En Sıcak Konular

Bize kim saldırıyor?

19 Mayıs 2008 14:13 tsi
Bize kim saldırıyor? Aslında bu bir kriz. Çapı da büyük. Ama bu krizin tanımı ve menşei konusunda konuşamıyoruz. Tek konuşabildiğimiz krizin çeşitli yönlerini etkileyen günlük vakalar. Bu olaylara o kadar batıyoruz ki, ne “bizim başımıza ne geldi” diye sorabiliyor

Sanki bir tür paralizasyon halinde, yaşanan herşey “bizim dışımızda” gelişiyormuş gibi izliyoruz. Ama soğuk gerçek şu ki biz “seyirci” değiliz. Ve bakın biz niye seyirci değiliz?

Türkiye kadar bir çok küresel oyuncu şu an iki “beklenti”ye kilitlenmiş durumda. Ama bu “bekledikleri” anlamına gelmiyor. Bekleyen biziz. Bu yüzden bize zor geliyor.

Bunlardan biri, mâlum, AKP’nin kapatma davası. İkincisi ise, daha az mâlum, ama belki daha önemli, 30 Ağustos. Yani Türk Silahlı Kuvvetleri’nin görev devir-teslim, Yüksek Askeri Şura eliyle yeni komuta kademesinin belirlenmesi.

İşte Türkiye’de yaşanan tüm olayanların, “başımıza gökten taş bile düşse” bu iki olayla ilgisi var. Dahası bunlar birbirinden ayrı da değil. AKP’nin kapatılması da açık kalması da hem Türkiye’nin hem de bölgenin geleceğini etkileyecek.

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yeni komuta kademesi de hem Türkiye’nin geleceğini hem de bölgenin geleceğini etkileyecek. Belki AKP davasının sonucundan da daha çok. TSK’nın bölgeyi yönetecek kişiyi seçeceğini bile söylemek iddialı olmaz. İşte bu kadar önemli  Ağustos.

Teferruat!..

Konuyu böyle koyduğunuzda hemen anlaşılıyor ki, Anayasa Mahkemesi Başkanvekili’nin izlendiği/dinlendiği vakası da, Fikri Sağlar’ın köşesinden Türkiye’ye yayılan Yaşar Büyükanıt ve eşine yönelik iddia da, ve onlarca diğeri de işte hep bu dengelerle ilgili.

Eğer bu iki saptamayı tek bir çatı altında toplamaya çalışırsak, şunu da eklemek zorundayız. Bu sürecin tamamı Türkiye’ye zarar veriyor. Bunun aksini iddia etmek, en hafif tabiriyle çocukluk olur.

Bu iki olayın etrafında hergün açılan “kartların” anlamı bu. Türkiye bir saldırı altında ve nedeni, Türkiye yönetiminin saldırı sahipleri tarafından belirlenmeye çalışılması. Özü bu.

Peki biz ne yapıyoruz? Başlayalım. Fikri Sağlar’ın köşesinden duyurduğu bu “bilgi” her yönüyle sakat. İddianın doğuruluğu yanlışlığı bir tarafa böyle bir iddianın gazetecilik etiği açısından ağır yaralı olduğu söylenmek zorunda.

Ankara’da her Allah’ın günü kuyruğu birbirine değmeyen bin iddia ortaya atılır. Bunların onda birini yazmaya kalksanız hem siz hem de iddiaların tüm tarafları mahkemelik olur.

Bunun için Ankara’da gazeteciler, özel bir eğitimden geçmeden, tecrübelerinden mayalanan bir “sezi” kullanırlar ve neyin yazılıp yazılmayacağını bilirler.

Böyle bir “iddia” yazılamaz. Yazarsanız muhakkak ispatlamak zorunda kalırsınız. İspatlarsanız ne âla, ama ispatlayamazsanız, taraflardan gelen tüm “reaksiyonları” hak edersiniz.

Şu an Türkiye’nin gündemine oturan bu konu artık, “kızım sana söylüyorum gelinim sen anla” basamağına çıkmış durumda. Bu şu demek; Yaşar Paşa sana söylüyoruz, “gelecek paşa” sen anla!

Türkiye’de, TSK’nın komutanını “ikaz” etme cesaretini bulan güç nedir? Ve bakın bu güç kendisine ne kadar güveniyor; Senaryoya göre, Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı, Türkiye Cumhuriyeti’nin Genelkurmay Başkanı’na “elimde böyle belgeler var ona göre davranın” diyor.

Bu iddiayı dillendirebilecek “güç” nasıl bir güçtür? Ve yine dikkatinizi isteyeceğiz, bu süreç içinde ortaya gelen bilgilerin tümü hem pis yollardan geçiyor.

Kastımız şu, internet sitelerinde önemli insanların konuşmaları yayınlanıyor, yüksek yargı organlarının temsilcileri takip mi ediliyor sorusu zihinlere yerleştiriliyor, belgeler şantaj için kullanılıyor vesaire. Hava bu.

Ve bu havanın muhatabı hep Türkiye’yi yöneten insanlar. Türkiye’yi yöneten insanları kim hedef alıyor?

Var mı böyle bir güç?

ABD Başkanı George W. Bush şu an Ortadoğu’da. Burada diyor ki, "bölgenin parlayan ülkeleri Irak, Afganistan, Fas, Ürdün ve Türkiye"dir. Bu neyin coğrafi tanımıdır? Başkan BOP’u haritalıyor.

Haritalıyor ama bir siyasi reform önderi de lazım. Onu da Mısır diye tarif ediyor. Kahire bölgede ABD için İsrail’den sonra gelen en önemli ülke. İlişkileri hep çok iyi. Mısır, ABD’den büyük yardımlar alıyor.

Buradaki iktidar açık biçimde Washington tarafından destekleniyor. Bu sözlerden bir-iki gün önce "İngiltere" Türkiye’ye geliyor. Sokaktaki insan Kraliçe’nin “türbanı” ile Cumhurbaşkanı Gül’ün papyonu hakkında herşeyi biliyor.

Ama “Kraliçe tek başına mı geldi, yanında gelenler kimlerdir, kimlerle görüşüldü” diye sorduğunuzda alacağınız yanıt “ha bir de uçak gemisi getirmiş yanında”dan öteye geçemiyor.

Basın susuyor! Kraliçe’nin patikleri manşetlere çıkıyor, İngiliz Dışişleri Bakanı burada ne yaptı “görülmüyor”. Medya bilerek kendini körleştiriyor.

Bu ziyaretten önce Türkiye ile İngiltere Londra’da stratejik ortaklık anlaşması imzalıyor ama bundan birkaç hafta önce de benzer anlaşmayı Mısır’la yapıyor. Bu ne anlama geliyor?

ABD Başkanı’nın Ortadoğu’nun göbeğinde daha dün çizdiği haritanın neresine otuyor? Bu oturulan koltukla, Ağustos’ta yeni komutanın oturacağı koltuk arasında nasıl bir ilgi bulunuyor?

Herkes kapatılacağını nasıl biliyor?

Yine hergün bir seri kaynak AKP’nin içinden, “partinin kapatılacağı”na ilişkin inancı yansıtıyor. Ankara’da herkes AKP’nin kapatılacağını biliyor! Bunu AKP’li milletvekilleri söylüyor.

CHP Genel Başkanı Deniz Baykal son bir haftadır seçmenlerini sandığa davet ediyor. “Daha fazla konuşmayayım ama kendinizi ona göre ayarlayın, kimse ‘ebed müddet’ değildir diyor.

MHP de aynı durumda. Genel Başkan Bahçeli yerel ve belki önceye çekilmiş bir genel seçim için hazırlık talimatları veriyor.

Bu nasıl biliniyor. Herkes bu bilgiden nasıl bu kadar emin? Üstelik yine Ankara’da korku havası var. İstisnasız herkes dinlendiğini söylüyor. Yani mahrem yok. Herkes dinlendiğini söylüyorsa herkes dinleniyor manasına geliyor.

Güvensizlik kesif bir sis gibi yayılıyor. AKP-eğer gerçekten kapatılırsa-ne olacağını görebilen var mı?  O kadar yok ki, “istihbarat servisleri” dünyaca ünlü ülkelerin büyükelçileri Güniz Sokağa “enformasyon turları” düzenliyor.

ABD Büyükelçisi Demirel’i ziyaret ediyor. Rusya, Çin birkaç ülke daha randevu sırasını bekliyor. Ekonomik kriz, petrolün fiyat patlamasını kimsenin gözü görmüyor. Biteviye bir dez-enformasyon dalgası hergün hakim medya üzerinden Türkiye’yi vuruyor.

Ortalıkta bir sürü isim dolaşıyor. Anayasa Mahkemesi Başkanvekili’ni dizlediği iddia edilen arabanın yakalandığı an, 30 metre ötede, Ankara’nın en bilinen kulüplerinden birinde, “herkes” bulunuyor.

Hürriyet Gazetesi ile kavgalı bıçaklı olan Emin Çölaşan’ın masasında Doğan Grubu’nun internet sitesinin patronu Fatih Çekirge ile özellikle ikircikli konularda uzmanlaşmış gazeteci Saygı Öztürk oturuyor.

Tesadüf bir kenara bu insanlar nasıl bir araya geliyor? Ankara küçük ve gazeteciler birbirini iyi tanır. Elbette oturup sohbet etmelerinde bir sorun yok ama Hürriyet’in üst yönetimi bu tesadüfe ne diyor?

O kadar Çömez değilmiş demek?

Vakt-i zamanında Başbakan’ın özel kalemini tutan Turhan Çömez bir iddiaya göre burada Başkanvekili Osman Paksüt ile buluşacak. Nasıl oluyor?

Yüksek yargıçlar kimseyle konuşamaz mı? Elbette konuşur. Daha önce Paksüt’ün AKP’li vekillerle de görüştüğü biliniyor. Aynı sırada kulüpte Yargıtay mensuplarının bulunduğu da bildiriliyor. Olsun ne olur? Bu kulüp Ankara elitini çeken bir sosyal faaliyet alanı, olur, oluyor.

Turhan Çömez kısa süre önce Deniz Baykal’ı ziyaret ediyor. Ne söylüyor? Bilinmiyor. Baykal’la konuştuğunu Paksüt’e söylüyor mu bilinmiyor. Ama merak ediliyor.

Aynı Turhan Çömez kısa süre önce Yeniçağ Gazetesi yazarı Sabahattin Önkibar’ı üzüyor. Başbakan Erdoğan’ın, bir Milli Güvenlik Kurulu toplantısında irtica yüzünden tartıştığı Deniz Kuvvetleri Komutanı İlhami Erdil Paşa’nın önüne yolsuzluk dosyasını fırlatmış, Erdil Paşa yargılanmış ve cezalandırılmış. Bu yazılıyor.

Yazıdaki inanılmaz hata hemen fark ediliyor. Erdil Paşa, 2001 yılı Ağustos ayında emekliye ayrılmış, Erdoğan 2003 yılı Mart ayında başbakanlık koltuğuna oturmuştu. Herhangi bir MGK toplantısında yan yana gelmemişlerdi.

İnanılmaz bir başka gazetecilik hatası. Önkibar suçluyu ilan ediyor “beni Çömez yanılttı” diyor. Kime kızacağınıza şaşırıyorsunuz. Yanlış bilgiyi veren Çömez’e mi yoksa bu kadar basit bir kontrol mekanizmasını harekete geçirmeyen yılların gazetecisi Önkibar’a mı?

Bu gazetecilik hataları hep oluyor! Fikri Sağlar da bir benzerini yapıyor. İspatlanması imkansız bir iddiayı, milli görüş ekolünden bir hukukçuya AKP etiketi yapıştırarak sunuyor. Sunuyor ama bir başka gazeteci Şamil Tayyar bugün o şahsın, “Erdoğan’ın dışladığı ve Refah-Fazilet kökenli eski bir siyasetçi” olduğunu yazıyor.

Gazeteciler hep hata yapıyor. Fakat Sağlar neticede gazetecilikten gelmiyor. Peki Yavuz Donat bu denli bir hatayı nasıl yapıyor. Bugün Sabah Gazetesi’nin manşetine TBMM Başkanı Köksal Toptan’ın kapatma davasına ilişkin bakışını, “Üçüncü Yol Formülü” başlığıyla kalın puntolarla oturtuyor.

Oturtuyor ama haber en az 1 haftalık! Daha önce tüm gazetelerde yayınlanmış haberi allayıp pullayıp Sabah’ın manşetine sürüyor! Sabah kime konuşuyor?

Garip tesadüf-ki kesinlikle tesadüf ama Sabah’ın manşetinin eski olduğunu ispatlıyor-Yeni Şafak’da Taha Kıvanç (Fehmi Koru) “Köksal Toptan geçen hafta önemli bir konuşma” yaptı diyerek aynı beyanlardan bahsediyor.

Bize kim saldırıyor?

Bu örnek olayları daha çoğaltmak, açılımlarından ve etkileşimlerinden sayfalar dolusu yazmak mümkün. Ama ihtiyaç yok. Biri bize saldırıyor!

Ve bu saldırının kapatma davası ve Ağustos ayı yaklaştıkça daha da artacağı hissediliyor. Sonuçta Türkiye zaman ve enerji kaybediyor. Hep patinaj çekiyor. Bu saldırı yapanların kimlikleri de çok önemli değil aslında.

Mühim olan ne yanıt verildiği. Çünkü ortada bir yanıt varmış gibi durmuyor. Siyasi erk kapatma davası ile sıkışmış görünüyor.

Türkiye’yi ayakta tutan ve olası saldırılara en sert müstakbel yanıt olan TSK, Ağustos dengeleri yüzünden saçma sapan psikolojik operasyonlara uğruyor, alternatif siyasi yapılar yaklaşan bir erken seçimden nemalanma peşinde koşuyor, yeni partiler kuruluyor, eski liderler göreve çağrılıyor, birleşmeler gündeme geliyor.

Ya Türkiye?

Oysa şimdi tam zamanı değil mi? Şimdi bütün tarafların “inadına” bir araya gelmesi gerekmiyor mu? Türkiye’de sokakta yürüyen kime sorsanız, “evet hepsi hem de hepsi bir araya gelsin, bizi bir an önce bu ayak oyunlarından kurtarsın” demez mi?

İçerideki dışarıdaki heveslere top yekün bir şamar atmanın tek yolunun “birlik” olduğunu göremeyecek kadar körleştik mi? Oyunu bozacak aklımız ve irademiz yok mu?

Her insanımızın görüşleri ne kadar farklı olursa olsun tek isteğinin Türkiye’nin ayakta durması inancı olduğunu görmemek, görememek ne demek? Aklımızı bu kadar mı kaybettik?

Tüm siyasi partilerin ve tüm kritik devlet odaklarının bir arada durması kadar, şimdi, şu anda keyif ve güç verecek başka bir şey olabilir mi? Devlet bu demek değil mi?

Evet birisi, “bir şey” bize saldırıyor! Ama cümledeki önemli kelime saldırı ya da “kim” değil. “Biz”e! Peki “biz”i kim savunacak?

Söyleyelim… “BİZ”!



Bu haber 2,974 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    3,750 µs