En Sıcak Konular

Sarkozy, AB ve Türkiye

9 Temmuz 2008 13:55 tsi
Sarkozy, AB ve Türkiye "En iyi ihtimalle Türkiye'nin reform süreçlerini tamamlaması ve uygulamaya aktarıp tam üyelik aşamasına gelmesi on yıl alır. Bu arada Türkiye'yi kaybetme değil kazanma yanlılarının Sarkozy'nin bunaltıcı politikaları sayesinde güçleneceği de tahmin edi

Prof. Dr. Beril Dedeoğlu'nun Zaman gazetesinde yayınlanan yorumu:

Sarkozy, AB ve Türkiye  
 
Avrupa Birliği uzunca bir süredir gerek varolma biçimi gerekse geleceğiyle ilgili sorunlar yaşıyor. Bu sorunların çoğunun küresel sistemdeki rekabet kapasitesiyle, ekonomik koşul ve güç potansiyelleriyle ilişkili olduğu biliniyor.  
 
Bununla birlikte, sorunların dışa yansıması siyaset üzerinden oluyor ve AB liderleri anlaşmazlıklar sahnesinin başoyuncuları haline geliyor. Hele bir de renkli, biraz alışılmışın dışında ve tam olarak ne istediği anlaşılmayan liderler varsa, meseleler tamamen bu kişilerin üzerinden okunmaya başlıyor. Aslında demokratik ülkelerde liderlere bakarak analiz yapmak ne kadar doğrudur tartışılır, ama konu Fransa ve lider de Sarkozy olduğunda insan kendini bu tür bir analizden kurtaramıyor.

Sarkozy'yi tanıyalım

Sarkozy'nin AB'yi daha bütünleşmiş, daha federe bir birlik olarak görmek istediği biliniyor. Bu istem, aslında bazı Avrupa Birliği üyesi ülkelerin de beklentilerine uyuyor. Bununla birlikte, AB'yi daha sıkı işbirliğine sokacak her faaliyetin, görüş farklılıklarını artıracağını savunan ülkeler de mevcut. Bu ülkelere göre daha sıkı işbirliği zorlamaları, ekonomik, sosyal ve siyasal esneklikleri azaltacağından toplumsal tepkileri artırıcı etki yaratır ve merkez-kaç eğilimleri güçlendirerek AB'de krizlere neden olur. Bu görüşün temsilcisi olarak tanınan İngiltere, tam tersini her daim savunan Fransa tarafından hiçbir zaman tam Avrupalı olarak görülmemiştir. Fransa, tam Avrupalı olarak gördüğü Almanya'ya sarılmış ve daha sıkı bir Avrupa için her zaman Fransız-Alman "seviyeli" birlikteliğini esas almıştır. Bu samimiyet bazen o kadar ileri gitmiştir ki, 'iki ülkeye tek hükümet kuralım' demeye kadar varmıştır. Sonunda, ortak çalışabilecek çekirdek ordu konusunda anlaşmaya varılmış ve ortak hükümet meselesi de unutulmaya terk edilmiştir.

Bir yandan Amerikan tipi ekonomik ve siyasal örgütlenmeye gıpta eden ve Amerikan başarısının arkasında "elastikiyet" kapasitesi bulunduğunu zikreden Sarkozy, bir yandan da daha bütünleşmiş bir Avrupa savunarak nasıl bir model öngördüğü konusunda tereddüt yarattı. Avrupa'nın kendi savunma sistemini mutlaka kurması gerektiğinde ısrar ederken NATO askerî kanadına dönmeye çalışan; NATO'ya katkı yapmaya hazır olduğunu söylerken nükleer alanda ulusalcı kalınacağına söz veren; hem askerî harcamaların kısılmasına ve asker sayısının azaltılmasına kalkışan hem de Fransız askerlerini ABD'nin bulunduğu her yere göndermeye hazır olduğunu beyan eden bir lider söz konusu. Diğer ilişkiler bakımından da bazı tutarsızlıklar bulmak mümkün. AB nezdinde Rusya'nın Avrupa'ya enerji şantajı yaptığını söyleyen Sarkozy, Putin'e yaptığı ziyarette AB ile Rusya'nın en yakın müttefikler olduğunu söylemişti. Gerçi o açıklaması sırasında kameralar önüne çıktığında pek dinç gözükmüyordu, ama yine de ciddiye almak gerekti. ABD'ye yaptığı ziyaret sırasında ise Kongre'deki konuşmasında Amerikalılara kendilerini düşmanlardan yani Almanlardan, yani ortak hükümet kurmaya kalkıştıkları ülkeden kurtardıkları için teşekkür etmişti.

Papa'yı ziyaretinde 'Tüm Fransızlar önce Katoliktir ve Fransız olmanın değişmeyen koşulu budur' diyen Cumhurbaşkanı, Fransa'ya döndükten sonra cumhuriyet değerleri, devrim ve vatandaşlık üzerine açıklamalar yapmış bu arada mecburen laiklik konusuna girmişti. Bu konuyla Fransa'da baş etmek zor olduğundan bir süreliğine olayı rafa kaldırmak zorunda kaldı denebilir. İktidarının ilk aylarında Ortadoğu'daki Arap halklarına olan ilgisini de açıklayan Sarkozy, Filistin'de Hamas'ın desteklenmesini ve Suriye ile yakınlaşmayı savunurken Lübnan'da Maruni liderlerden yana davranmış, ardından İsrail gezisinde Fransa'nın her daim İsrail'in yanında olacağını açıklamıştı. Uzatmayalım, örnek çok. Öyle anlaşılıyor ki Sarkozy'nin en kararlı olduğu konu Türkiye karşıtlığı. İnsanın aklına Türkiye'ye gelir ve Meclis'te bir konuşma yapma imkânı bulursa belki tam tersi fikirler de duyulabilir diye geliyor.

Fransa'nın Avrupa Birliği tasarımı

Fransız vatandaşları için olduğu kadar AB ülkeleri bakımından da bazı tedirginlikler yaratan tutumlar, Sarkozy üzerinden genel bir Fransa güvensizliği izlenimi doğurdu. Birçok ekonomik ve siyasal nedene dayanarak Fransa, AB'nin geleceği konusunda iki temel ısrar içine girdi. Bunlardan birincisi AB'nin geleceğini düzenleyen Lizbon Antlaşması çerçevesinde daha bütünleşmiş bir Avrupa kurulmasıydı. Bu doğrultuda kendine geleneksel ortağı Almanya'yı destekleyici olarak seçti ve bu ülkeyle birlikte diğerlerini ikna etme sürecine girdi. Ancak, tam bu sırada aynı Sarkozy, Fransa'yı dünya gücü yapma projesini de devreye soktu. Dünya gücü projesi çerçevesinde Fransa'yı dünyaya taşıyacak yolun Akdeniz'den geçtiğini ve tarihsel genişleme coğrafyalarını hatırlayan Sarkozy, Akdeniz Birliği diye bir birlik fikri ortaya attı. Buna göre Birlik, sadece Akdeniz'e kıyısı olan ülkelerle kurulacaktı. Projenin çok önemli iki sorunu olduğu hemen ortaya çıktı. Birincisi, Akdeniz'e kıyısı olan ülkeler arasında yer alan ve İsrail ile diplomatik ilişki bile kurmayan Arap ülkeleriyle İsrail'in nasıl bir araya getirilebileceği konusuydu. Ayrıca, Fransa'nın Cezayir'i ikna etmesi, ikna ederken de bu ülkenin kendi komşularıyla, mesela Fas'la ve Libya'yla rekabetini olumsuz etkilemeyecek dengeler bulması gerekiyordu. Kısacası Fransa, İtalya ve İspanya'ya liderlik yapmayı ve Akdeniz'in güneyini "kuzeyli" ülkeler olarak bir çembere almayı planlamıştı. Bu güvenlik hattına ve ekonomik çembere önce Arap ülkeleri itiraz etti ve bir kısmı bunu yeni emperyalizm denemesi olarak değerlendirdi. Ardından Fransa, İspanya'nın itirazlarıyla karşılaştı.

İkinci sorun, Fransa'nın bu projeyle Akdeniz'e kıyısı olamayan Almanya'yı dışarıda bırakacak işlere kalkıştığı izleniminin doğmasıydı. Üstelik Fransa, Akdeniz'de İngiltere'ye rağmen tek başına hareket serbestisi kurabileceğini de düşünmüştü. Hatta, İngiltere Kıbrıs'la yeni ittifak görüşmeleri sürdürürken Fransa Kıbrıs açıklarında askerî tatbikat yapmaya başlamıştı. Gayet tabii bu gerginlikler sonucunda, AB içinde anlaşmazlıklar ortaya çıktı. Başta Almanya olmak üzere birçok ülke, Fransa'nın daha bütünleşmiş Avrupa fikrinin, Fransa liderliğinde bütünleşmiş bir Avrupa projesi olduğunu düşündü. Üstelik bu izlenimi doğrulayacak başka Fransız girişimleri de oldu, Fransa Lizbon Antlaşması çerçevesinde öngörülen "Avrupa Başkanı" meselesinde açık bir yarışa girdi. Mr. Europe olacak kişi için önerilen ilk isimlerden biri olan eski İngiltere Başbakanı Blair'i veto etti. Gerekçesi, İngiltere'nin zaten fazla Avrupalı sayılmaması anlamına gelen cümlelerle duyuruldu. Kimin Avrupalı olduğu kimin olmadığı konusundaki bilgi ve uzmanlığı pek rağbet görmüş olmasa da, sonuçta İngiltere veto yemiş oldu. Bunun yerine Fransa, uluslararası ticaret ve finans örgütlerinde liderlik yapmış Fransızların isimlerini dile getirdi, bu sefer de Almanya vetosuyla karşılaştı.

Buna rağmen, iki ülke arasındaki anlaşmazlıklarının zaman içinde giderilebileceğinden hareket eden Fransa, umudunu Lizbon Antlaşması'nın 7 Haziran 2009'daki Avrupa Parlamentosu seçimlerine kadar onaylanmasına bağladı. Referandumlarda Maastricht Antlaşması'nın kıl payı kabul edildiği, Birlik Anayasal Antlaşması'nın ise reddedildiği Fransa'da Lizbon Antlaşması referanduma sunulmadı, mecliste kabul edildi. Ama İrlanda, meselenin önemli olduğunu ve geleceği belirleyecek anlaşmanın halka sorulması gerektiğini savundu, soruldu ve halk bu geleceği istemedi. Fransa'da da anlaşma referanduma sunulsaydı, muhtemelen kabul edilmeyecekti.

Bu noktada bir parantez açmakta yarar var. Nüfusu kalabalık büyük ülkelerin, yani adı denmese de Türkiye'nin AB üyeliğine Fransa'da referandumla karar verilmesine ilişkin yasa tasarısının Senato ve alt komisyondan dönmesinde, Lizbon Antlaşması'nın referanduma sunulmamış olmasının da etkisi bulunuyor. Aslında mevcut yasalara göre, cumhurbaşkanı isterse bu konuyu referanduma sunabilir. Meseleyi halk iradesine havale ederek "hayır" çıkmasını sağlama ve bu yolla siyasal sorumluluktan cumhurbaşkanını, belki kendisini kurtarmayı planlamış ya da kendisinden sonraki cumhurbaşkanlarının o kadar anti-Türkiyeci olmayıp meclisi Türkiye lehine yönlendireceğini düşünmüş olabilir. Bununla birlikte Lizbon Antlaşması kabul edilsin diye halk iradesine başvurmamış olması tutarsızlık olarak görüldü. Yani bir konu reddedilsin istenince halka sorulmalı, kabul edilmesi isteniyorsa sorulmamalı gibi bir durum ortaya çıktı.

Sıkıntılı dönem

İrlanda'nın Lizbon Antlaşması'nı reddetmesi sonrasında AB içindeki tartışmaların biraz daha sertleştiği söylenebilir. Sarkozy, nasıl olur da bir ülkenin siyasal lideri anlaşmayı imzalar ve halkının onaylaması için onları ikna edemez diye Brüksel'de sert açıklamalar yapmış, bunun karşılığında diğer ortaklarından demokratik tercihlere saygı duyulması gerektiği eleştirisi almıştı. İrlanda'nın tutumu sonrasında AB'nin geleceğiyle ilgili iki temel tercih grubu ortaya çıktı. Birinci grup ki liderliğini Fransa'nın yaptığı söylenebilir, geri kalan 26 ülkeyle yola devam edilmesini savunuyor. Buna göre, İrlanda'nın tek kalması halinde bu ülkeyle yapılacak çeşitli pazarlıklar olabileceği ve onay işlemlerinin tekrarlanması için bir tür "ikna" mekanizmasının çalıştırılabileceği düşünülüyor. İkinci grup ise, özellikle Polonya ve Çek Cumhuriyeti gibi eski Doğu Bloku ülkeleri, bir ülkenin bile onaylamamasının Lizbon sürecini bloke etmeye yettiğini savunuyor. Bu ülkelere göre, anlaşma tüm ülkeler göz önüne alınarak hazırlandı ve tüm üyelerde geçerli olacaktı. Bir ülke dâhil olmadığında, anlaşma anlamını yitirmiş oldu. Bu durum, anlaşmayı imzalamış, ancak onaylamamış devletler bakımından yeniden değerlendirmeyi gerekli kılan bir koşul olarak görülüyor.

Lizbon faciası sonrasında AB'nin geleceğini nasıl düzenleyeceğine ilişkin de farklı projeler bulunuyor. Onaylayan ülkelerle yola devam edilmesini ve bir tür "çok vitesli" Avrupa'ya geçilmesini önerenler var. Gayet tabii, bu kabul görürse onun için de ayrı anlaşma yapmak gerek. Böyle idare edilsin ve Lizbon Antlaşması'nda öngörülen düzenlemeler AB Konsey kararları ya da tek senet gibi uluslararası olamayan anlaşmalarla düzenlensin diyenler de var. Bu sefer de devlet ve hükümet başkanlarının oybirliği, uzlaşısı aranacak ve halklarına rağmen kararlar almaları söz konusu olacak. Belirsizlik durumları ortadan kalkmadan, AB için nasıl bir gelecek tasarlanabileceği belli olmadan bazı ülkeler Lizbon Antlaşması'nı yürürlüğe koymaktan vazgeçti. Polonya ve Çek Cumhuriyeti'nden sonra, Sarkozy'nin dönem başkanlığındaki ilk gününde Almanya da süreci, tabir yerindeyse, askıya aldı. Fransa'nın Akdeniz Birliği projesini Avrupa Projesi haline dönüştürüp adını Akdeniz İçin Birlik haline getirmesi bile Almanya'yı ikna etmeye yetmedi. Anlaşma, anayasaya uygunluk denetimi gerekçesiyle cumhurbaşkanı imzalamak üzereyken anayasa mahkemesine gönderildi. Değerlendirmelerin 2009 sonlarına yani AP seçimlerinin sonrasına kadar uzayacağı tahmin ediliyor.

Türkiye'ye etkisi

Türkiye'yi AB'ye kabul etmek yerine Akdeniz İçin Birlik içine hapsetmeye dayalı Fransız yaklaşımının, şu koşullarda çok geçerli olacağı düşünülemez. Bununla birlikte, Sarkozy'nin en tutarlı olduğu konunun Türkiye tezleri olduğu unutulmamalı. Bu nedenle, söz konusu 'birlik'in kuruluş metninde Türkiye'nin durumunu tanımlayan cümlelere özen göstermek ve metinleri önceden görmek gerekir. Son dakikada ortaya çıkabilecek yanıltmalar da denenebilir, o zaman da Türkiye toplantıya katılsa bile metinlerin altını imzalamaz. Akdeniz İçin Birlik, çok sayıda ülkeyi, öyle ya da böyle bir araya getiren bir platform da olabilir, dağ fare de doğurabilir. Her durumda yerinden izlemek dışarıdan izlemekten iyi olabilir.

Bunun dışında, Lizbon Antlaşması, enerji krizi, enflasyon gibi konularla boğuşan AB'nin ve Fransa dönem başkanlığının Türkiye'ye yönelik yeni durumlar yaratmayacağı ileri sürülebilir. En iyi ihtimalle Türkiye'nin reform süreçlerini tamamlaması ve uygulamaya aktarıp tam üyelik aşamasına gelmesi on yıl alır. Bu arada Türkiye'yi kaybetme değil kazanma yanlılarının Sarkozy'nin bunaltıcı politikaları sayesinde güçleneceği de tahmin edilebilir. Üstelik gelecekte çok vitesli bir Avrupa ortaya çıkma ihtimali az değil. Bu durumda Türkiye'nin üyeliği zaten hangi halkaya üye olacağı meselesine dönüşebilir. Dolayısıyla, Türkiye'nin durumu Fransa dönem başkanlığıyla sınırlı olarak anlaşılamaz, Fransa da zaten bu aşamada belirleyici olamaz. Kısa vadede AB'nin ve AB-Türkiye ilişkilerinin kaderini belirleyecek olan Fransa değil Türkiye'deki siyasal ve ekonomik gelişmeler. Kendi ayağımıza sıktığımız her kurşunun Sarkozy'ye mutluluk kaynağı olduğunu söylemek mümkün. Bir de kapatma davası üzerine müzakere süreci donarsa, Sarkozy ve Merkel'in kutlama balosu vereceklerini hayal etmek zor olmaz.
 



Bu haber 234 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    3,631 µs