'Çankaya baskısı' | " /> 'Çankaya baskısı' | "/>

En Sıcak Konular

Edebiyatçılara 'Çankaya baskısı'

10 Şubat 2008 09:27 tsi
Edebiyatçılara 'Çankaya baskısı'
Yazarlar 'köşke çıkmayın' diye telefon almışlar... Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün Çankaya Köşkü'ndeki 'edebi' davetin konuklarından Rasim Özdenören, yemeği, edebiyatı ve edebiyatçıları anlattı:

Çankaya Köşkü'ndeki 'edebi' davetin konuklarından yazarımız Rasim Özdenören, yemeği, edebiyatı ve edebiyatçıları anlattı. “Adalet Ağaoğlu, Doğan Hızlan ve Hilmi Yavuz Cumhurbaşkanı sofraya gelmeden önce 'katılmayın' telefonları geldiğini söyledi” diyen Özdenören, 'diğer yazarların hazırlıksız geldiğini iddia eden Ağaoğlu'na da şöyle cevap verdi: “Dört sayfa metin hazırladım. Ancak Ağaoğlu ve Hızlan o kadar çok konuştu ki, onlardan kimseye laf düşmedi."


 
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün Çankaya Köşkü'ndeki edebiyatçılar yemeğine gazetemiz yazarlarından Rasim Özdenören de katıldı. Edebi ve entelektüel birikimi ile yazarlıkta 50 yılını dolduran yazarımızla bu yemek vesilesiyle görüştük. Özdenören bize hem yemek hakkındaki izlenimlerini, hem de edebiyatın ve köşe yazarlığının hayatındaki izdüşümlerini anlattı. Özdenören'in anlattıklarına göre yazarlar 'gelen telefonlar nedeniyle' yemeğe katılıp katılmama konusunda karar vermekte zorlandıklarını dile getirmiş. “Başkaları hazırlıksızdı, kimse konuşmadı. Katıldığım için pişmanım” diyen Adalet Ağaoğlu ise çok konuştuğu için diğer yazarların konuşmaya fırsat bulamadıklarının farkında olmamış.

BU DAVET BAŞKA DAVET

Cumhurbaşkanının böyle bir davette bulunmasının entelektüel hayata bakışını gösterdiğini anlatan Özdenören, bu davetin farklı olduğunu diğer Cumhurbaşkanlarının davetleriyle karıştırılmaması gerektiğinin altını çiziyor. “Diğer Cumhurbaşkanları zamanında, son Cumhurbaşkanı hariç, özel günlerde özel münasebetlerle Çankaya Köşkü'ne davetlerin vaki olduğunu biliyoruz. Ama o davetleri bence Sayın Gül'ün davetiyle karıştırmamak lazım. Cumhurbaşkanlarının hiçbirisinde Abdullah Gül'ün davetine benzer bir davet görmedim.”


YAZARLARA MAHALLE BASKISI

Özdenören, Cumhurbaşkanı sofraya gelmeden önce yazarların davete katılmamalarını isteyen çok sayıda telefon aldıklarından bahsettiklerini söylüyor. Adalet Ağaoğlu, Hilmi Yavuz ve Doğan Hızlan'a davete katılmamaları için telefon yağmış. Özdenören, Cumhurbaşkanı'nın davetine icabet etmemeyi birkaç yönden adaba aykırı bulduğunu anlatıyor. “O makamın sahibi her kim olursa olsun, böyle bir davete icabet etmemeyi nezaketsizlik olarak görürüm. Böyle bir davete katılmak davet sahibinin fikirlerine de katılıyorsunuz anlamına gelmez. Nitekim aynı şey davet sahibi için de söz konusu. Seni dinledi diye senin fikirlerine katılıyor anlamına gelmez. Bu davet, davet sahibinin kişisel entelektüel tavrıyla bağlantılı olarak görülmeli.”


KONUŞMAYA FIRSAT OLMADI

Adalet Ağaoğlu'nun bir gazeteye “Yemekte konuşulan hemen hemen her şeyi ben sordum. Diğer katılımcıların hiç hazırlıklı olmamaları ve soru sormamaları beni çok üzdü” sözlerini hatırlatmamız üzerine Özdenören, “Doğan Hızlan'la Adalet Ağaoğlu o kadar çok konuştular ki, onlardan kimseye laf düşmedi”diyor. Yemekte paylaşmak üzere dört sayfalık not hazırladığını belirten Özdenören, aynı sebepten dolayı, Selim İleri ve Elif Şafak'ın da hiç konuşmadıklarını anlatıyor. “Durum Sayın Cumhurbaşkanı'nın bile dikkatini çekti. Onlara bizzat söz vermek istedi. Selim İleri de türban meselesi etrafında toplumda bölünme olabileceği kaygısını dile getirdi. Cumhurbaşkanı da toplumda böyle bir ayrışmanın olmadığını söyleyerek, bazı siyasi partilerin bu konuya muhalefetinin toplumdaki bölünmeye delalet etmeyeceğini belirtti.”


YAZMAK KARIN DOYURMUYOR

Yazı yazmanın hayatında neye tekabül ettiğine ilişkin sorumuza Özdenören “Meselesi olmaya karşılık geliyor” cevabını veriyor ve “Bir fikir. Ne demekse mesele. O meseleyi kurcalama ihtiyacına tekabül ediyor.” diyor. Her gün yazmanın zor olup olmadığını merak ediyoruz. “Ömür törpüsü tabii.” cevabını veriyor. “Gerçekten de insanı harap ediyor. Ama ben şahsen üstlendiğim bir işi hep sonuna kadar götürmek isterim. Yarım kalmış işlerim olsa bile onlar benim dışımdaki zorunluluklarla yarım kalmıştır. Ama aklım o yarım kalan işlerle meşgul olmaktan hali kalmam. Aklım onların üstünde kalır.”


“KEFARET” YİNE KAYIP

Peki hiç tamamlayamadığı, yarım kalan bir işi olmamış mı merak ediyoruz. Buradan bir romanının ilginç öyküsü ortaya çıkıyor. Şırnak'ta askerdeyken yazmaya başladığı bir romanı 100 sayfasını yazdıktan sonra kaybolmuş. Terhis olurken kilimin arasından çıkmış. Ankara'ya gelince tekrar kaybolmuş. İki sene önce tekrar bulunmuş. “Keşke başladığım zaman bitirebilmiş olsaydım” dediği ilk çalışmaymış bu roman. Adı “Kefaret”olan romanının mevcut haline bakmak istedik. İster inanın, ister inanmayın, dolapların altını üstüne getirmemize, yayınlanmış ve yayınlanacak yazıları hallaç pamuğu gibi atmamıza rağmen Kefaret'i bulamadık. Kefaret yine kayıp. Özdenören'in yarım kalan “Kuyu” adını taşıyan bir öyküsü ise 16 yıl aradan sonra tamamlanabilmiş. 20 - 30 sayfa yazılmış, ama arkasını yazamadığı bir öykü daha varmış elinde. “Kör Pencereler”.


DENEME NEREDE BAŞLAR? ÖYKÜ NEREDE BİTER?

“Türler arasında geçişte sıkıntı yaşamıyor musunuz” diye soruyoruz. Bunu şöyle cevaplıyor:“Sıkıntı yaşamıyorum ama türlerin gitgide garip bir şekilde birbirinin içine girdiğini görüyorum. Denemeyle öykü birbirine karışıyor. Gazete yazısı olarak yazdığım bazı yazıların sonradan öykü olduğunu fark ediyorum. Onlara öykü olarak başlamamışım, ama öykü olarak çıkmış. Onların bir kısmını bir kitapta toplamak istiyorum. Öykümsü, yahut öykücük, yahut minimal öykü ismiyle basılabilir. Siyasi yazılar var, fakat yazılar soyut olduğu için onların toplamına da siyasi istiareler adını vermek mümkün. Bu istiareler yayınlandığı tarihlerde okunduğunda o günün aktüalitesiyle irtibat kurulabilirdi, ama sonradan okunduğunda da konjonktürün aktüalitesiyle irtibat kurulabilir.”


EDEBİYATLA KARIN DOYSAYDI…

“Neyle yazıyorsunuz? Kalem ya da kırtasiye tutkunuz var mı?” diye soruyoruz. Bilgisayarı tercih ettiğini anlatıyor. Tercihler arasından bilgisayarı seçmiş. Yazmak para kazandırır mı diye merak ediyoruz. 50 yılı geride bırakan yazarımız merakımızı gideriyor: “Şu gördüğün bodrum katındaki evim var. Bu da telif ücretiyle değil, kayınbiraderlerin katkısıyla. Ben hiç uçuk rakam almadım. Hatta kafamdan geçirdiğimin epey altında rakamlar oldu aldıklarım. Yalnız ilk kitabım Hastalar ve Işıklar 1967 yılında basıldı. Ona bin lira telif ücreti verdiler, trink para. Çok da işime yaradı.” Yani edebiyat karın doyurmuyormuş. “Eğer Türkiye'de edebiyattan karnını doyuracak birkaç kişi varsa bunlardan biri ben olmam lazımdı” dedikten sonra olmama sebebini de kendi söylüyor:“Bizim yüzümüzün yumuşaklığından herhalde. Bana vaat edilen telif ücretlerini bile alamadım. Hem de profesyonel kuruluşlar tarafından.”


HÜRRİYET YAHYA KEMAL'E YARDIM ETTİ

Türkiye'deki gazeteciliğin temelinde edebiyatçılar olduğunu hatırlatıp soruyoruz Özdenören'e: “Bugün ne eskisi gibi edebiyat ürünleri tefrika ediliyor, ne de eskisi gibi büyük edebiyatçılar gazetecilik yapıyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?” O da bize dünkü ve bugünkü eserler arasındaki farkı anlatıyor. “Bir defa eski tefrika ürünler niteliğinde eser yazılmıyor. Tefrika romanlar eskiden belli bir maceraya dayanıyor idi ve okuyucu o maceranın devamını şimdiki televizyon dizileri gibi merakla, heyecanla bekliyordu. Halbuki günümüz edebiyatının oluşturduğu söylemin maceraya yönelik bir karakteri yok. Bugünkü edebiyatın talip olduğu okuyucu rafine, süzme bir okuyucu. Bu okuyucu ise çok darda kalmadıkça eseri gazete tefrikası olarak okumak istemez. Konunun gazete açısından olan veçhesiyle yazar açısından olan veçhesi uzlaşma halinde görünmüyor.” Yahya Kemal'in şiirlerini hatırlatıp itiraz ediyoruz. “Ama Yahya Kemal'in şiirleri Hürriyet gazetesinde yayınlanıyordu?” O'nun daha farklı olduğunu anlatıyor. “O iş 1950'li yıllardaydı. Yahya Kemal malum 1958'de öldü. Hayatının son dönemlerinde Park Otel'de kaldığı sıralarda sanıyorum bir müzayaka söz konusuymuş. Gazete şaire yardım olsun, fakat bunun bir de karşılığı olsun diye bu yöntemi icat etmişler. Kendi payıma, ben bunu düşünen insanları daha takdirle karşılamak isterim.”

yenişafak



Bu haber 267 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    6,069 µs