'Hilmi Özkök'ün heykelini bile dikseler azdır' | " /> 'Hilmi Özkök'ün heykelini bile dikseler azdır' | "/>

En Sıcak Konular

'Hilmi Özkök'ün heykelini bile dikseler azdır'

30 Haziran 2008 14:07 tsi
'Hilmi Özkök'ün heykelini bile dikseler azdır' Star Gazetesi Ankara Temsilcisi Şamil Tayyar'dan gündemi sarsacak iddialar...

Hülya Okur'un Röportajı:

Sabah, Yenişafak, Tercüman serüveniniz, Zülfikar Doğan'ın ayrılmasının ardından Star Gazetesi Ankara Temsilciliğinde devam ediyor. İcazet almanız, işinizin ehil olmanız ya da ahlaken güven vermenizle ne kadar ilgili?

Bugün itibariyle baktığınızda 24’ncü yılındayım meslekte. Benden çok daha genç yaşta ve çok daha öncesinde hatta üniversite yıllarında temsilci olmuş, genel yayın yönetmeni olmuş çok sayıda insan var. O açıdan baktığımda bana çok geç gelmiş bir görev olduğunu düşünüyorum. Bu mesleki birikimle, bu tecrübeyle bugün benim Ankara temsilciliğinde değil, çok daha farklı bir noktada olmam gerekirdi diye düşünüyorum. Ha bundan kendi adıma rahatsızlık duymuyorum. Çünkü benim kendime göre bir yoğurt yeme şeklim var. Bu beni ancak buraya kadar taşıdı. Farklı olsaydım farklı yerlere de gelebilirdim...

Ben hiç gitmeyecekmiş gibi işimi yaparım ama yarın gidecekmişim gibi de valizimi hazır tutarım. O yüzden benimle ilgili verilecek her hangi bir karar sürpriz olmaz. Hiç kimseye eyvallahım yok, hiç kimsenin icazetiyle bir koltukta oturmuyorum.

’Ergenekon’ soruşturması sürerkenki ihbarlarınızın ve “O gazeteciyi gözaltına almazsanız soruşturma eksik kalır!" diye yaptığınız talimatların hatta bunun üzerine yazdığınız kitabın anlamı neydi? Fareli köyün kavalcısının eksikliğini hissettiği şey ne idi?

Birinin kral çıplak demesi gerekiyordu, ben orda onu dedim diye düşünüyorum. Bizim yazdıklarımın yada kitaba yer verdiğimiz konuların büyük bir bölümünün çoğu gazeteci tarafından da bilindiğini biliyorum. O belgelerin çoğu onlarda da vardı. Onlar çok gizli, ulaşılamayacak türden belgeler değil. Ama şu yada bu sebeple yayınlamadılar. Bunu biz yayınladık. Toplumda bunun çok ciddi bir karşılık bulduğunu da düşünüyorum ama açıkçası böyle bir kitap yapma düşüncesi zihnimde yoktu. Tamam ben Şamil Tayyar’ım, iyi bir gazeteci olduğumu düşünüyorum ama yazarlık çok daha kafamda büyüttüğüm bir paye idi. Bir de kendime çok yakıştıramadığım için kitap yapmayı düşünemedim. Bir de kötü bir tecrübem vardı.

Daha önce iki kitap yazmıştım ve yazdığım iki kitapta tutmadı. Sonra son dönemde yazdığımız konuların çok ciddi ses getirmesi, yazılarımızın çok okunur hale gelmesi….

Tamam daha düşük tirajlı bir gazetede yazıyoruz ama yazdığımız yazıların etkisi bugün 600 bin satan gazete yazarlarından çok daha fazla etki yapar hale gelmesinden olsa gerek bir çok yayınevi kendileri gelip, bize teklifte bulundular. Baktım içlerinde en ciddi olan Timaş’tı, anlaştık ve bunu kitaba dönüştürdük, hatta ilk teklifleri röportaj şeklindeydi, onu çok doğru bulmadım, daha özgün olsun diye “Operasyon Ergenekon”çıktı. Ama orda şöyle bir zorluğumuz vardı. Bir, soruşturma devam ediyordu, iki; kitaba yer verdiğimiz tüm davalardaki konular yine devam ediyordu. Devam eden davayı etkileme ve gizli kalması gereken bir soruşturmayı etkileme gibi bir takım ithamlarla karşı karşıya kalabilirdik. Bunu önlemek için kendi kişisel kanaatlerimi, düşüncelerimi arındırarak, dava tutanaklarındaki ifadelerden ve iddianame üzerinden anlattım. O nedenle çok da arzu ettiğimiz bir kitap çıkmadı ortaya. Ama buna rağmen toplumda ciddi bir ilginin ortaya çıkması, bu konuda bilgi susamışlığının olduğunu gösteriyor. Sanıyorum, iddianame ortaya çıktıktan sonra daha geniş kapsamlı bir şey yapılacak.

Operasyon Ergenekon kitabının okuyucularından biri şu yorumda bulunmuş:” Şamil bey savcılıkla ortak hareket ederek AKP’yi desteklemeyen herkesi darbeci çeteci ilan ediyor!” Bu yada buna yakın bir mesajınız oldu mu?

Şunu söyleyeyim: Savcıyı yani Zekeriya Öz’ü hayatımda bir defa gördüm. Onu da yazılarımdan dolayı tanık sıfatıyla İstanbul’a ifademin alınması için çağrıldığımda gördüm. Belki beni suçlayanların çoğu Zekeriya beyle daha çok görüşmüştür yada onu daha çok tanıyordur. Onda da üç-dört savcı daha vardı, emniyetten bir görevli vardı, ifadeyi alan bilgisayar başındaki görevlinin yanında gördüm. Özel bir görüşmem olmadı. Bu tabi şahsımızı yıpratmaya yönelik psikolojik harekatın bir parçasıydı. Bunu belli yerlerden yaptılar hatta NTV’de, Kanaltürk’te bu gizli belgeleri kim sızdırdı, nerden sızdırdılar falan diye ilk defa bu meslekte bilgi sızdırmacılığı basitliğine indirgendi. Halbuki içerdeki bilgilerin doğruluğunu araştırmak, üzerine gitmek yerine bunu kim sızdırdı kolaycılığına düşer hale geldik. Eskiden bunları biz yapmıyorduk. Eğer bu gazetecilik bakımından başvurulmaması gereken bir yöntemse “Mavi Ak” diye çok büyük bir operasyon oldu, geriye doğru baktığımızda Şemdilli hadisesinde ben hatırlıyorum Hürriyet gazetesinde PKK’lıların çarşaf çarşaf telsiz konuşmaları yayınlandı. Ben elimdeki belgeleri bir avukatla konuşarak bir dava dosyasından alabilirim ama PKK’nın çok özel telsiz konuşmalarını alabilmem için benim bir devlet görevlisiyle işbirliğimin olması gerekir. Hürriyet gazetesi bunların hepsini yayınladı ve bunda da beis görmedi. O nedenle bunların hepsi tamamen yıpratmaya yönelik hiçbir anlamı ve karşılığı olmayan sözler.

Ben devam edeyim…DSP ve MHP’den milletvekili adaylığınızı ortaya koyduğunuz haberleri çıkmıştı. Size kutsalınızı korudukça yobaz, bayrağınızı korudukça ülkücü dendiğini düşünüyor musunuz?

Orada da yanlış bir şey var. Ben son dönemde öne çıkmaya başladığım zaman ANAP’tan, MHP’den, DSP’den aday oldu dediler. Ortalama seçim, dört yılda bir yapılıyor. 22 Temmuz’da aday oldum mu, yok. Öncesinde aday oldum mu, yok. Ben şimdi 43 yaşındayım. 4 yılda bir seçim olduğuna göre ben istesem bile teknik olarak bu partilerin hepsine birden aday olma şansım yok.

Belki bir faktör de şu ki….Kitabınızda, Hilmi Özkök’ün döneminde bazı kuvvet komutanlarının kimi zaman Özkök’e rağmen bazı tertiplere giriştiğini, hükümete karşı eylem planları hazırladığına değinmiştiniz. Gürültüye pabuç bırakan hatta koluna girip önümüze geleni tekmeleriz diyen bir kesim olduğuna mı inanıyorsunuz?

Bugün geriye doğru baktığımızda Hilmi Özkök’ün ne kadar muhterem bir adam olduğunu söyleyeceğim ama kitabın girişinde Halide hanım diye söz ediyorum, teşekkür etmek için. Bir tane okuyucum bana diyor ki:”Hanım demek, dincilerin ifade şekli. Siz niye eşinize hanım diye hitap ediyorsunuz?”Yani herkes havadan nem kapıyor. Hilmi Özkök’ün ne kadar Türk demokrasisine katkıda bulunduğunu ilerde çok daha iyi anlayacağız. Bugünden fark etmeye başladık. Hilmi Özkök’ün Genel Kurmay’ın önüne heykelini bile dikseler azdır diye düşünüyorum. Sarı kız ve ayışığı darbe senaryoları günlüklerle deşifre oldu 2003-2004’te. Ama maalesef darbe tezgahlayanlar hala bugün elini kolunu sallayarak çok rahat dolaşıyor.  Ve niye savcılık görevini yapmıyor? diye konuşsam, diyecekler ki hedef gösterdin. Şunu hiç kimse sorgulamıyor. Hırsız’ın hiç mi günahı yok diye. Adam darbe planlıyor. Niye darbecilerle ilgili yargı mekanizması işletilmiyor diye sorduğunuzda hemen sizin üzerinize geliyorlar. Çünkü bu darbeciler, hem medyadan, hem iş çevreden, hem akademisyenler arasında maalesef çok ciddi ağırlıktalar. Mesela ben ergenekon olayının daha da genişlenebileceğini, daha da tutuklanmalar olabileceğini söyledim. Bu nerden olur? Yargıdan, medyadan olur…Bu genel bir ifadeydi. Ama maalesef bunu demeç verdiğim SKY Türk’ün sunucusu da, bunun üzerine atlayan Tuncay Özkan’da kullandı. Sunucu Tuncay Özkan’a, “Şamil Tayyar sizin de tutuklanabileceğinizi söyledi”diyor halbuki benim konuşmamın hiçbir yerinde Tuncay’ın adı geçmiyor. Tuncay’da bunun üzerine atlıyor ve benimle ilgili çok ağır ithamlarda buluyor. Sonra bunu gün boyunca televizyonda döndürmeye başladılar. Benim öyle bir sözüm olmadı ama onu o dönemde kullandılar. Ne oldu? Biz gazetelerde bazı ipuçlarından hareketle yorum yapıyoruz. Ben bu işin kitabını yazmış ve bu konuda sayfalarca belge okumuş, ayrıca 4 saat savcıya ifade vermiş  birisiyim. Savcı bana soru sorarken hangi konunun üzerine gidip gitmediğini anlayacak kadar orta derecede zeka sahibi olduğumu düşünüyorum. Ben böyle baktığımda belgelerin de ışığında diyorum ki: Bu burada bitmez. İlave tutuklamalar olduğunu söyledikten sonra da 7-8 kişiyi göz altına aldılar ama ben şahıs olarak bilmiyorum ama sonra da Zaman gazetesine verdiğim demeçte “bu iş burada biter”Ve bitti. Ha ben bu operasyonu yürüttüğümden falan değil. Bir insanın topal olduğunu anlamak için 3 km yürütmeye gerek yok ki! 2 adım attırırsın, atmıyorsa topal dersin. İşin nereye gittiğini anlarsın. İlhan Selçuk, Alemdaroğlu’ndan sonra baktık ki daha fazla gitme şansı yok. Çünkü nereye kadar gidilebileceği o operasyonlarda test edildi ve anlaşıldı ki, ötesi olmayacak. Çünkü ötesi geliyor geliyor geliyor bazı subaylara rastlıyor. Ondan sonra devam edebilmesi için, askerin, siyasi otoritenin ve yargının mutabakatına ihtiyaç duyuluyor. Böyle bir şey olmadığına göre bu da ileriye gitmeyecek. Şimdi Türk askeri Irak’a kara harekatına başladı. Mahir Kaynak dedi ki televizyonda:”Türk askeri oradan yakın bir zamanda dönmeyecek, orada tampon bölge kurulacak” Ben de çıktım dedim ki:” Orada tampon bölge kurulacağına inanmıyorum, Türk askeri birkaç gün içinde dönecek!” Ve birkaç gün sonra döndüler. Genel Kurmay bana bilgi vermedi. Bunun için zekanızı biraz kullanacaksınız. Diyeceksiniz ki:” Tampon bölge 5000 askerle kurulur mu? Mümkün değil. Tampon bölge, yeni bir konsept demektir. Yeni bir konsept yok Kerkük’le, Kuzey Irak’la ilgili. Onun için üç-beş gün sonra döner diyorsunuz. Bu analitik kabiliyetinizi kullanacaksınız, biraz zekanızdan yararlanacaksınız, ortaya bu tablo çıkıyor. Bunun için illa birinin size bir şey söylemesi gerekmiyor. Ama maalesef birileri çok özel adammış ve çok özel şeyleri biliyormuş gibi görünerek bundan hep rant elde ettiler. Ercan Çitlioğlu yıllarca televizyonlara, gazetelere stateji uzmanı olarak konuştu ve Bahçehir üniversitesine strateji merkezi başkanı oldu. Bir yere diyor ki:Nisan sonuna kadar Türk askeri Irak’tan dönmez! Abi 29 Şubat’ta döndüler. Demek ki bu işleri bilmiyorsunuz ve bilmeden kullanıyorsunuz. Orada da psikolojik harekat yürütülürken, bunları bilmedikleri kanaatinde değilim, biliyorlar, bildiklerini de toplumu yanlış yönlendirmede kullanıyorlar.   

Gerçekten mantıksal akıl yürütmede çok iyisiniz. Tuncay Özkan dedik de…. “Tuncay'ı Gözümüz Gibi Korumalıyız” başlıklı köşe yazınızdan dolayı “hedef gösterdiği” iddiasıyla suç duyurusunda bulundu.  Seni güzel buldum, korudum, Seni küçük buldum, uyardım misali Özkan’a verdiğiniz mesaj neydi?

Yargılanıyorum şu anda. Aslında çok özel bir mesaj yok. Çünkü benim arkamda eğer varsa sivil güçler var, millet var. Ama Tuncay’ın sırtını dayadığı sadece sivil güçler değil. Arkasına baktığınızda apoletli, eski bazı silahlı kuvvetler mensuplarını görüyorsunuz. Dolayısıyla benim vereceğim mesajın bir tehdit tarafı yok. O bana mesaj verse, ben onu tehdit olarak algılayabilirim çünkü geçmişine baktığınızda bu işaretleri görüyorsunuz. Türkiye’yi kaosa sürüklemek isteyen cuntacı, çapulcu bir ekip var. Bu ekip her türlü pisliği yapabilir. Bunlar yeri geldiklerinde kendi adamlarını bile yiyebilirler. O dönemde puslu bir hava gördük ve dedik ki:” Türkiye’yi arzu edilmeyen noktalara sürüklemek isteyenler çok garip işler içine girebilirler.” O dönemde çok toplum önünde olan isimlerden birisi Tuncay Özkan’dı. Ve dedik ki:”Tuncay Özkan’ın korunması lazım. Birisi yanlış bir şey yapabilir” O gözüm lafını da, Fehmi Koru, Diyarbakır Belediye Başkanı için söylemişti. Fehmi Koru aynı lafları, Diyarbakır Belediye Başkanı için söylediğinde, Diyarbakır Belediye Başkanı bunu tehdit olarak algılamadı, dava da açmadı. Ama Tuncay üzerine alındı. Ben yazdığımda açıkçası bilmiyordum. Sanıyorum, geçmişte de çok ciddi tehditler almış ve korku içinde yaşadığını ve bunun  paranoyaya dönüştüğünü söylediler. Ben bunu sonra anladım. Ayrıca bu kadar psikolojik hezeyan içinde olduğunu bilseydim, bütün iyi niyetli çabama rağmen o yazıyı yazmazdım. Son dönemde de bakıyorum, psikolojisi oldukça bozulmuş. 27 Nisan bildirisinin bile kendisine verildiğini söyleyecek kadar zıvanadan çıkmış vaziyette. SKY Türk’te Serdar Akinan’a çıkmış, “Şamil Tayyar benim kitabımı yazıyor” demiş. Evet kitap yazıyorum, bir projem var ama kitabın hiçbir yerinde Tuncay Özkan’ın ası geçmiyor . Ve Tuncay Özkan benim için kitap yazılacak kadar önemli bir şahıs değil.

Refahyol döneminin Bakanlar Kurulu tutanaklarını ele geçirerek oluşturduğunuz “Refahyol tutanakları”adlı kitabınızla Cumhuriyet tarihinin ilk gizli Bakanlar Kurulu tutanakları kamuoyuna duyurulmuş oldu. İktidara gelenlerin Müslümanlığı ya da ali Cengiz oyunları neden sizi bu kadar ilgilendirdi?

Bakın o zaman refahyol tutanakları Sabah gazetesindeyken alıp yayınladık. 9 gün tam sayfaya yakın çıktı. Ve onu yayınladığımızda özellikle Refah Partisi çok tepki koydu. Hatta Abdullah Gül, yayının engellenmesi için dava açtı. O dönemde;”Helal olsun sana, aslanım, koçum, ne güzel gazetecilik yaptın!”diye beni alkışlayanlar, Ergenekon’da bu belgeleri kim sızdırdı diye kafama vurmaya başladılar. O zaman hiç kimse bana şunu sormadı: Ya kardeşim o güne kadar bakanlar kurulu tutanakları hiçbir yerde yayınlanmadı, sen nerden aldın, sana kim servis etti Amerika’dan mı, Yutahtan mı? kimse demedi. Ama şimdi bunu soruyorlar. Burada bir çifte standart var. Buradaki niyet benim bu belgeleri nereden aldığım değil, tamamen Konya bağlı olarak bir tepki gösterme. Mesela bir Yunanlı albayın casusluğunu deşifre ettim ve Türkiye onu istenmeyen adam ilan edip, Yunanistan’a gönderdi. Kıyamet kopardı. Bunun gibi çok özel işlerimiz oldu.

Deniz Bölükbaşı’nın,”AK Parti kapatılacak, Erdoğan’ın siyasi hayatı bitecek, Gül Çankaya’da oturamayacak”gibi keskin iddialarını köşenize taşımıştınız. Bu akıbet bizi nerelere götürür?

İşin üzücü tarafı bu senaryoyu geliştirenlerin sonrasına ilişkin projeleri yok. Önce bir öldürelim de sonra nasılsa bir şekilde gömeriz diye düşünüyorlar. Fakat öyle görüyorum ki, Deniz bey MHP politikalarını etkilemeye başlamış. Çünkü Deniz Bölükbaşı son dönemde MHP’nin Bahçeli ile geliştirmeye çalıştığı sivil siyasete uygun bir profil değil. Ben onun gönüllü değil, görevli olduğunu düşünüyorum parti içinde. O yüzden MHP de görevlilerle, gönüllüler arasında bir çatışma yaşadığını düşünüyorum. Ama şu anda son dönemdeki politikalarından görüyoruz ki görevliler etkin vaziyette. Devlet beyin konuşmalarına da yansımış bu. MHP bence harakiri yapıyor. O da muhtemeldir ki böyle giderlerse ilk seçimde barajın altında kalırlar.Belki onlarda söz konusu Anayasa Mahkemesi üyesi gibi, Parti barajın altında kaldı ama ülkeyi darbeden kurtardık diye kendilerine bir teselli ikramiyesi çıkarabilirler.

AK Parti içinde eleştirileriniz var…AK Partinin içinde gündem kayması yaşandığına, rotanın saptığına, enerji kaybının arttığına dikkat çektiniz. Peki bu partiden doğan yeni oluşumların Türkiye’ye fayda getireceğine inanıyor musunuz?

 22 Temmuzdan sonra AK Partinin yeni süreci iyi yönetemediğini düşünüyorum. İlave olarak kriz anlamında AK Partinin krizleri de iyi yönetemediğini düşünüyorum. En büyük darbeleri, bu tür olağanüstü tartışmaların yaşandığı dönemlerde gördük ve AK Parti maalesef kriz yönetimini beceremiyor. Belki siyaset genlerinde olmadığı için. Bilemiyorum, daha düz bir siyaset yapıyorlar. O nedenle de zaman zaman çok çetin sıkıntıya giriyorlar. Attıkları her adımın yada hamlenin toplumda yada belli çevrelerde nasıl algılanacağı hesaplamadan, belki saf güzel duygularla yapıyorlar ama etkilerini çok fazla düşünmüyorlar. Mesela Merkez Bankasını İstanbul’a taşıyacağız derken, bu projenin bazı kesimlerce sanki Atatürkçülük karşıtlığı gibi algılanıp, parti aleyhine bir kampanyaya dönüştürüleceğini hesaplamıyorlar. Bu projenin gerekliliğine inansanız bile atacağız taşın, ürküttüğünüz kurbağaya değmesi lazım. 22 Temmuzdan sonra sivil anayasa dendi, sosyal güvenlik reformu, kısmi bir referandum, türbanla ilgili düzenleme falan bir kafa karışıklığı çok geniş bir cephede savaşa girdi. Bu kadar geniş cephede savaşa girebilmeniz için mühimmatınızın olması gerekir.

Yüksek öğretimde türban serbestisi, Kürt meselesi, sivil anayasa, sosyal güvenlik reformu ve kapatma davası arasında iktidar partinin AB reformlarına bir kenarda beklesin muamelesi yaptığına inanıyor musunuz?

Doğal olarak refleksler zayıflıyor. 2007’den önce seçim ortamında da yavaşlama oldu. 301. Evet bir an önce yapılması gerekir ama içinde Türklük ve Cumhuriyet gibi kavramların olduğu konularda kolay kolay adım atamıyorsunuz. İzah etmekte zorlanıyorsunuz hemen size hainlik yaftasını yapıştırıveriyorlar. Öyle olunca cesaret edemediler, o radikal kararları alamadılar. 2007 seçiminden sonra çok hızlı gidebilirlerdi, orada da rota sapması oldu. Politikasızlıktan dolayı AB reformlarına gerekli olan ağırlığı veremediler.

Kanal 24'te, Ardan Zentürk ile “Ankara Masası” adlı programı sunuyorsunuz. Peki gerçek Ankara masasına yatırılmayan sorunlar neler sizce?

Her programın da bir reyting kaygısı oluyor. O gün neyi konuşuyor ve tartışıyorsak, gündemle ilgili olmak üzere konuk davet ediyor ve onu konuşuyorduk. Orada belki seyirciye çekici gelen bir şey vardı, bizimde de yorumlarımızla konuk gibi hareket etmemiz biraz daha dinamik hale getiriyordu programı. Bazen açıklamalarımızla konuğun önüne geçiyorduk. Konuk açısından sıkıntılı ama izleyici açısından keyifliydi. Süre kısaydı, bizim için tecrübe oluşturacak bir alandı ama arzu ettiklerimizi gerçekleştirebilecek bir imkan değildi.

Evet bu tecrübelerin konuştuğu başka bir mevzu…"5 N 1 Kamyon" adlı kitabınızda Abdullah Çatlı'dan Yekta Okur'a, Selçuk Aslan'dan Efraim Barut'a kadar değişik isimlerin kurban gittiği 'kamyon kazalarını' ele almıştınız. Mercedes'ten korksaydık Susurluk'a girmezdik” şeklindeki bir kamyon arka yazısı her şeyi anlatmaya yeter mi?

Doğru. Kamyon bir sembol. Hala o kamyonun o Mercedes’e nasıl çarptığı anlaşılmış değil. Ben o kamyonun tesadüfen oradan geçtiğini düşünmeyenlerden birisiyim. Susurlukla ilgili raporlara, davarla baktığınızda hiçbir zaman o soru işaretleri kafanızdan gitmiyor. Ve benim orada ısrarla üzerinde durduğum bir ‘kayıp çanta’vardı. O çantanın daha sonra davanın seyrinde Sedat Bucak’ın eline geçtiğini anlıyoruz ama bir iki parçayı mahkemeye götürdü ama Haluk Kırcı’nın Abdullah Çatlı bildiği bütün özel notları, telefonları üzerine yazardı dediği ajanda hala kayıp. Belki o bulunabilse, o çok özel ilişkiler deşifre edilebilirdi. Geçen gün Adil Serdar Saçan’ın geçirdiği kaza mesela. Özellikle bir tır beni sıkıştırdı”diyor. Adil Serdar Saçan’ın geçmişine baktığınızda, gerçekten böyle kuşkulu bir kazaya kurban edilmek istenmiş olabilir. Çünkü Ergenekonu ilk çıkaran adamlardan bir tanesidir. Ama Ergenekonu da kapatan adamlardan bir tanesidir. Belki tesadüfen çıkarttı ama bilinçli olarak kapatmış olabilir. Sonra kitabı okuyanlardan biri Ali Coşkun, “Şamil keyifle kitabını okudum fakat o kadar çok etkilendim ki, eve gittim 5 yaşındaki çocuk oyuncak kamyonla oynuyor, hemen onu kaldır dedim, yolda giderken bütün kamyonlara şüpheyle bakıyorum”dedi.

Şüpheciliğin hat safhaya ulaştığı bir diğer husus…..Madımak Faciası olayında  il kültür müdürü olan Mehmet Talay’ın o tarihte Kültür Bakanı olan SHP’li Fikri Sağlar ile ilgili iddialarını köşenize taşımıştınız. Fikri Sağlar, neden 3 kez program değiştirdi ve saat 13.30’da başlayan Madımak olaylarından bir saat önce programını tümüyle iptal edip Sivas’a gelmedi?”sorusuna yanıt aradığınız yazıya göre bir kişinin kendi tarihini temizlemesi neden bu kadar önemli?

Değil tabi ama Fikri bey, Susurluk kitabı yazmış, bu tür karanlı olayların üzerine gitmiş bir adam. Sıradan bir adam değil. Susurluk zamanında çalışmalarını takdirle bir okuyucu olarak izlemiş bir adamım. Böyle bir insanın bu işlerin üzerine daha rahat gidebilmesi için sırtında yumurta küfesinin olmaması lazım. Onun için burada boşlukta bir şey kalıyor, bunu bir düzeltelim dedim. Mehmet Talay bana bir mail atmıştı. Sonra belgeleri gönderdi, ortaya çıktı biz de yazdık. Bana diyorlar ki askerleri yazıyorsun ama niye emniyetçileri yazmıyorsun? Mesela Baran Tursun hakkında oturdum yazım, polisler bana inanılmaz öfke duydular. Ondan sonra bir iki tanık ortaya çıktı, davanın seyri değişti, ağır cezada dava açıldı vs..Sonra şuna insan üzülüyor, öldürdüğü iddiasıyla bir polis göz altına alınıyor, cinayetle suçlanıyor ve ilk duruşmada serbest bırakılıyor. Bırakın gazeteciliği insan olarak bunu kendinize anlatmanız mümkün değil. Sonra bakıyorsunuz delillere bir takım şeyler karartılmış gibi. Adam bana yazdı ve ben bu maili sizden önce en az yirmi gazeteciye gönderdim, sizin yazacağınızı zannetmiyordum dedi. O konu bana mal oldu, ee sen bunu nerden bildin? diye soruyorlar. İşte ne oluyor sanki benim fahri muhabirim gibi oldu bu adamlar ve ne duysalar bana hemen mail atıyorlar. Bana ciddi bir bilgi akışı sağlıyorlar.

‘MİT, Apo ve Ergenekon’ başlıklı yazınızda, Şemdin Sakık’ın,’Apo’isimli kitabının sansürlenen bölümlerinin Abdullah Öcalan’ın derin devletle ilişkilerini anlattığı  ve MİT’in büyük zarar göreceğine inanılarak çıkarıldığından bahseden mektubunu yayınlamıştınız.  Öcalan'ın eşi Kesire’nin de Milli İstihbarat Teşkilatı'nda görev yapan Ali Yıldırım'ın kızı olduğu gerçeğine göre biz, barut mu yutuyoruz?

Valla biraz öyle gözüküyor. Apo’nun geçmişi çok karanlık. Araştırılsa bir yerde bir şekilde MİT ile yolları bir yerden kesişecek. Ama bunun çok üzerine gidilmiyor. Hatta sizin yaptığınız bir röportaj var, Sönmez Köksal’la. Diyor ki: “Çeşitli istihbarat örgütleri kullandı, şimdi hangileri kullanıyor bilmiyorum”Yani aslında orada diyor ki:”Biz kullandık ama artık kullanmıyoruz” Evet bir dönem gerçekten kullanmışlar. Gaziantep ve İsrail’de de Kürt örgütleri vardı ama Apocular denirdi buna ve çok güçlü bir örgüt değildi. Sonra bir baktık, bunların hepsi mantar gibi bitmeye başladı ve PKK güçlendi. Diğer örgütleri yok etmek için karşısında PKK’yı kurdular ama sonra PKK kontrolden çıktı. Ama sonra PKK’yı yok etmek için Hizbullah’ı kurdular. Hizbullah kontrolden çıktı ve bu sefer PKK’ya göre ellerini çabuk tuttular Hizbullah, PKK kadar büyümedi. Ama hala çok ciddi bir tehdittir Türkiye’de. Türkiye’de karanlık bir tarih var, bunun aydınlatılması lazım. Şemdin Sakık kendisine göre bir şeyler yapmaya çalışıyor ama tabi onun da sicili bozuk olduğu için söyledikleri inandırıcı gelmeyebiliyor. Ama ben şöyle bakıyorum: Sonuçta bir takım gizli işler, pislikler de ancak böyle ortaya çıkıyor. İSKİ skandalı bir karı-koca kavgası olmasa öğrenilemeyecekti. Keşke güvenlik güçlerimiz, istihbarat örgütlerimiz bunu ortaya çıkartabilse….Şemdik Sakık’ın bana Ergenekonla ilgili bu yazıdan sonra ifadesini aldılar. Hürriyette çok küçük bir haber olarak çıktı. 16 sayfa deniyor, içinde çok ağır bilgiler var ama teyit edemediğim için yazamadım ama savcı iddianameyi açıkladıktan sonra onu görürüz. Bana yazdığı yeni bir mektup bu Şemdin Sakık’ın. Bunu henüz yazmadım. Diyor ki:” Bu mektubun yayınlanmasından sonra yazının oldukça ilgi gördüğünü, özellikle internette çok geniş bir okuyucu kitlesine ulaştığını öğrendim, hatta o mektubu sitenizde gören bazı yetkililer benimle görüşme gereği duydular. “Yani o ifade bizim yazıdan sonra olmuş. Ergenekon’la ilgili ne biliyorsan anlat diye. Çok önemli iddialarda bulunduğunu söylüyorlar. Bir gerçeğin ortaya çıkmasında katkıda bulunan kimse onu dinlemek, iddiaların üzerine gitmek gerekir.

MİT’in Türkiye’nin yeni vizyonuna uygun bir yapılanma içinde olmadığını düşünüyorsunuz. Mutasyona uğramış bozuk genlerin kendisi için yapabileceği bir şey kalmamışsa bizim için ne yapabilir?

Şu anda yapabileceği çok fazla bir şey yok. Mevcut müsteşar Emre Taner makul birine benziyor. Ben kendisini tanımıyorum, dışarıdan edindiğim, bilgiler ışığında, olup bitenleri sorgulayan, MİT’e yeni bir vizyon kazandırmaya çalışan bir yaklaşım içinde olduğu izlenimini ediniyorum. Ama geçmişine baktığımızda, MİT’in daha çok darbe zemini hazırlayan, ülkede karanlık oyunların alt yapısını oluşturan bir örgüt gibi gözüküyor, daha çok içe dönük bir çalışması var. Halbuki Milli İstihbarat Teşkilatının bence içe dönük değil, dışa dönük olması gerekir. Yani CIA, MOSSAD gibi. Nasıl CIA, uluslar arası operasyonlar ve istihbaratla ilgileniyor, FBI ulusal ölçekteyse onlar gibi istihbarat gücüne ulaştırılması gerekir. Ama maalesef bizde emniyet, istihbarat yada terörle mücadele şube müdürlüğü ölçeğinde hareket ediliyor yaklaşımı var bu yanlış. Birde bir arızamız daha var, son dönemde Jitem’in, özel kuvvetlerin ciddi olarak ağırlık kazandığını görüyoruz. Dolayısıyla birden fazla istihbarat örgütünün olması çok tehlikeli ve sakıncalı bir gelişme. Bir an önce tüm istihbarat örgütlerinin tek çatı altında toplanmasını sağlamak suretiyle bir yapılanmaya ihtiyaç var. Daha önce Başbakanlık bünyesinde böyle bir çalışma yapılmıştı ama realize edilemedi. Niye edilemedi bilmiyorum ama anlaşılıyor ki taraflar buna çok taraftar değiller. Çünkü bu istihbarat toplama ve operasyon yapma gücüyle elde ettikleri inanılmaz imtiyazlar vardı ve bu onlara dokunulmaz bir alan oluşturdu ve bu alanı da keyfini çıkartıyorlar. Çünkü bugün jandarma inanılmaz bir güçte ve jandarmanın sahip olduğu telefon dinleme teknolojik alt yapısı emniyette bile yok. Buna bir şekilde neşter atılması lazım. Bu da haliyle MİT’in eski pozisyonunu da zayıflattı. Çünkü kendisinin dışında başka güçler var. Ama birbirlerine ayak bağı olmaya başladılar. Çünkü başka amaçlarla yola çıksalar da birbirlerini de denetler hale geldiler. Belki bu yönüyle de faydası olur. Birinin gayri yasal bir faaliyeti, bir başkası tarafından fark edilebileceği endişesiyle daha dikkatli de olunabilir. Biz aslında bu şer ortamından bir hayırla da çıkabiliriz. Çünkü eskiden tek tabancalardı, şimdi dört tabancalar ve daha kontrollü gidiyorlardır.

Taraflar buna çok taraftar değiller dedik de…Tercüman gazetesi Ahmet Altan, Fehmi Koru, Ergun Babahan ve sizin fotoğraflarınızı sürmanşete yerleştirip ‘Kim bunlar?’ diye sormuş, iç sayfada ise ‘kara kalemler’ olarak tanımlamıştı. Önünüzdeki sıraları süslediğinize neden inanılmıştı?

O Ergenekon soruşturması büyüdükçe birilerinin devreye girdiğini düşünüyorum. Yani o soruşturmayı kesintiye uğratmak gerekiyordu. Ergenekon konusunda ve bu karanlık ilişkilere dair en fazla yazı yazan üç beş tane kişiyi susturarak bunun önleneceğini varsaydılar. Bu nedenle bu kampanyayı başlattılar. Yani o Bir sabah genel yayın yönetmeninin sabah karar vererek attığı bir manşet değil. Hatta bir arkadaşımıza, bilmiyorum ne derece doğru ama Tercüman’ın yazı işlerinden birsi demiş ki:”Genel Kurmay’dan birisi bizi aradı ve biz onun için bu manşeti attık” Bunu kullanıyor da olabilir. Bu telefon gelmemiş de olabilir. Belki de kendilerine güç vehmetmek için de-bak biz Genel Kurmay’dan aranan bir gazeteyiz demek içinde böyle bir şey söylenmiş olabilir. Açıkçası Genel Kurmay'ın aradığına ihtimal vermiyorum ama birileri bu puslu havayı kullanmak isteyebilir. O basit bir manşet değil. Bununla ilgili suç duyurusunda bulunduk, savcı takipsizlik verdi. Gerekçede  ”Şikayetçi yani benim bir kamu görevlisi olmadığım” söyleniyor. Sizin tehdit alabilmeniz için bir kamu görevlisi olmanız gerekiyor. Ayrıca terörle mücadelede görev almış biri değil diyor. İyi güzel de başımıza gelenleri görüyorsunuz. En büyük terör örgütüyle uğraşıyoruz ve başımızda bir koruma var. Devlet bana koruma tahsis etmiş, güvenlik endişesiyle ama savcı bana kamu görevlisi değilsin diyor. Peki buna da bir yerde kabulüm ama ben Tuncay Özkan’ı gözünüz gibi korumalısınız diye tamamen insani duygularla yazdığım bir yazıdan dolayı, aynı maddeden terörle mücadeleye muhalefetten hakkımda dava açıldı. Peki Tuncay Özkan kamu görevlisi mi? Bilmediğim birşey mi var?

18 Nisan itibariyle yazılarınıza ara vermek zorunda kalışınızı sağlık nedenlerinize bağladınız. Yazılarla verdiğiniz mesajların yerini ne alır? Yazarlık dışında hangi faaliyet sizi halka ulaştırabilir inancındasınız?

Yazarlık benim için bir kızıl elmadır. MHP ve CHP için bir hükümet modeli olabilir ama benim için toplumla aramdaki en ciddi köprüdür. Ve yöneticiliği de sadece ve sadece yazar olabilmek için istedim. Bizim medyada muhabirlikten doğrudan yazarlığa geçiş yok. Yönetici oluyorsunuz, genel yayın yönetmeni oluyorsunuz sonra bir köşeniz oluyor. Belki de haklılık da olabilir. Belki kendisini muhabirle eş değerde gören herkes kendisine böyle bir imkanın neden verilmediğini sorguluyor ve büro içinde huzursuzluk yaratıyor. Belki popüler bir isim olarak dışardan yazabilirsiniz ama muhabirlikten geçiş olmuyor. Ben temsilcilikten geldim. Baktığınızda Murat Yetkin de, Fikret Bila da öyle oldu. Bunun istisnasını ben açıkçası hatırlamıyorum. Onun nedenle benim için kırmızı çizgidir. Temsilciliği her an bırakabilirim. Ama bana temsilciliğe devam et ama yazarlığını alıyoruz dedikleri zaman valizim zaten hazır, çeker giderim. Ama yazarlığım devam ederse, temsilcilik konusunda istedikleri tasarrufta bulunabilirler, o konuda hiç talebim olmaz. Bunun dışında da özel bir hedefim yok. Okura kitap yoluyla ulaşmak benim için önceliklerden birisi. Ergenekonla bunu yaptık, 50 bin sattı. İlave baskılarda olacak belki. Yeni iki kitap daha Eylül gibi piyasaya çıkacak. İnternetin gücünü de biliyorum. Bizim bir çok yazar bunun farkında değil, eğer bugün Şamil Tayyar var ise ve internet dünyasının en başarılı röportajcılarından Hülya Okur gelip benimle röportaj yapıyorsa ben inanıyorum ki bu sadece gazeteden değil, internetten kaynaklanıyor. Bugün 140-150 bin civarında tirajımız var. Ama internette 500 bini aşan okuyucuya ulaşıyoruz. Dolayısıyla da haber portallarına da minnettarız. 
 
haberx.com



Bu haber 1,890 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    5,917 µs