En Sıcak Konular

Hatemi Hoca'dan Anayasa formülleri

27 Mart 2008 14:36 tsi
Hüseyin Hatemi / Yeni Şafak

Anayasal düzen, kanunların Anayasa'ya aykırı olmaması gereği, yasama meclisinin çıkardığı kanunlardan sonra gelen tüzüklerin de kanunların uygulanmalarının ayrıntılı ve şekli yönünü gösterip yasama yetkisinin gasbı anlamına gelecek düzenlemeler yapmaması gereği; her kişi ve makamın Anayasa hükümleriyle bağlı olması; bütün bu düzenlemeler, Demokratik ve Sosyal Hukuk Devleti'nin şekli güvenceleridir. Bu güvencelere saygı gösterilmediği ve bizzat “tuzun bozulduğu” hallerde, toplumda Hukuk'a, Anayasal Düzen'e, yargıya güven kalmaz. Yüksek yargı makamlarına ve adli makamlara gelen kimseler, o zamana kadar Hukuk Felsefesi'ni “Fasafiso ve fasarya” olarak özetlemiş olsalar bile, gerçekten vatansever iseler, “Adalet”in “görece” (izafi, nisbi) ve çağdan çağa toplumdan topluma değişebilen ve içeriğini kendilerinin belirleyecekleri bir kavram olarak görmekten vazgeçmelidirler. Toplumun; Yüksek Yargı makamlarına güveni sarsılmamalıdır. Güven; Sevgi ve İyilikle sağlanır. Kaba güçle, korkuyla, güvensizliğe rağmen sağlanan “istikrar” uzun ömürlü olmaz. Hukuk Devleti'nde Devlet Gücü'nün temeli “adalet”dir, böyle olmalıdır. Adalet de keyfi, takdiri bir kavram değildir ve aslâ böyle olmamıştır. Bu gerçeğe aykırı bir bilincin toplumda hâkim olması, “tuz”un bozulduğunu gösterir, önü alınamaz ve çaresi bulunamazsa, güvensizlik ve kötümserlik topluma hâkim olur.

Ülkemizde bu açıdan, önü alınamayan ve gitgide vehamet derecesi artan bir temel güvensizlik sorunu vardır. Yassıada Mahkemesi kararlarıyla Anayasal Düzen'e sevgi ve güven sağlanamamıştır. 12 Mart ve 12 Eylül müdahaleleri de bu sevgi ve güveni sağlayamadı. 28 Şubat; temeldeki güvensizliği büsbütün arttırdı. Korkuyla sağlanan “istikar”ın uzun ömürlü olamayacağı gerçeği bir daha açığa çıktı. Geçen yıl yaşanılanları hepimiz hatırlıyoruz. Bu güvensizliği somutlaştıran ve “mesned”ini oluşturan hukuki sorun, 1982 Anayasası'nın metni değil Anayasa'nın “aslî bölüm”ü haline getirilip Anayasa'nın “eklenti” (teferruat) sayıldığı Başlangıç Bölümü iken, bu “Militan Demokrasi” sorununun üzerine gidilemedi ve 2007 seçimlerinden bir yıl dahi geçmemiş iken daha zorlu bir bunalım patlak verdi.

Anayasa'nın 2. maddesinde yer alan: “Başlangıç bölümünde yer alan temel ilkelere dayanan demokratik ve sosyal Hukuk Devleti” tanımı, bunalımın nereden kaynaklandığını ortaya koymaktadır: “Laik, Demokratik, sosyal Hukuk Devleti” tanımı 1982 Anayasası'nı hazırlatan Derin Devlet erkânınca yeterli görülmeyip bir de “Başlangıç'ta belirtilen temel ilkeler”den söz edilmiş, böylece Başlangıç Bölümü'ndeki “Militan Demokrasi Anayasası”nın, “demokratik Hukuk Devleti Anayasası”na üstünlüğü kabul ettirilmiştir. Demek oluyor ki görünüşde tek bir Anayasa olmakla birlikte, aslında iki ayrı Anayasa, diğer bir deyişle; “şizofrenik” bir olgu vardır: Hangi Anayasa'ya uyulacaktır? Militan Demokrasi Anayasası'na mı? Yoksa, Demokratik Hukuk Devleti Anayasası'na mı?

“Tuz bozulmuş” ise, Hukukçular'ın “demokratik Hukuk Devleti Anayasası elbette üstün tutulmalı, patalojik durum izale edilmelidir” cevabını vermesini bekleyemezsiniz. Tam aksine, “1982 Anayasası'nın Başlangıç Bölümü de Halkoyundan geçmiş olduğuna göre, bu bölümde de Derin Devlet anayasası'nın, Demokratik Hukuk Devleti Anayasası'na üstünlüğü beyan edilmiş olduğuna göre, pozitif Hukuk kurallarına bağlı olan Hukukçu'nun ödevi Militan Demokrasi Anayasası'nın kendisine yüklediği yükümleri yerine getirmektir” diyeceklerdir. Nitekim böyle de demektedirler. Ne var ki “esasen olması gereken de budur, 1982 Anayasası'nın Başlangıç Bölümü'nün militan demokrasi kuramı; Alman Anayasası'nın getirdiği sistemdir” demeye başladıkları anda, Hukukçu olsun olmasın her dürüst ve gerçek vatansever aydının “artık yeter! Sen herkesi kör, âlemi sersem mi sanırsın?” demesi gerekirken, eyvah ki bu cesareti dahi “Hukuk mesleği erbâbı”ndan çok, bu “meslekî deformasyon”a uğramamış dürüst aydınlar göstermektedirler.

Zamanında Müdahale edilemediği için kronikleşen “militan demokrasi” bunalımında, çok nazik bir noktadayız. Demokratik Hukuk Devleti'nin geleceği bir ağır hastalık a'razının tehdidi altında ise, yapılacak şey, hiçbir şey yapmayıp hastalığa teslim olmak değil, elbirliğiyle, “Derin devlet” yerine “Demokratik Hukuk Devleti”ni hakim kılmaktır. Bu yoklamada var mıyız? Yoksa “namevcud” yazılmayı mı çıkarımıza uygun görüyoruz?




Bu haber 466 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    4,782 µs