anlatamayız, çünkü ayıp anlatamayız, çünkü ayıp

En Sıcak Konular

Çocuklara anlatamayız, çünkü ayıp 17 Mart 2008 08:46 tsi
Çocuklara anlatamayız, çünkü ayıp iyibilgi'nin dünkü sürmanşetine Yeni Şafak'tan selam geldi. Gazetenin yayın yönetmeni Yusuf Ziya Cömert, '23 Nisan'da meclise doluşacak çocuklara, egemenliğin millete ait olacağını nasıl anlatacağız' diye sordu. Cömert, geçtiğimiz yıl ki 27 Nisan'ı

Yusuf Ziya Cömert / Yeni Şafak

Geçen yıl, 27 Nisan muhtırasının hemen ertesinde Frankfurt'taydık. Öyle güzel, öyle latif bir bahar havası vardı ki şehirde.

Muhtıra gecesi bütün milletin ruhuna çöken ağırlıktan kendi paylarımıza düşeni, İstanbul gümrüğünden çıkarken geri dönüşte almak üzere emanete bırakmıştık sanki.

Yükte hafiftik, ama pahada ağır bir şey, bizi bu sokaklarda dolaşan herkesten farklı kılan, ağırlıksız ama yorucu, yıpratıcı bir şey vardı kuzey güneşinin vurduğu yüzlerimizde…

Bir leke!

Sanki, o ağırlığı emanete alırken yüzlerimize görünmeyen fakat varolduğunu bildiğimiz bir şey sürmüşler.

Aynaya bakıyorsun, görmüyorsun, başkaları da görmüyor, ama biliyorsun, var!

Almanların yüzlerinde yok, sokakta dolaşan başka yabancıların da yüzlerinde yok. Sadece bizim yüzlerimizde varolduğunu hissettiğimiz bir şey.

Muhtıra lekesi.

Kimse görmese de var. Utandıran, küçülten bir şey.

Öyle tuhaf ki, sokakta, üzerinde 'Türkiye' yazılı ayyıldızlı tişörtle 'barış' için müzik yapan Senegalli simsiyah adamın “I love Turkey” demesi bile gidermiyor lekeyi.

I love Turkey çünkü onlar Irak'a saldırmadılar.

O siyah, güzel adamın lekeyi fark etmemesini diliyorsunuz.

Dün, yani savcının demokrasiye dava açmasından bir gün sonra Brüksel'e indim. Tamamen tesadüf. Bir ay önce, NATO toplantısı için davet ettikleri sırada böyle bir saçmalıkla yüzyüze geleceğimi düşünemezdim.

Bazen dilinize bir çift söz, bir kelime, bir mısra 'pelesenk' olur, içinizden söyler durursunuz.

Ben de Brüksel'in bahara hazırlanan sakin, sorunsuz sokaklarında, 'çocukları aldatıyoruz' cümlesini dilimin ucunda gezdirdim durdum.

Akşam, bulutlu ama mutedildi hava. Gece yağmur yağmış, şimdi de çiseliyor. Sokaklar öyle düzgün, öyle temiz ki. İstanbul'da o nezafetle rekabet edebilecek çok az yer düşünebiliyorum.

Belki iki saat yürüdüm, müze gezdim, fotoğraflar çektim, Şehitler Sarayı'nı bölen sokaktan yürüyüp Ülker'in geçenlerde satınaldığı Godiva'dan çikolata aldım. Kahve içecek yer buldumsa da yalnız olduğum için canım çekmedi. Bütün bunların yanısıra, dilimde hep “Çocukları aldatıyoruz” cümlesi.

Öğretmenler aracılığıyla aldatıyoruz çocukları.

Demokrasinin, milletin kendi kendini idare etmesi anlamına geldiğini güzelce öğretiyoruz. Bizim de demokrasiyle idare edildiğimizi söylüyoruz. Bir de ev ödevi veriyoruz, çocuk bir daha çalışıyor. Laf, çocuğun kafasına iyice yerleşiyor.

8-10 yaşındaki çocuk, bu yalanın yalan olduğunu eğer şanslıysa 20'li 30'lu yaşlarında anlıyor. Şanslı değilse, hiç anlayamadan ömrünü tüketip göçüyor.

“Darbeleri, yargı müdahalelerini, çocuklarınıza nasıl anlatacaksınız” diye sordular televizyonda. Böyle bir şeyi çocuklarımıza anlatamayız, AYIP demiştim.

Yargı bağımsızdır demişti bize, Hattat İsmail Hakkı İlkokulu'ndaki öğretmenimiz Naciye Metin hanım.

Biz bilmiyorduk, öğretmenimizin bağımsız dediği yargı, 7-8 yıl önce, darbecilerin emriyle bir başbakan ve iki bakanı darağacında boğarak öldürmüştü. Öğretmenimiz biliyordu, bile bile 'Mahkemeler bağımsızdır' demişti bize.

Bence, müfredat değişsin.

Öğretmenler, çok açık yalanlar söylemek zorunda bırakılmasın.

Doğrunun ta kendisini söylesinler demiyorum. Bazen mahkemeler, 'kendilerini oraya oturtan iradenin' dediğini yaparlar. Hukuku mukuku unuturlar demesinler, ayıp şeyler söylemesinler.

Demokrasi, halkın kendi kendini idare ettiği yönetim şeklidir ama, bizde yok, desin öğretmenler. Olsa iyi olur çocuklar, ama yok.

Yargı bağımsızdır, yerine, yargı bağımsız olsa iyi olur, ama bu işler zor şimdi anlatmayayım büyüyünce görerek, yaşayarak öğrenirsiniz, desinler.

Çocuk, büyüyüp gerçeği görünce, öğretmeninin kendisini aldattığını düşünmesin.

Biraz absürd, biraz komik, bir o kadar da sıkıcı. Brüksel'in değil, milleti oy verdiği için cezalandırmaya kalkışan 'yargısal' müdahalenin çağrışımları bunlar (Hukuki diyemezdim, hukukla ilgisini bulamadım çünkü).

Böyle zamanlarda, Brüksel'e sıkıcı demenin cazibesi kalmıyor.

Brüksel'deyim ama gördüm, sevinenleri, üzülenleri, alkışlayanları, karşı karşıya kaldıkları yeni saçmalığı tasavvufi bir 'hayret' haletiyle temaşa edenleri.

28 Şubat'ı Yeni Şafak'ta idrak etmiş bir gazeteci olarak benim için nostaljik tarafı vardı bu girişimin, ama, Yahya Kemal'in 'Duydumsa da hazzetmedim Slav kederinden' demesi gibi, 'tattımsa da hazzetmedim bu nostaljiden.'

Siz bu yazıyı okurken İstanbul'a dönmüş olacağım. Fazla dolaşmanın âlemi yok, ne-reye gitsek bu sevimsiz lekeler bırakmıyor peşimizi nasıl olsa.



Bu haber 316 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler

    3,849 µs