En Sıcak Konular

Kürt sorunu: İslam, iyi niyet, diyalog, çaba...?

1 Haziran 2008 17:25 tsi
Kürt sorunu: İslam, iyi niyet, diyalog, çaba...? Bediüzzaman, bir mektubunda: Kürtlere uyarılarını da şöyle ifade etmiş: "Türk milleti asırlardan beri İslâmiyet'in bayraktarlığını yapmıştır. Çok veliler yetiştirmiş ve çok şehitler vermiştir. Böyle bir milletin torunlarına kılıç çekilmez. Biz Müslüman

Abduülbaki Erdoğmuş'un Zaman gazetesinde çıkan yorumu:

Milli Mücadele yıllarının en aktif şahsiyetlerinden olan Bediüzzaman Said Nursi'nin Kürt meselesindeki rolünü hatırlatmakta yarar var. Bediüzzaman, Kürt meselesine de asla ilgisiz kalmamış, teşhis ve tedavi reçetelerini her fırsatta dile getirmekten de geri durmamıştır.  

Müslüman toplumların birliğini temel alarak ülkenin Şark bölgesi başta olmak üzere birçok yöreyi gezerek sorunları yerinde tespit etmiş, vaaz ve irşatlarıyla insanları bir çatı altında toplamaya çalışmıştır. Bununla da yetinmemiş, henüz 20. yüzyılın başında yazılarıyla soruna dikkat çekmiş ve yetkilileri uyarmayı ihmal etmemiştir: "Bu iç içe dertler eğer şimdi tedavi edilmez, yaralarımız, mâhir ve mütehassıs eller tarafından sarılmazsa, hastalıklarımız müzminleşir, yaralarımız da kangren halini alır. İlmî, içtimâî, idârî dertlerimiz mutlaka teşhis edilmeli, maddî-manevî bütün problemlerimiz çözüme alınmalı ki, mevcudiyetimizi kemiren, varlığımızı temelinden sarsan ve bizi her gün daha fecî çukurlara sürükleyen sıkıntılara mâruz kalmayalım."

Ayrıca, Bediüzzaman, muhtemelen "Kürd Azadi Örgütü" tarafından destek amacıyla kendisine yazıldığı iddia edilen mektuba verdiği cevapta Kürtlere uyarılarını da şöyle ifade etmiştir: "Türk milleti asırlardan beri İslâmiyet'in bayraktarlığını yapmıştır. Çok veliler yetiştirmiş ve çok şehitler vermiştir. Böyle bir milletin torunlarına kılıç çekilmez. Biz Müslüman'ız. Onlarla kardeşiz, kardeşi kardeşe çarpıştıramayız. Bu şeran caiz değildir. Kılıç, haricî düşmana karşı çekilir. Dahilde kılıç kullanılmaz. Bu zamanda yegane kurtuluş çaremiz, Kur'an ve iman hakikatleriyle tenvir ve irşad etmektir. En büyük düşmanımız olan cehli izale etmektir. Teşebbüsünüzden vazgeçiniz, zira akim kalır. Birkaç cani yüzünden binlerce masum kadın ve erkekler telef olabilir."

Aynı dertler günümüzde artarak ve şiddetlenerek devam etmektedir. Bediüzzaman'ın uyarılarına kulak tıkayan dönemin devlet yönetiminin, sorunları örterek sonraki nesillere havale etmesi adeta devletin geleneksel politikası haline gelmiştir. En çok üzüntü duyduğum noktalardan biri de, Üstad'ın izinden yürüyenlerin de sorunu görmezden gelerek unutturmaya çalışmalarıdır. Sorun, ne örtülebildi, ne de unutturabildi. Orta yerde duruyor. Tıpkı Bediüzzaman'ın haykırdığı nokta da: "Eski hal muhal. Ya yeni hal ya izmihlal." Bu vesile ile ben de herkesi, bu ifadeleri yeniden düşünmeye, anlamaya ve gereğini yerine getirmeye davet ediyorum.

22 Temmuz, kaderimizin ortak olduğunu gösterdi

Aslında Said Nursi, Cumhuriyet tarihi içerisinde farklı bir çizgi, tek başına bir siyasi duruş sergileyen ve İslamî bir proje olarak eserleriyle modernizme direnen bir kişiliktir. O dönemin bilgi ve imanının özgürlük meşalesidir. O, özgürlük mücadelesini, silah, şiddet veya siyasetle değil; iman, bilgi, cesaret, züht ve onurlu duruşu ile ortaya koydu. Onu Bediüzzaman yapan da bu özellikleriydi. O, ne geleneksel fıkhın şiddet kültürünü ne de iktidar yoluyla dönüşümü amaçlayan "siyasal İslam"ı seçmedi; bu yöntemlerin karşısında da olmadı. Ancak Müslüman dünyasının hastalığını, yabancılaşmasını çok derinlerde teşhis etti. Kaybedilenleri tekrar yerinde aramaya başladı. Gerçekte kaybedilen, ne saltanat ne de egemenlikti; kaybedilen İslam medeniyeti idi. Gerçekten kendi medeniyetine yaslanmayan bir milletin, dolayısıyla bir devletin aydınlık geleceği olamaz. Bediüzzaman da, bu gerçeğin farkında biri olarak enerjisini, kardeş kavgaları ya da siyasal İslam'ın iktidarı için harcamadı. Bir medeniyet inşası için yeni bir nesil ve bilgi toplumu için harcadı. Tespitleri, teşhis ve önerileri günümüzde bütün canlılığını korumaya devam etmektedir. Bugün de benzer sorunlarla karşı karşıyayız. Bugün yine çözüm; Üstad'ın yaklaşık yüz yıl önce önerdiklerinden farklı değildir. Bediüzzaman Hazretleri'nin yaktığı meşaleye geçmişten daha çok belki de bugün insanlarımızın ihtiyacı olduğuna inanıyorum.

Kürt sorununu kangren haline gelmeden çözebiliriz. Ancak bunun için iyi niyet, ondan daha çok diyalog, çaba ve eylem gerekiyor. Kürtler Türkiye'nin bölünmesini istemiyorlar. Güneydoğu Anadolu Bölgesi'ndeki toplumsal yapının, Türkiye'deki diğer kesimlerden farklı olmadığını 2007 seçimlerinde gördük. Aynı tavrı Kürtler, Türkiye genelinde de ezici bir çoğunlukla, kendi kaderlerini yetmiş milyon insanın kaderiyle ortak görmesiyle sergilemişlerdir. Buna rağmen hâlâ Kürtler, PKK ile özdeşleştirilmekten kurtulamamışlardır. 22 Temmuz seçimleri, Kürtlerdeki tarihsel ve dinî bağların ne kadar önemli olduğunu bir kez daha ortaya koymuştur. Kürtler taleplerinden, haklarından, istemlerinden vazgeçmeden, siyasal tercihlerini ve geleceğe yönelik iradelerini, ülke bütünlüğü ve ortak kader paydasında birleştirdiler. Ortaya konan bu tercihi, Kürtlerin dindarlığına veya AK Parti'nin muhafazakâr-demokrat bir parti olmasına bağlamak yeterli değildir. Elbette din, bu toplumun asla vazgeçemeyeceği ortak paydasıdır. Kürtler, AK Parti'ye verdikleri oylarla sorunun çözüm adresini ve ilkelerini göstererek, ayrılma taleplerinin olmadığını ve ayrılıkçı unsurlarla aralarına bir mesafe koyduklarını gösterdiler. Bu çok önemli. AK Parti'nin, tarihsel ve kültürel değerlerle daha uyumlu, söylemlerinde daha ılımlı ve çözüme yönelik ortaya koyduğu demokratik perspektif bile Kürtlerin desteği için yeterli görülebilir. Ancak AK Parti'nin şoven politikalarının esiri olmaya başladığı andan itibaren Kürtlerin desteğini kaybedeceğini bilmesi gerekir. Bu da Kürtlerdeki radikal arayışları derinleştirecektir.

2007 genel seçimleri, çözüm adresi ve yöntemini göstermesi açısından Kürtler için bir fırsat olmuştur. Kürtlerin bu fırsatı ıskalamadıklarını düşünüyorum. Artık DTP'nin çözüm adresi olarak görülmediği, bu anlamda eski desteğini büyük ölçüde yitirdiği söylenebilir. Ancak, iktidar başta olmak üzere bazı kesimlerin ısrar ve inatla sürdürdüğü birlik, beraberlik, kardeşlik gibi söylemlere dayalı yaklaşımlar meselenin çözümü için yeterli değildir. Meselenin çözümü için gerçek nedenleri bilmek, bunların oluşturduğu tepkileri anlamak, meseleyi tüm gerçekleriyle göğüslemek gerekir. Sebeplerin meydana getirdiği sonuçları, yine sebeplerden başlayarak değerlendirmek zorundayız. Türkiye'nin siyasal sistemini ve demokrasisini geliştirmesi bir zorunluluktur. Ayrılıkçı Kürtlerin de bağımsızlık rüyalarından uyanmaları gerekir. Federalizm veya konfederalizm gibi talepler demokrasi içerisinde hoş karşılanması gereken talepler olsa da, Türkiye gerçeğinde uygulanabilir değildir. Kürtlerin yararına da değil. Tercihlerimizi, taleplerimizi ortak kaderimize göre belirlemeliyiz. Bunun adımını siyasal iktidarların atması gerekir. Toplumun da Kürtlerin taleplerini -aykırı da olsa- hoşgörülü, sabırlı karşılaması gerekir ki, kin, öfke ve intikama dayalı duygular, yerini barışa, güvene bıraksın. Demokrasi içinde her şey tartışılabilir. Ancak, halkları ayırmayı ve halklar arasında düşmanlık oluşturmayı bölücülüğün ve fitnenin en büyüğü olarak görüyorum. Asıl tehlikeli olan da bence budur. İfade etmeliyim ki Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bugüne kadarki uygulamalarında olduğu gibi, bundan sonra da etnik bir devlet olarak siyasal sistemini ısrar ve inatla sürdürmeye devam ederse Kürt sorununun çözümü, üniter devlet yapısıyla imkânsız hale gelecektir. Son yıllardaki sınırlı gelişmeler, Kürt sorununu çözmeye yeterli değildir. En baştan itibaren yöneticilerin soruna yaklaşımı yanlıştır. Kürtler, Türkiye'de azınlık değil, Cumhuriyet'i kuran iki halktan, iki asli unsurdan biridir. Söz konusu olan azınlığın hakları değil, bu asli unsurun temel hak ve özgürlükleri sorunudur. Lakin çok övündüğümüz demokratik reformlar, sivil ve siyasal açılımlar sonucu geldiğimiz noktada, değişen çok şey olmadığını görüyoruz.

Her şeyden önce soruna yaklaşım tarzı, çözümü daha da karmaşık hale getirecek, gerginliği artıracak, iç barışı tümüyle ortadan kaldıracak; insanları, toplumları kavga ortamına sokacak, kitlesel çatışmalara ortam hazırlayacak ihtimalleri giderecek yönde olmalıdır. Kalıcı ve adil bir çözüm, uzun bir zamana ihtiyaç duymaktadır. Öncelikle korku ve şiddet iklimini, barış iklimine çevirerek işe başlamak gerekir. Çatışmasız bir ortamın yaratılması, sorunun çözümüne yönelik atılan önemli ve hayati bir adım olacaktır. Yapılması gereken, sadece akan kanı durdurmak ve yangını söndürmek değildir. Yeniden başlamaması için nedenlerini ortadan kaldırmak gerekir. Geçmişi hatırlayalım; Demokrat Parti'nin on yıllık iktidarında Türkiye'nin hiçbir bölgesinde devlete silah sıkılmamıştır. Çünkü Türkiye bir barış iklimini yaşamış, başta Kürtler olmak üzere bütün kesimler insan gibi yaşama beklentisine girmiştir. Bu süreçte Kürtler, ayrılıkçı talepleri asla dile getirmemişlerdir. Bugün de böyle bir iklime ihtiyaç var.

Nihai çözüm 'sivil anayasa' ile mümkün olabilir

ürt meselesi, her şeye rağmen hâlâ Türkiye'nin esiridir, kontrolünde ve inisiyatifindedir. Sorunun çözümsüz bırakılması durumunda ise gelecekte Türkiye, sorunun esiri olacaktır. Çözülememesi durumunda kronikleşerek büyüyecek olan Kürt meselesi, değişik zaman ve zeminlerde ısıtılıp ısıtılıp Türkiye'nin önüne konacaktır. Bu sorun sonsuza kadar çözümsüz kalamaz. Türkiye'nin geleceği ve istikrarı bu sorunun çözümüne bağlıdır. Kimsenin elinde sihirli bir çözümün bulunduğunu ve bunun bir anda yapılabileceğini iddia etmiyorum. Elbette yaralar uzun bir süreçte sarılacaktır. Nitekim son yıllarda, bazı demokratik adımlar çok zor koşullarda atılmıştır. Bunlardan biri de TRT'de Kürtçe yayına başlanmasıdır. Kürtçe sayesinde Arapça, Boşnakça, Zazaca dillerinde de haber ve müzik dinlenmektedir. Bunun ülke bütünlüğüne zararı oldu mu? Buna rağmen, ne yazık ki Kürtçe yayın dahil, atılan adımların hepsinin AB süreci ile ilgili olduğunu görmek durumundayız... Bu adımlar, iç dinamiklerden çok, dış dinamiklerin etkisiyle olmuştur. Müspet sonuç almamamızın nedenlerinden biri de budur.

Öte yandan devletin Kürt meselesinin çözümünde yeni muhataplar aramasını, Kürtlerden de kimi şahıs ve çevrelerin muhatap alınma yarışına girmesini doğru bulmuyorum. Elbette herkes kendi zaviyesinden çözüm önerileri sunacaktır. Bunun artarak devam etmesinde yarar vardır. Devlet, doğrudan Kürt sorunu ile yüzleşmelidir. Kürtlerin hakları bellidir, sorumlusu da, muhatabı da devletin kendisidir. Sorunu çatışma alanına taşıyanlar ve çözümü şiddet üzerinden savunanlar asıl taraf olarak durmaktadır ve bunların da görmezden gelinmesi yanlıştır. Sorunun Kürt meselesi üzerinden çözümü, muhatapsız ve hukuk devleti modeli ile mümkündür. Sorunun PKK üzerinden çözümü ise örgütün dolaylı-dolaysız muhatap alınarak anlaşmaya gidilmesidir. Buna göre, anlaşmazlık iki taraflı ise çözüm tek taraflı olamaz. ABD yönlendirmesiyle devlet politikalarının buna göre şekillenmekte olduğunu düşünüyorum. Bence işe başta ABD olmak üzere soruna müdahil bütün uluslararası güçleri devreden çıkarmakla başlamalıyız...

Kürt sorununun nihai çözümünde "sivil anayasa" tarihî bir fırsat olacaktır. Yeni anayasa ile başlayacak hukuki reformların yaratacağı heyecan ve beklentileri soğutmadan, çıkarılacak koşulsuz bir siyasal af, PKK'nın dağılmasını sağlayacak, taban desteğini yok edecektir. Buna rağmen silahlı mücadeleyi sürdürmesi durumunda örgütün, tabansız ve marjinal kalması kaçınılmaz olacaktır. Yapılacak olan yeni sivil anayasaya, "Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk'tür." ifadesi yerine, "Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan Türkler, Kürtler ve diğer etnik ve inanç gruplarının hepsi aynı milletin unsurlarıdır." şeklinde bir ibarenin konulmasıyla kesin bir çözümün tescili söz konusu olabilir. Üniter yapı korunarak yerinde yönetim için ileri adımlar atılabilir. Elbette bu teknik bir konudur; esas olan bütün dil ve farklılıklara kendini ifade ve geliştirme imkanının tanınmasıdır, yeter ki, niyet, irade ve karar olsun, tekniği bir şekilde bulunur. Ayrıca, Türkiye, Kuzey Irak'ta oluşacak muhtemel bir "Kürt devleti" ile birlikte Irak ve Suriye'yi de içine alacak bir "ekonomik ve siyasal birlik" oluşturmalıdır. Böyle bir birlik, Türkiye'yi sadece bölgesel değil, küresel güç olarak inisiyatif kullanacak bir ülke durumuna getirir. Bu, aynı zamanda Türkiye'nin tarihsel misyonuna da uygun düşer.

 
*EMEKLİ MÜFTÜ / 21. DÖNEM DİYARBAKIR MİLLETVEKİLİ



Bu haber 684 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    3,398 µs