belirsiz ve vahim bir si | " /> belirsiz ve vahim bir si | "/>

En Sıcak Konular

'Sonu belirsiz ve vahim bir si

17 Mart 2008 10:08 tsi
'Sonu belirsiz ve vahim bir si Siyaset bilimci Nuray Mert, AKP'ye açılan kapatma davasını sıcağı sıcağına bir dizi röportaj ile Vatan'a değerlendirdi. Darbenin bir ihtimal olarak masada durduğunu kaydeden Mert'e göre Başsavcı'nın neden olduğu tablo; sonu belirsiz ve vahim bir siyas

MİNE ŞENOCAKLI / VATAN

Çok vahim bir siyasi kriz, sonunun nereye varacağını kimse bilemez!

Kutuplaşmanın zirve yaptığı bir ülkede her iki kutbun da görüşlerine değer verdiği bir isim, siyaset bilimci ve yazar Doç. Dr. Nuray Mert... İki hafta öncesine kadar AKP’ye kapatma davası açılmasının mümkün olamayacağını düşünüyordu. Cuma gününden bu yana ise, “Artık bu ülkede darbe olmaz” diyemeyecek noktaya gelmiş. Nedenini soruyorum; cevabı çok net, bir o kadar da karamsar oluyor: “Bu son derece vahim bir siyasi kriz, kimse sonunun nereye varacağını bilemez!”

 Türkiye, hiç olmadığı kadar kamplaşmanın etkisi altında diye başlamıştım, Nuray Mert’le yaptığım söyleşiye... İki hafta önceydi, derken söyleşi yayımlanmadan Amerika’ya gitmem gerekti. Döndüm, çarşamba günü bir kez daha bir araya gelip söyleşiyi güncelledik... Cuma akşamı ise Mert’in yaptığı uyarılar gerçek oldu! Yargıtay Başsavcısı AKP’nin kapatılması için Anayasa Mahkemesi’nde dava açtı. Ben kutuplaşma nereye gider diye sorup durmuştum Nuray Mert’e daha öncesinde, o da “Sistem direnecektir. Ama yargıyla yürütmenin karşı karşıya gelmesi çok vahim bir durum” diye yanıtlamıştı. Söyleşi boyunca bir noktaya daha vurgu yapmıştı: “28 Şubat’ın üzerinden sadece 11 yıl geçti. Erdoğan hırçınlaşırken bunu unutmamalı!” AKP’nin daha dikkatli davranması gerektiğini belirtiyor, bugünkü gerilimde onların sorumluluğunun biraz daha fazla olduğunu söylüyordu. AKP’ye uyarısını yapıyor, bir de çözüm öneriyordu: “Çoğunlukta olmak yetmez, size oy vermeyen 7 milyon insanı da ikna etmelisiniz. ’Kimseyi ikna etmek zorunda değiliz’ derseniz, demokratik atmosfer bozulur.”

Tarihin en majör siyasi krizlerinden birini yaşıyoruz

Mert’e göre, vazo cumhurbaşkanlığı seçimlerinde kırılmıştı zaten. AKP; Abdullah Gül üzerinde diretmemeli, yumuşak bir geçiş yapmalıydı. Gerçi Mert hiç de rahatsız değil Çankaya’da bir başörtülü hanımın oturmasına... AKP’nin gizli bir ajandası olduğu fikrine de katılmıyor ama... Onun da pek çok aması var... En önemli ’ama’sı ise hükümetin kaygıları algılamamak ve anlamamakta ısrar etmesi, hatta küçümsemesi... İşte bu yüzden kamplaşma, kutuplaşma derken, şimdi ülke yönetilemez bir hale geldi. Herkes kapatma davasına ilişkin gelişmelere kitlenmişken, Nuray Mert’le üçüncü kez söyleşimizi güncelledik. Güncellerken son bir soru geldi aklıma, cevabından korkarak; “AKP kapatılır mı? Ya da daha kötüsü bir darbe olabilir mi?” Korktuğum cevabı aldım Mert’ten: “Bana birkaç ay önce ’AKP’ye parti kapatma davası açılır mı?’ diye sorsaydınız, gülerdim. Nitekim soranlara hep, ’Yok daha neler!’ dedim. Şimdiyse ’Darbe olmaz’ diyecek halde bile değilim! Zira bu çok vahim, majör bir siyasi kriz ve sonunun nereye varacağını kimse bilemez.”

İki hafta önceki konuşmamızda, ’Sistem direnecektir’ demiştiniz. Haklı çıktınız...

Maalesef... Açıkçası bu kadar şok edici, bu kadar büyük bir türbülans beklemiyordum. Zaten çoğunluk iktidarına rağmen çok büyük gerilim vardı. Ortada hiçbir şey yokken Malezya tartışması çıkmıştı. Yani Türkiye’de bir yönetilme krizi vardı. Şimdi bu yönetilebilirlik krizi çok daha derinleşti. Sonucu ne olursa olsun, kim hangi saikle bu kararı vermiş olursa olsun, asıl önemlisi kurumların bu kadar kamplaşmış olması. Yani yürütmeyle yargının karşı karşıya gelmiş olması.

Peki sizce AKP kapatılır mı?

AKP kapatılır ya da kapatılmaz... Ondan önce, yargıyla yürütmenin kamplaşmış olması majör bir krizdir. Kurumlar bu şekilde karşı karşıya geliyorsa kapatma olmasa da, bu çok büyük bir siyasi kriz anlamına gelir. Bu siyasi kriz, hukuksal süreç işliyor diye hafifsenemez. Bu Türkiye’nin yönetilemez hale gelmesi demektir.

TÜRKİYE YÖNETİLEMEZ HALE GELDİ

Önümüzdeki günler ne getirir sizce?

Temennilerimiz, ilkelerimiz, durduğumuz yer ayrı olabilir. Ben, ‘AKP, kesinlikle Refah Partisi değildir. Milli Görüş çizgisinde değildir’ diyebilirim. Ama bu son derece vahim bir siyasi kriz. Sonunun nereye varacağını kesinlikle bilmiyorum. Kimsenin de bildiğini zannetmiyorum. Sistem direniyor. Sonuçta öyle ya da böyle, yani AKP kapatılsa da kapatılmasa da hiç iyi olmayacak. Ben bundan önce ’AKP’ye parti kapatma davası açılır mı?’ diye sorulduğunda bütün kötümser öngörülerime rağmen, ’O kadar da değil!’ diyordum. Üstelik cumhurbaşkanlığı seçiminden beri de bir kriz içine girildiğini, kolay kolay normalleşmenin olamayacağını da görüyordum. Maalesef bu fevkalede bir durum. Kaygıyla izliyorum, çok umutlu değilim.

Peki darbe olur mu?

Hayır. Ama dediğim gibi bundan bir süre önce de parti kapatma davasını öngörmemiştim. Şimdi de darbeyi öngörmüyorum. Yani olur ya da olmaz diyemiyorum. Önümüzdeki günlerin ucu çok karanlık, gözükmüyor.

AKP kapatılırsa ne olur sizce?

Öncekilerden çok farklı olur. Çünkü bir alternatif yok. Çoğunluğun oyunu almış bir iktidar var. Ne kadar tartışılır olursa olsun Erdoğan oldukça karizmatik bir lider. Siyasi arenanın bu kadar boş olduğu bir zamanda bu kadroyu yasaklayacaksınız, peki yerine ne koyacaksınız? Çok belirsiz bir dönem...

İktidar iki uç arasında salınıyor... Bir gün muktedir hissediyor öteki gün mağdur!

Mert, iktidarın başörtüsü tartışmasındaki psikolojisini Erdoğan’ın okuduğu Necip Fazıl’ın bir şiirine gönderme yaparak özetliyor: “Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya”... İşte bu nedenle iktidarda muktedir hissedemiyor kendini Erdoğan ve başörtüsü gibi semboller söz konusu oldu mu hırçınlaşıyor. Mert, şöyle diyor: ‘Her şey değişiyor. Hatta zenginleşiyoruz bile. Başbakan oluyoruz, bakan oluyoruz ama hâlâ bize ikinci sınıf insan muamelesi yapıyorlar’ diye düşünüyorlar. Ee öyle! O kesim kendini cumhuriyet devrimlerinin ardından, o projenin öngördüğü hayatın fazlasıyla dışında hissediyor... Bir tek sembol her şeyi altüst etmeye yetebiliyor. ’Karısı başörtülü!’ Kimse inkar etmesin, ikiyüzlülüğün gereği yok, bu semboller, önemli semboller. Bu semboller üzerinden insanlar, dolaylı yollardan gardlarını alıyorlar...

28 Şubat’ın üzerinden sadece 11 yıl geçti Erdoğan hırçınlaşırken bunu unutmamalı

Bu gerginlik nasıl sona erer?

Ben bu noktada AKP’nin politikalarını yanlış buluyorum. Şu bakımdan; gökten bir parti, bir siyasetçi indirseniz bile, bu kadar derin ayrımları olan ve ancak zaman içinde hallolabilecek sorunları bir çırpıda çözmesi mümkün değil. Ama, bir çözüm yoluna doğru gidişatın önünü açmak var, bir de açmamak ya da açamamak... AKP’nin bu bakımdan başarısız olduğunu ve bu başarısızlığın dönüm noktasının da cumhurbaşkanlığı seçimleri olduğunu düşünüyorum.

Neden?

Çünkü cumhurbaşkanlığı meselesinin çok çetrefilli olacağı başından belliydi. Demokrasi dediğimiz şey kağıt üstündeki kurallarla işlemiyor sadece. Evet o kurallar gerekli, şart. Ama yeterli değil. Demokratik atmosferin de korunması lazım. Eğer AKP cumhurbaşkanlığı seçiminde ısrar ederse bu ortamın bozulacağını düşünüyordum. Bu fikre katılmayanlar vardı, o ayrı. Fakat demek ki böyle bir intiba oluşmuş ki, Erdoğan da aday olmaktan vazgeçti. Bu dikkate alınmışken aynı sorunların söz konusu olacağı bir başka ismin cumhurbaşkanı adayı seçilmesi büyük bir hataydı.

VAZO CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMİNDE KIRILDI

Yani AKP bu süreci yumuşatabilirdi?

Evet. Bu itirazların odaklanmadığı bir isimde uzlaşılabilirdi. ‘Her şeyi cumhurbaşkanlığı seçimine bağlıyorsunuz’ diyorlar ama gerçekten vazonun kırıldığı yer orası, eski tabirle. Bir gerilim, kriz ortamı oluştu. Biz hâlâ o gerilimi yaşıyoruz. Türbanla ortam daha da gerilimli hale geldi. İkinci büyük hata da YÖK’te yapıldı. YÖK Başkanı benim çok sevdiğim bir arkadaşımın eşi. Çok da efendi bir insan. Fakat Maliye Bakanı kalkar da, ’Tabii istediğimizi söyleyecek’ derse, artık YÖK Başkanı’nın algılanışı o olur. Tabii toplumun AKP’ye bakışının da...

’Gül’ün Çankaya’ya çıkması toplumda aşırı paranoyaya yol açtı’ demiştiniz...

Evet. Sakin, serinkanlı bir tartışma değil bu. İki taraf da tırmandırıyor. Çünkü Türkiye’de şöyle bir dağılım oldu. Bir kesim, ki onlara CHP’nin odağında olduğu çevre diyebilirsiniz, azınlıkta kalmış olduğunu düşünüyor. Azınlık derken de şunu hatırlayalım; birincisi her şey sayı meselesi değildir, ikincisi Türkiye’nin nüfusu 70 milyon. O azınlık dediğimiz, yani ‘AKP, dini semboller ve türban konusunda en alerjik, en ikna olmaya uzak kesim’, 7 milyon oy vermiş. Onlara benzer, yakın düşüncedekileri de saymıyorum. Evet, bir tarafta yüzde 47 var ama bir tarafta da tam 7 milyon insan var. Öyle ya da böyle bu insanlarla beraber yaşanılacak. İktidar partisindeki arkadaşlarla konuştuğumuzda diyorlar ki, ’Herkesi ikna etmek mümkün değil!’ Doğru, mutlaka ikna olmayan insanlar olacaktır ama bütün mesele bu hiçbir şekilde ikna olmayan insanları marjinalleştirmektir.

Nasıl?

Yani o ana gövdede insanlar bir şekilde anlaşacak, iyi ya da kötü. Yine iktidarı desteklemeyecek, yine ona oy vermeyecek ama iş de böyle çığırından çıkmayacak. Yani, böyle bir kutuplaşma ortamında o hiçbir şekilde ikna olmayacakların yanına doğru kaymayacak. Çünkü hiçbir şekilde ikna olmayacak insanların çevresinde çoğalma olması, demokratik atmosferi bozuyor. Onların sayısını birtakım tedbirlerle azaltmanız lazım. İşte AKP onların sayısını çoğalttı. Bütün siyasi başarısızlığı ben burada görüyorum... Yani, ’Efendim neden Abdullah Gül cumhurbaşkanı olmasın? Bu iktidar olup muktedir olamamak demektir’ diye düşündüler. Oysa neden AKP’li biri cumhurbaşkanı olamasın? AKP’li birinin cumhurbaşkanı olmasından ziyade burada sorun AKP’yi kuran lider kadronun İslamcı geçmişi. Hem de gerçekten itiraf edelim, eşlerinin başörtülü oluşu. Bir sembolik değeri var çünkü. Öyleyse sıradan bir şey gibi geçemeyiz.

Üstelik siz şekle takılmayı çok mantıksız buluyorsunuz...

Benim mantıklı bulmamla ya da bulmamamla alakası yok bunun. Toplumda nasıl algılandığı çok önemli. Madem ki bir sembolik değeri var ve o şekilde algılanıyor, önem arz edecek demektir. Bir diğeri de, AKP’li kadronun İslamcı geçmişi. Her ne kadar, ikidebir ’Geçmişte şunu yaptınız, bunu yaptınız’ diyerek bir meşruiyet zaafı yaratmak doğru değilse de, şunu da itiraf etmek zorundayız; 28 Şubat 11 yıl önce yaşandı. Niye oldu, nasıl oldu, iyi mi oldu, kötü mü oldu tartışması değil bu. Değil mi ki, dolaylı da olsa bir müdahale yaşandı, bu ciddi bir gerilim demektir toplum için... Dolayısıyla da 28 Şubat insanların kafasında bu kadar canlı iken hiç yokmuş gibi davranmak doğru değil.

‘Bizim en büyük ikilemimiz AKP’yi 28 Şubat’a borçlu olmamız’ demiştiniz bir de...

Evet. Ben 28 Şubat’a en çok karşı çıkanlardan biriydim. Ama tespitleri namusluca yapmak lazım. ’AKP’den korkacak ne var? Bu zaten sosyolojik bir süreç’ diyoruz ama şunu gözden kaçırıyoruz: AKP, bugün ılımlı, merkez sağda liberalleşmiş bir partiyse, bu 28 Şubat yüzünden oldu. Yani Refah Partisi, askeri darbe yüzünden daha liberal bir sağ partiye dönüştü. Bu kendiliğinden olmadı, o parti kendi içinde o yenilenmeyi yapamadı, asker yüzünden yaptı. Bunu da kafamızın bir yanında tutalım. AKP’ye dönüşme süreci ise çok kısa. Geçmişlerinde sistemle kavgalı siyasi gelenekten gelen bir siyasi kadronun bu şekilde, çok hızlı bir biçimde dönüşmesi ve ondan sonra da bütün iktidar mevkilerinde bulunmaları, seçimle gelerek de olsa, hangi toplum olursa olsun bir sorun, bir sarsıntı yaratır. Bunu da anlayışla karşılamak, dikkate almak lazım. ’Ne oluyor da, bu insanlar heyheyleniyor?’ filan demek olanı biteni fazla görmezden gelmek oluyor. Cumhurbaşkanlığı çok sembolik bir makam. Abdullah Gül de 11 yıl öncesinin sistemle kavgalı siyasi hareketinin önde gelen isimlerinden biri... Sayın Gül’ün AKP ilk kurulduğunda Milliyet’e verdiği röportajda şu var: “Geçmişte söylediklerimize bakıyorum da şaşırıyorum!” Şimdi bu laf söylendiğinde, geçmiş denilen zaman en fazla 6-7 sene. Yetişkin bir insanın 6-7 sene önce söylediklerine bu kadar şaşırıyor olması şaşırtıcı değil mi? Kendi bile şaşırıyor! Ben bu AKP liderlik kadrosunun katiyen gizli bir ajandası filan olduğuna inanan biri değilim ama bunları dikkate almak gerekirdi. Hükümetin tek eleştirilecek tarafı, bu kaygılara, sanki çok lüzumsuz kaygılar gibi kulağını kapatması oldu. Bu da kaygıları artırdı. Ama sonuç itibariyle kaygı duyan kesimin de şunu algılaması lazım. Evet bu kaygılar haklı olabilir ama bu kaygıları bertaraf etmek için muhafazakâr vatandaşların üzerine fazlasıyla gidilmesi de doğru değil. Şunu unutmayalım ki, hâlâ bu ülkede başörtüsüyle üniversiteye girme sorunu çözülebilmiş değil.

 

YARIN:

Muhafazakârlaşma kaygısı çok da haksız bir kaygı değil. Neden?
 

 



Bu haber 464 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    4,204 µs