'Hükümet istifa etmeli' | " /> 'Hükümet istifa etmeli' | "/>

En Sıcak Konular

'Hükümet istifa etmeli'

27 Nisan 2008 17:07 tsi
'Hükümet istifa etmeli' Zaman gazetesi yazarı İhsan Dağı krizin faturasının kesileceğini düşündüğü hükümete istifa etmesini önerdi. Dağı'ya göre hükümetin tek çaresi bu. İyibilgi bundan bir ay önce yazmıştı bunu...

İyibilgi'nin 30 Mart'ta yazdığı "AK Parti darbecilere bir teklifte bulunsa?" başlıklı aynı yöndeki analizi için tıklayınız.

İhsan Dağı/Zaman

Hükümetten Meclis'e çekilmek

Siyaset cesur ve vizyoner hamleler gerektirir. Günü kurtarmaya yönelik politikalar toplumsal desteği harekete geçiremez; heyecanı pörsüler, siyaset çizgisini muğlaklaştırır.

AK Parti yol ayrımında. 14 Mart'la başlatılan darbe sürecine karşı demokratik bir hamle yapmak zorunda. Yaklaşık beş haftadır henüz bir tavır yok. Kapatma süreci normalleşiyor, kanıksanmaya başlıyor. 27 Nisan sonrası böyle miydi? AK Parti net bir pozisyon almıştı geçikmeden. Ve kitleler bu pozisyonu anladılar ve arkasında durdular. Ama şimdi durum farklı, hala bir pozisyon yok. Kafalar karışık; 'mini paket, partilerarası uzlaşma, olmadı referandum' derken net bir pozisyon ortaya konulabilmiş değil. Ayrıca, içten içe 'belki de kapatmazlar' düşüncesinin de akılları kemirdiği bir gerçek. Aslında tablo net; AK Parti hakkında kapatma davası açtıran dinamikler Anayasa Mahkemesi'nin bu partiyi 'aklaması'na izin vermezler. Kurulduğu günden beri AK Parti'ye nasıl ve ne üzerinden muhalefet yapıldığını hatırlayalım: 'Laiklik elden gidiyor'. Kapatma davası da 'laikliğe karşı eylemlerin odağı' olmaktan açıldı, yani son yedi yılın muhalefet dili bu defa hukuki bir zemine taşınmış durumda. Ama bu hukuki zeminde, iddiaların geçersiz olduğuna, AK Parti'nin laikliğe karşı eylemlerde bulunmadığına karar verilirse, yani parti kapatılmaz ve liderine siyasi yasak getirilmezse bunun çok ciddi siyasi sonuçları olur. 'Aklanan' bir AK Parti'nin kalıcılığı daha da pekişecektir ki, bu işe başlayanların asla razı olmayacakları bir sondur bu.

2002 seçimlerinin ardından AK Parti'yi varlıklarına tehdit olarak görenlerin kapatma dışı bir seçeneğe razı olacaklarını sanmıyorum. Bu, onlar için son hamle. Ve sonuna kadar gidecekler. Yine de kapatmama ihtimali var AK Parti'yi. Nasıl mı? Yaklaşık altı aylık kapatma sürecinde elinde ekonomik kriz patlayan, sosyal provokasyonların faturası önüne konulan, siyasi belirsizlik ve dış operasyonlarla parti içinde kopuşlar yaşayan bir AK Parti'yi kapatmazlar belki. Çünkü o zaman zaten kapatmaya gerek kalmaz... En iyimser senaryo bu!

Şu ana kadar net bir strateji belirleyip açıklamayan AK Parti yöneticileri mevcut krizi 'yönetilebilir' sanıyorlar ve yanılıyorlar. Kapatma süreci, ekonomik ve toplumsal krizlerin, sarsıntıların, provokasyonların faturasının AK Parti'ye kesileceği bir süreç. Hakkında kapatma davası açılan, her girişimi yargıyı baskı altına almak olarak suçlanan, 'topal ördek' konumuna düşürülmüş bir hükümet aynı zamanda da olup biteceklerden tam 'sorumlu'. Kriz beklentisi tavan yapmış durumda; dövizde ve fiyatlarda hareketlenmeler kaygı verici düzeylere çıkıyor. Türkiye'nin en önemli ekonomik sorunu olan cari açığın dış sermaye girişleriyle finansmanı çıkmaza girecek gibi, çünkü yabancı sermaye girişlerinde büyük düşüşler var. Kısaca, kapatma davasıyla ciddi bir siyasal krizin kapıda olduğunu gören ekonomik aktörlerin beklentileri yönetilemez halde.

Ya toplumsal provokasyonlar? Sıkıştırılan Ergenekon türü yapılanmaların reaksiyoner hamleleri beklenmedik şeyler değil. 1 Mayıs gösterilerinden diğer mitinglere her kalabalık bir hedef. Türkiye şu anda provokasyon cenneti gibi. Bırakın siyasi amaçlar taşıyanları veya istihbarat örgütlerinin oyunlarını, ciddi bir ekonomik oyuncu bile Türkiye'yi altüst edebilecek provokasyonlara kalkışabilir. Kısaca, İlhan Selçuk'un kalp ritminin hesabı bile bu hükümetten sorulurken bu süreç yönetilemez.

Ne yapmalı? Sorun aslında AK Parti'yi değil demokrasiyi kurtarma sorunu. Mevcut kriz bir kırılma noktası olabilir 'vesayet demokrasi'sinden 'tam demokrasi'ye geçişte. Bunun için 'vesayet demokrasi'sinin mevcudiyetini ortaya koyacak ve 'tam demokrasi' gereğinin altını çizecek hamlelere ihtiyaç var. Aslında kriz, vesayet demokrasisinin krizi. Birileri böylesine farklılaşmış ve farklılaştığı kadar da aktivize olmuş kimlik, çıkar, görüş ve talepler evrenini içeren Türkiye'yi ideolojik ve/ya zümresel vesayet altında yönetebileceğini sanıyor hâlâ. Bu anlayışı ve bu anlayışın aktörlerini kendi krizleriyle baş başa bırakmak gerek. Siyaset dışı aktörlerin demokrasi ve hukuk devletini nasıl ayaklar altına aldıkları görüntüsü demokratik güçlerin sahadan çekilmesiyle netlik kazanacak. Demokrasi ve hukuk devletinin içinin boşaltılmasına izin vermemek, demokrasi olmayan bu oyundan çekilmeyi gerektiriyor. Bunun ilk ayağı, AK Parti'nin milli iradeye yapılan darbeye seyirci kalmayacağını deklere ederek ve kapatma davası sonrası ortaya çıkan ekonomik ve toplumsal risklerin faturasını bu darbeyi hazırlayanların boynuna yükleyerek çekilmesi. Bu, kaçmak değil; sorumlu davranmaktır. Faturayı sorumluların eline tutuşturmak, halkın kimden hesap soracağını bilmelerini sağlamaktır.

"Ulusalcı cephe" hükümetine bir şans verilmeli!

AK Partililerin görmesi gereken şudur; ya parti kapatılacak veya direksiyonda Erdoğan'ın olduğu Türkiye arabası duvara çarptırılacaktır. AK Partililer bu arabayı sürdüklerini sanıyorlar; oysa arabanın direksiyonu bozulmuş, frenleri patlatılmış halde. Çekilme, tasarlanmış sona doğru 'son çıkış' noktası... Arabadan inmek ve birilerinin bu arabaya neler yaptıklarını açıklamak boyunlarının borcu. İktidarı bırakmak kolay bir karar değildir elbette, ama zaten zahiri bir iktidarsa sizinki, kendinizi aldatmanın bir anlamı var mı? Ayrıca AK Partililerin hatırlaması gereken başka bir gerçek var; bu parti iktidara muhtaç değil, iktidardan doğan bir parti de değil. Tam da tersine, iktidara 'güç odaklarına' rağmen gelen bir parti; Ankara'nın iktidar koridorlarından değil Pınarhisar Cezaevi'nde doğan bir parti. AK Parti'ye muhalefet yakışacak.

Aslında mevcut koşullarda 'meclise çekilmek' iktidarlaşmaktır; böylece AK Parti en güçlü olduğu yere, yani milli iradenin ocağına dönmüş, çekilmiş olacaktır. Önerdiğim, AK Parti'nin kendini nadasa bırakması; 'demokrasi yoksa biz de yokuz, tam demokrasiyle geleceğiz' diyebilmesi. Bunun adı tam demokrasi için pasif direniştir. Türkiye'nin tam demokrasiyi inşa etmesi ancak böyle bir kırılmaya bağlı. Yoksa, vesayet demokrasisiyle devam...

İstifa sonrası ne olabilir? AK Parti istediği zaman erken seçim kararı alabilir. Ama erken seçim öncesi Türkiye'nin hükümetsiz kalmasına da seyirci kalmaz. CHP ve MHP'nin kuracağı 'ulusalcı cephe hükümeti'ne dışarıdan destek verebilir. Böylece Baykal'ın düşleri gerçekleşmiş, Başbakanlığa ulaşmış olur. Bakarsınız bu, Baykal'ı biraz sakinleştirebilir de.

Böylece AK Parti'nin dışarıda kaldığı bir Türkiye manzarasını izlemek imkanına kavuşuruz. Düşünsenize Onur Öymen'in Dışişleri Bakanı olduğu bir ülkeyi? Böyle bir CHP-MHP koalisyonunun ekonomiyi nasıl yöneteceği, yabancı sermaye ile nasıl çalışacağı, AB yoluna nasıl devam edeceği, ABD ile neler yaşayacağı görülür. Ulusalcı, içe kapanmacı, piyasa karşıtı, bölgeyle ve dünyayla kavgalı bir hükümetin bu ülkeyi nasıl maceralara götüreceğini tecrübe etmenin sonsuz yararları olacağını düşünüyorum. Gelecek martta yerel seçimlerle birlikte yapılacak bir genel seçimde de halk AK Parti'nin 3 Kasım 2002-14 Mart 2008 performansı ile CHP-MHP koalisyonunun performansını karşılaştırır ve kararını verir. İş çevrelerinin de, büyük medyanın da Türkiye'yi nerede görmek istedikleri konusunda fikirleri netleşir. Eğer AK Parti bu süreçte 'yeni anayasayla tam demokrasi ve hemen AB üyeliği' ekseninde bir muhalefet yürütürse Türkiye vesayet demokrasisi kısırdöngüsününden kurtulabilir.

'Ulusalcı cephe hükümeti', AK Parti'siz bir siyasi tablonun sonuçlarını bütün dünayaya da gösterecektir. Ulusalcı bir dalganın meşruiyeti sorgulanır 'iktidarı'ndan sonra 'tam demokrasi' hedefine kilitlenen bir Türkiye'nin AB üyeliği süreci hızlanabilir. Bunun örnekleri var. Albaylar Cuntası'nın 1974'te devrilmesinden 7 yıl sonra Yunanistan, AB üyesi olmuştur. Franco sonrası 1978'de demokrasiye geçen İspanya 1981 darbe girişiminden beş yıl sonra tam üyedir. Bir başka örnek Portekiz'dir. Temel gerekçe, otoriter eğilimlerin güçlü olduğu bu ülkelerde demokrasinin pekişmesini sağlamak, demokratik istikrarı garanti altına almaktı. Benzer bir düşünce biçimi Türkiye'ye ilişkin de gelişiyor. Ulusalcı cephenin 'çılgın'lıkları AB'yi Türkiye'ye ilişkin yeni bir stratejik tercihe zorlayacaktır. Türkiye'yi kaybetmek istemeyen Avrupalılar, 'tam demokratik yeni Türkiye'yi 2013'te üye yapabilir. Kısaca, 'tam demokrasi' için sivil direniş ülkenin önünü açacaktır. Bazen geri çekiliş daha güçlü bir dönüşün şartıdır.

25 Nisan 2008, Cuma



Bu haber 1,529 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    3,263 µs