''tanıtman!'' | " /> ''tanıtman!'' | "/>

En Sıcak Konular

Şimdikiler eleştirmen değil, ''tanıtman!''

11 Şubat 2008 10:04 tsi
Şimdikiler eleştirmen değil, ''tanıtman!''
Giovanni Scognamillo, ülkemizde sinema yazarlığı ve eleştirmenliği dendiğinde akla ilk gelen isimlerden biri. Sinema eleştirmenliği, korku sineması ve Türk sinemasının son yıllardaki performansını değerlendiren Scognamillo, "günümüzde film eleştirmeni yo

Giovanni Scognamillo, ülkemizde sinema yazarlığı ve eleştirmenliği dendiğinde akla ilk gelen isimlerden biri. 50 yılı aşkın mesleki yaşamına sayısız makale, inceleme, araştırma sığdırmış, kaleme aldığı çok sayıda kitap sinema çevrelerinin adeta başvuru kaynakları haline gelmiş bir sinema yazarı.  Şimdi heyecan ve azminden hiçbir şey kaybetmeden, sinema konulu çalışmalarına aynı hızla devam ediyor. Sevgili dostum Gülşah Maraşlı’nın aracılığıyla, Giovanni Scognamillo’nun evine konuk. Kendisiyle sinema eleştirmenliği, korku sineması ve Türk sinemasının son yıllardaki performansını konuştuk.

Sinemayla olan ilişkiniz hayli uzun yıllara dayanıyor.

Evet, çocukluğumdan beri sinemayla ilgileniyorum. Ben sinemacı bir ailede yetiştim. O mikrobu ben çok küçük yaşlarda kaptım ve hala kurtulamadım. (Gülüyor)

Aktif olarak ne zaman çalışmaya başladınız?

Aktif olarak 60’lı yıllarda çalışmaya başladım. Seksenli yıllarda yoğun çalışmalarım oldu. Fakat sürekli olarak yabancılarla çalıştım. 60’lı yıllarda İstanbul’a gelip film yapan İtalyanlar, Fransızlar, İspanyollarla çalıştım. 80’li yıllarda Erler Film’deyken, prodüksiyon servisi yapıyorduk. Alman, Amerikan ve Fransız televizyonlarıyla çalıştım.  Yönetmen yardımcılığı yaptım.

İki filmde yönetmenlik yaptığınız söyleniyor.

Hayır, bu yanlış bir bilgi. Yönetmenlik yapmadım. Bir filmde yönetmen yardımcısı olarak çalıştım. Ama oyunculuk yaptım mesela.

Sinema sektörünün merkezinde yer almanıza rağmen, hep işin yazınsal ve eleştirel tarafında kaldığınızı görüyoruz. Neden böyle bir tercihte bulundunuz?

Özellikle öğrencilerim ve çevreme baktığımda, gördüm ki herkes yönetmek olmak istiyor. Ama ben hiçbir zaman yönetmen olmak istemedim. (Gülüyor) Yönetmenlik dışardan bakıldığında prestij getiren bir sıfattır ama sinemanın içinde oluğunuzda bunun ne kadar iğrenç bir iş olduğu ortaya çıkıyor. Bir iki senaryo yazsam da senaryo yazarı olmak da istemedim. Ben sinema yazarı olmak istedim ve öyle de oldum.

1961’de Akşam Gazetesi’nde yazmaya başladınız…

Evet, ama onun öncesinde 1948-49’da İtalyan basınında yazıyordum. Daha sonra İngiliz ve Amerikan basınında yazdım. Norveç ve Polonya yayınlarında yazdım. Hatta Hindistan’da bile çıktı yazılarım. (Gülüyor) Son olarak da 1961’de Türk basınında yazmaya başladım.

ŞİMDİKİLER ELEŞTİRMEN DEĞİL ‘TANITMAN’

Bildiğim kadarıyla sinema yazarlığı o yıllarda çok yaygın bir alan değildi.

Evet, bugün olduğu kadar sinema yazarı ve eleştirmeni yoktu. Ama her gazetede mutlaka bir eleştirmen vardı. Mesela ben Akşam’da yazıyordum. Tunca Okan Milliyet’te yazıyordu. Selim Andak Cumhuriyet’te yazıyordu. Semih Tuğrul yazıyordu bir yerlerde. O yıllarda gündelik gazetelerde yazılan sinema yazıları seyirci tarafından daha çok dikkate alınıyordu.

Bugün tam tersi bir kanaat yaygın durumda. Eleştirmenler seyirciyi çok etkiliyor deniyor.

Bugünkü sinema dergilerinin çoğu magazin dergisidir. Gerek bu dergilerde ve gerekse de gündelik gazetelerde eleştiriden çok tanıtım yapılıyor. İsim vermek istemiyorum ama bazı arkadaşlar bir kötü filmi kurtarmak için cambazlık yapıyor. Bu durum o derginin çizgisinden de kaynaklanabilir. Çünkü o filmlerin reklâmları veriliyor bu gazete ve dergilere. Tabi bu reklâm dergi ve gazeteler için iyi birer kazançtır. Bir çeşit anlaşma var aralarında. Sen bana bulaşma, ben de sana bulaşmayayım anlaşması. (Gülüyor)

Hem Doğu, hem de Batı sinemasının içinde olmak, ikisini de yakından takip etmek, büyük bir avantaj sizin için.

Ama bunu her sinema eleştirmeninin yapması gerekiyor.

Ama sizin Avrupa kökenli olmanız, herkesten biraz daha fazla avantajlı olmanızı sağlıyor bu açıdan.

Bakın ben sinema yazarlığıma yardımcı olsun diye sinemada çalıştım. Çünkü ortamın içinde olduğunuzda bakışınız ve görüşünüz değişebiliyor. Yani setteki bir gerçek var. Eğer ben bir sinema yazarı veya eleştirmeniysem o gerçeği bilmem gerekiyor. Dışardan gazel okumak kolaydır. O koşulları görmek, bilmek gerekiyor. Şimdiki arkadaşların yazdıklarına bakıyorum. O yazılanlar eleştiriden çıkmıştır. Onlar artık birer tanıtım yazısıdır. Eğer bir gazete veya dergide bu türden bir yazıyı film eleştirisi olarak sunmaya kalkarsa bu izah edilebilecek bir durum olmaz.

Sinemaya uzun yıllarınızı verdiniz. Sinemayla karşılıklı olarak ne tür bir alış-verişiniz olduğunu düşünüyorsunuz? Bu noktada geriye dönüp baktığınızda neler görüyorsunuz?

Ben sinemadan fazla bir şey beklemedim. Sinema ortamı içinde doğdum, büyüdüm. Ben doğduğumda babam bir film şirketinin sahibiydi. Yabancı film ithal ediyordu. Aynı dönemlerde eniştem Kadıköy’deki Süreyyapaşa sinemasının müdürüydü. Yine eniştem 1930’lu yıllarda Amerikan Fox şirketinin buradaki şubesinde müdür oldu. Babam Elhamra sinemasına geçti. Oranın müdürü oldu. Yani ben sürekli o ortamın içinde büyüdüğüm için hep sinemanın içinde oldum ve sinemanın sanal bir şey olduğunu yaşayarak öğrendim. Bazen soruyorlar bana  ‘korku sinemasıyla ilgileniyorsun, korkmuyor musun?’ diye. Ben küçük bir çocukken, babam bana ‘bak bu bir dekordur, bunlar oyuncudur, şunlar gerçek değil’ derdi. Film şeritlerini alır ‘bak oğlum, bunlar resimdir. Hareket ettirilir’ filan derdi.

Kullandığınız ifade dikkatimi çekti. Sinemanın sanal bir şey olduğunu yaşayarak gördüm dediniz. Ne demek istediniz?

Bir filmi seyrettiğinizde şunu bilmeniz gerekiyor; o filmdir, gerçek değil. Sinemanın kendisine özgü bir zamanı, kendisine özgür bir anlatımı yine kendisine özgü bir gerçekliği vardır. Ama sinema her seferinde gerçeği yansıtmaz. Belgesellerde yansıtır. Ama gerisi kurmacadır. Dediğim gibi, bana korku filmlerinde neden korkmuyorsunuz diye soruyorlar. Neden korkayım? Bir korku filmini izlerken beni ilgilendiren şey şudur; Acaba bu korku efektini nasıl yaptı? Ne tür bir ışıklandırma kullanıyor? Beni bunlar ilgilendiriyor. Bunlar üzerinde durduğumda ortada korkacak bir şey de kalmıyor zaten. (Gülüyor)

Sinemaya farklı misyonlar yükleyenler var. Kimi siyasi, kimi dini, kimi ideolojik yorumlar getiriyor sinemaya. Yönlendirme aracı olarak da yorumlanıyor bazen.

Aslında sinemanın görevi odur zaten. Sinema bir eğlence olarak düşünülüyor, kullanılıyor. Ama burada şunun bilinmesi lazım; Sinemanın değeri eğlence olmasında değil, iletişim ve bir sanat olmasındadır. Tabiî ki sinemanın da bir çizgisi olacak. Sinema medeni ülkelerde bir ideolojinin hizmetine girecek. Tabi ki sinema siyasal olacak. Yoksa sadece eğlenmeye yönelik bir araç olur.

O zaman sözünü ettiğiniz sanallığı sinemanın teması ve taşıdığı anlamda değil teknik yapısının gerçek hayatla olan ilişkisinde göreceğiz.

Evet, kastettiğim o zaten.

Bu alanda hangi sıfatla anılmak istiyorsunuz?

Ben uzun süredir yayın organlarında yazmıyorum. Ama sinema yazarı ve sinema tarihçisi olarak anılmak istiyorum. Ayrıca 7 yıldır öğretim görevlisi olarak Sinema Tarihi dersi veriyorum.

Sinema eleştirmenliği konusunda yapılan bazı tartışmalar var. Sinema eleştirmenliğini bir dal, meslek olarak görmeyenler var. Onlara göre biri film yapar, diğeri de bunun tarihini, kronolojisini yazar. Eleştirmek seyircinin işidir deniyor. Ne düşünüyorsunuz bu konuda?

Çok yanlış bir düşünce. Sanat eleştirisi var mı? Var! Müzik eleştirisi var mı? Var! Resim eleştirisi var mı? Var! Tiyatro eleştirisi var mı? Var! Peki, neden sinema eleştirisi olmasın? Seyirciyi yönlendirmek gerekir diye düşünüyorum. Eleştirmenin işi seyirciyi iyi sinemaya yönlendirmektir. Bu iş bugün daha önemli, çünkü sinema biletleri her geçen gün pahalılaşıyor. Bugün 10 lira, 15 lira veriyorsun. Eleştirmenlere kulak ver, boşu boşuna bu parayı verme. .(Gülüyor) Eleştirmen seni yönlendirmeli. Bu film kötü, bu film iyi demeli.

İki üç yıl önce bir yaz günü eve gelirken Sinan Çetin’le karşılaştım. Dur dedi sana bir şey soracağım. Yahu dedi, senin eleştirmen arkadaşlarını ben anlamıyorum. Sanırım Propaganda filmini yapmıştı o dönemde. Yahu dedi, filmim çıktı, baya iyi bir hâsılat yapıyor. Ama eleştirmenler filmi kötülüyorlar. Ama dedim Sinancım, bir filmin iyi bir film olması iyi hâsılat yapmış olması mı demektir? Hâsılat bir filmin iyi olduğunu göstermez. Gişe bu konuda kıstas olamaz. Gişe senin filminin popüler olduğunu gösteriyor, o kadar!

Bir eleştirmen sinemadan ne kadar anlamalı sizce? Bunun bir ölçüsü, sınırı var mıdır?

Bir kere, sadece sinemadan anlamakla eleştirmen olunmaz! Bana zaman zaman soruyorlar, neden bu kadar çok konuyla ilgileniyorsun diye. Neden çizgi romanla, bilim-kurguyla falan ilgileniyorsun? İlgileniyorum, çünkü ben temelde bir sinema yazarıyım. Faraza bir kovboy filmini seyrediyorsun. Bu filmi değerlendirmek için Amerikanın o dönemdeki tarihini biraz bilmen gerekiyor. Ya da bir bilim kurgu filmini seyrediyorsun. Hayatında hiç bilim-kurgu romanı okumadınsa, senin o filimle ilgili yorumun yanlıştır. Sinema eleştirisi yapmak kolay bir şey değildir. Müzik eleştirmeniysen tarihi ve makamları bilirsin, bestecileri bilirsin bu sana yeter. Ama film eleştiren biri olarak senin iyi bir kültüre sahip olman gerekiyor. Her türe ilgi göstermek ve o türün geçmişini bilmek açısından.

Ülkemizde Sinema Eleştirmenleri Derneği (SİYAD) diye bir dernek var. Siz de bu derneğin onursal üyelerindensiniz. SİYAD her yıl geleneksel olarak bir ödül töreni düzenliyor ve sinema eleştirenlerinin başarılı bulduğu filmleri ödüllendiriyor. Bu yıl 40. kez düzenlenecek ve adaylar da açıklandı. Suna filminin yönetmeni Engin Ayça ‘eleştirmenler filmimi izlemeye tenezzül bile etmediler, filmi aday bile göstermediler dedi.

Engin Ayça fazla duygusal yaklaşmış bana göre. Ben Suna’yı seyretmediğim için bir şey diyemem. Ama seyreden arkadaşlar var ve pek de iyi şeyler söylemediler.

Benzer bir tartışma Beyaz Melek filmi ile ilgili yapıldı. Büyük bir seyirci başarısı yakalamasına rağmen yalnızca 2 dalda aday gösterildi.

Biraz önce bahsettiğim gibi bir filmin çok seyirci toplaması onun iyi bir film olduğu anlamına gelmez.

KORKU FİLMLERİMİZ ŞUAN KÖTÜ AMA İLERİSİ İÇİN ÜMİTLİYİM

Bazı sinemacıların, sinemayla yakından ilgilenenlerin ve hatta sinemayla çok ilgili olmayan insanların sıkça dillendirdiği bir ifade var; Türkler korku filmi çekemez! Bu iş bizim yapabileceğimiz bir iş değildir deniyor. Sizce korku ve fantastik sinemanın bizim sinemamızda bir aidiyet sorunu mu var?

Hayır, ben böyle düşünmüyorum. Yeşilçam dönemine baktığımızda kaç tane korku ya da fantastik film çekildi? Muhsin Ertuğrul ‘Kahveci Güzeli’ni’ yaptı. İlk fantastik film olarak kabul ediliyor. Ondan sonra Mehmet Muhtar ‘Drakula İstanbul’da filmini yaptı, 1953’te. 1970’lerde Yavuz Yalınkılıç’ın ‘Ölüler Konuşmaz ki’ isimli bir filmi vardı. Çok kötü bir filimdi. Ondan sonra Metin Erksan geldi. Drakula İstanbul’da iyi bir hâsılat yaptı. ‘Şeytan’ isimli filmden büyük bir hâsılat bekleniyordu. Yapımcısı Hulki Saner’in çok tuttuğu bir projeydi bu. Metin’i (Erksan) Londra’ya gönderdi. Metin filmi seyretti, romanını okudu filan. Ama orada yanlış bir uyarlama yapıldı. Yeşilçam, bu tür filmlerden beklediği hâsılatı alamadığı için o türe sarılmadı. Yeşilçam sinemasının geneline baktığımızda bazı türlerin egemen olduğunu görüyoruz. Nedir bunlar? Melodram, güldürü, aile filmleri ve kısmen aksiyon filmleridir. 70’li yıllardan itibaren yapılan dar bütçeli filmler ve güvendiği filmler bu türden yapımlardır.

Bir de şu var tabi; Korku sineması için teknik imkânlar gerekiyor. Ki değil 50’li yıllarda, 70’li yıllarda bile o teknik imkânlar yoktu. O yüzden Yeşilçam korku sinemasını bir kenara itti.

Kullanılan vampir, zombiler, kurt adamlar v.b korku figürleri bizim kültürümüzle bağdaşmıyordu. Bu yüzden tutulmadı bu tarz deniyor.

Evet, vampir ve kurt adam olmayabilir ama mesela Türk folklorunda cadılar vardır.

O zaman söylediğinizden şöyle bir anlam mı çıkarmalıyız; Korku ve fantastik türünden filmler, bu iş teknik olarak iyi yapılamadığı için tutulmadı?

Yeşilçam döneminde iyi yapılamadığı için tutulmadı. Bugün biraz daha iyi filmler yapılabiliyor. En azından teknik imkânlar daha geniş. Bu yüzden de tutulmaya başladı.

Doğu kültüründe gözle görülmeyen varlıklar veya figürlerle korku hissi daha çok uyandırılabiliyor. Hem Anadolu kültürü hem Uzakdoğu ve diğer Asya coğrafyasında yaygın bir durumdur bu. Türk sineması biraz da bu gerçekten hareketle bu sorunu aşmaya çalışsa daha doğru olmaz mı?

Zaten son yıllarda senin söylediğin bu mantıkla çekilmeye başlandı korku filmleri. Mesela dini inançlardaki bazı konular işleniyor bu dönemdeki korku filmlerinde. Gösterime yeni giren Semum filmi bunlardan biri.

Aynı yönetmen daha önce D@bbe filmini çekmiş, büyük ilgi görmüştü. Siz izleme fırsatı bulabildiniz mi?

Maalesef izledim. (Gülüyor)

D@abbe filmi ile ilgili yorumunuzu merak ediyorum.

Beğenmedim. Başarılı bölümler var fakat genelde bir abartı var filmde.

En çok ne rahatsız etti sizi?

Beni en çok ses efektleri rahatsız etti. Çünkü bu sesler çok abartılı geldi bana. Bir de o uyarlama bir filmdir.

Ring filmini kast ediyorsunuz sanırım?

Evet. Bu filmi yaparken yabancı kaynaklara, Uzak doğu kaynaklarına bakılması bence gereksizdi. Zengin bir folklorumuz var. Asıl kaynaklar olarak bunları kullanmamız gerekiyor. Yani bir Japon filmini, Kore filmini örnek almanıza gerek yok.

Filmin yönetmeni Japonya’da uzun yıllar kalmış biri. Kendisiyle iki defa röportaj yaptım. Kendisi Japon sinemasından etkilendiğini söylüyor ama D@bbe’yi o filmlerden birinden hareketle yaptığını asla kabul etmiyor. Zaten amacının da bu topraklara ait hikâyelerden filmler yapmak olduğunu söylüyor.

Bence o ülkenin sinemasının etkisinde kalmış. Ama diğer bazı yönetmenler de Amerikan sinemasının etkisi altında kalıyor. Bakın mesela ben ‘Küçük Kıyamet’ filmini beğendim. Tamam, korku filmi değil gerilim filmi. Belki kısmen fantastik ve psikolojik gerilim olarak değerlendirilebilir. Ama buram buram Stephan King kokuyor film.

Peki, son dönem korku-gerilim ve fantezi türü filmlerle ilgili genel bir değerlendirmede bulunacak olursanız, neler söylersiniz?

Korku türüne bir yöneliş var. Sadece meraklısı olduğum için demiyorum ama bir ulusal sinema içinde değişik türlerin bulunması gerekiyor. Bir ülkenin sineması bu türlerle zenginleşir. Yeşilçam sinemasından sonra, korku’nun sinemaya girmesi, ilerde fantezinin girmesi çok iyi olur.

Son yapımlar bu açıdan size ümit veriyor mu?

Evet, kendi adıma iyimserim. Her ne kadar çekilen filmlerin bir kısmını kötü olarak değerlendiriyorsam da iyi örneklerinin olduğunu, bunların gerisinin de geleceği konusunda ümitliyim. Yapıla yapıla öğrenilecek bunlar. Bütün mesele senaryodur bence. Teknik imkânlarımız var çünkü. Bugün böyle bir filmle bütçe oluşturacak yapımcılarımız da var. Korku sineması dünyanın her yerinde başarılı sonuçlar alan bir sektördür. İyi bir senaryo ve başarılı bir prodüksiyonla az para harcayarak iyi bir korku filmi yapabilirsiniz.

YEŞİLÇAM FAZLA FİLM ÇEKİLDİĞİ İÇİN BATTI

Eşkıya filmi Türkiye’de bir hareketin başlamasına neden oldu. O günden buyana Türk sineması hayli canlı bir süreç yaşıyor.

Bir canlılığın olduğu kesin. Ama bazı istatistikî bilgilere dikkat ettiğimizde, seyircinin yalnızca  %38’nin Türk filmlerini izlemeyi tercih ettiğini görüyoruz. Geri kalan kısım yabancı sinemayı tercih ediyor. Yabancı sinemanın da zaten %90’dan fazlası Amerikan sinemasıdır. Ama büyük hâsılatlar elde ediliyor. 2-3 milyon izleyici toplayan Türk filmlerinden bahsediyoruz artık. Bu çok iyi bir gelişmedir.

Tabi heyecanlanmamak gerekir. Yeşilçam birden çökmüştü. Bu olay sinema tarihinde, dünyanın hiçbir yerinde görülmemiş bir şeydir. Tamam, temeli çok sağlam değildi Yeşilçam’ın. Ama bir ülke sinemasının aniden sıfıra inmesi eşi görülmemiş bir şeydir. Şimdi yeniden film sayısı artıyor. Bu artış bizi yanıltmamalı. Bakın, Türk sinemasının hiçbir zaman bir dış pazarı olmadı. Bir ülke sineması sadece kendi içinden beslenemez. Mutlaka bir dış pazarın olması lazım. Eskiden de yoktu zaten. Bugün bir filmin Almanya’da gösterilmesi dış pazar anlamına gelmiyor. Çünkü Almanya bizim için bir iç pazar sayılır. Aynı şey mesela Hollanda için de geçerlidir. Muazzam Türk nüfusu var. Türkler gidiyor filmlere.

Bu hareketlilik nasıl değerlendirilirse Türk sineması abad olur?

Benim asıl korkum film enflasyonudur. Çünkü Yeşilçam film enflasyonuna girdiği için çöktü. Bir de yönetmen olmak isteyen çok sayıda genç var. Onlar da projelerine biraz dikkat etmeli. Sonra, sadece kendileri için film yapmasınlar. Biraz da zavallı seyirciyi düşünsünler.(Gülüyor)

Son yıllarda dış ülkelerdeki film festivallerinde Türk filmlerinin isimlerini sıklıkla duymaya başladık. Sizce bunlar yönetmenlerin kişisel başarıları olarak mı yoksa Türk sinemasının bu noktada artık belli bir yer gelmesi olarak mı yorumlanmalı?

Türk sineması yalnızca son yıllarda değil önceki yıllarda da yabancı festivallerde ödüller alıyordu. Metin Erksan’ın Susuz Yaz filminden bu yana festivallere katılım oluyordu.

Bu kadar yoğun muydu bu katılmalar?

Bence daha yoğundu o yıllarda. 80’li yıllarda birçok festivale katılıyordu Türk filmleri ve çokça da ödüller alıyordu. Çok değişen bir şey yok bu açıdan.

Bu katılımlarla birlikte festival filmi tanımı sıkça kullanılır olmaya başlandı.

Evet, ama gülünç geliyor bana bu tür ifadeler. Bir yönetmen film yapmaya karar verdiğinde ben festival filmi yapacağım filan diyor. Düşünemiyorum böyle bir şey.(Gülüyor) Amaç iyi bir film yapmak olmalı. Sen filmini yap. Ödülünü, festivalini, yorumunu sonra düşün.

sinemasinamadır


 



Bu haber 204 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    4,580 µs