En Sıcak Konular

Niye teklif dahi edilemez?

18 Mart 2008 17:06 tsi
Niye teklif dahi edilemez? Bir devlet neden Anayasası'nda bazı maddeleri 'değiştirilmesi teklif dahi edilemez' addeder? Toplumdan niye bu kadar korkar? Bu ülkenin vatandaşları olarak bu soruları hiç sordunuz mu? Peki parti kapatmalarının sizin bu soruları sormamanızla bir ilgisi

Etyen Mahçupyan/Taraf

Rejimin değişmez ilkeleri

Yargıtay Başsavcısı’nın cansiperane girişimi, sürekli korunması gereken narin rejimimizin niteliklerini yeniden gündeme getirdi. Bu rejim o denli narin ki, dayandığı ilkelerin değiştirilmesinin yasaklanması yetmemiş, bu değişikliklerin ‘teklif dahi’ edilemeyecek olması şart koşulmuş. Nedeni belli... Bunlar bir kez teklif edilebilir olsa, anında birilerinin bu teklifi yapacağından kuşkunuz olmasın. Böyle bir teklif yapıldığında ise toplumun önemli bir yüzdesinin anında değişikliği onaylayıp destekleyeceğine de hiç şüphe yok. Diğer bir deyişle bu ülkedeki insanların muhtemelen ‘kahir ekseriyeti’ içinde bulunduğumuz rejimin adil, özgürlükçü ve eşitlikçi olduğuna inanmadığı gibi, rejim taraftarlığı denen şeyin önemli ölçüde sağduyu eksikliği ima ettiğinin farkındalar. Ama ne yaparsınız ki Osmanlı’dan devraldığımız kul alışkanlıkları Cumhuriyet sonrasında vatandaş gibi davranmamıza izin vermiyor. Yanlışları gören, ancak o yanlışların düzeltilmesi için kılını kıpırdatmayıp ‘birinin’ gelip çözmesini bekleyen bir ruh hali içindeyiz. Böylece meydanı boş bulan rejim muhafızları da ikide bir gerçek siyasetin kendi uhdelerinde olduğunu, bu ülkede sivil siyasetin sınırlarının kendileri tarafından çizildiğini belirtme şansı elde ediyorlar.

Ne var ki rejim adına yapılan her girişim söz konusu rejimin niçin değişmesinin istenmediğini çok daha berrak bir biçimde ortaya koyuyor. Bu sistemin en belirgin niteliği olan ‘devletçilik’ devleti toplumun üzerinde, ondan bağımsız bir siyasi irade olarak tasavvur etmekte. Sanki düşünen, hisseden ve arzulayan bir devlet var. Ve tabii istedikleri olmayınca da kızan, sinirlenen, alınan, hatta küsen bir devlet. Bu heybetli, ulaşılmaz ancak nazlı ve kırılgan devletin ne isteyip istemediğini ise doğal olarak halkın içinden gelenler değil, o devletin ‘üniformalarından’ birini giymeye hak kazanmış, devlete intisap etmiş olanlar bilecek... Osmanlı’da bir âdet vardı: Devlet bürokrasisi içinde kariyer yapmak üzere enderun mektebine giren genç erkeklerin adları değiştirilirdi. Yani onlar bir anlamda yeniden doğarlar, yeni kimlikleriyle ‘vaftiz’ olurlardı. Bu açıdan bakıldığında devlete intisap etmek bir tarikata girmekten farksızdı. Bugün de pek değişmiş değil... Tek fark devletin belirli kurumlar içerisine sıkıştırılmasından ve bu kurumların kendilerini devlet sanmasından ibaret. Hiç olmazsa Osmanlı döneminde farklı daireler arasında hakemlik yapan bir Saray vardı. Şimdi o da yok... Ordu ve yargı kendisini devlet saymakla kalmıyor, ideolojik bir ‘Padişahın’ yetkilerini de taşıdıklarını sanıyorlar. Garip olan şey bizim buna ‘cumhuriyet’ dememiz belki de... Çünkü eğer cumhuriyet bir kişinin veya oligarşik sınıfın değil de halkın yönetimi ise, halkın nasıl olması gerektiğini söyleyen bir bürokrasinin cumhuriyetle barışık olduğunu iddia etmek zor.

Nitekim devletçiliğin asıl işlevsel olduğu alan da bu... Yani ‘vatandaşın’ nasıl biri olduğunun, ne düşünmesi, neyi savunması gerektiğinin devlet ‘yetkilileri’ tarafından söylenebilmesi. Normal bir cumhuriyette devlet vatandaşa göre şekillenirken, bizde vatandaşı bürokrasinin isteğine göre biçimlendiren bir devlet anlayışı var. İşte hukuk da tam bu noktada işin içine giriyor. Çünkü kendinize ‘cumhuriyet’ dediğiniz andan itibaren, vatandaşın biçimlendirilmesinin ‘nesnel’ gözükmesi lazım. Bu ise ‘bağımsız’ yargı sayesinde oluyor. Batıdaki normal cumhuriyetlerde söz konusu bağımsızlık farklı ideolojiler karşısında eşit mesafe almayı, dolayısıyla bu ideolojileri temsil eden yasama ve yürütmenin etkisi altında olmamayı ima eder. Oysa Türkiye’de ‘bağımsızlık’ halktan, toplumdan, vatandaştan bağımsız demek... Bizde yargı varlık nedenine aykırı bir biçimde belirli bir ideolojinin doğrudan taşıyıcısı, savunucusu ve siyasetçisi... Aslına bakarsanız bu yargıdan ziyade paralel bir yasama ve yürütme. Sanki devletin resmî ideolojisi halktan ‘bağımsız’ olarak bir siyasi parti kurmuş, yüksek yargı mensupları da o mecliste ve bakanlık koltuklarında oturmuş gibiler.

Eğer rejim buysa değişmez ilkelerinin olması da son derece anlaşılır. Böylesi bir rejimin imtiyazlı kurumlarının, söz konusu imtiyazı ortadan kaldıracak değişikliklerin teklif dahi edilmesinden rahatsızlık duymalarından daha doğal ne olabilir?



Bu haber 570 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    2,642 µs