En Sıcak Konular

'İsrail'in geleceği yok'

2 Haziran 2008 12:02 tsi
'İsrail'in geleceği yok' Nuray Mert, İsrail izlenimlerini yazdı: "Belki de fazlasıyla Filistin merkesli düşündüğüm için İsrail bana umutsuz ve geleceği gözükmelen yorgun bir ülke olarak göründü."

Nuray Mert/Radikal

İsrail'in geleceği gözükmüyor

İsrail üzerine yazmak dünyanın en zor konularından biri, zira İsrail dünyanın en tartışmalı ülkesi. Bu yıl, bir yandan kuruluşunun altmışıncı yılı kutlanıyor, diğer yandan ona karşı öfkenin, itirazın altmış yılı doluyor. İsrail, her bakımdan, benzeri olmayan istisnai bir ülke, zira aslında modern tarihin bir ürünü olan ulus devletlerden biri, ama bu ulus devletin ne tarihi, ne kimlik inşası diğer hiçbir ulus devlete benzemiyor. Öncelikle, ulus fikri ve kimliği aslında modern seküler bir sürecin sonucu ve sürükleyicisi olmasına karşın, İsrail’in kurulması ile sonuçlanan Yahudi devleti fikri aslında dinsel bir kimlik etrafında tanımlanmak durumunda olmuş. Dahası, bir ulus devlet projesi olarak Siyonizm, toprağı olmayan bir ulus projesi olarak, ‘yurt’ edinilecek toprakları yine dinsel kaynaklara dayandırarak Filistin (itibar edilmeyen başka yerler teklif edilmiş ve dikkate alınmış olsa da) olarak belirlemiş.
Sorun burada başlamış ve halen devam etmekte, zira kendini nasıl tanımlamış olursa olsun bir ulusun yurt olarak ‘seçtiği’ yer, İsrail’in kurulduğu 1948’e kadar, hele Siyonist hareketin başlattığı ve Birinci Dünya Savaşı’ndan sonraki Filistin manda yönetimi esnasında hızlanan göç ve yerleşme hareketine kadar Yahudi nüfusun yerli nüfusa göre çok azınlıkta olduğu, yüzyıllar hatta binlerce yıl boyunca ‘Yahudi yurdu’ olma özelliğini yitirmiş topraklar. Bu nedenle, savaşın ve Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılmasının ardından, o zaman İngiliz mandası altına giren Filistin toprakları üzerinde iki ‘ulus’un iddiası başından büyük bir çekişme konusuydu.

İsrail’in ‘var olma hakkı’

O günden bugüne çekişmenin seyri bir yana, Siyonizmin Yahudilere bir yurt ve devlet fikri ve onun tarihsel süreç içinde sonucu olan İsrail’in ‘var olma hakkı’, reel politik durum ne olursa olsun hala tartışmalı. Bir tarafın en gözü kapalı savunucuları, Siyonizmin ve İsrail’in kurucu ideolojisi ve kuruluş sürecinin sorunlarını ne kadar görmezden gelip, İsrail’in varlığını en doğal hak olarak görüyorsa, diğer tarafta, tarihsel süreç ne olmuş olursa olsun veya ne kadar geriye dönülemez bir noktaya gelinmiş olursa olsun, İsrail’in varlığını sonuna kadar reddetmekte ısrar edebiliyor. Yeryüzünde, uluslararası ve/veya toplumlar arası çatışmanın bu derece derin olduğu başka hiç bir örnek yok. Bu çatışmanın, uluslararası güç dengelerinin tüm dayatmalarına karşın derinliğini korumasının nedeni bu.
Her iki tarafın en ılımlı temsilcileri ne söylerlerse ve diyalog adına ne yaparlarsa yapsınlar bu derin çatışmanın tarafları olmaktan sonuna kadar kaçamıyorlar. Ilımlı bir İsrailli için bile İsrail’in varolma hakkından vazgeçmek ne kadar imkansızsa, ılımlı bir Filistinli hatta Filistinli olmayan bir Arap için İsrail’in varlığı hala içe sindirilmiş bir şey değil. Bu çatışmanın tarafı olmadan ortada bir yerde durmaya veya hakkaniyetli düşünmeye çalışmak da son derece zor. Hele buna bir de, tarafınızı seçmeyi etkileyen, Yahudi veya müslüman olmayı, bunların ötesinde siyasi tercih olarak solcu olmayı, anti-emperyalist olmayı eklediğinizde durum daha da karmaşıklaşıyor. Tabi, Yahudi olduğu halde, İsrail’i tanımamak da mümkün, müslüman olduğu halde reel politik nedenlerle hiç olmazsa İsrail’in varolma hakkını sorgulamamayı seçmek de. Solcu ve anti-emperyalist olup İsrail’e karşı çıkmak da, savunmak da yine mümkün, ama hepsi uzun gerekçelendirmeler gerektiyor.

Ben, açıkcası üzerinde Yahudi, Hıristiyan, Müslüman Filistinlilerin yüzyıllardır yaşadığı topraklarda, bu toprakları emperyal bir paylaşımla taksim edip, bir Yahudi devleti projesine ön açan gelişmelere ve sonuçlarına, en hafif deyimle, yazıklanan biriyim. Toprağından sürülen Filistinlilere sempati duymamam, kendimi onların yanında görmemem mümkün değil. Ancak, Siyonist hareketi, ne kadar benzersiz ve tartışmalı olursa olsun, bir fitne veya komplo olmaktan ziyade, bir ulus devlet projesi olarak görüyorum. Sonuçta geldiği yer ne olursa olsun, dünyanın dört bir yanında bir şekilde varlığını korumuş olan Yahudilerin, özellikle 19. yüzyıl boyunca içinde yaşadıkları ülkelerin geçirdiği uluslaşma süreçleri içinde, bir ulus kimlik icat etmeye, onun şemsiyesi altına sığınmaya zorlandıklarını ve bu durumun hesaba katılması gerektiğini düşünüyorum.

Ulus devlet ve Yahudiler

Nazi Almanyası ve Yahudi soykırımı bir yana, yaşadığınız ülkenin hiç bir zaman tam anlamıyla vatandaşı olamadığınız düşünün. Özellikle 19. yüzyıldan itibaren, Yahudilerin durumu buydu. Ulus devletler dinsel kimlikten uzaklaşan seküler kimliklerdi ama onların harcında hep dinsel kültürler olmuştur. Bir Yahudi asla tam bir Fransız vatandaşı değildi, bunun en güzel örneği Dreyfus davasıdır. Onu da bir yana bırakın, sıradan mensubiyet duygusu önemli bir şeydir, hep azınlık olarak yaşamanın ne demek olduğunu hesaba katmak durumundayız. Hayfa’yı gezerken, sokakta odun toplayan çocuklar gördük, Türkiye’den göç etmiş İsraillilerden olan rehberimiz, o günün, akşam parklarda çocukların ateş yakarak kutladığı bir dini güne denk geldiğini söyledi. Dindar olun olmayın, din olsun, gelenek olsun, azınlık olmak, birlikte yapılacak, kutlanacak, yas tutulacak hiçbir şeyin birlikte yapılamaması durumudur. İsrail kurulanana kadar, hiçbir Yahudi’nin birlikte yapılacak hiçbir şeyi sere serpe yaşayamadığını ister istemez düşündüm.

Bu söylediklerimim çok yadırganacağını biliyorum, ayrıca Filistinli dostlarımı kırmaktan çok korkarım. Yahudilerin yaşadıkları ne olursa olsun, bunlar değil bugünkü durumlarına, en başından Filistinlilerin topraklarından sürülmesine mazeret teşkil edemez, bu ayrı. Ancak, insanlık durumu fazlasıyla karmaşık ve Filistinliler ne kadar haklı olurlarsa olsun, bu karmaşıklığı dikkate almakta yarar olduğunu düşünüyorum. En azından, İsrail’e göç etmiş, şu anda orada yaşayan her İsraillinin ‘habis’ bir projenin militanı olmanın ötesinde, insani gerekçeleri olabileceğini aklımızın bir yanında bulundurmanın insanlık gereği olduğuna inandığım için. İnsanlık adına aklımızın bir köşesinde bulundurduğumuz şeyin, en azından bizi herşeyi ‘Siyonist komplo’ çerevesinde görmekten kurtaracağını umuyorum.

Deli cesaretiyle affetmek’

Daha önce anti-semitizm konusunda yazdıklarımdan dolayı, bu komplocu zihniyetin kurbanı olmama karşın, İsrail’den dönüşte, kendimi bunları yazmak zorunda hissettim. Diğer taraftan, tüm söylediklerime karşın, belki de fazlasıyla Filistin merkezli düşündüğüm için, İsrail bana, çok umutsuz, geleceği gözükmeyen, yorgun bir ülke olarak göründü. Kendimi, doğal olarak İsrail’in kuruluşunu kutlayanlara değil, onu bir yıkım (Nakba) olarak ananlara yakın buldum. Bu karmaşık durum ve ruh halinin ufkunda ancak, Filistinli yazar Samir El-Yossef’in deyimi ile, ‘deli cesareti’ ile ‘affetmeyi’ göze almak olabilir, daha fazlası değil.

Ama ben asıl çözümlerin, reel politik tercihlerin sonucu değil, duygusal planda barışla başlayıp ancak onunla yol alabileceğine inananlardanım. O nedenle, ne kadar zor olursa olsun, bir de karşı tarafın durumunu duygusunu hesaba katmayı önermek ihtiyacı hissediyorum.

Bu noktada, sadece AKP iktidarının Suriye-İsrail barış görüşmelerinde arabuluculuk yapması değil, öteden beri İsrail ile ilişkilerin başlaması ve tahkimin hep Türkiye’de, İsrail’e karşı en keskin itirazların sahibi olan muhafazakar kesimin desteğindeki iktidarlar tarafından gerçekleştiği paradoksuna dikkatinizi çekmek isterim. Bir ülke ile uluslararası platformda ilişki kurmak, görüşmek için muhabbet beslemeniz hiç gerekmiyor, bunu ileri sürmek haksızlık olur. Ancak, bir yandan bırakın İsrail’i beğenmeyi, sevmeyi, hatta içinize sindirmeyi, neredeyse Cumhuriyet tarihini dönme-siyonist komplo çerçevesinde gören bir zihniyet geleneğinin devamı üzerine oturup, diğer yanda İsrail’e aracılık yapmak ile övünmeyi, her ikisini sorunsuzca yan yana koymayı, son derece rahatsız edici buluyorum. Herkese, işe daha insani bir adımla başlamayı önerme gayretimin nedeni biraz da bu.

***

Filistinlilere göre ‘yıkım’

Britanya’da yayımlanan New Statesman dergisinde yer alan bu ilanda şöyle deniliyor:
İsrail’in bu ayki 60. yıldönümü vesilesiyle, İngilizce için vakti çoktan gelmiş olan bir ifade yarattık:

 Nekba inkârı: Filistin’de, İsrail devletini kurabilme amacıyla süregiden sistematik etnik temizliği, yasal ve ahlaki sorumluluğuyla birlikte inkâr etme eylemi. 



Bu haber 388 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    2,973 µs