1 Mayıs’ta? | " /> 1 Mayıs’ta? | "/>

En Sıcak Konular

Ne oldu gerçekten 1 Mayıs’ta?

8 Mayıs 2008 15:00 tsi
Ne oldu gerçekten  1 Mayıs’ta? Evet, ne oldu 1 Mayıs’ta? Taksim Meydanı’na çıkılmasından neden bu kadar çok korktu AKP hükümeti, devletin valisi, İçişleri Bakanı’nın emniyet müdürü? Neden bu kadar büyük bir orduyu seferber ettiler? Neden bu kadar acımasız davrandılar?

Ferhat Kentel / Taraf

Ne oldu gerçekten 1 Mayıs’ta?

Evet, ne oldu 1 Mayıs’ta? Taksim Meydanı’na çıkılmasından neden bu kadar çok korktu AKP hükümeti, devletin valisi, İçişleri Bakanı’nın emniyet müdürü? Neden bu kadar büyük bir orduyu seferber ettiler? Neden bu kadar acımasız davrandılar? 1600 adet ithal malı gaz bombasını nasıl bu kadar rahatlıkla insanların üzerine, hastanelerin, sendika ve parti binalarının içine boca ettiler?
Böylesine büyük bir mobilizasyon belli ki, biz sıradan vatandaşların tam olarak vakıf olamayacağı bir arka plana sahipti ve oldukça karmaşık hesaplara dayanıyordu. Mesela belki de bu büyük mobilizasyonun arkasında herhangi bir ‘korku’ yoktu... Darbecilerin günlüklerinde yer alan ve örneğin başörtüsüne karşı harekete geçirilmiş olan ‘doğal müttefik’ üniversitelerin yanı sıra başka bir ‘doğal müttefik’ ilan ettikleri sendikaları harekete geçirme çabalarına karşı bir harekâttı belki. Yani oyuna getirilmiş sendikalara, dolayısıyla Ergenekon’a karşı bir gözdağıydı belki... Ama belki de, bir ‘savaş’tan ziyade, AKP’nin kapatılmasına karşı, devletle ‘barış’ yapan ve “bakın biz de devlet gibi davranıyoruz yani gayet ehlileşmiş bir hükümetiz” diyen bir mesaj verilmeye çalışıldı.
Bütün bu hesap kitap içeren senaryoların ne kadar geçerli olduğunu ben bilemem; biri veya diğeri ya da her ikisi birden doğru olabilir; tabii ki hiçbiri de doğru olmayabilir. Ancak bu spekülasyonların içinde boğulmanın bizi çok fazla ileriye götürmeyeceği aşikâr... Çünkü devletin tepelerinde dönen hesaplarla boğuşmak, oradaki aktörlerin niyetlerini okumaya çalışmak, aktörsüzleşmiş totaliter ülkelerin dayattığı mantığı yeniden üretmekten ve toplumu, toplumun hareketini en nihayetinde insanların direniş potansiyelini unutmaktan ve dolayısıyla zayıflatmaktan başka bir anlama gelmez...
Buna karşılık, 1 Mayıs’ta karşı karşıya gelen iki farklı gücün ‘toplumsal hareket’ ve ‘düzen’ ilişkisi içinde anlamlarını sorgulamak daha zihin açıcı olabilir. Öncelikle hiçbir toplumsal hareket, hiçbir kimlik tek bir şapka ya da yorum altında (“devrimci mücadele veriyorlar” veya “manipüle ediliyorlar” ya da “tutucudurlar” gibi...) anlaşılamaz. Bütün farklı özelliklerin hepsi geçerli olabilir; zaman içinde bu özelliklerden biri ön plana çıkabilir, ötekiler görünmez olabilir ama bu, görünmeyenlerin yok oldukları anlamına gelmez. En azından herhangi bir toplumsal hareket hem talep eden, yani alanını genişleten bir harekettir hem de savunmada olan, kimliğini korumaya çalışan bir harekettir. Ve toplumsal hareket zaman içinde değişir, farklı etaplardan geçer. Yani toplumu değiştiren, yeni adımlar atılmasını sağlayan bir hareket olabileceği gibi, düzenle uyum sağlayan, düzenin muhafazasını sağlayan bir hareket özelliği sunabilir. Mesela tarihsel olarak, işçi sınıfı hareketi tabii ki klasik modern-kapitalist toplumda sömürünün azaltılması, daha adil bir toplum yönünde adımlar atılması yönünde en güçlü hareket olmuştur. Ama aynı zamanda modernlik projesinin bir ürünü ve unsurudur; yani insanı ‘çıkarlarıyla’ rasyonelleştirirken, ‘ilerleme’ yolunda inşa eden ve onun bütünlüğünü parçalayan, ikiye ayıran ‘modernitenin’ (ve kapitalizmin) bir aktörüdür. İşçi sınıfının mücadelesi modernitenin-kapitalizmin mantığını dışında düşünülemez. Yani tarihsel olarak işçi sınıfı, eşitlik ve özgürlük mücadelesinin yanı sıra, yükselttiği sesle birlikte modernitenin ehlileştirilmiş bir payandasıdır. Dili moderndir; hiyerarşiktir ve erkektir. Başka diller, başka talepler üzerinde de fiilen tahakküm kurmuştur. Kapitalist üretimin ihtiyaç duymadığı kültürel anlam dünyaları modern işçi sınıfının muhalefet dili altında görünmez olmuştur. Üzerlerinde tahakküm kurulan kadınların, farklı etnik ve dinsel kökenden insanların adalet talepleri ileri bir tarihe ertelenirken, işçi sınıfı modern, beyaz, fetheden ve kahraman erkek insanın dilini yeniden üretmiştir. Bu haliyle toplumda çok daha derine işleyen iktidar ilişkilerinin yeniden üreticisidir. Bu yeniden üretim, işçi sınıfının verdiği mücadelenin değerini azaltmaz, ancak tek bir boyuta hapsedilemeyeceğine işaret eder...
Ama Türk modernleşme tarihi boyunca, Ermeniler, Kürtler gibi mağduriyete uğramış ve verdiği mücadeleyle modernleşmenin ve kapitalizmin egemenlerinin ehlileştirici diline karşı sorgulayıcı bir potansiyel taşıyan İslami kesim için de benzer tespitlerde bulunmak mümkündür. Yani İslami hareket otomatik olarak ‘iyi’ veya ‘kötü’ olarak adlandırılamaz. Bu hareket içinde bulunduğu toplumdan çıkmıştır, onun izlerini taşır; bir yandan bu toplumdaki tahakküme karşı mücadele ederken, bir yandan da onu yeniden üretir. Bir yandan yeni açılımlar getirirken, diğer yandan savunmacı, içe kapanma eğilimleri taşır. Ancak zaman içinde ‘değişerek’ yol alan bu hareketin bir parçası, toplumdaki başka kanallarla beslenerek bugün hükümet konumuna yükselmiştir.
Bu konum artık radikal bir değişikliğin de önünü açmıştır. ‘Modern’ bir toplumun içinden geçerek, onun izlerini içselleştirerek gelmiş olan İslami hareket bugün bir iktidar ve düzen partisi üretmiştir. Toplumun hareketinin bir ürünü olmasına, hâlâ toplumun çeşitli kesimlerinin taleplerini, duygularını taşıyor olmasına rağmen, artık topluma baktığı yer aynı yer değildir.
Dün Anadolu’nun hem gelenekleriyle hem toplumsal konumlarıyla ayrımcılığa uğramış olan kesimlerinin, ama aynı zamanda küçük sermaye sahiplerinin, gecekonduların, bir ölçüde Kürtlerin hareketi olmuş İslami hareket bugün söz konusu sermaye sahipleri vasıtasıyla küresel süreçlerle, liberalizmle iç içe geçmiş ve yükselmiştir. Bu yükselişi temsil eden AKP’nin altı senelik iktidarıyla birlikte ‘toplumsal hareket’ ve ‘toplumsal talepler’ dünyası boşalmıştır.
“Ayakların baş olması halinde kıyametin kopacağından” endişe eden, ancak kopan kıyametin bizzat nedeni olanlarla birlikte, ‘düzen’ ve ‘toplumsal hareket’in dili artık yer değiştirmiştir. Düne kadar İslami dili ön planda olan bir ‘toplumsal hareket’e devlet katından ‘laik’ tepkilerle karşı konulmaya çalışılırken, bugün ‘hareket’ten ziyade ‘liberal düzen’le örtüşmüş olan bir partiye gösterilen tepki, ‘toplumun dili’ ya da liberalizmin mağdurlarının dili vasıtasıyla gösterilmeye çalışılmaktadır. Düne kadar ANAP, Anasol vb. parti ve hükümetler tarafından, bugün ‘İslami’ vurgusu görünmez olmuş AKP tarafından taşınan liberal hegemonik söylem karşısında ‘sol’ dil en ‘meşru’ ya da en görünür dil olarak ortaya çıkmaktadır.
‘1 Mayıs 2008 savaşları’, bu yeni toplumsal hareket dilinin ve yeni bir düzen dilinin karşılaşmasının ürünüdür. AKP’nin temsil ettiği ‘düzen’ karşısında ‘meşru’ olarak ortaya çıkan ‘sol hareket’ dilini ise tek bir şapka altında anlamak mümkün değildir. En basitinden başta Hürriyet gazetesi olmak üzere birtakım büyük sermaye gazetelerinin bir anda ‘solcu’ kesilmeleri örnek gösterilebilir. 1 Mayıs’taki gaz bombalı zorbalık için “Polis devleti!” diye manşet atan bu tür gazetelerin bir zamanlar Kadıköy’deki 1 Mayıs’lardaki göstericilerin gerçekleştirdikleri şiddet sahneleri karşısında “Çiçekleri bile ezdiler” diyerek manşet attıkları, göstericilerin gözlerindeki ‘nefret’e takıldıkları hatırlanabilir. Büyük sermayenin sınıf çıkarlarını savunan bu kesimlerin ve yükselen bir İslami-toplumsal hareket karşısında düzenin şimdiye kadar kendini korumak için en çok başvurduğu ‘laiklik’ dilinin bugün aynı kesimler tarafından kullanılmasının pek anlamı kalmadı. Düne kadar tüketim kültürlerinin ve yaşam tarzlarının içgüdüsel olarak korunmasından başka bir dertleri olmayan ‘apolitik’ kesimlerin bugün değme kapitalizm eleştirileri eşliğinde ‘sol’la tanışmaları bu hareket ve düzenin yer değiştirmesinin ürünüdür.
Dolayısıyla, 1 Mayıs günü Taksim’e girme hakkını arayan insanları da tek bir şapka altında anlamak mümkün değildir. Bir yandan bu insanlar, liberal sömürü düzeni içinde ‘sosyal adalet’ taleplerini dile getiriyorlardı. Sosyal adaletin Taksim’de dile getirilmesi ise sembolik olarak büyük öneme sahipti. Çünkü Taksim 1977’de 34 insanın kontrgerilla tarafından katledildiği ve Türkiye işçi sınıfı tarihinde ve belleğinde anlam yüklü bir ‘yer’di...
Bugün işçi sınıfına referans vererek konuşan ‘sol’ dilin, kendi tarihiyle, kendi geleneğiyle konuşması gayet olağandır. Bugün böyle bir dilin Taksim’i talep etmesine ‘rasyonel’ (!) gerekçelerle (“Ne gerek var?”, “Gidin başka yerde bayram yapın!”, “Taksim’de provokasyon olacak!”) karşı çıkmanın, üniversitelere başörtüleriyle girmek isteyen insanların taleplerine ‘rasyonel’ (!) gerekçelerle (“Ne gerek var?”, “Gidin başka iş yapın!”, “Üniversitelerde provokasyon olacak!”) karşı çıkmaktan hiçbir farkı yok...
Ancak 1 Mayıs’ta Taksim talebi sadece bir sosyal adalet talebi ve bir bellek meselesi değildi... Aynı zamanda bir ‘fetih’ meselesiydi... Taksim ‘fethedilecek’ bir semboldü... Hükümetin ve güvenlik teşkilatının --ve düzenin- ‘namus’ gibi korumaya çalıştıkları sembolik bir alandı... 1 Mayıs’ta bir toplumsal hareket Taksim’i fethetmeye çalıştı, beceremedi... Taksim fethedilemedi ama bütün İstanbul ‘1 Mayıs’ alanına dönüştü. Sosyal adalet talep eden toplumsal hareket bir yandan hareket alanını genişletirken, diğer yandan modern toplumun çok klasik bir performansını sergiledi, yeniden üretti. İktidar olmaya çalışan bir siyasetle birlikte, bu düzenin ‘militarize erkekliğini’ yeniden üretti...
 
SPOT
‘1 Mayıs 2008 savaşları’, bu yeni toplumsal hareket dilinin ve yeni bir düzen dilinin karşılaşmasının ürünüdür. AKP’nin temsil ettiği ‘düzen’ karşısında ‘meşru’ olarak ortaya çıkan ‘sol hareket’ dilini ise tek bir şapka altında anlamak mümkün değildir. En basitinden birtakım büyük sermaye gazetelerinin bir anda ‘solcu’ kesilmeleri örnek gösterilebilir. 1 Mayıs’taki gaz bombalı zorbalık için “Polis devleti!” diye manşet atan bu tür gazetelerin bir zamanlar Kadıköy’deki 1 Mayıs’lardaki göstericilerin gerçekleştirdikleri şiddet sahneleri karşısında “Çiçekleri bile ezdiler” diyerek manşet attıkları, göstericilerin gözlerindeki ‘nefret’e takıldıkları hatırlanabilir
 
1 Mayıs’ta bir toplumsal hareket Taksim’i fethetmeye çalıştı, beceremedi... Taksim fethedilemedi ama bütün İstanbul ‘1 Mayıs’ alanına dönüştü. Sosyal adalet talep eden toplumsal hareket bir yandan hareket alanını genişletirken, diğer yandan modern toplumun çok klasik bir performansını sergiledi, yeniden üretti. İktidar olmaya çalışan bir siyasetle birlikte, bu düzenin ‘militarize erkekliğini’ yeniden üretti



Bu haber 547 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    3,858 µs