün dünya görüyor.
- Peki asker kapatma davasının sonucunu mu bekliyor şu anda?
Asker bence, kendisinin yıllarca üstlendiği misyonu şimdi şu dönemde yargının üstlenmesini istiyor. Ve bundan dolayı rahat bekliyor. Ben de olsam ben de rahat olurdum. Çünkü şu anda halen devlet mekanizması işliyor. Yani Cumhuriyet Başsavcısı bunu takip etmiş etmiş etmiş, ondan sonra iddianamesini hazırlamış ve diyor ki “Askerin ne haddine”, yani “Ne gereği var.”
- O yüzden de buna “yargı darbesi” deniyor zaten?
Onu diyenler de kim, biliniyor. Ama bu yargıyı asker kurmadı. Yassıada’da insanların muhakemesini askerin tayin ettiği yargıçlar yaptı tamam, ama yıllardır demokratik Türkiye içinde oluşan bir yargı ortaya çıktı. Ne demek yani, Amerika’da da bir şey oluyor, yargı bir karar veriyor, bütün başkanın yetkileri gidiyor. Batı’da yargı yok mu?
 
ASKERLE YARGININ AYNI FİKİRDE OLMASI SUÇ MU?
 
- Gerçekten Batı’daki kadar bağımsız açılmış bir soruşturma mı yoksa 27 Nisan’ın bıraktığı yerden devam eden bir dava mı; bütün mesele zaten bu?
Yani asker mi baskı yaptı? Bence hayır kardeşim. Yahu ben bir şeye inanıyorsam, sen de aynı şeye inanıyorsan, benim o fikirde gazeteye bir yazı yazmam suç olur mu?
- O zaman buna “dayanışma” mı diyelim?
Yalnız asker-yargı dayanışması mı? Meydanlara çıkan milyonlarca insanlarla da dayanışma halindeler.
- Onlara da “miting darbecileri” diyorlar?
Şimdi efendim sen ne dersen de, beni alakadar etmez, ama üniversitelerle de dayanışma halindeler.
- Ee ama üniversiteler de darbeciymiş?
Tamam efendim sen onu da de. Yani ne istersen de. Eleştir, söyle, fikrini yaz… Ama ben de böyle görüyorum. Yani bu rejime, anayasal rejime sahip çıkan da bir güç var. Fikrimi sorduğun zaman ben de bu anayasal rejime taraftar bir vatandaşım. Sen buna inanmıyorsan yeni yasalar çıkar, yasaları değiştir, ama birtakım Anayasa kuralları var, o kurallara da uyacaksın, uymazsan sen darbe yapıyorsun.
 
ERGENEKON ÇIKSA NE FARK EDER?
 
- O üzüntülü konuyu açabilir miyiz?
Açabiliriz, üzerinden 10 yıl geçti, artık nispeten daha rahat konuşabiliyorum.
- Kardeşiniz Ahmet Taner Kışlalı suikastıyla Ergenekon arasında bir bağ kuruldu; siz de yıllar önce “Sanıyorum kardeşim şehit oldu, eğer cani farklı bir kesimden çıkarsa çok canım sıkılır” demiştiniz.
Kime demişim bunu, böyle bir şey yok.
- Nasıl yok, Nuriye Akman’la söyleşinizde söylemişsiniz?
Nuriye’nin buna yönelik sorular sorduğunu hatırlıyorum, ama ben böyle bir yanıt verdiğimi hatırlamıyorum. Belki çok uzun bir konuşma içersinde o anlama gelecek ifadeler kullanmışımdır, ama böyle bir şeyi kasıtlı olarak söylemediğime eminim, çünkü hiç böyle düşünmedim.
- Hiç böyle bir şüpheniz olmadı mı?
Nasıl olur böyle bir şüphe? Ahmet öldürüldüğünde bütün Ankara garnizonunda ve dışarıda ne kadar subay varsa cenaze törenine getirildi. Genelkurmay Başkanı Kıvrıkoğlu Romanya’daki resmi ziyaretini kesip cenazeye katıldı ve selam durdu. Şimdi böyle bir şey yapan bir camiaya şüphe mi duyacağım?
- Ama mesele bütün bir camia meselesi değil ki, mesele o camianın içinde olduğu iddia edilen bir çete… Kaldı ki bombanın ön kaputa bir torba içinde bırakılmasının hiç profesyonelce olmadığı, belki de en kötü sonucun planlanmadığı, amacın sadece kargaşa yaratmak olabileceği de tartışılmamış mıydı?
Adam halen hapiste. Mahkûm oldu, yatıyor.
- Bu olasılığa bütün kapınızı neden kapatıyorsunuz, araştırmaya hiç değmez mi?..
Ne fark eder ki, onu söylesene bana? Ne fark eder?
 
ZENGİN BİR BABANIN MİRASINI YİYORMUŞ GİBİYİM
 
- Kimin yaptığını öğrenmek...
Hiç ilgilenmedim ki ya zaten… İçeride yatan adamın ismini dahi bilmiyorum. İran olaydan sonra zannetti ki ben İran’a düşman olacağım. Ne demek… Ama İran Büyükelçisi beni yemeğe çağırdı, ona da gitmedim. Yani ne yapayım, ne anlamı var?
- Ağabeylik gazetecilikten önce geliyor olmalı ki, bir gazeteci merakı dahi duymuyorsunuz?
Gazeteci olarak hiç ilgilenmiyorum da duygusal olarak ne oluyor biliyor musun; (Geçmek bilmez bir-iki dakika yaşanıyor burada… Ve güçlükle de olsa toparlayarak devam ediyor Ahmet Taner’in ağabeyi) o kadar değişik yerlerde, o kadar olmayacak vesilelerle ona duyulan sevgiyi görüyorum ki, o zaman böyle çok zengin bir babanın mirasını yiyormuşum sanki… Ve bunu her gün yaşıyorum. (Uzun bir es daha ve son söz…) Bunun dışında hiçbir şey hissetmiyorum!
 
TÜRKİYE’NİN İLK DİPLOMASİ VE SAVUNMA MUHABİRİ
 
Mehmet Ali Kışlalı bu 4 Aralık’ta 75 yaşına basacak. Babası Ziraat Bankası veznedarı, Makedonya kökenli Hüsnü Bey, annesi Cumhuriyet’in ilk öğretmenlerinden, Kilisli Lütfiye Hanım. Kışlalı soyadı subay büyükbabasından geliyor. Üç erkek kardeşler. En küçük kardeş, 1999’da bombalı bir saldırıda yitirdiğimiz Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı. Mehmet Ali Kışlalı, Galatasaray Lisesi’nin ardından 1960’ta Mülkiye’yi bitirdi. Gazeteci olmaya karar verdiğinde 20 yaşındaydı. Zafer ve Yeni Gün’de çalıştı. Muadillerine “Beyoğlu muhabiri” dendiği 1962’de Abdi İpekçi’nin keşfiyle Türkiye’nin ilk “diplomasi” ve “savunma” muhabiri oldu.
 
PROFESYONEL SPOR SEVER, AMATÖR BASTEKBOLCU
 
Kışlalı Milliyet’ten sonra sırasıyla Tercüman, Türk Haberler Ajansı, Yankı, Hürriyet ve Milliyet-Haftaya Bakış’ta köşe yazarı, temsilci, genel yayın yönetmeni görevlerinde bulundu. The New York Times, The Daily Telegraph gazeteleri ile Time grubunun Türkiye muhabirliğini yaptı. 1984-1996 yıllarını kapsayan “Güneydoğu; Düşük Yoğunluklu Çatışma” isimli bir kitabı var. Yayın hayatına başladığından beri Radikal’de köşe yazan Kışlalı’nın askerler kadar ilgisini çeken ikinci konu da spor. Mehmet Ali Kışlalı, 60 yıldır profesyonel bir sporsever, Galatasaray ve FB’nin formalarını giymiş amatör bir basketbolcu. Kışlalı’nın, Sevinç Karasapan Soysal’la evliliğinden iki oğlu var.

milliyet



Bu haber 1,416 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    5,008 µs