Bir portre: Tek kişilik vakıf | " /> Bir portre: Tek kişilik vakıf | "/>

En Sıcak Konular

Bir portre: Tek kişilik vakıf

21 Nisan 2008 10:12 tsi
Bir portre: Tek kişilik vakıf Ömrünü Peygamber Efendimiz'in mescidinin gölgesinde geçiren Ayşe Hümeyra Ökten, Türkiye'nin ilk başörtülü üniversite öğrencisi, ilk başörtülü doktoru ve meslek hayatının her dakikasını insanlara hizmete adamış bir vakıf insanı…

Recep Yeter / Yeni Şafak

Dr. Ayşe Hümeyra Ökten. Onu bir gazete sayfasında anlatmak mümkün değil. Bu yüzden birkaç ipucunu paylaşmakla yetineceğim. 80'li yaşlarına kadar çalışıp hizmet eden Hümeyra Hanımefendi, hizmetlerinden geriye vakit kalmadığı için evlenmemiş bir müstesna insan.

Bunun için de kesinlikle pişman değil. Çünkü karşılık beklemeden fakirlerin derdine derman olmuş bir garip annesi. Hümeyra Hanımef endi, aynı zamanda Türkiye'nin başörtüsü sancısını yaşayan ilk öğrenci ve 1970'lere kadar Türkiye'nin gördüğü tek başörtülü doktor.

Aynı zamanda İmam Hatip Liseleri'nin kurucusu Celalettin Ökten'in kızı olan Hümeyra Hanım'ı, evinde ziyaret ettik. Suudi Arabistan'ın doktor ve mühendislere oturum izni verdiği 1959'dan bu yana hiç aksatmadan her yıl Medine'ye gidip birkaç ayını orada geçiren Hümeyra Hanım, senelerce Peygamber Efendimiz'in mescidinin minarelerinin gölgesi altında yaşadı.

Hala, İstanbul'a geldiğinde belediye otobüsüyle seyahat edecek kadar zinde olan Hümeyra Hanım, 'Sağlığınızı neye borçlusunuz' diye soranlara 'Namaza’ cevabını veriyor. Kutlu Doğum’un konuşulduğu bugünlerde Hümeyra Hanım ile hem kişisel tarihini hem de Hz. Peygamber'i sevmeyi konuştuk.

Ökten soyadına aşinayız. Ama siz hep gözlerden ırak oldunuz. Ayşe Hümeyra Ökten nerede, nasıl bir ailenin içine doğdu?

İstanbul Fatih'te, Sarayağacı Caddesi'nde üç katlı ahşap bir konakta ve Allah'a çok şükür ki Müslüman bir ailede dünyaya gelmişim. Sene 1925. Saadettin, ben ve bir de kız kardeşimiz Züheyra olmak üzere üç kardeşiz. Babam okumaya çok hevesli olduğu için Yüksek Muallim Mektebi'ni bitirince Arapça hocası olmuş. Ayrıca bir de Dar-ül Fünun'u bitirip Felsefe ve Edebiyat hocalığını almış. Annem ilkokul mezunuydu ama o zamanki ilkokul kuvvetli eğitim verilen bir yerdi. Güzel okur, yazar ve çizerdi. Güzel kabiliyetleri vardı. Yani evimizde hem dini kültür vardı, hem de ilim olan bir aileye sahiptik. Evimize sürekli  gazete girerdi. Babamın kitapları devamlı ortadaydı. Bize de mecmualar alınırdı ilkokuldan itibaren.

Ahşap konakların kültürünü doyasıya yaşayabildiniz mi?

Elbette. Şu anda evimizin yerinde 28 ailenin oturduğu bir apartman var. Oysa bizim evimizin bahçesinde kamelya ve havuzumuz vardı. Minderler konurdu kamelyaya. Ortaya yemek tahtası gelirdi. Tıpkı bugünlerde olduğu gibi sümbüller açardı. Çok severdi babam sümbülleri. Pazar sabahları orada kahvaltılar edilirdi. Çeşit çeşit meyveler vardı bahçemizde. Evde olduğun zaman herkes birbirinin halinden haberdar oluyordu. Aile sevgisi, aile bağları daha kuvvetliydi.

Ayşe Hümeyra isminin özel bir nedeni var mı?

Bu ismi almamın sebebi babamdaki Peygamber Sevgisi. Peygamber Efendimiz'in en sevdiği eşi Ayşe annemizdir. Genç ve yanakları kırmızı olduğu için Peygamberimiz sevgili eşlerine 'Ya Hümeyra' diye hitap edermiş, 'Benim kırmızıcığım' manasında.

Celalettin Ökten'in siz ve kardeşlerinizin üzerinde nasıl bir etkisi oldu?

Bizi dini hassasiyetle yetiştirdi babam. Hem annemin güzel telkinleri olurdu. Hem de babam, gece dersimizi çalıştıktan sonra bizi etrafına alır bir mevzu açar, bazen tarihten, bazen eski siyasi simalardan anlatırdı. Tabi ağırlıklı olarak da dini hikayelerden bahsederdi.

Hangi okullarda okudunuz? Başarılı bir tahsil hayatınız vardı sanırım…

İlkokula Hırka-i Şerif'te 53. İlkokul isimli küçük bir binada başladık. 1 ve 2. sınıfı orada, 3. sınıfı Karagümrük ilmiyede ve 4 ile 5. sınıfı da Çarşamba'da bir okulda tamamladım. Okula başladığım ilk gün öğretmenimden 'Aferin' aldım. Sonraki yıllarda bu aferinler devam etti. Hatta o zaman Tan gazetesi bir yarışma tertiplemişti. Çocuk Ansiklopedi’si hediyeli. Üç dört şube toplandık. Ben hemen soruyu anlayıp çözmüştüm. Sonra evimize kitapları gönderdiler. Babam çok memnun olmuştu. Bunu hiç unutmam. Peşinden Cumhuriyet Lisesi'nde okudum 6 ve 7. sınıfı. Ardından İstanbul Kız Lisesi'ne geldim. Liseyi orada bitirdim. Lisedeyken iftihar listelerine girerdim. İki sene üst üste iftihar listelerine girenler tıbbiyeye imtihansız girerdi. O şekilde tıbbiyeye girdim.

Tıp Fakültesi sizin tercihiniz miydi?

Tıbbiyeye gireceğim zaman babamla konuşmuştuk. İki ev olan bir köye bile gitsen oraya bir doktor lazım dedi. Bir profesör vardı çocuk hastalıkları mütehassısı. Babam 'ona kızımı doktor yapacağım' deyince, 'Hocam tavsiye etmem, doktorluk dert mesleği' dedi. Ama ben tercih ettim. Hiç de pişman olmadım elhamdülillah. Dertlere faydalı oluyorsunuz. O hastalar size nasıl ümitle bakıyorlar. Orada bir işe yaramak insana yetiyor.

Başörtülü olarak üniversiteye giden ilk öğrenciydiniz. Yalnız başınıza olmak sizin için zor olmadı mı?

Yalnızdım. Başka kimse yoktu. Yalnız olduğum için mücadele de edemeyecektim. Bu yüzden okulun kapısına kadar gidip başımı açıyordum. Ayrıca mağlup olmaktan korkan bir insanım. Yalnız olmam nedeniyle mağlup olacağım endişesini taşıdım. 

Başörtülü, namazını kaçırmamaya çalışan bir insan olmanız eğitiminizi olumsuz etkiledi mi?

1943'te tıbbiyeye girdim. 1949'da lisans, 1955'de ihtisas bitti. İhtisas bitene kadar hocasına hiç itiraz etmeyen, çekingen, sadece vazifesini yapan başarılı bir asistandım. Herkesle iyi geçinirdim. Bu yüzden de sevilirdim. Namazlarımı kaçırmamaya özen gösteriyordum ama okulda namaz kılabileceğim bir yer yoktu. Camiler de hırsızlık olmasın diye kapalı tutuluyordu. Bu yüzden namazlarımı kılmak için Beyazıt'a, eve gelirdim.

Asistanlığınız sırasında hacca gitme fırsatınız da olmuş.

Evet. Tıbbiye'de asistanken içime bir heves geldi ve namazlardan sonra dua etmeye başladım, ‘Allah'ım bana haccı nasip et’ diye. O sene üniversiteden asistan alınacaktı Kızılay görevlisi olarak. Hac, Ağustos ayına denk geldiği için çok meşakkatli oluyordu. Bu yüzden genç doktorlar götürülecekti. Ben fark etmedim bu duyuruyu fakat Vakıf Gureba Hastanesi'ndeki baş asistan benim dine meyilli olduğumu bildiği için haber verdi. O kafileye önce bizim ismimiz yazıldı sonra diğer doktorlar eklendi ve gittik.

Sıcakta çalışmak zor olmadı mı sizin için?

Başım örtülü olduğu için başımın üzerine buz torbası bağlıyordum. Erkek doktorlar çadırdan çıkamıyordu ama ben   çadır çadır dolaştım. Genç olduğum için daha fazla hacıya faydalı olmak beni çok mutlu ediyordu. Orada dua ettim, 'Ben her sene hacca geleyim ve hacılara hizmet edeyim.' diye. Rabbim de duamı kabul etti. Sonraki yıllarda. Hac dönüşünde ihtisasımın bitmesine 1,5 sene vardı. Hocamın yanına gittim, belki başörtüsüyle devam etmek için müsaade alırım diye… Ama bana ne 'bu böyle hacı hanımlar' gibi dedi. Üzülerek devam ettik. Çok başarılı olduğum için herkes beni fakültede kariyere kalacak zannediyordu. Tam dört sene dolduktan sonra ben ayrılacağımı bildirince Hocam dedi ki ‘Bu ne acele Hümeyra?’ Yalnız olmanın verdiği çekingenlikle 'Ben başörtüsünden dolayı bırakıyorum' diyemedim. Dedim ki ‘Babam emekli oldu, aileye katkıda bulunmam gerekiyor.’ Fakülteden ayrıldıktan sonra Verem Savaş Dispanseri'ne girdim. Sarıyer Dispanseri başhekimiydim. Kimse karışmıyordu orada bana. Başörtüyle çalışabildim.

Başka meslektaşınız var mıydı başörtülü olarak?

Başka kimse yoktu… Yalnızdım 1970'lere kadar.

HER SENE GELEYİM DİYE DUA ETTİM

Emekli olduğunuzdan beri yılın altı ayını Türkiye'de, altı ayını Medine'de geçiriyorsunuz. Sizi Medine'ye çekip götüren sevginin kaynağı nedir?

Hz. Peygamber’in sevgisini ailemden aldım. Babam ‘saçım kadar canım olsa hepsini Resulullah için feda ederim’ derdi. Hicaz'a gittik. Evvela Hac yaptık sonra Medine'ye gittik. Medine beni çok etkiledi. Medine'de büyük bir huzura çıkmanın heyecanını yaşadım içimde. Ruhumda o kadar büyük bir değişiklik oldu ki. Medine'yi vatanım gibi hissettim. Döndükten sonra aklım fikrim orada kaldı ve hep gitmek için çalıştım. 1956 yılında da nasip oldu tekrar. Annem, babam ve ben üçümüz gittik. Medine'nin tesirini babam da hissedince babam Medine'de yaşama fikrini ortaya attı. Çünkü o zaman Suudi Arabistan, mühendislere doktorlara, eczacılara oturma izni veriyordu. Babamla birlikte müracaat ettik. Oradan da cevap geldi ‘kendi namınıza gelirseniz, serbest hekimlik yapmak üzere oturma hakkı veririz’ diye. 1959 senesinde de babamla ikimiz gittik. Ben kaldım orada, oturma hakkını aldım, babam döndü. Sonraki yıllarda da emekli oluncaya kadar 20-30’ar gün süreyle kalmaya devam ettim.

Ülkemizde Kutlu Doğum Haftası ismiyle Peygamber Efendimiz anılıyor. Siz senelerdir Peygamber Efendimiz'in şehrine gidip geliyorsunuz. Farklı milletlere baktığınızda insanımızın Peygamber sevgisini nasıl görüyorsunuz?

Orada Peygamber Efendimiz'e bir hürmet var ama bizim hürmetimiz daha tatlı. Biz sanat tarafından da gidiyoruz. İlahilerimiz okunuyor, sevgiyi dile getiren şiirler söylüyoruz. Suudi Arabistan halkı çokça salavat getirir ve çok Kur'an okur. Diğer milletlerden insanlar da çok hürmet ederler. Namaz vakitlerinde Medine'de hayat durur. Daireler öğleden sonra 2'de kapanır. İkindi akşam ve yatsı namazı vaktinde herkes Mescidi Nebevi'dedir.

Sizin eviniz de yakın mı Mescid-i Nebevi'ye?

Eskiden evimiz çok yakındı. Harem-i Şerif genişletilirken evimiz yıkıldı. Eskiden evimizin üzerine haremin minarelerinin gölgesi düşerdi. Şimdi yaklaşık 45 dakika yürüme mesafesinde. Ama her gün Harem'e gidiyorum. Yakınken beş vakit namazımı orada kılardım. Artık ikindiden sonra gidip akşam ve yatsı namazını kılıp geri dönüyoruz. Bu yıl Ravza-ı Mutahhar'a kadınlara da gece vakti açıldı. Artık gece gitmeye de başladık.

İlk gittiğiniz yıllar ile bugün arasında ne fark var?

Eskiden hac mevsimi dışında kalabalık olmazdı. Şimdi bütün sene kalabalık. İnsanlar şuurlandı. Ayrıca gitmek kolaylaştı. Sonra oradaki imkanlar rahatladı. İlk gittiğim yıllarda içme suyu satılmazdı. Sadece çeşmeden su içilirdi. Sokaklarda köşe başlarında küpler içinde su bulunurdu. O küplerin içerisine kumlar dolduğu için başörtümü süzgeç yapıp su içtiğimi hatırlıyorum.

Peygamber Efendimiz'in hayatınızdaki yerini nasıl görüyorsunuz?

Peygamber Efendimiz bizim için ümit kapısı. O'nu sevmemek için sebep yok. Her güzellik onda. Sınırsız şefkat kaynağı. Doğruyu göstermiş, hiç kimseye fenalık etmemiş. Her şeyden önce böyle bir insan sevilmez mi? Tabi onun sevgisi, Allah'a da yaklaştırıyor insanı. Bana bu nimetleri veren rabbime karşı ne yapabilirim diye sormaya başlıyor insan, onun sevgisiyle…

Tecrübeli bir hekim olarak ülkeye ve insanlara baktığınızda ne görüyorsunuz?

Benim inancımın gereğini söyleyerek cevap vereyim. İnsan bilmediği şeyin aleyhinde olur. Bu yüzden de dini bilmiyorlar ve dinin aleyhinde oluyorlar. Anne babalar daha erken yaşlarda dini değerleri çocuklarına öğretmeli, sevdirmeli ama asla baskı yapmamalı. İnsan dini ve güzel ahlakı öğrendiğinde yalnız ahirete  çalışmış olmuyor ki dünya için de faydalı oluyor. Hakkı hukuku biliyor. Kimseye zarar vermek istemiyor. Yalan, hile ve bir çok yolsuzlukların önüne geçiliyor. Bizim en büyük açığımız bu.

GARİPLERİN ANNESİ OLMAK BANA YETTİ

82 yaşındasınız. Yaşıtlarınızın bir çok torunu var. Anne olmadığınız için hiç pişmanlık duydunuz mu?

Hiç pişmanlık duymadım. Çünkü o zamanlar muayenehanede çalışıyorum, çıktıktan sonra bir çok hastam var onlara gidiyordum. Fakir hastalara yardım ediyordum. Kendime dedim ki, ben bir erkek doktor olsam böyle bir kadın alır mıyım? Almam. Niye alayım gece 11-12'lere kadar çalışan bir kadını. Ondan sonra Medine işi çıkınca da ‘Evlenirsem hiç gidip gelemem, o halde hizmet edeyim, başkalarının doğurduğu çocukları ölümden kurtarayım’ dedim. Bana göre en büyük hizmet bu. Belki kendim üç beş çocuk annesi olabilirdim ama daha fazla çocuğun hayatını kurtardım. Bu büyük bir mutluluk olsa gerek. Ayrıca çok şükür hiç de yalnız kalmadım. Çevremde her zaman sevenlerim oldu.

Mehmet Zahit Kotku gibi önemli insanlarla dostluğunuz olmuş. Nasıl bir dostluktu bu?

Evet. Bir hac dönüşü vapurda tanıştık kendisiyle. Sonrasında dostluğumuz devam etti. Hekimliğini yapmak nasip oldu. Biz de Mehmet Zahit Efendi'nin yolundan gittik. O dönemlerde Mehmet Zahit Efendi dışında Bursa gibi şehirlerden de tasavvuf büyüklerinden mektup aldım. Bana ders teklif ediliyordu. Sonra Medine'de Şazeli Şeyhi Mühürcü Fehmi Efendi vardı. O da bana ders teklif etti. Ve hiç biri darılmadılar. Sormadılar da yapıyor musun yapmıyor musun diye… Ve tabi ki hepsiyle dostluğumuz devam etti.



Bu haber 584 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    3,750 µs