Besim Tibuk | " /> Besim Tibuk | "/>

En Sıcak Konular

Cesur yürek Besim Tibuk

28 Mayıs 2008 13:00 tsi
Cesur yürek Besim Tibuk "Ben iktidar olsaydım, ordu bana gıkını çıkaramazdı!" diyen Besim Tibuk altı yıllık suskunluğunu sonunda bozdu. Togan Noyanla yaptığı röportajda her zaman olduğu gibi çok samimi ve çarpıcı tespitlerde bulundu. İşte o röportaj..

O, siyasette kemikleşmiş edebiyatlara hiç girmedi; ezber bozmayı,
insanları şaşırtmayı ve söylenmeyeni söylemeyi denedi. Liberal görüşü
benimsiyordu ve bunu, kurduğu partinin adıyla ilan etti. Siyasi
görüşünden hareketle devletin hantal olduğunu ve acilen özelleştirme
politikalarının uygulanması gerektiğini savundu. Çok ağır eleştirilere
maruz kaldı; ona, "Gerçekle tendon bağları kopmuş!" bile denildi.
Çünkü fikirleri, anlatmaya çalıştıkları bu ülke için yeniydi. Tek
istediği, halkın kendisini anlamasıydı; olmadı, seçim sonuçları
gösterdi ki anlaşılamadı. Şimdilerde, aktif siyasetteyken yarım
bıraktığını hayatına geri dönüşünün tadını çıkarıyor. Son altı yıldır
mutlu ve huzurlu...

"Ben iktidar olsaydım, ordu bana gıkını çıkaramazdı!"

Altı yıllık suskunluğunu Esquire için bozan Besim Tibuk, çarpıcı açıklamalarda bulundu. Kendisiyle bir saati aşan sohbetimiz sırasında, işadamı-siyasetçi ilişkilerinden tutun da memleket meselelerine kadar her şeyi konuştuk.

"Hayalperest". 1994'te Liberal Demokrat Partiyi kurup parti programını
açıkladığında, rakipleri ve bazı yazarlar kendisi hakkında böyle
buyurmuştu. Belki de haklıydılar; Türkiye gibi fazlasıyla devletçi bir
ülke için, liberal söylemler oldukça uçuk algılanıyordu. Düşünsenize,
bir adam çıkıyor ve devletin neredeyse tüm resmÎ kuruluşlarını
özelleştirmekten bahsediyor. Elbette, ilk elden insan bir an olsun
afallıyor, kafası karışıyordu; ama kimse de bu adam gerçekten neden
bahsediyor diye söylemlerini derinlemesine araştırmıyordu. Kaldı ki
oldukça da tiye alınıyordu. O, olumsuz eleştirilere aldırmadan
siyasetini yapmaya devam etti. Bugüne kadar söylenmemiş olan her şeyi
söylemek istiyordu. Açıkçası, siyasete yeni bir soluk getirmek
arzusundaydı; ona göre, yolun öbür tarafını görmeyi engelleyen
duvarlar bir bir yıkılmalıydı. Kapitalizm, serbest piyasa ekonomisi
gibi halka öcü gibi gösterilen her şey sorgulanmalı ve gerekirse
Batı'nın gelişmesine katkı sağlayan politikalar model olarak
alınmalıydı. Rakipleri gibi büyük bütçesi olmadığından çağrıldığı her
platforma itinayla gitti. Partisinin nosyonunu hafızalara kazıtmak
için akılda kalıcı, dikkat çeken reklamlar hazırlattı. Memleket
meselelerinin en çok çekiştirildiği yerlerden biri olan kahvehanelere
gidip halka neler yapabileceğini anlatmaya çalıştı. TV'deki tüm
tartışma programlarının gediklisiydi; fakat ne zaman TV'ye çıksa asabi
bir portre çiziyordu. Çünkü var olan düzenin değişmesine dair
söylediklerinin desteklenmemesine, anlaşılmamasına dayanamıyordu. Oysa rakiplerinin aksine, seçmene somut öneriler sundu; göz önünde duran, denenmiş ve başarılı olmuş politikalar vadetti.

Besim Tibuk,
Türkiye'nin ilk ve tek liberal partisini kurarak zaten herkesi
şaşırtmıştı ve bundan dolayı da siyasette yapılmayanı yapmak istemesi
gayet normaldi... Tibuk, 99'daki seçimlere işte bu minvaldeki bir
ortamda girdi. İnançlıydı, halkın son 30 yıldır değişmeyen oy
reflekslerinin bu sefer değişeceğini umuyordu. Geçmişte iktidar olan
partiler, seçim sürecindeki vaatlerinin yarısını bile
gerçekleştirememişti. Seçmenin yeni bir arayış içinde olmasına
güvendi; anketlere, TV programlarındaki analizlere itibar etmedi.
Olmadı, demokrasinin en sert duvarına çarpıp % 10'luk oy barajını
geçemedi. Sonra bir daha denedi. 2002'deki seçimin sonucunda en
azından meclise girebilmeyi umuyordu fakat yine olmadı; çok düşük bir
oy alarak seçimleri kaybetti. Liberal görüş, ikinci kez yenilgiye
uğramıştı. Bu, aynı zamanda Besim Tibuk'un da kendi içinde
yenilişiydi. Büyük ve hantal bir devletin, üzerine aldığı görevleri
yerine getiremeyeceği felsefesi üzerinden yürüttüğü siyaset halktan
pek rağbet görmediğinden, Liberal Demokrat Partiden ayrılmaya ve
politikaya ara vermeye karar verdi. Sahibi olduğu Net Holdinge geri
döndü... Şimdi, geçmişteki aktif siyasi yaşamının pasını üzerinden
atmakla meşgul; zamanın çoğunu ailesine ve hobilerine ayırıyor.
2002'den beri devam eden suskunluğunu, yakın bir zaman içinde bozmaya niyetli değil. "Siyaset, şimdilik benden uzak dursun" düşüncesiyle, tamamen kendisine, ailesine ve işlerine dönük bir hayatı tercih etmiş. Besim Tibuk'la Etiler'deki şirketinde buluştuk. Karşı karşıya gelip elini sıkınca gördük ki Tibuk, oldukça değişmiş; olumlu anlamda bir
tür evrim geçirmiş. Saçını biraz uzatmış, giyimini oldukça spor tarza
çevirmiş; enerjisini ise eskiye nazaran daha da üst seviyeye çıkarmış.
Son zamanlardaki en keyifli ve öğretici sohbetlerimizden birini
kendisiyle gerçekleştirdik. Yaklaşık altı yıldır süren suskunluğunu
Esquire için bozan Tibuk, her zamanki gibi açtı ağzını yumdu gözünü ve
gündeme dair çarpıcı açıklamalarda bulundu...

2002'deki seçim mağlubiyetinden sonra yaklaşık altı yıldır ortalarda gözükmüyorsunuz. Bu, politikaya tamamen sırtınızı çevirdiniz şeklinde mi algılanmalı?

2002'de Liberal Demokrat Parti çok ağır bir yenilgi aldı. O zamana
kadarki tüm çabalarımız bir anlamda boşa gitmiş oldu. Dolayısıyla,
siyaseti bırakmaya karar verdim ve parti başkanlığından ayrıldım.
Açıkçası, bu iyi oldu benim için. Gerçi LDP, % 1-2 daha fazla oy
alsaydı siyasete devam edebilirdim. Olmadı, seçmene kendimizi doğru ve
etkili bir şekilde anlatamadık veya onlar tarafından anlaşılamadık.
Seçim sonucu parti için yıkım oldu ama kişisel olarak benim açımdan
iyi oldu. Şimdiki hayatımdan memnunum; aktif politikaya sırtımı
çevirdim diyebilirim.

Aktif siyasetten uzaklaşmanız, gelişmeleri takip etmenize engel değil, yanılıyor muyum?

Siyasi gelişmeleri takip etmeye çalışıyorum. Öyle eskisi gibi değil
elbet; ama dünyada ve Türkiye'de neler olup bittiğine dair detaylara
normal bir izleyiciden biraz daha fazla ehemmiyet göstererek takip
ediyorum. Altı yıldır işimle ve ailemle daha çok meşgul olduğumdan
politikanın o yoğun gündeminden uzağım. Uzak olmak bana çok iyi geldi;
gürültü, patırtı, stres gibi şeyler hayatımda artık yok. Şirketimde
ise işlerin büyük çoğunluğunu yöneticiler üstleniyor. Bu bakımdan son
zamanlarda, iş açısından da sakin ve huzurlu günler geçiriyorum.
Büyük şirketlerin patronları, hem kendi hem de ülke çıkarları adına
siyasete girmeye çalışıyor. Bu, aynı zamanda "param var, siyasi
gücümde olsun" düşüncesiyle de birebir örtüşüyor. Gerçekten de
patronların politikaya bulaşmalarına ihtiyaç var mı? Sonuçta dışarıdan
da siyasete etki edebilirler -ki ettikleri dilden dile dolaşıyor.
Örneğin, Koç ve Sabancı gibi aileler siyaseti dışarıdan takip etmeyi
yeğliyor...

Siyasete tamamen şahsi ihtiraslardan yola çıkılarak girilir. Ben,
yanlış yönetim yüzünden zor durumda olan Türk toplumuna farklı yönetim
alternatifleri sunmak için siyasete girdim. Bu, kanaması olan ağır bir
hastayı tedavi etmeye yeltenmek gibi bir şeydi benim için; yani diğer
doktorlardan fayda görmeyen hastaya, dur ben de bakayım anlamındaydı.
Önceleri Süleyman Demirel, Turgut Özal, Adnan Kahveci gibi siyasilere
ülke meselelerine yönelik fikirler veriyor, öneriler sunuyordum. Hepsi
dinliyorlardı; ama arkalarını döndüklerinde, "Adam iş adamı olmuş,
bize ne anlatıyor!" diyorlardı. Açıkçası, kulak ardı ediyorlardı.
Baktım bu iş böyle olmuyor, LDP'yi kurdum. Yani yarım kalan bir binayı
tamamlamak yerine, sıfırdan bir bina yapmayı uygun gördüm. Koç ailesi,
devlete yakın olup zengin olmanın örneğidir. Koç, zamanında önce
CHP'ye yakın durdu, sonra da Demokrat Partiden yana tavır koydu ve
kendisine çıkar sağladı. Koç ve muadili aileler, tamamen devlete
arkasını dayayarak haksız kazançlar sağladı. Bu bakımdan, bunlar
arasından kimse çıkıp da kendilerini "Biz iş adamıyız" diye satmasın!
Anlayacağınız, bunların siyasete girmelerine gerçekten de gerek yok;
çünkü zaten devlet onların yanında.

Acaba, en çok vergi veren aileler oldukları için de devlet onların
arkasında duruyor olabilir mi?

Bunun vergiyle pek alâkası yok. Sonuçta herkes belirli oranlarda
vergisini ödüyor. Bu gibi aileler, sadece kendi ideallerine,
fikirlerine uygun hükümetlere yakın durmuyor. Mesela bugün bir partiye
yakın olurlar, yarın ise onu deviren darbecinin yanında yer alırlar.
Başka türlü ayakta kalmalarına imkân yok. Kendi başlarına bu derece
varlıklı olmaları çok zor...

Siz, Türkiye'de açıkça "liberal" kelimesini kullanan ve partinizi de
bu isimle kuran tek siyasetçiydiniz. Rahmetli Özal bile bu kelimeyi
telaffuz etmezdi. Liberal kelimesi Türkiye'de pek hoş karşılanmıyor;
siyasete böyle bir adla girerek bile bile lades demiş olmadınız mı?

Ülkemizde, liberalizme karşı bir ön yargı olduğu gerçek; fakat LDP
olarak biz bunu değiştirmeye ve halka doğruları anlatmaya çalıştık.
Parti programımız şimdiye kadarki en rasyonel programdı ve tek
gayemiz, gelişmiş ülkelerin yönetim anlayışının benzerini Türkiye'de
uygulamaktı. Zaten seçimlerdeki başarısızlığımıza rağmen haklılığımız
sonradan ortaya çıktı. Bugün, bizim politikalarımız iktidar tarafından
uygulanıyor... Bakın, ben çok zeki bir adamım; partimizin söylenmeyeni
söyleyerek bir anda başarıya ulaşamayacağını tahmin ediyordum. Fakat
yine de bu yola girdim ve cebimden para harcayarak medyaya sürekli
reklam verdim. Reklam verdim; çünkü o kadar basın toplantısı yaptık,
hiçbir gazete hakkımızda detaylı bir yazı yazmadı. Madem öyle, "Reklam
vereyim de medyada yer alalım." dedim.

Liberal görüşlü olan gazetecilerin de mi size desteği olmadı?

Mehmet Barlas, Gülay Göktürk gibi bir-iki isim haricinde kimse birkaç
satır dahi yazmadı. Örneğin, Cengiz Çandar bir kere bile LDP'den
bahsetmedi; arkadaşımız olmasına rağmen bizi dışladı! Küçük bir
partiyiz ya, ilgi göstermeye gerek duymadılar. Oysa bir amacımız da
halka düşüncelerimizi anlatıp, sonradan "Evet ya, bu adamların
söyledikleri doğruymuş..." şeklinde tepkiler almaktı. Maalesef
halkımızın düşünce tembelliği var; analitik çözümlemeler yapamıyor.
Ben herhangi bir adam değilim ki; 80'lerin başından itibaren iş
dünyasında büyük oynayan, başarılı bir adamım. İnsan en azından, bu
adam ne söylüyor, diye merak eder, dinler. Beni anlamaya çalışsalardı,
partimiz tek başına iktidar olurdu...

Türk toplumu genel olarak "devletçi" bir anlayışa sahiptir; geniş
kapsamlı özelleştirmelere, serbest piyasa politikalarına pek destek
vermez. Bu açıdan yaklaşıldığında, LDP'nin bir bakıma zamanlama hatası
yaptığı söylenebilir mi?

Türkiye'nin liberalizmi kavrayabilmesi ve
onunla barışabilmesi için sanki daha uzun yıllara ihtiyaç var.
Aslında, parti programımız çok popülist bir programdı. İnsanlar bize
inansaydı çok çabuk zenginleşip refaha kavuşacaktı. Düşünün, bir köylü
tarlasına ektiği tohumlardan yılda 1.000 YTL kazanıyor. Bense aynı
büyüklükteki tarlama farklı bir tohum ekerek yılda 4.000 YTL
kazanıyorum. Ne olacak şimdi? O köylünün benim peşimden gelip aynı
kazancı elde etmek için çabalaması gerekir; yani onun benim peşimden
koşması lazım. Kim daha çok kazanmak ve mutlu olmak istemez ki? İşte,
programımız iyi incelenmediği için LDP anlaşılamadı. İnceleselerdi,
diğer partilerin bizim yanımızda esamesi bile okunmazdı!

Peki, 2002 seçimleri öncesi şimdiki iktidar partisi ve muhalefet,
halka ne söylediler de bugün mecliste yer alıyorlar?

Hiçbir şey! Bakın, seçim öncesinde Baykal ve Erdoğan, Uğur Dündar'ın
programına konuk olmuşlardı. Saatlerce konuştular ve inanın hiçbir şey
söylemediler. Fakat onlar, medya tarafından bizlerden çok daha fazla
göz önünde tutuldu, desteklendi. Büyük medya gruplarında, LDP'ye yer
verilmemesi için talimatlar vardı. Açıkçası, konuşturmadılar bizi...
Hâl böyle olunca da geniş kitlelere ulaşamadık ve meclise giremedik.
AKP'nin tek parti olarak meclise girebilmesi ve son seçimde de bu
istikrarı sürdürebilmesi için bazı nedenler olmalı; yani halka bir
şeyler anlatmış olması lazım...
Bir kere AKP, iktidara geldikten sonra çok başarılı işler yaptı; bunu
yadsımamak lazım. Kapı kapı dolaşıp halkın nabzını iyi tuttular.
Ayrıca, çok da şanslıydılar. İktidar olduktan sonra ülkede büyük bir
finans bolluğu yaşandı; özellikle Arap sermayesinin ve AB'nin bu
konuda katkısı büyüktü. Kendilerine karşı yapılan her türlü muhalefeti
ve suçlamayı AB'nin büyük desteğiyle bertaraf ettiler, etmeye de devam
ediyorlar.
AB ve ABD'nin, AKP'ye bahsettiğiniz gibi destek vermesinin ardında
Orta Doğu'da yükselen İslami hareketlere karşı oluşturulmak istenen
ılımlı İslam duvarının olduğu söyleniyor. Elbette ki Türkiye, bu
açıdan Batı için önemli bir ülke.

Sizce de AKP'nin dışarıdan bu derece
desteklenmesinin ardında bu gibi planlar mı yatıyor?

İslam'daki radikal minvaldeki aşırılıklar, Batı dünyası için büyük bir
beladır. Şu an biz burada konuşurken bile binlerce canlı bomba
eğitiliyor... Batı, bu radikal tehdidi engellemek için tüm İslam
dünyasını karşısına alamaz; ne yapacak? Ilımlı İslam anlayışını
benimseterek kendisini koruyacak. Türkiye, bu noktada en önemli ülke
ve dışarıdan kendisine verilen desteğin altında Türkiye'nin ılımlı
İslam'a model teşkil etme düşüncesi yatıyor. AKP, bu idealin
gerçekleşebilmesi için Batı'ya en yakın parti. Bunun yanında, AB asla
Türkiye'nin tamamen modern ve çağdaş bir ülke olmasını istemez; çünkü
o zaman da ülkedeki radikallerin ayaklanarak yönetimi ele
geçirmesinden korkar.

Batı'nın ılımlı İslam planları dâhilindeki politikaları açıkça
anlaşılıyor; fakat AB son zamanlarda, Türkiye'deki iktidarla muhalefet arasındaki tartışmalara kadar müdahil oluyor. Bunu nasıl karşılıyorsunuz?

AB seni tenkit ediyorsa, sen de onları tenkit et. Çok normal
gelişmeler bunlar; AB'ye girmek istiyorsan eleştirilere, laf atmalara
uyum sağlayacaksın. Yani, dik bir duruş sergileyerek karşı taraf kadar
konuşmayı bileceksin. Nitekim, CHP'de kendisine yönelik olan
eleştirilere karşılık veriyor.

CHP'nin AKP karşısındaki durumunu nasıl buluyorsunuz; muhalefetin gerekliliklerini yerine getirebiliyor mu? Ya da AKP'yi sarsabilecek muhalefeti kim yapabilir?

AKP'nin karşısına kimse çıkamaz! Bir kere ortada haksız bir rekabet
var; adamlar resmen dopingle yarışa giriyor. Ev ev dolaşıp kömür,
yiyecek vs. dağıtıyorlar. Siyaset bu değil ki! İcraat yapmaktır
siyaset, millete kömür dağıtmak değildir... Bakın, AKP'nin tabanı
millî görüşçülerden oluşuyor. Bunlar, II. Mahmut döneminden; yani 200
yıldan beri büyük bir hırsla çalışıp iktidar olmanın peşindeydi. II.
Mahmut, Osmanlı'nın modernleşmesini başlatan padişah olduğu için, o
dönemden bugüne kadar içlerinde taşıdıkları hırsı, coşkuyu bugün
boşaltıyorlar. Bu hırsla baş edebilecek bir parti şu an için yok!

CHP'nin en ciddi muhalefeti 301. maddeyle ilgiliydi. Sanırım, çoğu sol
görüşlüler CHP'nin maddeyi bu derece savunacağını tahmin etmiyordu;
zira AKP 301'in revize edilmesini sağladı...
CHP, siyasi rotasını tamamen AKP'yle zıtlaşmak üzerine kurmuş. Kendi
politikalarını üretmek yerine başkasıyla zıtlaşarak prim kazanacağını
düşünürsen yanılırsın... Türkiye'nin 301. maddeye ihtiyacı yok. Bana
göre bu madde, tamamen terbiyesizliğin bir ürünü! İnsanoğlu dediğin
canlı bir mekanizmanın heyecanını, duygularını baskı altına alamazsın;
buna kimsenin hakkı yok! Neymiş efendim, ben devletin osunu busunu
tahkir etmişim; yok ya! Devlet her gün beni tahkir ediyor, ben bir şey
yapabiliyor muyum? CHP de çıkıp 301'i savunuyor; böyle yapmaya devam ederse, AKP iktidarda daha çok kalır.

2002'ye geri dönersek, seçimde az oy almanızın nedenlerinden biri de askerle çok fazla çelişmenizdi. Toplumun en güvendiği kurumlardan birisiyle çelişerek büyük oy kaybettiğinize katılıyor musunuz?

Ordu, her dönemde en güçlü ve güvenilir bir kurum olmak ister. Daha
doğrusu, halkın zor durumdayken hep kendisine koşmasını arzular. Ben,
ordunun harcamaları, icraatları gibi bazı şeyleri zamanında
eleştirdim. Elbette ki bu yüzden halk nazarında puan kaybetmişimdir.
Ama asıl olan şu: Bugün, iktidardaki partinin ülkeyi daha da
muhafazakârlaştırmasından korkuluyor. Bu korkuyu kim dindirecek? Ordu
tabii ki... Halkın gözünde ordu, emniyet supabı; yani harcamalarını
keserseniz, gücünü azaltmış olursunuz. Türkiye'nin bu ortamı, orduya
dokunmanızı engelliyor. Ben iktidar olsaydım, böyle bir ortam
olmayacağı için doğal olarak harcamalarında kesintiye gidecektim. Bir
tek terörle mücadele için orduyu destekleyecektik. Ayrıca ben, orduyu
Millî Savunma Bakanlığına bağlayacaktım. En doğrusu da budur zaten;
bir daha darbeler yaşanmaması için, asker hükümete sıkı sıkıya bağlı
olmalıdır.

Ordu şu an hükümetle çok iyi anlaşıyor ve beklenenin aksine uyum
içinde çalışıyorlar. Demek siz iktidar olsaydınız, hükümetle ordu
arasında ciddi bir kriz olacaktı...
Görüntüde çok iyi anlaşıyorlar; AKP'nin muhafazakâr bir parti olması
gibi unsurları ve zaafları, onları mecburen orduyla iyi geçinmeye
itiyor. Ben hükümetin başında olsaydım, bana ne diyeceklerdi? Açığım
olmadığı için bir şey diyemeyeceklerdi. Ordu bana sert çıksaydı, ben
de aynen karşılığını verecektim. Şu an maalesef ordunun siyasetteki
ağırlığı meşrulaşıyor. Buna asla imkân vermemek gerekir...

Sorularımı tamamlayıp kayıt cihazımı kapattığımda, Besim Tibuk'la
sohbetimiz yaklaşık yarım saat daha sürdü. Konumuz, Morales
yönetimindeki Bolivya'da çıkan ayaklanmaydı. Ülkenin en büyük eyaleti
Santa Cruz'daki zengin sınıfın özerlik istemesi üzerine süren sohbette
Tibuk, Doğu ve Güney Doğu Anadolu'nun ekonomik yükünü çekmekten
kamburlaşmış İstanbul'un ve İzmir'in de gelecekte böyle bir taleple
devletin karşısına dikilebileceğinden söz etti. Sanırım Besim Tibuk,
fikirleriyle bizleri daha çok şaşırtacak ve düşündürtecek...
 
Haber7.com



Bu haber 763 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    4,902 µs