En Sıcak Konular

Melez’lerin Diyarı Dr. Moreau’nun Adası mı Lost mu?

21 Mayıs 2008 15:03 tsi
Melez’lerin Diyarı Dr. Moreau’nun Adası mı Lost mu? Ünlü İngiliz yazar H.G. Wells'in 1896 yılında yayımlanan ünlü romanı, 3 kez sinemaya uyarlandı. Gerilim türü ünlü Amerikan filminin 1996 yılında çekilen 3'üncü versiyonunda, başrolleri Marlon Brando ile Val Kilmer paylaştı. Oldukça ilgi çeken filmde, in

Lost’un adası, Batılı ‘ada literatürü’nün harmanı gibidir. Güzel ütopyalarla karşı-ütopyalar iç içe girer: Tuhaf yaratıkların, hayvanların varlığı Dr. Moreau’nun Adası’nı hatırlatır, uzakdoğu düşüncesiyle gelişmiş teknolojinin biraradalığı Huxley’in Ada’sını ima eder gibidir. Bir taraftan adanın ‘sınırlı’ coğrafyası insanların içsel yolculuklarına izin verir: Bu da hem ‘aydınlanma’ bağlamında Hıristiyanlık alegorilerine hem de’iyileşme’ bağlamında psikanalize atıf yapar.

Ön not: Bu satırların yazarı Lost’u “anlamaya çalışmadan” seyredenlerdendir. Dolayısıyla aşağıdaki yazıda hiçbir biçimde ‘postmodern’ oyunbazlıklardan, ‘komplo teorileri’nden, sayıbilimden, gelecekteki bölümlerde neler olup biteceğine dair tahminlerden söz edilmemektedir. Ada ile ilgili bilgilerin hemen hepsi Akşit Göktürk’ün eşşiz kitabından alınmıştır: Akşit Göktürk (1982) Ada, İstanbul: Adam Yayınları.

Ada’nın Poetikası: “Şu Ada Senin Bu Ada Benim!”

Ada literatürünün İngiltere’de yaygın olması şaşırtıcı olmasa gerek. Ama gene de adayla ilgili imge, tasarı ve tasavvurların kaynağını yalnızca ‘kara’da, topografyada aramamalı. İnsanlığın coğrafi keşiflerle dünyanın ‘büyüsü’nü bozduğu zamanlara dek “uçsuz bucaksız deniz” merak uyandırıcı ve ürkütücü bir imge olmuştur.

Miletoslu felsefecilerin aynı zamanda tüccar olması, deniz yolculukları yapmaları da ilginçtir. Belki de Thales çıktığı seferler sırasında ‘arkhe’nin ‘su’ olduğuna karar vermiştir, kim bilir? Deniz yolculuğu merak ve korku uyandırmasıyla bir cesareti de (rızk’ını çıkarmak için canını riske etmek) simgeler.

Uçsuz bucaksızlığın ‘orta’sında sabit bir kara parçasıdır ada. Sadece konum veya topografya sebebiyle sabit değildir: Kapalı ve sınırlı olmasıyla zamansızdır da. Nitekim ütopyaların adaları zaman(sızlık) vurgusuyla çatılır: ‘Saat’ gibi tıkır tıkır işler Ütopya, Güneş Ülkesi, Yeni Atlantis. Hep aynı kalması dolayısıyla zamansız, handiyse zamanüstüdür. Demek ki ‘değişmez’dir, ‘Hakikat’e atıf yapar.

Ama tuhaf olan da burada işler zaten: Değişmediği için ‘yok’tur ada. Denizde olduğu için bir kez daha u-topia’dır, yeri yoktur. Mevcut politik düzeni, düzlemi eleştirmesiyle de eni konu ‘yersiz’ bulunur!

Atlantis’ten Brobdingnag’a, Hay İbn Yakzan’dan Robinson Crusoe’ya adanın konumuyla imgesi sözlükte kesişiverir: Almanca yalıtmak, tecrit etmek anlamına gelen İsolieren kelimesi İnsula’dan (ada) türemiştir.

Ada: Kalmalı mı, Gitmeli mi?

Ortaçağların ‘cennet’ alegorisini andıran adalarına rağmen halk bedensel hazları karşılayan Cokaygne adasına (kokainin isim babasıdır) daha fazla ilgi gösterir. Yeni çağla birlikte, coğrafi keşiflerin gelişmesi sayesinde ise ada, bir Hıristiyan Avrupa alegorisinden ‘öteki’ne (the others?) açılır: Avrupa bir ada gibi dünyanın ortasında sabit değildir artık. Başka diyarlar, başka insanlar, eh hadi açık konuşalım, “başka Hakikatler” de vardır.

Bu keşifler sayesinde robinsonadlar ortaya çıkar: Ütopyalara göre bunlar daha gerçekçidir. Üstelik birçoğu deniz yolculukları sırasında ıssız adalarda kalan insanların yayınladıkları hatıralardan (dönem itibariyle yaygındır) esinlenir.

Ancak Defoe’nun Robinson’u, yukarıda değindiğim türler arasında incelikli geçişler yapar. Hem ütopya hem de robinsonaddır çünkü. Ama sadece ikisi de değildir!

Ütopya, ‘ideal düzen’ olduğu için insanlar orada “kalmak isterler”ken, robinsonad’ın temel ekseni “gitmek istemek”tir. Robinson bu paradoksal düzlemde (adaya sığınmakla adanın tutsağı olmak arasında) ilerlerken bir yandan da içsel bir ‘aydınlanma’ yaşar.

Lost adası bu noktada Robinson’la kesişivermez mi: Flashback’lere baktığımızda adaya düşen hemen herkesin geriye, “dış dünya”ya dönmek için pek bir sebebi yoktur aslında. Bazıları adada bir aydınlanma (Locke), bir iyileşme (Locke ve Rose) yaşadıkları için zaten dönmek istemezler. Kate ve Sawyer da ‘suçlu’ oldukları için gitmekle kalmak arasında tereddüttedir. En çok gitmek isteyen Jack’in gördüğümüz kadarıyla pek parlak bir hayatı yok gibidir. Sayid’in durumu da ikirciklidir: Geri dönmeyi –arkasına bakmayı– isteyip istemediği şüphelidir.
Dolayısıyla ada, hem bir tutsaklık (cehennem) hem de bir kurtuluş (cennet) imgesidir.

Hangi ‘Diğerleri’?

“Karaya [adaya] çıkıncaya kadar her dakika düşünerek sahile yaklaştık. Karaya çıkmaya teşebbüs ederken birdenbire ellerinde bastonlar olan birtakım adamlar gördük. Bunlar sanki bizim karaya çıkmamızı istemiyorlardı…” (Yeni Atlantis, F. Bacon.)

Yeni Atlantis’in yerlileri ‘düzen’lerinin bozulacağı korkusuyla dışarıdan kimsenin gelmesini istemiyordu. Tıpkı Lost’un ‘yerlileri’ gibi…

Adanın yerlilerine, sonradan gelenlerin “diğerleri” demesi ironik olduğu kadar liberal demokratik bir etiğe de atıf yapar: “Diğerleri” (öteki) üzerinden hemen bir tehdit algısı, başka bir deyişle Kotülük tasarımı üzerinden İyilik ve Etik belirlenir. Badiou’ye göre bu liberal burjuvazinin insanı aciz gösteren tutumudur.

Lost’un adası, Batılı ‘ada literatürü’nün harmanı gibidir. Güzel ütopyalarla karşı-ütopyalar iç içe girer: Tuhaf yaratıkların, hayvanların varlığı Dr. Moreau’nun Adası’nı hatırlatır, uzakdoğu düşüncesiyle (karma, dharma…) gelişmiş teknolojinin biraradalığı Huxley’in Ada’sını ima eder gibidir. Bir taraftan adanın ‘sınırlı’ coğrafyası insanların içsel yolculuklarına izin verir: Bu da hem ‘aydınlanma’ bağlamında Hıristiyanlık alegorilerine hem de’iyileşme’ bağlamında psikanalize atıf yapar.

Lawrence Durell, pek bilinmese de, ruhbilimde ‘Islomania’ diye bir hastalığın varlığından söz eder. Seyircinin Lostmania’sı da bu ada ilgisinden, ada metaforunun temas ettiği çağrışımlardan, adanın yukarıda değinmeye çalıştığım niteliklerinden kaynaklanmaz mı biraz da: Kaçıp gidemediğimiz adalar, çoktan vazgeçtiğimiz yokülkeler. Olmasa da dilediğimiz, ‘yersiz’ coğrafya hayalleri. Kendi benliğimizde bir yolculuğa çıkma isteği kadar (belki de daha) ağır basan ‘aydınlanma’ endişesi!

Lost’un, varken kaybolanlar kadar, daha tezahür etmediği için ‘meçhul’ olanı da ifade ettiğini söylemek iyimserlik mi?

kafaayarı-celil civan



Bu haber 1,384 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    5,339 µs