En Sıcak Konular

Uzlaşma için kim geri adım atmalı?

16 Haziran 2008 16:50 tsi
Uzlaşma için kim geri adım atmalı? "Ergenekon, İttihat ve Terakki’den bu yana halkın olduğunu sandığımız egemenliğin aslında bir çetenin elinde olduğunu gösterdi. AK Partiye açılan kapatma davası da, darbe fikrinin gönüllerde hep var olduğunu gösterdi." Mazhar Bağlı yazdı.

Mazhar Bağlı'nın Taraf gazetesinde çıkan yorumu

Son günlerde AK Parti ile ilgili açılan gayri meşru kapatma davasından sonra kimi çevrelerin dile getirdikleri; “uzlaşma”, “her kes bir adım geri atsın” ve “itidal” çağrılarının asıl amacı söz konusu var olan (suni) gerilimi düşürmeye yönelik değil aksine uzun bir zamandan beri ilk kez devlet oligarşisine karşı görece bir başarı elde etmiş olan halkı veya dezavantajlı bir statüye mahkûm edilmiş olan insanları “yumuşatma” ve “merkeze götürme” girişiminden başka bir niyet içermemektedir. Eğer bir uzlaşma olacaksa bir dost elin uzatılması gerekmez miydi? Tehdit ve baskıyla uzlaşmanın sağlandığı tek örnek bu talebi dile getirenler mi gerçekleştireceklerdir?

Türkiye, neredeyse tüm sosyolojik teorileri alt üst edecek ilginç bir iktidar biçimine sahip bir ülkedir. Gücü elinde bulunduranlar, halkı sadece yok saymak ve hukukunu çiğnemekle kalmıyorlar aynı zamanda bu durumdan şikâyetçi olmalarına da tahammül edemiyorlar. Onları asıl sinir eden şey, dışlanan ve hukuku çiğnenen kesimlerin nasıl olur da bu haksızlıklardan zevk almadıklarıdır. Kısaca bu güç, hem ezmek hem de bu ezilmişlikten “sözde” değil “özde” memnun olunmasını istemektedir. Ancak AB süreci, liberal düşüncenin güçlenmesi, ezilenlerin entelektüel birikimleri, dünya kamuoyu ve en önemlisi de “seçimler” bu düzene ciddi bir biçimde çomak soktu ve her şey alt üst oldu. Çünkü yakın tarihte yaşanan kimi tecrübeler, esasında söz konusu gücün bir sevk ve idare işinden çok aksine bir entrika sanatı olduğunu gösterdi:

28 Şubat, halk arasında çeşitli dini kavram ve değerlerle tanımlanan ve asıl görevi ülkenin sınırlarını korumak olan askeri bürokrasinin aslında zaman zaman bu tanımlama ve görevle bağdaşmayacak maceracı bir cuntanın eline geçebileceğini gösterdi. 367 olayı, Anayasa Mahkemesi üyelerinin hukuki bir konuda karar verirken genelde siyasi kaygıları daha çok önemsediklerini gösterdi. Ergenekon, İttihat ve Terakki’den bu yana halkın olduğunu sandığımız egemenliğin aslında bir çetenin elinde olduğunu gösterdi. AK Partiye açılan kapatma davası, darbe fikrinin hiç bitmeyen bir meşale olarak gönüllerde hep var olduğunu bunun için düşünülen yolların hukuk dahil bir çok alan üzerinden devam ettiğini gösterdi. Danıştay Başsavcısının kadınlar gününde yaptığı darbeye methiye nutku, ülkeye egemen olan yönetici ve seçkinci zümrenin ne kadar kindar olduğunu, insanları, hatta gündelik hayatında her zaman nezaketle anılan bir başbakanın ipte sallamanın bile bu kesimleri bir türlü rahatlatmadığını ve öldürmenin bu seçkinci zümre için antropolojik bir determinasyon olduğunu gösterdi. ÜAK toplantıları ve bildirileri ile YouTube videoları, üniversitelerin öğretim işlevlerinden çok başka konulara (darbelere hazırlık yapma ve beyin yıkama operasyonlarına) kafa yordukları ve bunun için de ehil olmayan nice insanlara akademik unvanlar verdiklerini ve dogmatizme karşı olması gereken akademisyenlerin, farklı bir dogmatizmi sırf kendi ali menfaatleri için savunduklarını gösterdi. Yine 28 Şubat ve dahi kapatma davası, medyanın her zaman gizli bir ajandasının olduğunu ve bu ajandada da hep halk karşıtlığı üzerine oturtulan bir projenin var olduğunu gösterdi.

Peki tüm bu olanları görenler yapılan bu uzlaşma ve itidal çağrılarına ne kadar ve nasıl inanacaklardır? Yaşanan mağduriyetlerin telafisini bir yana bıraksalar dahi bu durumun bin yıl daha devam ettirilmeyeceğinden nasıl emin olabilirler?

Daha açık bir ifade ile söylemek gerekirse devletin ve onun hükmü şahsiyetini temsil eden odaklar ile halk arasında bir uzlaşmanın sağlanması için elde ne var? Yapılan askeri darbe sonrası bir başbakana reva görülenleri ve bunu da parlak bir tarihi başarı olarak görenlerle hangi ortak paydada uzlaşılabilir? Uzlaşma, karşılıklı kabul ve tanıma önkoşulu üzerinden tesis edilebilir ancak. Oysa istenilen bu değil. O zaman bu çağrı eski düzenin devamlılığının çağrısı olmaktan öte bir anlam içermemektedir.

Aslında bu çağrıları yapanlar ile 22 Temmuz seçimlerinden hemen sonra ısrarla ve özellikle AK Partiyi bir merkez partisi olarak gösterenlerin aynı çevreler olması da tesadüf değildir. Unutmamak gerekir ki AK Partinin bir merkez partisi olduğunu söyleyenler gerçekte böyle düşündükleri için değil öyle görmek istedikleri için bunu söylemişlerdi.

Onu bir merkez partisi gibi gösterip eski düzenin devamını sağlamak isteyenler hep kendilerinin merkezde olduğu bir düzeni arzu edenlerdir.

Türkiye’de iki kesim resmi ideoloji tarafından şimdiye kadar neredeyse hiçbir biçimde hem ontolojik olarak hem de politik/ideolojik olarak muhatap alınmadı, varlığı kabul edilmedi. Kürtler ve Muhafazakâr/dindarlar şimdiye kadar resmi ideoloji yandaşları tarafından hiçbir biçimde bahse konu edilmediler. Kürt diye bir etnik yapı yok diyenler ile aslında Türkiye’nin Başörtüsü diye bir sorunu yok diyenlerin ortak bir çeteleşmenin içinde oldukları da bunun en açık göstergesi değil midir?. Bunların varlığı yok hükmünde kabul edilmelidir ve bu söylem sadece fiili olarak değil aynı zamanda hukuki olarak da yasalaşmalıdır. Onca çatışmalı bir biçimde açığa çıkan bu unsurlar için kullanılan ifadeler hemen hemen her zaman çok basit olmuştur: “Türkiye’nin böyle bir sorunu yoktur.” “Siz görmezseniz bu sorunlar da yoktur.” Klasik ifadesi ile söylemek gerekirse bu deve kuşu/kum tavrı sonunda arkadan tekmeleme ile yerinden olunca da sağa sola saldırmalar başladı.

Farklılıkların kötü bir deneyimle fark edilmesi elbette arzulanan bir durum değil ama başka türlüsü de olmayacaktı sanki. Peki, kafalar zorla kumdan çıkartılmışsa karşılaşılan bu yabancı yaratıklara karşı nasıl bir tavır takınılacaktı? İşte bu soru sanırım en çok da uzun süredir kafası kumda olanları tedirgin etti. Ulusalcı Kemalistlerin sinirliliklerini, gayri meşru entrikalarını ve kanlı da olsa bu iki unsuru yok edip gözden kaybetme operasyonlarının altında bu psikolojinin olduğunu görmek gerekir. Şimdiye kadar yapılanların sadece bir başlangıç olduğunu da unutmamak gerekir. Dozu giderek artan bir “yok hükmünde sayılması” veya gerekirse yok edilmesi süreci devam edecektir. Bu süreçten kurtulmanın tek yolu, demokrasi, insan hakları ve devletin şeffaflaştırılmasıdır. Vaktiyle yine Yargıtay başsavcısı tarafından anayasa mahkemesinde kapatma davası açılan bir partiye en az on milyon civarında insanın oy verdiğini söyleyenlere bir askeri bürokrat; “gerekirse on milyon insan bile öldürülebilir” demişti.

Zaten öldürmekten ve yok saymaktan başka bir çare de düşünülmedi şimdiye kadar. Ama artık yok saymak veya öldürme imkânları kalmadı. Hem siyasi güç bakımından hem de dünya şartları bu duruma el vermiyor ne yazık ki (!) yoksa tek parti döneminden kalma reflekslerle milli şefin yaptığı gibi salacaklar entrikacıları top yekûn bir temizlik operasyonu yapılacak ama artık çok zor.

Bu zorluklardan dolayıdır ki bir uzlaşmadır tutturmuşlar. Düşünün askeri jargonun dışında kafasında başka kavram/deyim olmayan çevreler bile uzlaşmadan bahsetmektedirler. Çünkü, arkadan tekmeleme ile kafaları kumdan çıkaranlar artık orada hep var olacaklarını da söylüyorlar.

Uzlaşmanın sağlanabilmesi için bir değil birkaç somut adımın atılması ve dışlanan kesimlerin güveninin sağlanması ilk şarttır. AK Parti, klasik muhafazakâr geleneğin refleksini gösterip taviz üzerine dayanan bir uzlaşma yoluna girse bile artık bu durumu kabullenecek bir halk kitlesi yok çünkü herkes çocuğun söylemesine gerek kalmadan kralın çıplak olduğunu görüyor.

* Doç. Dr., Dicle Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi / mazhar@dicle.edu.tr



Bu haber 331 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    3,503 µs