En Sıcak Konular

Ordu-ulema ittifakından mı yanaydı, halktan mı?

26 Mayıs 2008 16:19 tsi
Ordu-ulema ittifakından mı yanaydı, halktan mı? Demokrasiye geçtiğimiz bugünlerde çok dikkat etmek gerekir. Çünkü bugünün tarihini ileride yazacak olanlar hakkımızda hüküm verecekler: Ordu-ulema ittifakından mı yanaydı, halktan mı? Bundan berisi tarihin çöp tenekelerinden karıştırılıp bulunacak.

Yıldıray Oğur / Taraf
 
12 Eylül’ün değil, 27 Mayıs’ın sonu


“Türk toplumunda Batılı anlamda sınıf yoktur. Ben, Adnan Menderes ve arkadaşlarımız, Osmanlı’daki saray, medrese, ordu üçlüsünün devleti şeklen yönettiğini, esasında ordu ve medreseye biat etmeden bir padişahın tahta çıkamayacağını biliyorduk. Atatürk bu gerçeği görmüş ve 24 Anayasası’nı bu gerçeğin tefekkürü üstüne oturtmuş, yani orduyu ve aydını devlet ortaklığından çıkarmıştır. 1924 Anayasası’nın güçlerin birliği esasına dayanmasının sebebi de budur. 1961 Anayasası ise bunun tam tersi yapar. Ulusal egemenliğin kullanılışına yeni ortaklar getirir. (Senato, Anayasa Mahkemesi, MGK, muhtar üniversite, muhtar TRT, Planlama vb.) Çünkü vatandaş oyunun, kuracağı Millet Meclisi’nin milli egemenliği iyi kullanabileceği noktasında şüphesi vardır.”
Bu uzun alıntı 27 Mayıs Yargılanıyor adlı kitapta Nazlı Ilıcak’a konuşan Celal Bayar’dan.
Cumhuriyet’in kurucu kadroları içinde en önlerde, sahada bulunmuş bir ismin Türkiye siyasetiyle ilgili pratikten teoriye aktardığı bu analizi güncelliğini koruyor. Benzer bir tarih okumasından hareketle İdris Küçükömer de Düzenin Yabancılaşması’nı yazmış “Türkiye’de sağın sol, solun da sağ olduğunu” söylemişti.
Tabii ezber bozan bu analizler resmî Kemalist tarihçilikle, ortodoks Marksizm arasında gidip gelen Türkiye entelektüel dünyasında uzun yıllar pek itibar görmedi. Bunlar olsa olsa ‘Zübükzade kılıklı sağcı siyasetçilerin’ “milli iradeci” sığlıkları, demokrasiyi ‘çoğunluk egemenliği’ diye bize yutturacak Şark kurnazlıklarıydı.
Zaten siyasete, demokrasiye pek kıymet vermeyen hızlıca devrim peşinde koşanlar için 1961 Anayasası da getirdiği sendikal haklar ve Türkiye’de sol bir birikimin oluşmasına imkân verdiği için ‘özgürlükçü’, oldukça faydalı bir eserdi. Tüm bunların bir askerî darbeyle elde edilmiş olması da hiç dert değildi. Tarihte bir ‘ileri’ aşamaya atlanmıştı ya, nasıl atlandığının önemi yoktu.
Bu yüzden de 27 Nisan gecesi gelen muhtıra üzerine yapılan “bu 12 Eylül rejiminin sonudur” analizi pek rağbet gördü. Zaten 12 Eylül, tarihten önce var olan, tarihten sonra da var olacak, öncesi ve sonrası olmayan, doğmamış, doğurmamış, her şeyi bilen ve kuşatan bir analiz tanrısıydı. Onun adı duyulduğunda tüm tarih, siyaset ve sosyoloji önümüzde kitap gibi açılıyor, 12 Eylül 1980’den sonra olmuş her şey “12 Eylül oldu, böyle oldu” denilip anlaşılmış oluyordu.
27 Nisan’la başlayan, bugün içinden geçtiğimiz bu ‘ağır çekim darbe’ hâlbuki 61 Anayasası’yla kurulan Anayasa Mahkemesi’nin artık tamamen Meclis’in yerine geçtiği, ordunun, yargının, üniversitelerin bazı sivil toplum örgütlerinin, medya organlarının içinde olduğu bir operasyondu. Ve bu ağır çekim darbe operasyonunu 100 km. uzaktan görenler için bile akla önce 12 Eylül değil, 27 Mayıs ve onun kurduğu rejim gelebilirdi.
Evet, aklımızın haklı olarak takıldığı 12 Eylül de bir rejim ve zihniyet kurmuştu. Ama 12 Eylül’ün arkasında 27 Mayıs’ın olduğu gibi entelektüel bir güç yoktu. Hatta 12 Eylül’ün arkasında somut bir toplumsal destek de yoktu. Bu yüzden de 12 Eylül rejimi ve zihniyeti dediğimiz şey entelektüel ve siyasi olarak kök salamamış, fazlasıyla sığ ve kaba kuvvete dayanan bir şeydi. 12 Eylül Anayasası’nın da aslında “büyük bir aklı” yoktu, vaziyeti kurtarmak derdindeydi bu yüzden de gücün ve yasağın arkasına saklanmıştı.
27 Mayıs darbesinin 61 Anayasası ise Bayar’ın bahsettiği ordu-ulema (aydınlar) ittifakının tarihsel birikimi üzerinde oturmuştu. Tümüyle meşruiyet dairesi içinde yeni bir hukuki, siyasi düzen kuruyor, bunu da entelektüel ve tarihsel bir arka planla destekliyordu.
Yani bir yıldır içinden geçtiğimiz bu ağır çekim darbeyle duvara toslayan, sonu gelen aslında 12 Eylül’ün bağrında da yaşayan 27 Mayıs rejimi ve 27 Mayıs zihniyetiydi.
27 Mayıs’ın büyük bir öngörüyle “boş bırakırsak ya davulcuya ya zurnacıya giderler” dediği halk yığınları şimdi sahiden de bir davulcuya kaçmışlar, oradan da daha eğitimli, daha zengin olarak dönüp, kendilerini ilgilendiren tüm kararlarda söz sahibi olmak istemişlerdi.
Karmaşıklaştırmaya gerek yok. Esasında bugün krizimiz sahte demokrasiden, sahici bir demokrasiye geçiş krizidir. Çobanlarla mankenlerin eşit oy hakkını boşuna tartışmıyoruz.
Tam da bu yüzden söz, yetki ve karar hakkı isteyen halk yığınlarının yarısının sözcüsü olan Başbakan’ın ‘milli iradeden’ bahsetmesinden de daha doğal bir şey yok.
Bugünlerde Türkiye’nin modern bir demokrasiyle yeni yeni tanıştığını fark etmeyenler “milli iradecilik” söylemini kitabi bir postmodern eleştiriye sık sık konu etmekteler. Samimi olarak ya da konjonktürel olarak. “Demokrasinin çoğunluğun egemenliği olmadığını” bize hatırlatmaktalar. Biz de onlara hatırlatalım. Beyler ve hanımlar, biz o konuya daha gelemedik. Üzgünüz, demokrasi en önce çoğunluğun son sözü söylediği rejimin adıdır. Demokrasilerde çoğunluğun rasyonel kararlar vereceğine inanılır. “Milli iradeye ram olmak” da demokrasilerde esastır. Demokrasi her zaman istediğimizin olduğu bir rejim değildir. Şöyle söyleyelim “demokrasi bazen acıtır.” Ama ana zeminimiz budur, tadilatlar bu kalıp üzerinden yapılır.
Ayrıca milli iradenin anayasa ve diğer kontrol ve denge kurumları tarafından (check and balance) sınırlanması söylemi de liberal demokrasinin bugün postmodern demokrasi kuramları tarafından yerden yere vurulan klasik argümandır. Bugün AKP’yi eleştireceğim diye liberal demokrasinin dili içinden konuşan solculara bir de şunu hatırlatmak gerek: Bugün sol argümanlar içinden savunulan radikal demokrasi teorileri bunun tam aksini savunur, parlamenter demokrasilerde milli iradenin, halkın sesinin az çıkmasından, aracı kurumların çokluğundan dert yanarlar.
Yani demokrasiye geçtiğimiz bugünlerde çok dikkat etmek gerekir. Çünkü bugünün tarihini ileride yazacak olanlar hakkımızda hüküm verecekler: Ordu-ulema ittifakından mı yanaydı, halktan mı? Bundan berisi tarihin çöp tenekelerinden karıştırılıp bulunacak.



Bu haber 446 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    3,202 µs