En Sıcak Konular

Tarık Akan: Sol, din, toplum

10 Mayıs 2008 13:25 tsi
Tarık Akan: Sol, din, toplum "Yeryüzündeki sol hareketlerin kendi öz kültürüne en fazla yabancılaşmış olanı Türk soludur. Ve kendisini yenilemediği, varlığına “millî” bir nitelik kazandırmadığı sürece de halkından zerrece iltifat görmeyen bir “hilkat garibesi”

Ali Murat Güven/Yeni Şafak

'Dindar' bir hayranından Tarık Akan'a mektup

Geçtiğimiz ay, Türkiye'de “muhafazakâr sinema hareketi”nin öncüsü -ve bana göre de hâlâ en büyük sinemacısı- olan sevgili Yücel Çakmaklı ağabeyimizle birlikte, kardeş yayın kuruluşumuz TV Net'in “Birikim” adlı programına konuk olduk.

Arzu Tozar'ın hazırlayıp sunduğu “Birikim”, hem içeriği, hem de formatıyla gayet hoş bir program... Konuklar, İstanbul'un Anadolu yakasındaki huzur veren mekânlardan biri olan Mihrabad Korusu'ndaki restoranda ağırlanıyor; çekimler de bir masanın çevresinde, kahvaltı atmosferinde karşılıklı sohbet ederken yapılıyor.

Her bölümünde Türkiye'nin kültür, sanat, siyaset ve ekonomi tarihine damgasını vurmuş önemli bir konuğun -onun meslekî serüvenine yakından tanıklık etmiş kişilerle birlikte- ağırlandığı bu programın bizim katıldığımız bölümü ise 13 Nisan Pazar günü ekrana geldi. O gün, Çakmaklı Usta'nın 40 küsur yıllık sinema serüvenindeki kilometre taşları üzerine hatıralarını aktaran üçüncü bir konuk olarak, sinema yazarı dostumuz İhsan Kabil de aynı masada bizlerle birlikteydi.

Sohbetimizin bir yerinde, filmografisindeki yapıtların birbirinden renkli oyuncu kadrolarına dikkati çekerek, Çakmaklı Usta hakkında soru-yorum karışımı şu cümleyi sarfetmiştim:

“Yücel Bey'in en önemli özelliği de kariyeri boyunca Yeşilçam'ın her meşrepten, her ideolojik duruştan sanatçısıyla karşılıklı saygı ve sevgi çerçevesi içinde çalışmış olmasıdır. Onun en çok da bu yönüne hayranım. Tıpkı, güzelliğinin ve popülaritesinin doruğundayken, Çakmaklı'nın sinema anlayışına duyduğu ilgiyle 'Birleşen Yollar'da öykü gereği başını hiç tereddüt etmeden kapatan (ve o zamana göre oldukça cesur sayılabilecek bu çıkışıyla bütün Türkiye'yi ayağa kaldıran) Türkan Şoray gibi, Yeşilçam'da sol görüşü temsil eden Aytaç Arman, Tarık Akan, Ahmet Mekin gibi bir çok ünlü aktör de onun toplumsal sorunlara muhafazakâr önermeler getiren öykülerinde rol almakta hiç bir beis görmemişlerdir. Bu da Çakmaklı Usta'nın Yeşilçam'daki herkes tarafından iyi bilinen o yumuşak ve uzlaştırıcı kişiliğinden kaynaklanan bir güzellik olsa gerek...”

Yücel ağabey programda bu tesbitimi doğrularken, özellikle Tarık Akan örneğinden hareketle son derece övücü sözler sarf ederek konuşmasını şöyle sürdürdü:

“Siz insanlara karşı iyi olursanız, onlar da size karşı iyi olurlar. 'Memleketim' filmini çekmeye hazırlandığım dönemde İstanbul'un Bakırköy ilçesinde oturuyordum. Tarık Akan da Bakırköylü'ydü. Bir gün semtimizde gezintiye çıktığımda kendisini gördüm ve çekimine hazırlandığım yeni projemden söz ettim. 'Memleketim', aldığı batılı tarzdaki eğitimin etkisiyle ülkesine ve toplumuna feci şekilde yabancılaşmış bir genç kız (Filiz Akın / Leyla) ile onun bu snob tavrından rahatsız olarak kendisine farklı bir bilinç düzlemine çekmeye çabalayan idealist erkek arkadaşı Mehmet'in öyküsünü anlatacaktı. Ardarda gelen filmlerim ve bunların elde ettiği büyük gişe başarılarından sonra, Yeşilçam'daki herkes gibi Tarık da benim hayatı yorumlayış biçimimi yakından biliyordu. 'Neden olmasın Yücel ağabey' dedi, 'Topluma böylesine anlamlı mesajlar verecek olan bu güzel projede ben de seve seve oynarım.'

Böylelikle, 1974 yılında Filiz Akın ile birlikte 'Memleketim'de başrolleri paylaştılar ve bu çalışmam da tıpkı öncekiler gibi çok büyük bir başarı elde etti. Söz konusu film, Akan'ın o tarihe kadar rol aldığı en ciddi içerikli yapıtlardan biri olarak ona da bana da yüksek bir itibar getirdi. Hattâ, filmografisine bakarsanız, rahmetli Ertem Eğilmez'in 1973'te çektiği 'Canım Kardeşim'den sonra onun toplumsal mesajlar veren bir öyküye sahip ikinci başrolü olduğunu görürsünüz. O tarihe kadarki kariyerini oluşturan bütün filmler, kendisini yakışıklı bir çapkın olarak sunan romantik öyküler ya da eğlencelik komedilerdi. ”

Şimdi hepsini tam olarak hatırlayamıyorum; ancak Çakmaklı Usta o televizyon sohbetinde, her zamanki naifliği içinde ünlü aktör Tarık Akan'a ilişkin daha bir sürü güzel ve övücü söz sarfetti. Ki bunlar da TV Net'in arşiv kayıtlarına geçmiş durumdadır.

Şimdi de gelelim Türk sinemasında yaklaşık bir on yıl kadar “kartpostal çocuğu”, (elinde telsiziyle arada bir Nuri Alço'yu patakladığı Erler Film polisiyelerini saymazsak) 1980'lerin başlarından itibaren de “sosyal içerikli sol senaryoların vazgeçilmez jönü” misyonunu üstlenen Tarık Akan'ın geçen Pazartesi günü ÇASOD'un (Çağdaş Sinema Oyuncuları Derneği) geleneksel ödül töreninde söylediği sözlere...

Dönemdaşı Kadir İnanır ile birlikte “Türk Sineması Emek Ödülü”ne lâyık görülen Akan (ki bu ödüller her ikisine de analarının ak sütü kadar helâldir), İstanbul-Mövenpick Oteli'nde düzenlenen törende sahneye çıkar çıkmaz, içeriğinde sinema sanatının geleceği ve Türk sinemasının içinde bulunduğu ekonomik sıkıntılara ilişkin en küçük bir ayrıntının bile bulunmadığı, baştan sona dek öfke ve nefret dolu bir konuşma yaptı. Her cümlesi solun geleneksel politik ezberleriyle bezenmiş bu konuşmanın bizim açımızdan en can alıcı bölümü ise önünde hazır bir kürsü ve mikrofon bulmuşken “dincilere geçirme fırsatı”nı kaçırmadığı şu ibretlik cümleleriydi:

“Bugüne kadar Kadir arkadaşımla ben, dincilere ve faşistlere karşı, ülkenin adam gibi idare edilmesi için mücadelemizi verdik. Ama artık ikimiz de yaşlandık. Gelin hep beraber dinci, şeriatçı basına ve televizyonlara hayır diyelim ve onlar için, onlarla, onlar adına kesinlikle çalışmayalım.”

Akan'ın “Kadir arkadaşım” diye andığı deneyimli sanatçı Kadir İnanır ise böyle ucuz bir “dolduruş”a gelmeyerek, Türk toplumu nazarındaki geleneksel imajına yaraşır bir biçimde, yine sektörün maddî-manevî sorunlarından ve sinema emekçilerinin çalışma şartlarından dem vuran “babacan” bir konuşma yapmayı yeğledi. İnanır, “içi muhatabına göre entelektüel açıdan çok daha dolu” konuşmasını şu cümlelerle noktalıyordu:

“Tek başına tavır koymak doğru değil. Demokrasi, örgütlü toplumlardan geçer. Birbirimizle uğraşmaktan vazgeçelim ve sinema emekçileri olarak geleceğimizi düşünelim.”

Yeşilçam'ın son 40 yıllık tarihini incelemiş olanlar iyi bilir; Tarık Akan, henüz saçlarına ak düşmediği yıllarda aynı “Kadir arkadaşı”na Yeşilçam'da en az bir 15-20 yıl boyunca selam dahi vermemiş; bırakın selamı, onun adının anıldığı mekânları öfkeyle terk etmiş bir adamdır. Ancak, konumuz -en azından bu yazı kapsamında- 1970 ve 80'lere damgasını vurmuş olan o dillere destan “Akan-İnanır düşmanlığı” değil. Bunu da nostalji merkezli başka bir yazıda ele alırız inşaallah...

An itibarıyla asıl dikkatinizi çekmek istediğim husus, ateist kimliği sektördeki herkesçe yakından bilinen Akan'ın en alâkasız bir ödül törenini dahi fırsat bilerek kustuğu bu “dindar kesim” nefreti...

Kendisinin “faşistler” şeklinde andığı çevrenin kimler olduğunu anlamak için müneccim olmaya gerek yok. Son yıllarda çektikleri dizi filmlerde her kesimden oyuncuyla uygarca işbirliği yapan Kanal 7, Samanyolu, (artık hayatta olmasa da) TGRT gibi kanalları ve bu kuruluşlarla bağlantılı sinema filmi şirketlerini kastediyor doğal olarak...

Ve sektörün içinde bulunduğu kaygı verici darboğaza, iş imkânlarının her geçen gün daralmasına karşın, hiç utanmadan sıkılmadan sinema emekçilerine böylesine ilkel bir çağrı yapabiliyor:

“Şeriatçı medya için hiç bir projede görev almayalım.”

Nasıl yani? Meselâ “şeriatçı medya”nın çekeceği bir “Çanakkale Savaşı draması”nda da mı? Ya da bir “Kurtuluş Savaşı destanı”nda da mı? Ya da işsizliğin, alkolizmin, fuhuşun ya da uyuşturucunun un ufak ettiği bir aileyi anlatan yararlı mesajlarla dolu bir dizide de mi? Ya da -İsmail Güneş'in “Sözün Bittiği Yer”inde olduğu gibi- din eksenli bir konuya sahip bulunmayan sosyal içerikli bir sinema filminde de mi?

Tarık Akan, bu “ham” konuşmasıyla, yalnızca kendisinin değil, jakobenizmi İttihat ve Terakki günlerinden bu yana kendisine değişmez yol haritası yapmış olan “Türk solu”nun iflah olmaz karakterini, kendi halkına yönelik nefret dolu bakışını da bir kez daha deşifre etmiştir. Hiç kuşkusuz ki “inanmış bir ateist” olarak yapması gereken de, ona yakışan söylem de aynen budur.

Bir sinema ödül gecesinde yaşanan bu utanç verici öfke patlaması üzerine öyle çok fazla şey söylemeyeceğim. Yazının başına dönüp bir “Müslüman” Yücel Çakmaklı'nın kendisini yıllar sonraki yâdediş biçimine bakınız; bir de onun -ateist bir sanatçı olarak- bütün kariyerini borçlu olduğu Müslüman Türk halkına ve Çakmaklı gibi kıdemli sinemacıları yâdediş biçimine...

Sözünü ettiği bütün o kurumları bu “Müslüman” halk kurmuştur ve anılan kurumlar da bu devlete her yıl yüz milyonlarca lira tutarında vergi ödemekte, binlerce kişiye -yanısıra sinema sektörüne- çok ciddi düzeyde istihdam imkânı yaratmaktadır. Aynı şekilde, yine o kurumların personeli sıraları geldiğinde en önde gidip ülkenin dört bir köşesinde vatanî görevlerini büyük bir gururla ifâ etmektedirler.

Yani, burada “nesebi gayrı sahih”, daha da Türkçesi “piç” bir topluluktan söz etmiyoruz.

Sürekli söylüyorum; bu dünyadaki son nefesimi verene kadar da aynı şeyi yazıp söylemeye devam edeceğim:

Yeryüzündeki sol hareketlerin arasında kendi öz kültürüne en fazla yabancılaşmış versiyonlardan biri olarak, ne bir eksik ne bir fazla; Türk solu işte tam olarak budur. Ve kendisini yenilemediği, varlığına “millî” bir nitelik kazandırmadığı sürece de halkının karşısında ona bütünüyle yabancı, ondan zerrece iltifat görmeyen bir “hilkat garibesi” olarak kalmaya devam edecektir. Böylesine “bitik” bir sol anlayışın Türkiye'yi yönetme noktasındaki tek umudu ise 27 Mayıs benzeri kanlı bir darbe ile ordu tarafından tepsi içinde iktidara getirilmektir. Böylelikle, -en azından ilk serbest seçimlerde şutlanıncaya kadar- ülkeyi yağmalamak mümkün olacaktır.

Tarık Akan'ın yukarıdaki sözlerinin, yönetimi ele geçirdiğinde, gözlük kullanan ve avuçlarında nasır bulunmayan bütün eğitimli insanları “emperyalizmin gereksiz bilgilerle donattığı vatan hainleri” olarak niteleyip toplama kamplarına gönderen Kamboçyalı manyak diktatör Pol Pot'un Maocu Marksizminden teknik olarak hiç bir farkı yoktur.

Tarık Akan, ya da asıl adıyla Tarık Tahsin Üregül...

Türk sinemasına 37 boyunca emek vermiş ve halen de vermekte olan değerli ağabeyim...

Bu bir düşmanının değil, “dindar” bir hayranının eleştiri yazısıdır.

1971 yılından bu yana sinema sektörünün içindesin. Tamı tamına 59 yaşındasın ve -dindarlığını ezelden beri hiç beğenmediğin- bu halkın teveccühüyle, günümüzde artık Türk sinema tarihinin yaşayan efsanelerinden birine dönüşmüş durumdasın. Sokağa çıktığında 7 yaşındaki çocuklar da seni tanıyor, 70 yaşındaki tesettürlü nineler de, sakallı hacı amcalar da...

Dinli-dinsiz, Müslüman ya da gayrımüslim, bu ülkede yaşayan bütün insanların yüzlerini, vaktiyle rol aldığın o duygusal “Arzu Film” öykülerinin ekranlara her gelişinde ortak bir tebessüm kaplıyor.

Sen yine yaşadığın sürece bildiğin gibi düşün, doğru bildiğin değerlere inanmayı sonuna dek sürdür. Topluma yeni yeni Marksistler kazandırmaya çabaladığın o vakfın da senin olsun, dünya görüşün doğrultusunda kurduğun okulun da...

Ancak önüne bir kürsü konulduğunda artık birazcık özenli konuş da en azından bizlerin, yani seni bugünlere getiren sadık izleyicilerinin hatıralarına daha fazla saygısızlık etmemiş ol.

Bırak da biz muhafazakârlar seni, senin bizlere yönelik bütün o kör nefretine rağmen “Hababam Sınıfı”nın “Damat Ferit'i olarak daima sevgiyle, saygıyla ve özlemle analım.

Kendi efsaneni kendi ellerinle yerle bir etme ağabeyciğim...

Emin ol, Türk halkı babasının cenazesi sırasında onun cenaze namazını kılmayıp bir kenarda kazık gibi dikilen adamları hiç mi hiç sevmez.

Bilmem anlatabiliyor muyum?



Bu haber 2,045 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    3,676 µs