En Sıcak Konular

‘Mazlumun dili’yle zulmü tartışırken...

8 Temmuz 2008 14:42 tsi
‘Mazlumun dili’yle zulmü tartışırken... 'Karşısındakinin acısını anlamak gibi bir mahareti neden vardır insanın? Derinlerimizde bizi birleştiren bir bağ olduğunun kanıtı değil midir bu? Çoğunlukla unutuyoruz; anlamak için hak vermek gerekmez ki.' Leyla İpekçi yazıyor..

Leyla İpekçi/Taraf

Abant toplantısında barışı ve geleceği birlikte aramaya çalıştık. Konunun adı Kürt sorunuydu. Bu sorunun aynı zamanda bir Türkiye sorunu olduğunu katılımcı bütün Kürtler de Türkler de konuşma ve akıl yürütme düzeyinde biliyorduk elbette. Ama bir araya geldiğimizde henüz söze dökemediğimiz bir dil vardı. Onu işitmek ve işittirmek konusunda idmanlı değildik. Çünkü acının dili her iki taraf için de ya kutsanmış, mitolojik özellikler atfedilmiş bir dildi ya da düşünce ve fikir düzeyinde birtakım analizlerle sentezlere sıkışıp filtrelerden geçiyordu durmaksızın.
Birlikte çoğalmanın, ‘çokluğun birliği’nde farklılıklarımızla varolmanın yollarını ararken her birimiz öncelikle kendi özgürlük anlayışımızın bizi sınırladığı bir üslup, bir adap geliştirmeye çalışıyorduk. Kendi tasavvurlarımızla oluşan bir sınır belirliyordu metaforik olarak özgürlük anlayışımızı. Dolayısıyla siyasetin, sosyolojinin diliyle çözüm yolları üretmeye çalışırken bile kendi iç sesimizin diliyle birbirinden çok farklı yansımalar, bambaşka tınılar duyuyorduk.
Nihayetinde ortaya çıkan sonuç bildirgesini ve çözüm önermelerini yeterince önemsediğimi ve öncelikle bir arada olmamızın kıymetini fazlasıyla bildiğimi belirttikten sonra, dün Taraf’ta röportajı yayınlanan Hakkarili avukat Rojbin Tugan Kalkan’ın mazlum sesinin bizdeki yansımalarına ayırmaya karar verdim bu yazıyı. Zira Abant’ta o söz aldığında kimi katılımcılardan gözyaşı eşliğinde zaman zaman itiraz sesleri de yükseliyordu.
Mutlak bir kendi kendine yeterliliğin dünyasında şiddet arzu nesnesi haline getirilebilir kolayca: Dağa çıkmış ve ölmeyi göze almış bir genç için şiddet kullanmak veya şiddete maruz kalmak yeterli değildir artık. Şiddeti şiddet yoluyla yönetmek, tahakküm altına almak zorundadır. Kendine, dünyaya veya ölüme bakışını şiddetin ölçüsüyle tartmak zorundadır. Daha güçlü bir şiddet kuşanması kaçınılmaz hale gelir giderek.
Dağdan inmesinin koşulları sağlansa bile dökülen eski ve yeni kanlar haykırmayı sürdürdüğü sürece, şiddete karşı ancak geçici bir zafer kazanmış olacaktır. Hepimiz biliyoruz: Ateşkesle, konjonktürel ittirmelerle ya da silah bırakma pazarlıklarıyla sahici barış gelmiyor. Dağdakiyle ordudakini, meclistekiyle sokaktakini, korucusuyla zorunlu göçmenini birbirine kalpten bağlayacak dili yeniden işitmemiz gerekiyor.
Panzere karşı taş atan küçük çocuğun içindeki yarılmayı hangi sözcüklerle arabeskleşmeden, ideolojik olarak ayrımcılık yapmadan, karşı milliyetçiliği azdırmadan ifade edebilir insan? Zulmü zalimin dilini kullanmadan yansıtabilmenin bilgeliğine başvurmak bunca yaşanmış acı sürerken her iki taraf için de mümkün müdür kolayca? Nefsinize batmış acıyı nasıl anlatabilirsiniz tekrara düşmeden, vicdan sömürüsü yapmadan? Ve en önemlisi karşınızdakini dolaylı olarak itham edip kendinizden uzaklaştırmadan?
Benim yanıtım dinleyiciye sorumluluk yüklüyor öncelikle. Cenazede acısını içine gömen şehit annesini dinlerken de, dağdan indirilen çocuğunun cesedini alamayan anneyi dinlerken de tahakkümden uzak olmalı dinleyen. Yani karşısındakine hak vermekle veya vermemekle uğraşmamalı. Çıkarmalı o anda kendini –kimliğini ve ideolojilerini- aradan. “Böyle derseniz şöyle olur diyerek” fikir yürütmemeli bence, “profesyonel bir kurgu izler gibi oldum” diyerek hiyerarşi yaratmamalı Türköne’nin yaptığı gibi.
Karşısındakinin acısını anlamak gibi bir mahareti neden vardır insanın? Derinlerimizde bizi birleştiren bir bağ olduğunun kanıtı değil midir bu? Çoğunlukla unutuyoruz; anlamak için hak vermek gerekmez ki.
Anlamak hiyerarşiyi ortadan kaldırır. Bir nevi vermektir. Affetmeye, merhamete götürür. Asli tabiatımızdan kaynaklanan ve düşünce filtrelerinden kopmuş o biricik dile götürür. Kalkan’a “senin acın benim de acım” diyebiliriz yine Türköne’nin dediği gibi. Hatta “hiç boşaltılan Türk köyü var mı dediğinde beni kendinden ayrıştırıyorsun, senin yaşadıklarından duyduğum mahcubiyeti görmüyorsun” diye de ekleyebiliriz yine onun yaptığı gibi. Böylelikle o da karşı tarafın acısını daha derin katmanlarda hissedecektir.
Akleden kalbin dilidir bu. Zulme uğrayanların acısını mağduriyetin efendiliğine soyunmadan ifade etmelerini istiyorsak eğer: Daima haklı olmanın ideolojisini yapanların yolunun –hangi taraf olursa olsun- faşizme çıktığını hiç unutmamalıyız. Anlamak niyetini göstermektir. Ancak anlayan atabilir ilk adımı. Haklıyken bile özür dileyebilir gerektiğinde. Şiddetin panzeri budur. Dağda, ovada ya da sokakta.



Bu haber 466 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    3,265 µs