En Sıcak Konular

Yargıda reform şart oldu

10 Haziran 2008 14:27 tsi
Yargıda reform şart oldu  
AKP'nin iktidara gelişinden sonra, yaptığı demokratik ve liberal vurgular, samimi Avrupa Birliği taraftarlığı, çok kimseleri siyasî sistemde esaslı bir reform yapılacağı ümidine sevk etti.

Ancak ilk seçim devresinde bu hususta çok ciddi bir ilerleme kaydedilemedi. Bunu, hükümetin, o zamanki cumhurbaşkanının muhtemel muhalefetinden çekindiği için böyle davrandığı şeklinde izah edenler oldu. Mamafih bu yolda bir reformu cumhurbaşkanı ancak geciktirebilir; ama engelleyemezdi. Hele referandum yoluyla kabul edilseydi, itiraza da pek mahal kalmazdı. Bu sefer bütün ümitler, cumhurbaşkanının da değiştiği yeni seçim devresinde toplandı. Ama hâlâ bir belirsizlik mevcut. Bizim bilmediğimiz bir sebep varsa, orasına aklımız ermez.

Son günlerde yargı reformuna dair rivayetler, bu ümitleri yeniden canlandırdı ise de, Anayasa Mahkemesi'nin başörtüsü hakkındaki kararı ve parti kapatma davası ortalığı bulandırınca, reform hareketlerindeki canlılık ve heyecan da sanki kaybolur gibi oldu. Halbuki Türkiye'yi sonraki asırlara taşıyacak esaslı bir siyasî sistem reformuna ihtiyaç vardı. Bunun başında da millî iradeyi engelleyen unsurların bertaraf edilmesi geliyordu. Geçen seçim devresinde Anayasa Mahkemesi, yeniden yapılandırılmasıyla ilgili bir projeyi hükümete bizzat vermiş; ama bir şey hâsıl olmamıştı. Şimdi ise bunun ne kadar zor olduğu açıktır.

Bu gelinen durumdan yalnızca hükümetin sorumlu olduğunu söylemek de haksızlık olur. Bir ülkede anayasal bütün kurumların mevcut hukuk çerçevesinde hareket etmesi gerekmektedir. Kimse kendisini, hukukun kendisine tanıdığı pozisyondan farklı ve üstün bir yerde göremez. Üstelik son günlerde yaşanan hâdiselerde, hukukçuların başı çekiyor olması, doğrusu hukukun üstünlüğüne inanan bir hukukçu olarak bizi üzüntü ve mahcubiyete düşürmektedir. Bununla beraber, bu son gelişmeler, ülkede siyaset ve yargı reformunun ne kadar elzem olduğunu bir kere daha gözler önüne sermektedir. Ülkede demokrasi ve insan haklarının geleceğinden endişemiz, bizi şu şahsî tavsiyelerde bulunmaya sevk etmektedir:

Siyasi istikrar ve iç huzur esastır

Cumhurbaşkanlığı seçimi Türkiye'de hep bir sıkıntı sebebi olmuştur. Siyasî ve hukukî sorumluluğu olmayan bir makamda bu kadar yetkinin bulunması olacak iş değildir. Üstelik yürütmenin başında bir cumhurbaşkanı, öte yanda başbakanın bulunması da gariptir. Üstelik devlet-hükümet şeklinde sunî bir ayrıma gidip; cumhurbaşkanı devletin, başbakan da hükümetin başı olarak görülmüştür.

Hukuk tarihçisi olmak itibarıyla hadiseleri mukayeseli tarzda ele almak alışkanlığındayım. Yakın çağda demokrasi hareketinin güçlenmesiyle, kralların otoritesi bertaraf edilmiş; ancak bunlar sembolik biçimde devleti temsil eden bir makam hâline getirilerek muhafaza edilmişti. Yirminci asrın ilk yarısında monarşiler yıkılınca, kralların yerini cumhurbaşkanı aldı. Dolayısıyla parlamenter rejimlerdeki cumhurbaşkanı, aynen şimdiki Avrupa kralları gibi tamamen semboliktir. Amerika, başkanlık sistemini uygular. Burada hükümetin başı başkandır. Ayrıca başbakan da yoktur. Fransa'daki yarı-başkanlık sistemi faciasında, cumhurbaşkanı halk oyuyla gelir ve yetkileri karşılığında siyasî sorumluluğu vardır. Türkiye'deki sistem ne başkanlık, ne yarı-başkanlık ve ne de parlamenter rejimlere uyar. Son değişikliklerle cumhurbaşkanını halkın seçmesi usulü getirilmiştir, ama cumhurbaşkanının mevcut yetki ve pozisyonu itibarıyla bunun da başka problemler doğurması muhtemeldir. O halde ya Türk milletinin mizacına ve geleneklerine uygun başkanlık sistemi kabul edilmeli; seçimler de dar bölge sistemiyle yapılarak siyasî istikrarsızlık ve kutuplaşmaların önüne geçilmelidir. Yahut da cumhurbaşkanı parlamenter demokrasilerdeki yerine oturtulmalıdır. İcraî yetkilerden arındırılarak sembolik hâle getirilmelidir. Bu durumda cumhurbaşkanını halkın veya Meclis'in seçmesi çok da önemli değildir. Nitekim parlamenter monarşilerde de kral verasetle başa geçer, ama hükümete karışmaz.

AYM'nin kendisi hükümete öneri sunmuştu

Parlamentoda kabul edilen kanunların anayasaya uygunluğunu kontrol etmekle vazifeli Anayasa Mahkemesi de tartışmalı bir müessesedir. Yüksek Mahkeme üyeleri, hiçbir siyasî sorumluluğu olmayan bir makam tarafından atanmaktadır. Üstelik bunların hukukçu olmak mecburiyeti de yoktur. Bu da, Yüksek Mahkeme'nin, iktidarı limite etmek için getirilen unsurlardan biri olarak algılanmasına sebebiyet vermiştir. Nitekim Almanya ve İtalya'da Nazi ve Mussolini rejimlerinin hemen ardından anayasa mahkemesinin kurulması mânidardır.

Demokrasinin beşiği sayılan İngiltere'de anayasa mahkemesi yoktur. Parlamentonun kabul ettiği her karar, millî iradenin tecellisi olarak anayasa hükmündedir. Hiçbir anayasa buhranı da yaşanmamaktadır. Şu halde, anayasa mahkemesi demokrasi için gerekli bir unsur değildir. Bu bakımdan anayasa mahkemesinin vazifesi, Fransa'da olduğu gibi, meclis bünyesinde üyeleri seçimle gelen bir komisyona verilebilir. Geçen dönemde Anayasa Mahkemesi yeniden yapılandırılmasıyla ilgili bir projeyi bizzat hükümete sunmuş; fakat nedense itibar görmemişti. Bu bir fırsattı.

Yargıtay, temyiz mahkemesi demektir. Temyiz mahkemesi, bidayet (ilk derece) mahkemelerinin verdiği kararları, hukukî bakımdan kontrol eder. Yani adlî kararda, kanun hükmünün doğru uygulanıp uygulanmadığına bakar. Doğru hükmü, yanlıştan temyiz eder, yani ayırır. Davayı yeniden incelemez. Bu, ona yüksek bir içtihat mahkemesi vasfı kazandırır. Vaktiyle bizde istinaf mahkemeleri vardı. Bidayet mahkemelerinin baktığı davalara, burada yeniden bakılırdı. Dolayısıyla temyiz mahkemesine giden dava azdı. O zaman temyiz mahkemesi, bizatihi hukuku geliştirmeye matuf içtihatlarla meşgul olabiliyordu.

Ancak 1924 yılında istinaf mahkemeleri kaldırıldı. Çeşitli zamanlarda yeniden kurulmak istendiyse de kurulamadı. Bu da Yargıtay'ın aynı zamanda istinaf mahkemesi gibi çalışmasına ve iş yükünün artmasına sebebiyet verdi. Hakimler, sayısız dosyanın altından kalkamaz hâle geldi. Heyet halinde karar veren mahkeme daireleri, tek bir üyenin bilgi ve kanaatine göre hüküm verir oldu. Bunlar da ister istemez kararların adilliği hususunda birtakım kötümserliklere yol açtı. Üstelik iş yükü altından kalkamayan Yargıtay, kendisini bir siyaset kurumu olarak görmeye başlamıştır.
 
Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci

Zaman



Bu haber 311 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    4,233 µs