En Sıcak Konular

Türban neyin sembolü?

13 Şubat 2008 09:15 tsi
Türban neyin sembolü? Başörtüsü/türban tartışması 1950'li yıllara kadar uzanan bir tarihçeye sahipse de, yaklaşık yirmi beş yıl önce üniversitelerde yasaklanmasıyla yoğun bir şekilde ülke gündeminde yer almaya başladı. İşte geçmişten bugüne gelen türban tartışmaları...

Naci Bostancı / Zaman

Bu süreçte baştan itibaren tüm üniversiteleri kapsayan bir yasaklama söz konusu değildi. Başörtülü öğrenciler, ilgili yönetime, hatta üniversite hocasına bağlı olarak farklı muamelelere maruz kalıyorlardı. 1982 yılında YÖK yasasına eklenen bir madde ile üniversitelerde başörtüsü yasaklandı. Bu yasak problemler yaratınca, 1984'te başörtüsü yerine "türban" modeli önerildi ve öğrencilerin bu kıyafetle üniversitelere girebilecekleri söylendi. Doğramacı'nın YÖK başkanı olduğu dönemde dile getirilen bu görüş, türbanın geleneksel dünyadan kopuşu ve daha modern bir hayat telakkisini simgelediği anlayışına yaslanıyordu. 1997'ye kadar bir ara dönem yaşandı. Bazen yasaklar sert bir şekilde uygulandı, bazen ise yasağı kaldırmaya dönük yasalar çıkartıldı, bunu takiben nispi bir serbestlik dönemi yaşandı. 1997'de 28 Şubat sürecinin başlamasıyla birlikte başörtüsü üniversitelerde kesin olarak yasaklandı ve böylece bugünlere gelmiş olduk.

Bu kısa tarihçenin bize gösterdiği iki hususun altını çizmek gerekiyor. Bunlardan birincisi, başörtüsü yasağının inişli çıkışlı bir geçmişi olduğu, hem fiili durumda, hem de yasal çerçevenin teşkilinde ve bunun pratiğinde farklılıklar bulunduğudur. Bugünkü tartışmalarda politik konumu desteklemek amacıyla ortaya konulan her türlü hukuki mütalaanın ötesinde sadece yirmi beş yıl içindeki bu farklı uygulamalar ve hukuki yorumlar dahi, hukuktan bu konuya ilişkin objektif bir kıstas çıkartılamayacağını açıkça ortaya koyar. O zaman sorun karşısında bakılacak yer, hukuki düzenlemenin mahiyeti kadar aynı zamanda bunun hepimizi bağlayan kurallara uygun bir şekilde yapılıp yapılmadığıdır. Kuralların yerine sübjektif yorumları koymaya kalkışmak, kendi yorumunu her tür kuralın, norm koyucu ilgili sürecin üzerinde görmek, gerekçesi ne olursa olsun keyfi bir davranıştır. Kısacası konu elbette tartışılacaktır, elbette herkes eteğindeki taşı dökecektir, fakat sorunların nasıl halledileceğine ilişkin açık, herkesin bildiği temel kurallar işleyecek ve bütün bu tartışmaların neticesinde ortaya bir "çözüm" konacaktır. Bu çözümün herkes tarafından memnuniyetle karşılanmayacağı bizatihi tartışmalardan bellidir, fakat demokratik bir ülkede çözümün arkasında halk iradesinin, kurumların, tartışma süreçlerinin bulunduğunu unutmamak gerekir.

İkinci husus, başörtüsü/türban ayrımına ilişkindir. Bugün yasağı savunanlar, başörtüsü ve türbanı kesin bir şekilde birbirinden ayırıp, başörtüsünü geleneksel dünyaya, "analarımıza" ait ve İslam'ın "saf inancını" temsil eden bir kıyafet olarak ifade etmeye çalışırken, türbanı siyasal simge olarak değerlendirmekte ve "aslında" başörtüsüne değil türbana karşı çıktıklarını dile getirmektedirler. Oysa üniversitelerdeki yasağın kısa tarihçesi bize, "türban" modeli önerilirken, başörtüsünden ayrı, farklı bir şekil üzerinden gidilmeye, böylelikle daha seküler bir anlamlandırmanın kapısının açılmaya çalışıldığını göstermektedir. Türban telaffuz edilirken onun Avrupai çağrışımları da hesaba katılmış olmalıdır. Bugünkü iddiaların tam tersini gösteren bu tarihsel gerçekliği bir kenara bırakalım ve başörtüsü ile türban arasındaki anlam farkını ortaya koymaya çalışalım.

Her şeyden önce kılık kıyafet açısından kuşaklar arasında bir fark bulunduğunu, her kuşağın kendisini öncekilerden ayıracak kimi unsurları öne çıkarttığını hepimiz biliyoruz, görüyoruz. Saçların kesimi, takım elbiseler, etekler, bluzlar, renkler kadar, müzikler ritimler, hatta insanların yolda yürüyüş biçimleri bile değişiyor. Yetmişlerin sonunda İspanyol paça diye bir moda vardı, herkes o geniş paçalı pantolonlardan giymeye başlamıştı, olağan olan oydu, bugün bu pantolonlardan giyen birisi çok tuhaf karşılanır. Giyim kuşama ilişkin "nesiller" bir tarihsel -zamana ait- farklılığa işaret ediyorsa, sosyal gelişmişlik düzeyi de yatay bir çeşitliliği ortaya koyar. Zenginlerle fakirler, okumuşlarla okumamışlar, köylülerle şehirliler her bakımdan birbirlerinden farklı giyinirler. Hem tarihi hem de sosyo-ekonomik kriterler tüm kıyafetlere kendi imalarını yerleştirir ve bu istikamette değiştirirken "başörtüsü"nü "donmuş" her tür değişmeden bağımsız bir "şekil" olarak düşünmek makul bir yaklaşım sayılabilir mi? Dini hayata ilişkin belli bir şeklin tarihsizliğini dile getirmek ve buradaki değişime kuşkuyla bakmak; işte tam da bu bakış kıyafete ruhanilik atfeden ve onun başka türlü olmayacağı varsayımını esas alan bir bakıştır. Laiklik endişesiyle türban-başörtüsü ayrımı yapıp buradan türbana reddiye çıkartanlar, aslında konumlarıyla bağdaşması mümkün olmayacak şekilde başörtüsüne ruhanilik atfetmekte ve onu -dinen- olumlar gözükmektedirler.

Türkiye'deki değişimi politik klişeler üzerinden değil sosyolojik verilerle değerlendirdiğimizde, türban ile başörtüsü arasındaki ayrımın "folk İslam/politik İslam"dan değil, şehirleşmeden, eğitimden, sınıflar hiyerarşisinde yukarıya doğru tırmanmaktan kaynaklandığını açıkça görebiliriz. Bu kategorilerin modernleşme ile derin ilişkisi ortadadır. İnsanlar şehirlileştikçe, eğitim gördükçe, zenginleştikçe daha tehlikeli hale geliyorlarsa, burada sorgulanacak olan bu insanlar değil modernleşmedir. Oysa bu kategorilerle oluşan baskın eğilimin ne olduğunu metropollerin caddelerindeki, sokaklarındaki, çeşitli kamusal mekânlarındaki görüntülerden çıkarabiliriz. İnsanlar farklı kültürlere, inançlara, yaşama stillerine saygının egemen olduğu bir dünyada soluklanıyorlar, o dünyanın parametrelerini kabul ediyorlar, kendi varlık ve kimliklerini de bu çoğulcu dünyanın bir parçası addediyorlar. Zikredilen parametreler istikametinde değişmiş olan insanların başka birçok konuda olduğu gibi dini inanç ve anlayış bakımından da geleneksel dünyaya has bir telakkiyle davranmayacağı açıktır, ancak bu farklılaşmayı mutlaka siyasal İslam'la irtibatlandırmaya kalkışmak için hem kasıt hem de miyopluk gerekir.

Bugün zihnimizdeki türban algısı ile karşılaştığımız herhangi bir türbanlı hanım arasında bağ kurarken, aklımıza ilk gelen husus bir inanç ifadesi olabilir, fakat bunun hemen yanı başında o kişinin işgal ettiği sosyal konuma ilişkin bir okuma yer alır. "Türban" -hem şekil, renk hem de bağlama biçimi olarak-, uhrevi ve tam da bu niteliği dolayısıyla bağlılarını yatay bir yoldaşlıkta toparlaması gereken, her tür farklılığı reddeder nitelikteki "Siyasal İslam'ın" üniform "simgesi" olarak değil, aksine tam da bunu reddeden zenginliği ve çeşitliliğiyle karşımıza çıkar. Siyasal İslam'ın ne olduğunu duymamış, buna ilişkin bir satır okumamış, köy hayatından şehir hayatına geçmek, sınıf atlamak isteyen kimi kızların anneleri gibi değil de şehirde örneğini gördükleri türban modeliyle başlarını bağlamaya kalkışmaları bize türbanın ne ima ettiği hususunda ezber sözlerden çok daha fazlasını söyler.

Türbana karşı çıkan kimi çevreler konumlarını değerlere ilişkin bir siyasal tutuma bağlıyorlar. Ancak daha baskın bir çevre için meselenin bu olduğu hayli su götürür. Türbanın arkasındaki sosyolojik hikâyenin onun Siyasal İslam'ın değil sınıf değiştiren yeni elitlerin "sembolü" olduğuna işaret etmesi, asıl meselenin, "elitlerin dolaşımına" bir itiraz, laiklik kaygısının ise bu işe ideolojik bir kılıf olduğunu akla getiriyor. İşin odağında üniversitenin bulunuşuna bir de bu gözle bakmak ilham verici olacaktır. Bu ülkede klişelere düşmeden, Jakobenlerin üstadı Saint Jüst'ü hatırlatır "kutsallaştırılmış dil" ile değil, daha serinkanlı, sosyolojik analizleri daha fazla gözeten bir muhakeme ile bu tartışmalar yapılsa hem ülke bundan daha fazla faydalanır hem de bu maskeli baloya gerek kalmaz. Hiç şüphesiz yasakçı anlayış yerine özgürlükçü anlayışa bıraktıkça, herkesin çıplak gerçeklikle daha fazla yüzleştiği bir Türkiye ortaya çıkacaktır.



Bu haber 364 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    3,771 µs