En Sıcak Konular

AKP solcu mu?

30 Haziran 2008 17:02 tsi
AKP solcu mu? “Sol düzeni değiştirme kavgasının dışında duruyor. Bu kavgayı, beğenelim beğenmeyelim AKP yapıyor. Zaten devlet de AKP’nin üstüne gidiyor, solun değil. Çünkü sol devlet için artık tehdit olmaktan çıktı.” diyen eski solcu Nabi Yağcı'dan

Neşe Düzel'in Röportajı:

NEDEN? NABİ YAĞCI


Türkiye açıkça bir darbe sürecinden geçiyor. Toplumda darbeye karşı güçlü bir direniş olmasına rağmen, darbe yanlısı gruplar da var. Bu karışık ortamda, CHP gibi solla ilgisi olmayan siyasi partiler, gruplar ve bazı kesimler ‘sol’ adına konuşurlarken, ‘gerçek’ solun sesi ise pek duyulmuyor. Üstelik Türkiye’nin tarihinin en keskin virajlarından birini almakta olduğu bir süreçte, sola en çok ihtiyaç hissedilen bir dönemde gerçek solun sesi duyulmuyor. Peki, sol bu şartlarda ne yapmalı? Kimi ve neyi desteklemeli? Solculuk nedir? Solcunun amacı nedir? Türkiye’nin bugün içinde bulunduğu koşulları sol bir bakış açısıyla nasıl analiz etmeliyiz? Solcular, muhafazakârlar ve Kürtler darbeye karşı demokratik bir cephe oluşturabilirler mi? Bütün bunları uzun yıllar yurtdışında sürgün yaşayan ve Özal döneminde Türkiye’ye dönebilen, sol üzerine yıllardır kafa yoran ve analizleriyle çok dikkati çeken eski Türkiye Komünist Partisi’nin Genel Sekreteri Nabi Yağcı’ya sorduk.

* * *

NEŞE DÜZEL: Bütün kavramların biçim değiştirdiği bir dönemden geçiyoruz. Solculuk tam olarak ne anlama geliyor şimdi?

NABİ YAĞCI: Solcu olmak değişimci olmaktır. Marks da, Hegel de solculuğu böyle tarif ederler. Türkiye’deki solcular, “Ben niye solcuyum” diye kendilerine sormalılar. Çünkü değişimin karşısında durup ya da ulusalcı olup ben solcuyum demek mümkün değil.

Sol, geçen yüzyılda bir sınıf savaşının tarafıydı. Şimdi neyin tarafı?

Bugün solun hem kuramsal olarak hem de pratik olarak sıkıntısı, tam da bu noktada işte. Sol, neyin tarafı olduğu sorusuna cevap bulamıyor. Oysa eskiden durum açıktı. İşçi sınıfının önderliğinde bir devrim tasarlanıyordu. Günümüzde ise işçi sınıfının böyle bir önderlik rolü yok artık. Ayrıca geçen yüzyılın kapitalizmiyle bugünün kapitalizmi de farklı. Sol, o zaman burjuvaziyle proletaryanın mücadelesinde proletaryanın tarafıydı. Ama bugün sınıf mücadelesi sadece proletaryayla burjuvazi arasında geçmiyor. Başka sınıf kavgaları da yaşanıyor.

Ne gibi?

Mesela devletçi kapitalizmle serbest piyasa kapitalizmi arasında da kavga yaşanıyor. Bu da bir sınıf kavgasıdır. Burada büyük burjuvaziyle orta burjuvazi arasında, İstanbul burjuvazisiyle Anadolu Kaplanları arasında bir mücadele sürüyor.

Sol devletçi kapitalizmden yana olabilir mi? Sol, devletin tarafında olabilir mi?

Olamaz... Ama şu var. Eğer ilerleyemezseniz, gerilersiniz ve bildik sopalara sarılırsınız. Bildik sopalar da işçi sınıfı önderliğinde devrimdir, emperyalizmdir, devletçiliktir, devlettir... Soldaki devletçi anlayışlar, geçmişteki sosyalizm modelinin yanlışlığından da kaynaklanıyor. Bizim kafamızda, sosyalizmin ekonomi politiği olarak şöyle bir şablon vardı. “Her şey kamulaştırılacak. Böylece devletçi bir ekonomi önceden hazır olacak. Sonra işçi sınıfı devleti ele geçirdiğinde, bütün o kamulaştırılmış şey, hop diye sosyalist ekonomi oluverecek.” Kafalardaki bu yanlış şablon yüzünden bizde sol hâlâ devletçilikten kurtulamıyor. Oysa sol, kapitalizmin önünün kesilmesinden değil, aksine kapitalizmin bir ülkede hızla gelişmesinden yanadır.

Pek çok solcuyu yerinden zıplatacak bir şey söylüyorsunuz. Sol niye kapitalizmin hızla gelişmesinden yana olmalıdır?

Çünkü üretim güçlerini kim geliştiriyorsa, sol, onun yanında olmalıdır. Piyasaya dayalı dışa açık ekonomi ise üretim güçlerini geliştirir. Sol, devletçi kapitalizmin, dışa kapalı devletçi ekonominin yanında olamaz. Çünkü devletçi ekonomi üretim güçlerini geliştirmez. Sol, demokrasiyi geliştirerek ekonomiyi büyütmeyi savunmalı. Bakın... Marks gözü yaşlı bir filozof değildi.

Evet...

Marks’ın yoksullara nasıl ekmek bulurum diye tek bir satırı yoktur. Marks’ın ekonomi politikası, yoksulluğu yaratan sistemi nasıl kaldırırım üzerine kuruludur. Solun meselesi budur. Solun temel sorunu, ülkede sömürüyü ve yoksulluğu yaratan sisteme karşı çıkacak ‘sosyal güçleri’ yaratmaktır.

Sosyal güçler kim?

Dün işçi sınıfıydı bu. Kapitalizm işçi sınıfını büyütüyor deniyordu ve bu doğruydu. Sanayi kapitalizmi bir dönem işçi sınıfını büyüttü. Ancak bir noktada Marks yanıldı. Proletarya ve burjuvaziden oluşan iki kutuplu dünya oluşacak diye beklenirken, orta sınıf büyüdü. Bugün dünyayı değiştirecek olan işte bu orta sınıftır, küçük üreticiler ve girişimcilerdir, KOBİ tipi güçlerdir. Ama sadece onlar da değil. Bugünün dünyasında artık kim değişimden yanaysa o değişimin sosyal gücüdür. Mesela dünyaya hümanist bakan, değişim isteyen İshak Alaton gibi bir büyük patron da değişimin sosyal gücüdür artık.

Değişim her zaman ileriye gitmek anlamına gelmiyor. Bugün sol tam olarak nasıl bir değişim istemeli?

Sol, Türkiye’de demokratik, yapısal bir değişim istemeli. Ama tabii yapısal ve demokratik bir değişim korkutucudur. Çünkü mevcut durumu bozar. AKP’li Dengir Fırat “devrimler travmalar yaratır” derken gerçeği söyledi. Devrimler tabii ki travma ve korku üretir. Türkiye şu anda bir Rönesans, bir devrim yaşıyor ve bu devrim de travmalar yaratıyor. Ve, değişimden çok korkuluyor. “Acaba Türkiye’ye şeriat mı gelecek” deniyor. Eğer Sovyetler Birliği’nin henüz dağılmadığı 20 yıl önce olsaydı, o zaman da Türkiye’ye komünizm mi gelecek derlerdi.

Peki, bir solcu, bugün ne tür sorunların cevaplarını ve çarelerini aramalı?

Solun kendini var eden neden değişimse eğer, sol her zaman “nasıl değiştiririm” diye sorar önce. Sistemi tek başına değiştiremeyeceğine göre, sonra da “bu değişimci güçleri nereden bulurum” diye sorar. Çünkü sol kendi başına bir değişim yaratamaz.

Anlamadım...

Eğer ülkede bir değişim varsa, ancak o dalganın üstüne oturarak sol bir değişim yaratabilir. Yani sol, değişim dalgasını yakalayabilirse sistemi değiştirebilir. Burada sol dediğim bir siyasi parti de olabilir, bir sol fikir çevresi de olabilir veya sen, ben olabiliriz. Çünkü bugünün Türkiyesi’nde, enformasyonun imkânlarıyla kanaat önderleri bir siyasi partiden daha önemli hale geldiler. Türkiye için yepyeni bir olgu bu tabii. Bugün Türkiye’de müthiş sevindirici bir gelişme var.

Nedir sevindirici gelişme?

Şimdi biz Rönesans’ı yaşıyoruz. Şu anda tarihi bir sürecin içindeyiz, fakat farkında değiliz. Çünkü her şeyi o kadar hızlı yaşıyoruz ki, bu yaşadığımız bu tarihî dönemin farkına varamıyoruz. Biraz geriye çekilip yaşadıklarımıza bilimin soğukluğuyla bakabilsek, Türkiye’deki muazzam değişimi göreceğiz. Türkiye bugün gecikmiş Rönesans’ını yaşıyor. Çünkü Cumhuriyet, aydınlanması, Rönesans’ı olmayan bir modernizmdir.

Aydınlanması olmayan bir modernizm olabilir mi?

Olamaz. Zaten olamadığı için de Cumhuriyet sıkıntılar içinde bugün. Bizim Cumhuriyet aydınlanmadı ama modern oldu. Çünkü bizde Batıcılık biçimseldir. Batı kültürünü içselleştirememişsin ama Batıcı olmuşsun. Şapka giymişsin Batılı olmuşsun. Oysa aydınlanma, toplumun kendisiyle yüzleşerek, kendisini eleştirerek ortaya koyduğu fikirlerdir. Eleştirici düşüncedir, köklü bir zihniyet değişimidir aydınlanma. Statükonun ve statükoyu besleyen ideolojilerin eleştirisi demektir aydınlanma. Batıya Rönesans böyle geldi.

Herkes Türkiye’nin çok derin bir kriz yaşadığını söylüyor. Siz ise muhteşem bir yenilenme yaşandığı görüşündesiniz. Neye dayanarak söylüyorsunuz bunu?

Zaten büyük dönüşümler büyük krizlerin ardından gelir. İnsanlar rahat koltuklarında otururken değişmezler, yenilik düşünmezler. İnsanlar sıkıldıklarında, bunaldıklarında değişirler. Sosyal sıkıntılar ve ekonomik krizler olacak ki, değişim olsun. Türkiye bugün gecikmiş Rönesans’ını yaşıyor. Medyaya bakın... Geçmişte hiç olmadığı kadar farklı düşünceler, yepyeni analizler akıyor medyaya. Akademisyenler gazetelere neredeyse günlük yazar oldular. Güncelden kopuk akademik meselelerin aksine güncel sorunları derinlemesine aydınlatan yazılar yazıyorlar.

Bu ne demektir?

Türkiye artık kendi düşüncelerini kendisi üretiyor. Sosyal sorunlarını aydınlatmak için kullandığı toplum bilimini, sosyolojiyi Türkiye artık kendisi yaratıyor. Oysa bugüne kadar biz düşünceyi hep ithal ettik. Şu anda ise müthiş bir düşünce potansiyeli var. Neleri tartışıyoruz bir düşünün. Sonra da Avrupa’da Rönesans’ta tartışılanlara bir bakın... Onlarınkinden çok daha zengin bizim bugün tartıştıklarımız.

Nasıl?

Biz bugün aynı anda ulus devleti, cumhuriyeti, laikliği, İslam’ı, hukuk devletini, güçler ayrılığını, anayasayı, anayasa ilkelerini, anayasanın nasıl değiştirileceğini, ekonomiyi, serbest pazarı, devletçiliği, küreselleşmeyi, Atatürkçülüğü, Ermeni meselesini, Kürt sorununu, Alevileri, 6-7 Eylül olaylarını... Sosyal bilimlerin, felsefenin, sosyolojinin, tarihin, hukukun, siyaset biliminin ne konusu varsa hepsini birden tartışıyoruz. Böylesine zengin bir düşünce ortamı var bugün Türkiye’de. Ama biz bu zenginliğin, yaşadığımız değişimin farkında değiliz. İşte sol, bu değişime fikri öncülük yapmalı.

Türkiye’de değişime fikri öncülük yapabilecek bir sol var mı bugün?

Hayır yok. Çünkü değişim dalgasını görmüyor ki, üstüne binsin. Tek tek kanaat önderleri, yazarçizerler, düşünürler var ama siyasi parti yok. Eskiden biz solcular “dünya değişiyor” diyorduk. Ama artık dünya değişti. Şimdi biz, değişimin ikinci dalgasındayız. Birinci dalgası dış dinamiklerle geldi. Turgut Özal kapıları açtı ve değişimin ilk dalgası dıştan geldi. Ama şimdi değişimin ikinci dalgası, iç dinamikle geliyor. Rönesans dediğim de bu zaten. Rönesans bir iç dinamiktir ve Türkiye şimdi iç dinamiğini, düşüncelerini kendi yaratıyor ve kendini değiştiriyor. Unutmayın, AB’yle müzakereler başladığından beri AB de Türkiye için artık bir iç dinamik ve muhalefet gücü oldu.

Peki, sol ne yapmalı bu durumda?

Sol önce bu değişimi görmeli. Sonra da kendine bu değişimi nasıl demokratik yönde etkileyebilirim ve dönüşüm yaratabilirim diye sormalı. Çünkü her değişim iyi anlamda sonuç vermeyebilir. Sol, tehlikeleri önlemeli. Türkiye’deki değişimin demokratik bir dönüşüme varması ve kalıcı hale gelmesi için sürece müdahale etmeli. Çünkü sol, değişime karşı çıkanlara karşı bir fikrî güç oluşturmak için vardır. Bakın... Bugün kavganın önünde sol yok. Kavganın önünde beğenelim beğenmeyelim AKP var. Bugün devlet solun üstüne gitmiyor.

Gitmemesi sol açısından ne anlama geliyor?

Çünkü sol tehdit olmaktan çıktı. Sol, düzeni tehdit etmiyor. Bunun anlamı şudur. Sol, devrimci enerjisini, değiştirici enerjisini yitirdi. Ne değişime müdahale edebiliyor ne de kendini değiştirebilecek gücü bulabiliyor. Düzeni değiştirmek istemeyen bir solu devlet de tehdit olarak görmüyor tabii. Hâlbuki sol değişim için vardır. Değişim statüko için bir tehdittir. Türkiye’de solun değiştirici enerjisi niye yok derseniz... Sol, Marks’ı dikkatle okursa bunun nedenini anlayacak. Çünkü solun devrimci enerjisi kapitalizmden gelir. Kapitalizmin üretici güçleri geliştiren o müthiş enerjisini görüp, ondan beslenen bir solun ancak değiştirici enerjisi olur. Türkiye’ye bakalım. Kavga nerede yaşanıyor?

Nerede yaşanıyor?

Askerî bürokratik seçkinlerin vesayet rejimine karşı çıkanlar var. Bunlar siyasette liberalizm, demokrasi ve ekonomide dışa açılma istiyorlar. Demek ki burada da bir gerilim, bir enerji var. Sol kendine enerjiyi bu kavgada bulabilir. Ama bizde sol düzeni değiştirme kavgasının dışında duruyor. Çünkü bizde sol hâlâ piyasadan korkan, hâlâ devletçi, hâlâ emperyalizm teorisiyle dünyaya bakan ve hâlâ emek-sermaye ikilisiyle dünyayı analiz etmeye çalışan bir sol. Yani sol minder dışında duruyor. Solun devrimci enerjisini kazanması için minderin üstüne gelmesi lazım.

Minderin üstünde kimler var bugün?

AKP ve devlet var. Devlet kimin üstüne gidiyor görüyoruz. Mesela Taraf gazetesi bir belge açıkladı. Asker Taraf’ın da üstüne gidiyor. Taraf da minderin üstünde bulunuyor bugün. Ama sol, minderin üstünde eğil.

AKP değişim istiyor ama, bu değişimi Türkiye’nin demokratik dönüşümüne vardırmak istiyor mu?

Engels, “Tarih bazen bir doktrinin dümenine geçer ve yanlışa doğru yaptırır” der. AKP de öyle. Ekonomik taban değişti, küçük ve orta sanayi burjuvazisi çıktı ama kültür ve ideolojik yapı henüz değişmedi. Çünkü sosyal değişim her zaman geriden gelir. Önce ekonomik değişim olur. Köylü traktörün üstüne hemen atlar ve onu çok rahat sürer ama ayağındaki poturu çok geç değiştirir. Bir delikanlıyla modern bir kafede oturan başı türbanlı genç kızımız bugünkü değişimin simgesidir. Bu simge üzerinden pek çok şeyi anlayabiliriz. Eğer darbe olmazsa...

Evet... Darbe olmazsa ne olur?

Darbe olmazsa, Türkiye’nin geleceği çok umutlu. Şeriat korkusu solun içgüdüsel korkusudur. Oysa Türkiye İran değil. Ayrıca bu ülke 70 yıl laik cumhuriyet yaşadı. Bu, kolay kenara atılabilecek bir kültür değil. Ama hâlâ AKP Avrupa Birliği meselesinde samimi mi diye soruyorlar. Biraz Marks bilen bunun cevabını niyet okuyarak değil, sınıf analizi yaparak verir.

Peki, gerçek bir sol bugün Türkiye için nasıl bir sınıf analizi yapar?

AKP, Anadolu’da değişen burjuvaziye dayanıyor. Turgut Özal’la birlikte Türkiye dünyaya açılınca ekonomi hızla büyüdü ve Anadolu’daki ticari burjuvazi ve köylülük, sanayi burjuvazisine dönüştü. KOBİ’ler dediğimiz küçük ve orta boy işletmeler kuruldu ve Anadolu’da büyük bir orta sınıf, büyük bir sanayi burjuvazisi ortaya çıktı. Bu burjuvazi başta AB olmak üzere dışa açılmak istiyor. Sermayenin nesnel ihtiyacı bu. Sermaye, dışa açılmayı da ancak serbest piyasa mekanizmaları yla yapabilir. Marks...

Marks bu konuda ne diyor?

“Ulusal sınırlar, sermaye için dardır. Sermayedar her zaman bu sınırları yıkar. Çünkü yıkmak zorundadır. Zaten sermaye ve kapitalizm bunun için devrimcidir” diyor. Türkiye’de de işte bu maddesel, nesnel koşullar oluştu. Türkiye ekonomisi ciddi bir yapısal değişim içine girdi ve AKP de bu değişimin iktidarı oldu. AKP, Türkiye’nin Rönesans’ını ajite etti.

Nasıl ajite etti?

Aslında AKP demek yerine, AKP’yi de içine alan ‘Muhafazakâr Demokratlar’ demek lazım ya... Türkiye’de Rönesans neye karşı gelişti? Askerî bürokratik vesayetçi rejime ve onun Kemalist ideolojisine karşı gelişti. Vesayetçi rejimde eleştiri yoktur. Rönesans ise her şeyi eleştirir. Bir kültür devrimidir Rönesans. Eğer AKP iktidarda olmasaydı, askerin, Anayasa Mahkemesi’nin, Yargıtay’ın tepkisi bu kadar şiddetli olmayacaktı. İşte bu siyasi ve sosyal gerilim aynı zamanda müthiş bir enerji demektir. Bu enerji artık AKP’yi de aşan bir şekilde, geleneksel devleti çatlatıyor. Tepkiler bu yüzden zaten. Dün çok gizli yapılan ve ortaya çıkmayan şeyler, herkesin suspus olduğu şeyler bugün ortaya çıkıyor. Taraf’ta yayınlanan Genelkurmay’la ilgili en son layiha mesela. Anayasa Mahkemesi Başkan Vekili’yle gizlice görüşme meselesi... Hiç bir şey gizli kalamıyor. Savunulmak istendikçe, çatlaklar daha da derinleşiyor, belirginleşiyor.

Marksist felsefe bugün sorunları çözebilmemiz için bir anahtar görevi yapabilir mi?

Hem evet, hem hayır. Çünkü bugünün sorunları için yetersiz Marksist felsefe. Çünkü sanayi sonrası toplumundayız. Marksist felsefe ise sanayi toplumunda ortaya çıktı. Marks çağını aşan bir filozof ama eksik bıraktığı çok şey var. Din, psikoloji gibi ekonomi dışı etmenleri Marks işlememiş. Ancak sınıf analizi denilen şey Marks’tan edindiğimiz bir kazanımdır. Bugün AKP analizini hangi ekonomik sınıflara dayandığına bakarak yapıyoruz. Zaten Türkiye’deki solun Marksist felsefeye de ilgisi canlanıyor. Canlanmalı da zaten. Özellikle bizim solun din konusunda Kemalizm’den gelme dini dışlayan dogmatik yaklaşımları eleştirildikçe, acaba Marks din konusunda ne dedi diye bakılıyor. Zaten bizde solun kendisiyle hesaplaşabilmesi için Marks’ı yeniden okuması lazım. Onunla da yetinmeyip Marks’ın eksik bıraktıklarını görebilmesi lazım. Mesela Max Weber’i okuması lazım.

Okuduğunda ne bulur?

Eğer okursa, dinin kapitalizmin gelişmesindeki rolünü görür. Çünkü Hıristiyanlık, Protestanlık kapitalizm ve ekonomiyle de ilişkisi olan bir şeydi. Mesela Calvin, “faiz dine göre yasak değildir” diyor. Yani din, kapitalizme gelişim evresinde destek veriyor. Bizde de bir ara, Anadolu Kaplanları’nın arkasında bir tür Calvinizm var mı, yani gelişen kapitalizmle din uyuşuyor mu diye tartışıldı. Böyle bir uyuşma var tabii. Refah Partisi’nin “faiz haramdır” lafını, bugün AKP’den duymuyoruz.

Taraf



Bu haber 537 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    4,879 µs