En Sıcak Konular

Müsaadenizle hocam; bu dersi ben anlatıcam...

12 Şubat 2008 08:45 tsi
Başörtüsünün üniversitelerde serbest bırakılması gündeme gelince bir kıyamettir koptu. Üniversitenin varlık sebebinden tarihî rolüne kadar her şey tartışıldı. Başörtüsü tartışmasında farklı yerde duran görüşler birbiriyle konuştu...

Başörtüsü yasağı, mevzu ile uzak yakın alakalı herkesi yormuş durumda. Nihayet meseleyi hal yoluna sokmak isteyen birileri çıktı derken gayretler yine tıkandı. Ya sev ya terk et cumhuriyetine dönen Türkiye’de üniversitelerin rasyonel ve kalıcı çözüme katkı sunmasını beklemek hakkımız olsa gerek. Çağdaşlık neyi gerektirir? Hukukun düsturları hangi yöne işaret eder? Demokrasi ne demektir? “Ses verin Allah aşkına hocam!” diye haykırmamıza ramak kalmışken üniversite canibinden ses geldi: “Söz konusu olan vatansa gerisi teferruattır.”

Bir dakika hocam! Milli müdafaa bahsini geçeli çok olmamış mıydı? Şimdi önümüzdeki hedef muasır medeniyetler seviyesine erişmek sanıyorduk. Aramızda duruma en uygun düşen düsturun ‘hayatta en hakiki mürşit ilimdir’ olduğuna dair bahse girenler olmuştu. Ama üniversitelerin kapısına kilit vurmak pahasına savunduğunuz pozitif bilim anlayışı, iki kere ikinin dört ettiğine bile şüphe ile yaklaşırken siz başörtüsü gibi tartışmalı bir konuda oybirliğine vardınız. Bu koro, bilimselliğin zirvesinde olduğumuz manasına geliyorsa dünya neden ulaştığımız noktadan haberdar değil?

Türk Dil Kurumu’nun sözlüğünde üniversite için, ‘bilimsel özerkliğe ve kamu tüzel kişiliğine sahip, yüksek düzeyde eğitim, öğretim, bilimsel araştırma ve yayın yapan fakülte, enstitü, yüksekokul... ’ yazıyor. Kavramları çözelim diyoruz ama temsil yetkisi verdiğiniz bir profesörün, “Türkiye’de bilimsel tek bir kuruluş varsa o da Türk Silahlı Kuvvetleri’dir. Türkiye’de üç tane üniversite var kara, hava, deniz harp okulu.” sözleri çınlıyor kulaklarımızda. Omuzlarındaki apoletler askerlerin bilimsel rütbesine işaret ediyorsa siz kimsiniz? Ya doktor, doçent, profesör ne demek?

Tamam, sonraki konuya geçiyoruz. “İcab ederse, ülke yöneticileri akıllarını başlarına alana kadar o kapıları kapatırız. Bu bizim tarihsel geleneklerimizden gelen hakkımızdır.” beyanının altına imza atmadınız belki lakin itiraz ettiğinizi de duymadık. Her öğrencinin sahip olması gereken merakla kısa bir tarih turu yapınca kafamız iyice karıştı, yardım edin… 1933’te yeniden yapılandırılan üniversite ilk kitlesel rolünü 27 Mayıs İhtilali esnasında deruhte etmiş. Gelenek burada başlıyor herhalde. Kaynaklar, İstanbul Üniversitesi (İÜ) Rektörü Sıddık Sami Onar’ın üniversite gençliğinin iktidarı protesto hareketine destek verdiğini yazıyor. 28 Nisan 1960 sabahı, İÜ bahçesinde başlayan hareket, ertesi gün Ankara’da hukuk ve siyasal bilgiler fakültelerinde devam etmiş. 27 Mayıs İhtilali’nin İstanbul ayağını planlayan Kurmay Binbaşı Şefik Soyuyüce, yıllar sonra itiraf etmiş: “Öğrencileri 4-5 kamyona bindirip bir yerde bırakıyor ve şurada gösteri yapsınlar veyahut da yapmasınlar diyorduk.” Biz görmedik ama siz Kemal Alemdaroğlu’nun İstanbul’da, Yalçın Küçük’ün Ankara’da başı çektiğini hatırlarsınız. Sahi, onlar yıllarca sizinle aynı kürsüleri paylaştı değil mi ders anlatmak için?

Tarihsel gelenek demişken, ihtilalci asker, “Biz sorumluların yurt dışına gönderilmelerini istiyorduk. Ancak üniversite hocaları bilim kurulu olarak ‘eğer bunlar yargılanmazsa ileride 27 Mayıs’ın meşruiyetine gölge düşer’ diye telkinlerde bulundular.” demiş. Dönemin İÜ Rektörü Onar, ihtilali ve Yassıada Mahkemesi’ni meşru ilan etmiş. Geçtiğimiz haftalarda bir başka rektörün ‘üniversite gençliği her zaman sokağa taşabilir.’ derken neyi kastettiğini anlamaya başlıyoruz galiba…

1971 yılının 9 Mart’ında deşifre olan bir cuntadan bahsediliyor. Devrim yapmaya niyetleniyorlarmış ki içlerine sızan istihbarat mensubu Mahir Kaynak planlarını açık etmiş. O da seneler sonra konuşanlardan. “Darbenin içinde olmakla, desteklemek farklı şey.” diyor Kaynak. “71’de hocalar darbeyi destekledi. Bunların rolü kamuoyunda etki yaratmaktır. Cüppeleri ile yürümeleri yeterliydi. Onlardan beklenen odur. Genelde bir gövde gösterisi yaparlar ve yerlerinin neresi olduğunu belli ederler.” Ne diyeceksiniz sahiden merak içindeyiz…

Yüksek Öğretim Kurumu’nun üniversiteleri bilimi merkez alan özerk kurumlar olmaktan çıkarıp alelade devlet dairesine çevirdiği söyleniyor. Tabii buraya gelen yolun 12 Eylül öncesi üniversite olaylarından geçtiği de. Kürsüden ders anlatmasına alışık olduğumuz üniversite ulemâsını, 28 Şubat postmodern darbe sürecinde brifing alırken gördük nihayet. Ve bugün disiplinler üstü birikime sahip akademisyenlerle yüz yüzeyiz.

Jeoloji profesörü siyaset bilimi anlatıyor, hukuku tartışıyor. Tıp doktoru sosyolojik analizler yapıyor. Tabip rektör dinî fetva yayımlıyor... Üniversiteler imza attıkları bilimsel araştırma ve makale sayısıyla dünya sıralamasında kendilerine yer bulamasa da aydınlanıyoruz herhalde.

İrticaın üniversite kapılarına dayandığından endişe ediyorsunuz. Sözlükte irticaın geri dönmek anlamına geldiği yazıyor. İttihatçıların Selanik’ten getirdiği askerler, ayaklanıp İstanbul sokaklarında “irtica isteriz” diye nümayiş yapmışlar. Din devleti değil, eski yönetimin geri gelmesini istemişler. Yeni olanı reddediyorlarmış yani. O gün bugündür pelesenk oldu dilimize irtica. Ama haklısınız galiba. Üniversite irtica tehdidi altında olmasa neden bir rektör Ortaçağ skolastik düşüncesini hatırlatırcasına “Üniversiteler inancın yaşandığı değil, özgürce dile getirildiği yerdir.” desin…

“Nasıl bir toplum istediğimizi düşünmeliyiz.” diye soruyorsunuz. Sahi, üniversiteyi fikirlerin çarpıştığı bir alan olmaktan çıkarıp düşüncenin bile yasaklandığı bir ortama çevirirken nasıl bir toplum hayali var zihninizde? Diyorsunuz ki, “Üniversite tüm dogmatik inanç sistemlerini işlevine temel yapmayı reddeder. Karşımıza dinin dogmalarını reddeden bilimi öğrenmek için geldiğini iddia ederken, o dogmalara bağlı olma sembolünden inatla vazgeçmeyenlerin bilimsel dürüstlük ve samimiyetine nasıl inanacağız? Akla açık bir ihanet olan bu davranışın temsilcilerini, aklın ve bilimin geliştiricisi olan üniversitelerimize nasıl alacağız? Böyle kişilere, öğrettiğimiz bilimi öğrendiklerine itimat ederek nasıl not veya diploma vereceğiz?” Sizinle aynı pozitif bilimsellik dinine iman etmediğimiz için sınırlarınızın dışına itiyorsunuz bizi. Peki yüksek duvarlarla çevrili, destursuz girilemeyen kalelerinizin içinde neden yalnızsınız hocam? Savunduğunuz değerler, sergilediğiniz ‘bilimsel duruş’ neden geniş kitleler tarafından benimsenmiyor?

Çağdaş siyaset bilimi teorilerine göre demokrasi ideal yönetim biçimi değil miydi? Pardon yeni izaha göre ‘eğer demokrasi adına çağdaş, modern düşünceleri yok etmeye gidiyorsanız, buna demokrasi denmez’ idi değil mi?

Gündemin başörtüsüne kilitlenmesi üniversitelerin ne kadar önemli kaleler olduğunu unutturmuş değil. Sadece örtüye karşı olmadığınızı biliyoruz. Dün “Başörtüsü serbest kalırsa türbanlı kızlara hak ettikleri notu veremeyebiliriz.” diyen rektör daha önce de Yaşar Kemal ve Orhan Pamuk’a kapatmıştı kapılarını. Dünyada kabul gören anlayışa göre bilimsel bilgi eleştiriye ve tartışmaya açıktır, denenebilir ve yanılabilir. Üniversiteler her tür düşüncenin savunulabildiği mekânlardır. Ama biliyoruz ki sizin için ‘sui misal, misal olmaz. Bu konuda ne karşınıza çıkarılacak hukuk sistemleri, ne de dünyadan gösterilecek örnekler sizi ikna edebilir. Sizin düşüncenizin ve faaliyetinizin temeli eleştirel akılcılıktır.’ Peki neden YÖK Başkanı ‘üniversitelerde artık bilim yapılacak’ diyor? Bütün söylenilenleri, olan biteni yan yana koyuyoruz ama olmuyor. Sorularla cevaplar birbirini tutmuyor...

Öğretim elemanları, ücretlerinin geriye gittiğinden, bilimsel çalışmalara yeteri kadar pay ayrılmamasından şikâyet ediyor. Toplantılarınızda eğitim ve araştırma faaliyetlerinin kalitesizliğini, mezunlarınızın vasıfsızlığını değil siyasal partilerin gündemini tartıştığınızdan ve tabii üniversiteleriniz ve mensuplarınız adına çıkıp konuşmadan önce hiçbir öğretim elemanının fikrini sormadığınızdan yakınılıyor. 25 milyon dolarlık tıbbî cihaz alımında usulsüzlük yaptığı gerekçesiyle 9 ayrı suçtan yargılanan bir arkadaşınıza sahip çıkmak hangi bilimsel teze göre Cumhuriyete sahip çıkmak anlamına geliyor?

Bu soruların cevabı olmadığını ben de biliyorum. Bu yüzden ne dediğinizi duyar gibiyim: “Otur yerine, sıfır…”

Oturuyorum.

Aksiyon



Bu haber 483 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    2,846 µs