En Sıcak Konular

İslam, kapitalizm ve 'içeri'den direniş!

6 Mart 2008 11:50 tsi
İslam, kapitalizm ve 'içeri'den direniş! Yeni kapitalizme karşı nasıl direneceğiz? İslam bu direnişin neresinde? Nasıl bir direniş dili inşa etmeliyiz? Direnişlerimizi nasıl ortaklaştırabiliriz? Ferhat Kentel söyleşisinin son kısmında bu soruların peşine düşüyoruz.

Söyleşinin birinci bölümünü okumak için tıklayınız.

Söyleşinin ikinci bölümünü okumak için tıklayınız.


Kapitalizm bugün her şeyi kapsamış, hiçbir yeri dışarıda bırakmayan bir “imparatorluk” adeta. Bu durumda kapitalizme karşı direnişin dışardan olması mümkün değil. Peki içerden direnişler nasıl düşünülmeli?

Kapitalizmin içi dışı meselesinde ekonomi bilmediğim için pek yetkin değilim ama. Genel olarak denir ya, “Kapitalizm esas olarak ekonomiktir. Kapitalizmi anlamak için ekonomik ilişkileri anlamak lazım.” Öyle değil aslında. Otorite ilişkilerine, güç ilişkilerine, hiyerarşi ilişkilerine bakmak lazım. Birtakım insanlar, sermaye sahibi diye güçlüdür değil. Güç sahibi oldukları için, güç arzusundan ötürü, sermaye ve para gibi şeyler araçsallaşıyor. Otomatik bir alt-yapı ilişkisi yok. Neden-sonuç ilişkisinden bahsetmek mümkün değil. O zaman kapitalizm dediğimiz şey ise, oldukça karışık. Her boyutta güç ilişkilerini barındırıyor ki, her şeyi içeri alabiliyor.

Bizi de içine alıyor, biz de onu içimize alıyoruz, içselleştiriyoruz…

Negri’nin biyo-siyaset meselesini düşünürsek, biz bizzat iktidar ilişkileri içerisinde onu üretiyoruz. O anlamda direniş tam da içeride. Ama bu kapitalizmi salt ekonomik olarak algılamamakla başlıyor. Mesela hoca-öğrenci ilişkisi de kapitalizm içerisinde. O zaman direniş bu otoriter ilişkiyi sorunsallaştırmak. Öğrencinin hocayı, döven, kızan değil kendisiyle eşit biri olarak görmeye başlamasıyla iktidar bozuluyor. Her ikisinin saygıyı hak eden olduğunu teslim etmekle… Bunu para işlerine de uygulayabiliriz belki. İşveren-işçi arasında da karşılıklı, beraber iş yapılan bir durum inşa edilince, mevcut ilişkinin altı boşalabilir. Belki ütopya ama, o içerdeki direnişle iktidar ilişkisi değişebilir.

DIŞARISI YOK ARTIK

Şunu söylemek istiyorum aslında o içerden direnişle: kapitalizmle mücadele anti-kapitalist bir cepheden mümkün değil. Hatta anti-kapitalist mücadelelerin kapitalizmi güçlendirdiğini söylemek de mümkün. İçeriden olan direniş iktidarı yeniden üretmeyen, güçlendirmeyen bir direniş mümkün olacak mı?

Foucault’cu düşünürsek aslında dışarısı yok. Kullandığımız dil, kapitalistçe bir dil. Grameriyle, tonuyla, kelimeleriyle. Bu dili bırakmak mümkün mü? Hangi kelimeleri kullanacağım. Ürettiğin şey dışarıdaymış gibi gözüküyor ama bu dünyanın dili. Fiziksel olarak da düşünebiliriz bunu. PKK’nın yaptığı şey mesela. Ulusa karşı mücadeleyi ulus dışına çıkarak yapamazsın. Böyle bir şey yapamazsın. Yapsan da kendi ulusunu kuracak ve daha beter bir şey olacak. Demek ki o içerdeki dili yeniden farklı bir şekilde nasıl kullanabileceğimizi düşünmek galiba. Bu da dildeki otoriteyi kırmak demek. “Emret komutanım” demek yerine, “komutan beni de dinle” demek gibi mesela. Komutan var, patron da var.

Komutanı devirmek, öldürmek yerine, komutanlığın alanını daraltmak, onu dönüştürmek yani?...

Galiba, evet…

BURJUVAZİNİN BAŞKA RAKİPLERİ VAR ARTIK

Ayrıca İslam bu içerden direnişin neresinde duruyor? Böyle bir imkan sunuyor mu? Kapitalizm AK Parti’yi, Kayseri’yi, Konya’yı düşündüğümüzde, İslam’ı da içine almış durumda.

Bu anlamamız için çok önemli bir nokta. Ak Parti’de siyaseten temsil olan, kültürel olarak dini bir toplumsal hareket, bir yandan kapitalizmin içinden konuşuyor. Kar, yatırım, hür teşebbüs laflarını ediyor. Dolayısıyla kapitalizmin içinde bu haliyle. Hakim olmayan bir takım sınıflar iktidara yürüyor. Burjuvazi yapı değiştiriyor. Yada beyaz burjuvazinin başka rakipleri var artık. Sadece işçi sınıfı değil. İlerde bilemeyeceğimiz yeni sonuçlar yaratabilir bu, kapitalizmin geleceği açısından. Öte yandan kapitalizmi sadece ekonomik ilişkiler olarak düşünmezsek, İslami kesimi düşünürsek. O kesimin taşıdığı bir sürü referans var. O referanslar ne kadar bozulmadan, revizyona uğramadan geliyor, bu ayrı bir hikaye. Ama en azından “Allah’tan başka yeryüzünde otorite tanımıyorum” diyen bir zihniyet varsa, o anlamda otorite ilişkilerini dönüştüren bir potansiyel var.

Yeniden üretme potansiyeli de var ama…

Evet. Ayrıca şunu da görüyoruz ki, İslami sermaye o kadar kapitalizm içinden konuşuyor ki, orada da birtakım otorite ilişkileri yok diyemeyiz. Aynen var. Tayip Erdoğan gayet otorite sahibi birisi. “Devletimiz, ordumuz” laflarını kullanıyorlar. Otoriteyi, kapitalizmi yeniden üretiyorlar. O haliyle kapitalizme düşman değiller. Fakat aynı zamanda bu hareket yükselirken “kula kulluk etmem” mesajını taşıyor. Kendilerinin de pek uymadıkları, lafta kalan o mesajı, kendileri istese de istemese de, bir yandan beraberinde geliyor. O kelimeler burada hazırda bir yerde duruyor. İçerdeki alternatif dil de içerde beraber yürüyor. O anlamda radikal bir dönüşüm olmayacağı anlamına da geliyor ama nasıl bir kapitalizm olacağını da bilemiyoruz. “Ben yaptım oldu” diyen bir toplumsal hareket olmuyor. Devlet de öyle. İran’da da öyle. Başörtüsü dayatması var ama insanlar direniyorlar. İran’da kadınlar makyaj yaparak, azıcık açarak direniyorlar. Bir sürü taktikler üretiliyor.

ADALET: HEM SINIF HEM KÜLTÜR

Yeni zamanlarda sınıfların öldüğüne, sınıf siyasetinin yerini kimlik siyasetinin aldığına dair güçlü bir söylem var. Sınıflar gerçekten öldü mü, yoksa kimliklerin içine mi girdi?

Saklanmaktan ziyade kimliklerin altında görünmez oldu diyebiliriz. Şöyle düşünmek lazım galiba. Yeni sosyal hareketler var. Klasik hareketi işçi sınıfı hareketi. Artık bunu görmüyoruz. Yeni sosyal hareketler kategorisinde; kadın hareketi, yeşiller, etnik kimlik talepleri taşıyan hareketler, nükleer yada kapitalizm karşıtı hareketler, dini hareketler var.

Son dönemde Anıtkabir’e dökülen laikçilik de yeni bir sosyal hareket mi?

Denebilir herhalde... Yaşam tarzı bakımından düşünülürse, insanların kaybetmekten korktukları yaşam tarzını korumak bağlamında evet sosyal hareket denebilir. Bu yeni hareketler eskiden yok muydu? Vardı. Kadınlar mücadele ediyorlardı ama işçi sınıfı hegemonyası altındaydı, görünmüyordu.

Kürt hareketi mesela 60’larda Türkiye İşçi Partisi içindeydi ve o dönem tartışmalar olmuş. Sosyalist devrim olunca Kürt meselesi de otomatikman çözülecek denmiş. Fakat sonra 80’lerden sonra başka olmuş.

Aynen kesinlikle. Dolayısıyla demek ki şimdi yeni dediğimiz hareketler, kültürel hareketler o dönemde de vardı. Aslında biz bugün neo-liberalizmle, sosyal refah devletinin terk edilmesiyle o sınıfsal dili terk ettik. Yerine gene liberalizmin işine gelen, ama adalet talebinde bulunurken altta kalmamı kültürel kimliğimle özdeşleştiğim, ona bağladığım için kültürel kimliğim için mücadele etmek meşru oldu. 68 sonrasındaki hikayeler işte. Tabi bu arada, post-fordizmi, sanayi sonrasını da düşünmek lazım. Şimdi de kültürellik lafını ederek sınıfı görmüyoruz.

Aslında ikisini aynı görmemiz gerekiyor ama biz yapmıyoruz bunu?

Galiba ama, içindeki bulunduğumuz atmosferin dilinden çok bağımsız bir şey değil bu. Kapitalizm de böyle bir şey. Benim dilimi içine alıyor. Kendi dilini benim dilim yapıyor. Ben aslında kimliklerimle mücadele ederken adalet için, Anadolu’da reklam malzemesi yaptı. Tamam birtakım gayet fırsatçı metin yazarları, patronlar var ama kişisel kötü niyetin ötesinde, biz bir zihniyetin içinde evriliyoruz. İçinde evrildiğimiz bu zihniyet bugünden yarına değişmiyor. Ama en azından toplumsal muhalefet, mağdur kalan kesimler, kendi varlıklarını aynı zamanda o sınıfsal hiyerarşi içerisinde anlayabilirlerse, bu yönde geliştirebilirlerse, sınıf görünebilir o zaman. Sınıfın da sadece kelime anlamında görünmesi gerekmiyor. İlla sol olarak adlandırılması da gerekmiyor. Eğer bir takım insanlar, işçi olduğu için değil, İstanbul’da kiremit işçisi olarak talep etmesi lazım. Binbir türlü işçilik hali var çünkü.

TOPLUMSAL MUHALEFET REKABETİ VAR

Galiba makro, kapsamlı, sistemli değil; oynak, dağınık, mikro bir siyaset tasavvurundan bahsediyorsunuz?

Evet, adalet dediğim zaman bu sadece sınıfıma yada kimliğime tekabül etmeyecek. Onu ilişkilendirebildiğim zaman Kürt olarak adalet ararken, İkitelli’deki bir fabrikada çırağın patronu tarafından uğradığı adaletsizliği karşısındaki direnişle ortaklaşabilir. Birbirinden çok bağımsız şeyler değil aslında. Kapitalizm içinden konuşuyorsundur ama ciddi, radikal bir direniş gerçekleştirirsin. Kapitalizm sonuç olarak, ekonomi, sendika, pazarlık demiyor mu? “Hayır kardeşim, mesele o değil” demek lazım. O çok daha geniş olan o dile çekmek lazım. Böylece direnişim de genişleyebilir.

91’deki Zonguldak’tan Ankara’ya tertiplenen büyük madenci yürüyüşü sırasında şöyle bir şey oluyor: Oradaki bir işçi jandarmaya “o tüfeği bana doğrultacağına git Güneydoğu’daki Kürt’e çevir” diyor. Siz bunun tam tersini söylüyorsunuz.

Orada bir Kürt kardeşine çağrı yapması lazım. Aslında az önce konuştuğumuz devletle ittifaka örnek aslında. “Bak ben burada devletle cebelleşiyorum ama bak Kürtlere karşı senin yanındayım” deniyor. Sadece “toplumsal muhalefet rekabeti” aslında. Bir nevi Narsizm gibi bir şey…

EHLİLİĞİ SORUNSALLAŞTIRMAK GEREK

Türkiye’nin temel problemlerinden birisi kamusal alan. Kamusal alan tek bir kimliğin hakimiyetinde olduğu için, kamusal alana çıkarken o kimliğe bürünülüyor. Bir nevi “beyaz maske” aslında. Nasıl demokratik bir kamusal alan inşa edilebilir? Bu bildiriyi de göz önünde tutarak…

Aslında normallikler mücadelesi. yani kamusal alan normal değil, normalleştirme, düzleştirme yeri. Bunu konuşmak gerekiyor. Başörtülü kadınların bu bildirisi yada Genç Sivillerin “Kürtleşelim” projesi bu aslında. Çünkü o beyaz maske, belli bir merkezi figüre diğerini benzetmek işlevi taşıyor. Dolayısıyla her simge siyasi sembol. Taraf gazetesinde o bildiriyi kaleme alanlardan Hilal Kaplan’ın söylediği gibi, başı açıklık siyasi sembol aslında. Türbanı da ötekileştirerek sembol olarak inşa ediyor. Bu topraklarda çoğunluk başı kapalıyken, başı açıklığı kamusal alanda gösterilen, idealleştirilen bir model inşa ediliyor. Bu aslında medenileştirme hikayesi. Düzenin kendisini meşrulaştırmak için kullandıklarıdır, aslında siyasi olan. Böylece diğerleri de direnirken siyasileşiyor. Kamusal alanda kullanılan tüm işaretler siyasi. Yerde yemek mesela bizzat siyasi. Çünkü beğenmiyorsun sen. Ama belki değişeceğim zamanla ve masada yemek yiyeceğim. Kaldı ki değişiyorum da. Sen beni bu yüzden ötekileştirirsen ben direnirim. Dolayısıyla kamusal alanın dilindeki, “normal benim aslında” demek yerine, “hepimiz normaliz” demek.

Bizi ehlileştirme çabasındakini kim ehlileştirecek? Ehlileştirme çabasının kendisi vahşi. Bana vahşi diyerek beni ehlileştirmeye çalışıyorsun ama bunun için mesela dört darbe yapmışsın.

Ehlileştirmek kelimesi sorunlu. Ehlileştirmeye karşı çıkarken, bizi ehlileştirmeye çalışanı ehlileştirmek yine aynı şey aslında. Doğru değil.

Ehli olmanın matah bir şey olmadığını söylemek lazım, o zaman?

Evet belki. O devleti oluşturan o dil, iki-üç adamın kafasından çıkmıyor. Devlet benle ilişki halinde olması gereken bir aygıtsa, ben eğer değişiyorsam o da değişmek durumunda. Zaten bu dil primitif, ilkel bir dil oluyor. Son günlerde 32.gün programında görüyoruz işte. İnanılmaz korkunç… Üç tane sloganda özetlenir oldu. Sadece slogan atıyor insanlar. Konuşma kapasitesini, argümanlarını kaybetti. Yükselen ve kendini zenginleştiren bir dil değil bu.

301 TÜM TOPLUMUN SORUNUDUR

Meşruiyet kaynaklarının kurumasından ileri geliyor, değil mi?

Evet, gerekçeleri her şeyi kayboluyor. Dili zenginleşen, alternatif bakış açıları yakalayan, kendi üzerine düşünen bu toplum karşısında hiçbir düzen, devlet duramaz. Düzeni kemikleştirmeye çalışan bir dil dayanamaz. Bir takım devlet görevlileri, politikacılar değişmek yönünde adım atsalar da, onlardan daha da önemli olan toplumsal değişim. Ancak toplumsal düzeyde olduğu zaman mesaj gidiyor oraya. İşte Cemil Çiçek çıkıyor, “301 küçük bir azınlığın sorunudur” diyor. Evet belki 301 sadece birkaç adamın sorun ettiği bir şey olsa bile, aslında 301 toplum olmakla ilgili ve dünya kadar insanın da derdi aslında. Çünkü başörtüsünden yada Kürt sorunundan bağımsız değil aslında. Dolayısıyla benim konuşuyor olmam, marjinal grubun derdi deme ihtimalini yitirecek.

Aslında 301’in varlığı Türk olmayanların, Ermenilerin, Kürtlerin aşağılanmasını normalleştiriyor. Bu açıdan daha geniş bir toplumsal sorun.

Evet tabiiki…

www.iyibilgi.com özel İlhan Döğüş



Bu haber 1,994 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler

    4,356 µs