En Sıcak Konular

Org. Torumtay'ın istifasının gerçek nedeni

17 Nisan 2008 13:22 tsi
Org. Torumtay'ın istifasının gerçek nedeni Eski Genelkurmay Başkanı Org. Necip Torumtay'ın kendi isteğiyle, Özal'a tepki için istifa ettiği biliniyor. Fakat asıl istifa sebebi bilinenden çok farklı. İşte olayın şahidinden tarihi gerçek...

Bugün yaptığı icraatlardan ve gerçekleştirdiği yeniliklerden dolayı 80'li yıllara damgasını vuran, Türkiye'nin 8. Cumhurbaşkanı merhum Turgut Özal'ın vefatının 15'inci yılı… Özal, “Beni öldükten sonra anlayacaksınız” demişti. Gerçekten de Özal yeni yeni anlaşılıyor. Şüphesiz en önemli Özelliği ileri görüşlü olmasıydı. O gün için anlaşılmayan icraat ve sözleri bugün daha iyi anlaşılıyor. Özal, halkın içinden gelen biri olarak halkla iyi diyalog kuran bir liderdi. Merhum Turgut Özal'ı, Cumhurbaşkanlığı döneminde siyasi danışmanlığını yapan Verso Başkanı Stratejist Erhan Göksel'e sorduk. Göksel, Özal'la yakın bir ilişki  kurmuştu.Erhan Göksel, Özal'ın güvenini kazanan az kişiden biriydi.  Özal' ın ölümünden önceki dönemde, Çankaya Köşkü'ne elini kolunu sallayarak girecek kadar ailenin mahremindedir. Özal'ın bilinmeyenlerini Erhan Göksel'le konuştuk.

Merhum Turgut Özal'ın Cumhurbaşkanlığı döneminde siyasi danışmanlığını yaptınız. Sizin görebildiğiniz kadarıyla Özal'ı Özal yapan özellikleri nelerdi?

Özal'ı “Özal yapan” bence en önemli, belki de tüm Cumhuriyet tarihinde Mustafa Kemal Atatürk'ü saymazsak en önemli ayrıcalığı ve farkı; ileri görüşlülüğüydü, geleceği görebilmesiydi. Çünkü geleceği göremeyen lider geleceği tasarlayamaz, planlayamaz. Geleceği görmeyen lider asla geleceği kuramaz. Bir büyük lider “geleceği kuran” liderdir. Özal, geleceği görmek konusunda Mustafa Kemal Atatürk'ü saymadığımız sürece ki; onu değerlendirme dışı tutuyorum; Onun dışında gelmiş geçmiş bütün siyasi liderlerden daha önde olan bir kişiliğe sahipti.

Gelen yeni liderler Özal'la kıyaslanır. Özal'ın yerini doldurabilecek bir lideri görüyor musunuz? Şu an Tayyip Erdoğan gösteriliyor…

Şu an için maalesef hayır. Hayır, çünkü Özal'ın yerini doldurabilmek için Özal'ın deneyimlerine ve vizyonuna sahip olmak gerekir. Özal'ın deneyimi çok yönlüydü. Devletin içinde çalıştı, özel sektörde çalıştı, Dünya Bankası'nda, yurt dışında çalıştı. Özal'ın bir yığın ciddi kurumlarda çalışmışlığı var. Bunun ötesinde, çok ciddi bir eğitimi var Özal'ın. İstanbul Teknik Üniversitesi'nin adeta Türkiye'de “ Eğitimin İmparatorluğu” olduğu dönemlerde, dünya çapında eğitim verildiği yıllarda okumuştur. Tıpkı Korkut Özal gibi, tıpkı Necmettin Erbakan gibi ve tıpkı Süleyman Demirel gibi. Hepsi aynı dönemin insanlarıdır. Tayyip Bey'in bilgisi onlara göre çok yetersiz, devlet tecrübesi ise hiç yoktur. Ancak bir şey söyleyeyim: Özal'ı Türkiye'deki karizmatik liderler arasında saydığımızda Menderes'i, Demirel'i Özal'ı nasıl sayıyorsak; Özal'dan sonra ki en karizmatik lider olarak da Tayyip Erdoğan'ı saymak durumundayız. Onun hakkını da burada teslim etmek lazım.

Sol Aydınlar Türk Halkından Kopuk…

Turgut Özal sizin için öncelikle başka neleri ifade ediyordu?

Turgut Bey, benim için ortalama Türk halkının genelini temsil ediyordu. Turgut Bey, Türk halkının yüzde sekseni gibiydi. Dans da eden, Cuma namazı da kılan, Oruç da tutan, ara sıra içki de içen; yani özetle, ortalama Türk halkının yüzde sekseni gibiydi. Turgut Bey Anadolu İslamiyetini yaşayan bir insandı. Bu konularda da çok hassastı. Geçmişte Turgut Bey'i bu konularda, muhafazakar eğilimlerinin eleştirilmesini hiç bir zaman anlayamamışımdır. Özal ve Türk halkı genelde aynıydı.  Türk halkının yüzde sekseni budur. Eleştirenler o tarihte hep sol aydınlardır. O günlerde Turgut Bey'i eleştiren sol aydınların -ki, ben de sol kesim içindeydim o tarihlerde- Türkiye'den, Türk halkından ne kadar uzak, ne kadar kopuk ve Türk halkını hiç tanımadıklarını bugün Özal'a yapılan eleştirilerden daha iyi anlıyordum.

Erhan Göksel'e Mahalle Baskısı

Özal'ın irticai faaliyetlerde bulunduğu da iddia ediliyordu. Hatta Cumhurbaşkanlığı adaylığı da o yüzden engellenmeye çalışıldı…

Doğru, çalışıldı ama becerilemedi. Çok haklısın. Ancak ne acıdır ki; Özal'ı “takunyacı” diye eleştirenler ve önünü kesmeye çalışanlar; bugün AKP'yi destekleyenlerle aynı köşe yazarları. Bu da tarihin bir ironisi herhalde.

Fikir değiştirdiler….

Fikir demeyelim. Artık eski dünyanın 20. Yüzyılın o aydınları yoklar bugünkü dünyada. Küresel sermeye, onlara da egemen oldu. 21. Yüzyılın en yalın gerçeği, aydınların küresel dünyada “paranın yanında” yeralır olmaları oldu. Onların “ülkeleri”, “vatanları” artık yok; onların yurtseverliklerinin yerini kendi “izzet ve ikballeri için” tuttukları safların, yani “uluslararası sermayenin çıkarları” aldı diye düşünüyorum.

İnsanların, kişiliklerin değiştiğine inanmıyorum. Türkiye'deki sol aydınların sağda yer bulamadığı için “solcu” olduğuna inanıyorum. Gerçek solda olduklarına inanmıyorum. Gerçek solda olan insanlar zaten o kadar belli, o kadar netler ki; onları bulmak hiç zor değil zaten. Ama onların sesleri kesilmiş, kötü paranın iyi parayı kovması gibi; bu ülkenin gerçek aydınları da bu ülkeden ya kovulmuşlardır, yada sesleri kesilmiş ve adeta yok sayılmaktadırlar.

Benim Özal'a cumhurbaşkanlığı döneminde danışman olmam da yakın çevremde eleştiri konusu olmuştu.

Ne gibi eleştiriler yapıldı size?

En başta sol fikirli bir insan olarak neden Özal'la çalıştığımı, bunu anlayamadıklarını; Özal'ın irticacı olduğu iddiaları vardı. Bugün üzerinden 15 sene geçtikten sonra, bugün o iddiayı yapanların çoğu bugün AKP iktidarına büyük destek veren aynı kişiler. İsim vermek istemiyorum, gerek de yok zaten. Biraz düşünen ve geçmişi hatırlayanlar hemen bu isimleri bulacaklardır. Artık bu yalaka ve dönek adamlarla ilgilenmiyorum. Yeni dönekler ve yağcılar ortaya çıktıkça artık hayret de etmiyorum, çünkü çok alıştım bu menfaat ilişkilerine.

Necip Torumtay Özal'ın Tehdidinden Korktuğu İçin İstifa Etti

“Necip Torumtay Olayı”nın perde arkasında ne var? Tam olarak aydınlanmadı bu istifa. Siz de hiç konuşmadınız bugüne kadar. İstifanın asıl sebebi neydi?

Aslında konuşmam gerek galiba. Sanırım bu konunu artık kamuoyuna mal olması gerek. Zamanı geldi herhalde.

Ben bu olaya istemeden de olsa kendi gözlerimle şahit oldum. Neredeyse 18 yıl oldu.  1. Körfez savaşı sırasındaydı. Tesadüf Rahmetli Özal o gün beni çağırmıştı. Ben de tam makamının karşısında, üst kata çıkan merdivenin altındaki odada, Arif Yüksel Bey'in kullandığı odada oturuyordum. O sırada kimin olduğunu bilmediğim ziyaretçinin çıkmasını bekliyordum. Arif Bey o zaman Özal'ın danışmanıydı. Dönemin Adalet Bakanlığı müsteşarı…

Birden bire kapı açıldı, hızla yürüyen birisinin ayak seslerini ve Turgut Bey'in öfkeli sesini duydum. Turgut Bey'in odasına doğru yürürken koridorda hızlı adımlarla yürüyen, şapkası koltuğunun altında  Genel Kurmay Başkanı Necip Torumtay'ı arkasından gördüm. O zamanlar güvenlik için Köşk'e röntgen cihazı yeni koyulmuştu. Necip Torumtay büyük bir hızla cihazdan ve kapıdan çıkarak merdivenlerde kaybolmuştu.

Bense yüzümü odaya çevirerek ne oldu diye koridordan makama doğru geçerken, Turgut Bey'i kızgın ve sinirinden mos mor olmuş bir ifadeyle kapı aralığında ayakta dururken gördüm. Turgut Bey bana dönmüş, ama adeta beni de gözü görmüyor, daha sonra sadece bir kez gördüğüm alı al moru mor olmuş bir ifadeyle “Yüce Divan'a vereceğim…” diye kendi kendine konuşuyordu.

Sonra neler oldu?

Sonra Arif Yüksel'e derhal emirler yağdırdı. Genel Kurmay Başkanı'nı Yüce Divan'a vermek istiyordu. Şimdi tam hatırlamakta zorlandığım çeşitli sözler söylüyordu.  “Türk Silahlı Kuvvetleri'nin komuta heyetinin başında olmayı hakketmiyor”, “…önlerini bile görmüyorlar”, türünden. Yüce Divan'a verme lafını bu kadar yıldır hiç aklımdan çıkaramadım.

Özal Torumtay'a rest mi çekti?

Rest çekip çekmediğini görmedim ve duymadım. Ama Arif Yüksel'e Yüce Divan'a göndereceğim dediğini gayet iyi hatırlıyorum. Kısa süre sonra sakinleşti. Yarım saat sonra Arif  Yüksel geldi elinde kitapla “Türkiye'de herkesi Yüce Divan'a verebiliyoruz, bir tek askerler verilmiyor” dedi Özal'a. Özal anlayamadığım bir bakışla bana bakarken ben de halk tabiriyle “bir yaşıma daha girdim.”

Turgut Bey'le otururken bir-iki saat falan geçti geçmedi, Özal'a bir telefon bağlandı. Necip Torumtay istifa etmişti. Özal, “iyi oldu böylesi” dedi. Ben de Özal'a; bu kadar kısa sürede istifası çok garip dedim. Necip Torumtay'ın kendisini Yüce Divan'a vereceğini söyleyip söylemediğini sordum. Özal açıkça; “elbette söyledim” dedi.

Torumtay, Turgut Özal'ın tehditlerinden dolayı mı istifa etti?

Yüce Divan'a vereceğim lafı üzerine  istifa ettiği açık.

Bildiğiniz kadarıyla kavga sebebi neydi?  Özal'ı o kadar öfkelendiren neydi?

Necip Torumtay, hatırladığım 1987'de Genelkurmay Başkanlığına atandı.  Aralık 1990 tarihinde istifa etti. İstifasında ayrılmasına sebep olarak “1. Körfez Savaşı'nda hükümetin tutumuna tepki gösterdiği” öne sürüldü. Basında, Cumhurbaşkanı Turgut Özal tarafından Irak'a karşı ABD ile beraber hareket edilerek “Musul ve Kerkük sorununun çözülmesi” kararına uymak istemediği ileri sürüldü. Ordunun teçhizatının yetersiz olduğu gerekçesini ileri sürdüğünü bana Özal çok sonraları bir vesileyle anlatmıştı.

Özal vefatından altı ay kadar önce bir akşam bana aşağı yukarı şu değerlendirmeyi yapmıştı: Özal' göre   “Türkiye'deki Kürt meselesi ve Irak sorunu ileride Türkiye'nin başına büyük belalar açacaktı. Türkiye, ABD ile birlikte hareket etmek, ve bu coğrafyanın hakim devleti olmak zorundaydı.  Atatürk'ün hülyası olan Musul Kerkük'ü de içine alarak tüm Kürt nüfusunu da Türkiye'ye dahil etmek hayal değildi. Bu konuda Kürtlere büyük güven duyuyor ve Türklerle Kürtlerin bin yıllık birlikteliğini hiçbir güç bozamazdı.” Yani Özal, “bölgenin süper gücü olmak istiyordu. Musul ve Kerkük'ü alma planları vardı.

Siz bu konuda ne düşünüyordunuz? Özal'a neler öneriyordunuz?

Ben o tarihte karşı çıkıyordum. Hem de  şiddetle karşı çıkıyordum. Çünkü Musul ve Kerkük meselesinin Türkiye'nin başını belaya sokacağını, bunun çok büyük uluslararası bir planın parçası olduğunu, Türkiye Lozan'da, Musul'u (ve Kerkük'ü) vermek zorunda kaldığını söylüyordum. Özal ise bana;  “Atatürk yaşasaydı bu işi halledecekti” demiştir.

Bugün baktığımda bu tespitin ne kadar doğru olduğunu anlıyorum. Musul meselesi Atatürk için ölene kadar en önemli sorun olmuştu, Hatay'dan sonra.

O zaman şöyle söyleyelim: Necip Torumtay'ın tepkiden dolayı istifa ettiği söyleniyordu ama aslında asıl sebep, Özal ile arasında geçen sert tartışmaydı…

Tartışmaydı sanırım. Evet, bence Torumtay, Özal'ın kendisini Yüce Divan'a vereceğini zannetti. Yani verilemediğini bilmiyordu. Böyle bir sürecin önünü kesmek için muhtemelen sadece şahsının değil, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin de yıpranmasını önlemek için istifa etti. Torumtay açısından bunu ciddiye almasının önemli bir nedeni vardı. Belki şimdi unutuldu ama, Özal geçmişinde bir kez daha davetiyeleri basılmış Genel Kurmay Başkanı'nı direkt olarak emekliye sevketmişti. Kamuoyunda   “İki Necdetler” olayı diye bilinen süreç. Başbakanlığı döneminde Necdet Üruğ'un yerine geçmesi kesinleşmiş olan Necdet Öztorun'u aniden ikili kararnameyle emekli etmişti 

Özal Rusya'daki Darbeyi Bush'a Haber Verdi

Özal'ı Anlamak açısından anlatabileceğiniz önemli  bir olay hatırlıyor musunuz?

Bir çok şey hatırlıyorum, Turgut Bey'in özelliği, kimse dünyayı fark etmezken O, CNN'ni izlerdi. O zamanlar kablolu kanallar falan yoktu. Uydudan izlerdi. Uydu kurdurtmuştu. Bir gün aniden CNN'de Rusya'da Gorbaçov'a karşı yapılan darbeyi izledi. Ruslar haberleşmeyi kesmişler ama internet unutulduğu için, Batı Dünyasının haberi olmuştu. Derhal Bush'u bağlattı. Ben yine yanındaydım o zaman. Özel kalem ve Dışişleri ayak sürüdü. Haklıydılar da; zira o sırada ABD'de saat gece yarısını geçmişti. Saat uygun değil dediler. Telaşı anlamıştım, çalan telefonu bugünkü Bush'un babası olan Bush'un cevapsız bırakmasından korkuyordu herkes. Buna rağmen Özal ısrar etti. Yaklaşık yarım saat veya 45 dakika sonra Baba Bush'un telefonu bağlandı. Doğrusu ben de şaşırmıştım. Özal net bir şey söyledi. Bu bizim basınımızda çıkmadı o dönemde  Özal düşmanlığından. Yabancı basında ve Beyaz Saray'ın yayınlarında da Bush'un ağzından vardır bu konuşma. Bush sonradan; “beni uyaran Turgut Özal oldu” diye anlatmıştır. Turgut Bey o telefonda şöyle demişti: “…eğer derhal Gorbaçov'a destek mesajı vermezsen, Rus sistemi gerisin geriye döner, Komünist rejim geri gelir.”

Özal'ın bir özelliği de buydu işte. Özal, telefonu kaldırdığı an dünyadaki hemen önemli liderle istediği anda konuşurdu. Hele o dönemde yeni kurulan Türki Cumhuriyetlerin liderlerini, Margaret Thatcer'i…

Demirel Ve Erdal İnönü'nün Özal'ın Beyaz Saray Görüşmesini Sabote Etme Girişimi

Böylesine önemli başka bildiğiniz bir olayı daha anlatabilir misiniz?

Peki. Bana başka iki hüzünü bir arada yaşatan bir dönemi anlatayım: Turgut Bey 1993 yılı Ocak sonunda tedavi için Amerika'ya uçtu. 24 Ocak 1993 de B. Clinton yeni yemin etmiş ve Baba Bush'un yerine Başkan olmuştu Amerika'ya. Özal da Methodist Hastanesinde yatarken, bu fırsatı avantaja çevirip Clinton'la görüşmek istemişti. Amacı Clinton'un da Bush gibi dostluğunu kazanmaktı. Çünkü Özal realistti. Artık yeni Başkan vardı ve Türkiye de yeni Başkanla yoluna devam etmeliydi.

Fakat bunu öğrenen Başbakan Demirel ve özellikle yardımcısı Erdal İnönü şiddetle karşı çıkmışlar ve Hikmet Çetin'in Bakanlığı'ndaki tüm Dışişleri ve Türk Elçiliği, Özal'ın bu girişimini engellemeye çalışıyordu. Koca Türkiye Cumhuriyeti, kendi Cumhurbaşkanı'nın Başkan Clinton'la görüşmesini sabote etmeye çalışıyordu. Amerikalı ve Beyaz Saray yetkilileri şaşkınlık içindeydi. Bana aralıksız telefonlar geliyordu. O zamanlarda daha Türkiye'de cep telefonu olmadığı için telefonla önce randevulaşıp sonra konuşabiliyorduk.

Derken 5 Şubat'ta kötü haber sabahın erken saatlerinde geldi. Özal'ın oğlu kadar sevdiği Adnan Kahveci kaza geçirmişti. Karısı ve kendisi hemen ölmüştü. Kızı ise bir hafta sonra hayata gözlerini yumacaktı.

Yakın arkadaşım Kahveci'nin ve Füsun'un ölümü beni çok sarsmıştı. Özal, Clinton meselesini değerlendirmek ve özellikle Türkiye'den haber almak için beni Hastaneden aradığında, Adnan'ın ölümünü neden bilmemdir ona söyleyememiştim. Sesimin tonu dikkatini çekmiş ve sormuştu. Boğazım şişti, diye kıvırtmış, gerçeği saklamak için büyük bir çaba harcamıştım. O an bana hayatımın en zor anları gibi gelmişti. Bilmiyordum ki, tam 3 gün sonra kendi kardeşim ölecek ve onu takiben iki gün sonra Özal Türkiye'ye dönecek; ben de onunla beraber Özal'ın eski limuzin mercedesinde Org. Kemal Yamak'la beraber Kahveci'nin Hacettepe'de yatan kızını ziyarete gidecektik. Özal soracak, ben de anlatacaktım. Kazayı tüm detayları ile sormuştu. Ama kardeşimden tek kelime bahsedemeyecektim. 

Beni teselli eden tek bir şey aklımda kaldı o dönemden. Özal Beyaz Saray'da kabul edilmişti. Beyaz Saray Özal'ı adeta dev bir ülkenin devlet başkanı edasıyla kabul etti. Clinton Özal'a Bush'tan daha büyük önem vermişti. 8 Şubat'tı tarihi. O gün tek kardeşim beni yalnız bırakmıştı. Bu tarihten yaklaşık iki ay sonra, 17 Nisan'da ise Özal vefat etti zaten…

Anlayamadım biraz açar mısınız, Neden Özal'ın Beyaz Saray randevusuna karşı çıktılar?

Çünkü 1991 seçimleri kampanyasını hem Demirel hem de Erdal İnönü; “ Özal Karşıtlığı”na kurmuşlardı. İki yıl geçmesine rağmen her gün Özal'ı Çankaya'dan indirmenin hamaseti yapılıyordu. Hatta bu ikiliye, daha sonraları Özal'la yolunu ayıran ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz da dolaylı yoldan katılmıştı.

Özal vefat etmeseydi 1996 ortasına kadar Cumhurbaşkanı olarak devam edecekti. Onun karizması diğerlerine ağır geliyordu her halde. Ayrıca Özal karşıtlığı kampanyaları; o dönemde tırmanmış bulunan “terör ve enflasyonu” maskelemeye, halkın dikkatini başka tarafa çekmeye yarıyordu. Doğal olarak da Özal, iç siyasete malzeme oluyordu. Tam bu noktada yeni Amerika Başkanı olan Clinton'ın Özal'ı kabul etmesi demek, diğer liderlerin kamuoyu önünde zora girmeleri demekti. Yaptıkları Özal aleyhtarı kampanyaları halkta ters tepebilirdi. Bu nedenle Özal'ın kabulünü Beyaz Saray nezdinde engellemeye çalıştılar ama başaramadılar. Bana göre eğer Özal yaşasaydı, o dönemdeki hükümetin dış politikasının kaptan köşkünü elinde tutacaktı.  Mevcut  hükümetin bunu içine sindirmesi mümkün olamazdı. Onlar da zaten durumu hemen fark edip, Özal'a karşı atağa geçtiler ama başarılı olamadılar. Sonuçta olan Türkiye Cumhriyeti'nin Beyaz Saray'daki prestijine oldu. Özal belki kazanmıştı ama Türkiye kaybetmişti.

Özal ABD'nin Elindeki Kozu Nasıl Aldı?

BM kararı gelmeden 1991'de Türkiye'nin “ Kerkük-Yumurtalık petrol boru hattını kapatma olayı var o dönemde…

Onu da söyleyeyim, Turgut Bey'le ilgili önemli anılarımdan biridir. Turgut Bey bir gün birden bire Yumurtalık boru hattını kapattı. Öğrendiğimde hızla köşke gitmiştim. Çağırmadan gittim, emrivaki…  ve şiddetle karşı çıkmıştım.

Birinci Körfez harekatı sırasında Turgut Bey çok ataktı. Ben de o tarihte onu anlayamıyor ve çok karşı çıkıyordum onun politikalarına.  O gün aklıma gelen her lafı söyledim Turgut Bey'e. Benim eleştirilerime her zaman toleranslıydı.  Hatta diyebilirim ki; kendisini eleştirmeme en açık olan lider o olmuştu. Bilinenin aksine Özal, fikrine güvendiği kişileri açık yüreklilikle dinlerdi.

O günün psikolojisi ile Özal'a sert çıkmış ve “kraldan çok kralcılık yapıyorsunuz” demiş, “niye kapattınız” diye de sorgulamıştım. Ben böyle yüklenince; Amerikan Dışişleri Bakanı “James Baker uçakta, Türkiye'ye geliyor”  dedi; “… geldiğinde benden Yumurtalık'ı kapatmamı isteyecek. Ben nasıl olsa bunu kapatmak zorunda kalacağım. Birleşmiş Milletler kararı da gelecek” ; “Ben önceden kapattım ki, elindeki kozu alayım ve karşılığında bir şey isteyebileyim Amerika'dan” dedi.

Yıllar sonra 2000 yılıydı Al Gore ile Oğul Bush arasındaki seçim sırasında, Washington'da bir otelin lobisinde Baker ile karşılaştım. Baker'ın hemen yanına gittim, selamlaşıp hal hatır sorduktan sonra kendisine geçmişte Özal'la yaşadığım olayı anlattım. “Turgut Bey bana böyle anlatmıştı; sizin uçakta olduğunuzu ve Türkiye'ye gelince boru hattının kapatılmasını isteyeceğinizi” söylemişti dedim. Ayrıca benim de “kendisine inanmadığımı” söylediğimi aktardığımı belirttim. Baker,   “Özal çok doğru tahmin etmiş”  dedi. Ben de Özal'ın hattı kapatmasını anlayamamıştım, iyi oldu bunu bana anlattığın” dedi. Özal'ın düşündüğünden de ötesi olduğunu belirtti,  Baker. Türkiye'ye doğru yola çıkmadan önce Amerikan'ın Akdeniz'deki 6. Filosuna  “İskenderun Körfezi'ni ablukaya alın” emrini vermişti.

Özal'ın ne kadar ileri görüşlü ve ufku geniş biri olduğunu 10 yıl sonra bir kere daha anlamıştım. Özal'ın hattı kapatmasından birkaç gün sonra zaten, Birleşmiş Milletler de karar almıştı. Irak'a ambargo kondu.

Özal'ın Irak Öngörüsü Doğru Çıktı 

Yıllar sonra 2003'teki “2. Irak harekatı” sırasında Amerika'da önemli bir siyasetçi bana  “Özal'ı ilk harekatta dinlemedik, hata yaptık. Bağdat'a 20 kilometre kala  durduk ve harekatı sonlandırdık”. O zaman Özal, Baba Bush'a telefon açmış ve demiş ki;  “eğer şimdi harekatı bitirip Saddam'ı yıkmazsan 10 sene sonra bir daha harekat yapmak zorunda kalırsın”.



Bu haber 1,502 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    9,401 µs