En Sıcak Konular

İslâm'ın zihni ve gönül yapısı dipdiri

4 Şubat 2008 23:08 tsi
İslâm'ın zihni ve gönül yapısı dipdiri  
Prof. Dr. Saadettin Ökten, Müslümanlar'ın içinde bulunduğu durumun nedenlerini anlattı. ''İslâm'ın henüz zihni ve gönül yapısı göçmedi, dipdiri duruyor'' diyen Ökten, sıkıntının şu anda İslâm medeniyetinin, o değerler sisteminin biçimlerinin hayat

Batı uygarlığı insanı mutsuz etti
Prof. Dr. Saadettin Ökten, Müslümanlar'ın içinde bulunduğu durumun nedenlerini anlattı
 
Türkiye'de özellikle son yıllarda toplumun yapısında yaşanan değişim ve buna karşın ülkede ortaya çıkan gelişmeler ve tartışmalar İslâm dünyasının içinde bulunduğu durum beni Prof. Dr. Saadettin Ökten Hoca ile konuşmaya götürdü. Bu nasıl oldu? Saadettin Ökten Hoca, ülkesinin sorunlarına ve Müslümanların sorunlarına kafa yoran ve çözüm üretmeye çalışan hikmek ehli bir bilge. Onu dinledikçe etkileniyorsunuz. Etkilendikçe de dinliyorsunuz. Ökten hoca, bugün Türkiye'nin ve İslâm dünyasının en büyük sorunlarından birinin Sanayi devrimi sonrasında yaşama dair yeni biçimler üretemediğini ve bu nedenle de zorluklarla karşılaşıldığına dikkat çekiyor. Batı'yı akıl uygarlığı, İslâm medeniyetini ise vahiy uygarlığı olarak tanımlayan Saadettin Ökten Hoca, " Batı'nın hem düşünce ve duygu sistematiği, hem de dünyevi yaşama biçimleri birbirleri ile bütünlük teşkil ediyor. İslâm cemaati ise inandığını ve iman ettiğini hayata geçiremiyor. Müslüman toplumları bugün kendi medeniyetlerini sadece vicdanlarında ve gönüllerinde saklıyorlar, dış dünyaya dökemiyorlar ve bunun bir karşılığı yok" diyerek durum tespiti yapıyor. Mimar Sinan Üniversitesi emekli Öğretim Üyesi Prof. Dr. Saadettin Ökten ile Müslümanlar'ın içinde bulunduğu durumun nedenlerini sorguladık.

Sizinle ilgili ön araştırma yaparken rahmetli Fethi Gemuhluoğlu ile ilgili bilgilere de rastladım. Gemuhluoğlu bütün insanlığın sorununun Kur'an-ı Kerim'i ve Resulullah'ı anlayamamak olduğunu söylüyor. Ben de buradan yola çıkarak, evet bu bütün insanlığın sorunu ama asıl Müslümanların sorunu değil mi diye sordum. Kur'an-ı Kerim ve Peygambere Müslümanlar yeterince sahip çıkıyor mu?

Müslüman toplumu tarım ile geçinilen zamanlarda ataerkil bir toplumdu. Belli bir ekonomik ve sosyal sistem var o zamanlar. Bu süreçte hayatın dağdağası haricinde Müslüman toplumun büyük bir sorunu yok. Bir medeniyet sistemi kurabilmişler, bir takım değerler vardı gönüllerinde ve zihinlerinde.
Onlar İslâmi kaynaktan gelen değerler ve sistemlerdi. Bunları hayata yansıtmışlar, aile müessesesini kurmuşlar, biçimler, evlenmeler, boşanmalar, ölümler, doğmalar. Ticaret müessesi oluşmuş, çarşılar, pazarlar, ahi teşkilatı gibi kuruluşlar varlıklarını sürdürüyor. Vaktaki sanayi devrimi olup hayata intikal edince, Müslüman toplumları bu dönüşüme ayak uyduramadılar. Dolayısıyla bizim çocukluk ve gençliğimizde Osmanlıca olarak "din mânii terakkidir" dediğimiz özet ortaya çıkıyor.

Bugün de aynen bu konuşuluyor...

Bugün dünyada, "akıl uygarlığı" diye tabir ettiğimiz sanayi devrimi ve devamı olan bir dünya görüşü, bir de bizim "vahiy medeniyetimiz" var. Akıl medeniyetini kendi felsefi arka planını ve tatbikatıyla beraber bugün Avrupa ve Amerika temsil ediyor. Bunun hem düşünce ve duygu sistematiği, hem de dünyevi yaşama biçimleri birbirleri ile bütünlük teşkil ediyor. Tartışılabilir, eksiği vardır şüphesiz, nakıstır, batıldır bir bahsiyle. Bu bir bütün ama. Yani adam inandığını, kabul ettiğini veya varsaydığını hayata tatbik etmiş ve ediyor. İslâm cemaati ise inandığını ve iman ettiğini hayata geçiremiyor. Müslüman toplumları bugün kendi medeniyetlerini sadece vicdanlarında ve gönüllerinde saklıyorlar, dış dünyaya dökemiyorlar ve bunun bir karşılığı yok.


Burada medeniyetten neyi kastediyorsunuz?

Ben medeniyet dediğim zaman gönüllerde ve zihinlerde var olan değerler sistemini kastediyorum. Kültür dediğim zaman da hayatta yaşamak için bize lazım olan biçimleri kastediyorum. Bizim Müslüman dünyanın biçimleri yok. Kullanılan biçimler bugün Batı dünyasından gelen biçimler. Onun için Suudili prens bilmem ne marka araba kullanıyor ve parası çok olduğu için arabanın kulpunu altın yaptırıyor. Dünya ise bunun Müslümanlık adına yapıldığını zannediyor. Detaylara çok fazla girmeyelim. Bizim şu anda biçimlerimiz yok. Tabi o zaman da şu netice ortaya çıkıyor: 'Müslümanlık bir Ortaçağ dinidir' diyor batılılar ve oryantalistler.

İslâm'ın zihni ve gönül yapısı dipdiri

Neden?

Tarım toplum zamanını, mesela Osmanlı ve Selçuklular zamanını okuyorlar. Abbasi'ye bakıyorlar. Bunları inceliyorlar. Diyorlar ki tarım toplumları zamanında, insanlar ziraatla uğraşırken, ulaşım develer ile ya da yaya yapılırken Müslüman toplumların hayatı bir bütün. Ama modern çağlara geldiğimiz zaman Müslüman toplulukları yeni biçimler üretemediler. Tabi biçim üretemediğiniz zaman siz yaşayamazsınız dünyada. Siz melek değilsiniz, biçim üretmek mecburiyetindesiniz. Yani her türlü teknolojinin arakasında bir felsefe ve bir inanç sistemi vardır.

Biçimden kastınız tam olarak nedir?

Mesela mimariyi ele alırsak, Kapitalistlerin yaptığı mimari başkadır, Marksistlerin yaptığı mimari başkadır. Ama şu anda Marksistler, kapitalistlere teslim oldukları için onların da mimarileri göçmüştür. Zihni yapı göçünce, kültürel yapı da, yani biçim de teslim oluyor. Şimdi İslâm kaldı sadece. İslâm'ın henüz zihni ve gönül yapısı göçmedi, dipdiri duruyor. Onu göçertmeye çalışıyorlar, sıkıntı orada. Şu anda İslâm medeniyetinin, o değerler sisteminin biçimleri yok hayatımızda. Evlerimiz, bizler, kullandığımız eşya vs. hepsi bir batılı model içerisinde cereyan ediyor. Hâlbuki beş yüz sene evveline gittiğiniz zaman, hiç tanımasanız bile bir Müslüman memleketine geldiğinizi anlayabiliyordunuz.

Neyle?

Eviyle, sokağıyla, kılık kıyafetiyle, kullandığı eşyayla görüyordunuz. Ben bir başka memleketin medeniyetine geldim, gene eşyasıyla, kılığı kıyafetiyle görüyordunuz. Şu anda bu yok. Onun için Müslümanlar şu anda biçimlerinden mahrumlar. Tabi bu biçimlerden mahrum oluş, giderek kalbi ve zihni yapıyı da kemirmeye başlıyor doğal olarak.

Batı, akıl uygarlığını temsil ediyor

Müslümanlar daha önce kendi biçimlerini oluşturdular, Fakat Rönesans Ve Reform'dan sonrasına bu aktarılamadı.

Rönesans ve reformdan kaynaklanan bu hadise adım adım gelişti ve sonunda, bir bütünlük içinde onlar bir takım biçimler ortaya koydular. Ve tabi onların biçimlerinin bizim biçimlere galebe çalması teknolojidir. Yani buhar gücüyle çalışan bir makineyi icat eden bir medeniyetin karşısında siz kas gücüyle duramazsınız. İşte Akif onun için, 'Gidiniz Batı'nın ilmini, sanatını, tekniğini alınız" diyor. Ama, o ilim ve sanatın arkasında bir düşünce ve felsefe sistemi var. Yani bunu Roger Garaudy çok güzel bir biçimde söylüyordu. Diyordu ki; "Barutu Çinliler de biliyordu, Türkler de biliyordu. Ama şark bu barutu havai fişek yapmakta kullandı, top yapmakta kullanmadı. Batı dünyası eline geçen bu büyük maddi gücü insanlığın mutluluğu için kullanmadı, refahı için kullandı. Hâlbuki refah başka bir şey mutluluk başka bir şeydir"

Batı'nın teknolojide üstün olmasıyla Müslümanların geri kalmasının bunla bir bağlantısı var mi?

Şimdi Batı dünyasının esasında biz satıhtaki teknolojisini görüyoruz. Onun arkasında aslında bir düşünce sistemi var. O düşünce sistemini kısaca söylersek, bu Rönesansla başlıyor. Yani insanlara 'Kutsal alanı vahiy tarif etmez, kutsal alanı da ben tarif ederim' diyorlar. O zaman tabi vahyi habere müdahaleler başlıyor. Ve bunun arkasında hümanite geliyor. Hümanite bazılarımızın sandığı gibi, insan sevgisi filan değil, insanı ilahlaştırmaktır. Aklı her problemi çözer olarak varsaymak, insanı da hayata ve kadere karşı yenilmez olarak kabul etmektir hümanite. Bu şekilde yola çıkan bir dünya, şüphesiz demiri, petrolü, kömürü ve manyetik dalgaları bulduğu zaman, oradan bir başka teknoloji üretecektir. Çünkü zihniyeti dışarıya çevrilmiş. İçeriye dönseydi, bizim mistiklerin ve tasavvuf ehlinin yaptıkları gibi, insan olma çabasına harcayacaktı ömrünü. Öyle yapmıyor, dışarı çeviriyor.

Batı uygarlığı insanı mutsuz etti

Batı'nın hayata bakış açışı insanları mutlu edebildi mi?

Yönünü dışarı çevirdiği zaman daha müreffeh oluyor ama daha mesut olamıyor. Saadet'in İslâm dünyasında olduğunun farkında. Ama eğer kendi insanı İslâm dünyasının bu mutluluğunu fark ederse o zaman işte batı dünyasının bütün gücü kaybolacak. Onun için İslâm dünyasını 'terörist, gerici, mürteci, yobaz, akılsız' gibi kelimelerle yaftalıyor ki bir yandan kendini güvenceye alıyor. İki medeniyetin net farkıdır bu. Birisi 'teslimiyet' diyor, birisi 'isyan' diyor. Birisi 'madde' diyor, ötekisi 'mana' diyor. Birisinin şairi 'mesele Allah'a varmak' diyor, ötekinin ki 'fikirlerimden daha reel hiçbir gerçek yoktur bu dünyada' diyor. Dolayısıyla ikisinin arasında bakış yerimize göre, öteki kendisinden korktuğu için arka planıyla onu hissediyorlar. Biliyorsunuz, 20'nci asırda, hele bu postmodernite döneminde, onlarda çok ciddi kopuşlar var. Yetişmiş entelektüel birçok insan İslâm dininde huzur buluyor. Bunların çok önemlileri var. Yansımamışları var. Muhammed Esed'ler, Roger Garudy ve Rene Guenon daha birçok kişi bunlardan bir kaçıdır. Ama bunların dışında da çok fazla duyulmamış entelektüeller de İslâm dünyasına sığınıyorlar ve islam dünyasında çok ciddi bir huzur buluyorlar.

Batı neden sürekli aklı bu kadar üstün tutuyor?

Kur'an'dan haberdar olmazsanız, akıldan daha güçlü bir dayanağınız yoktur. Biraz dinler tarihine girersek, İsa (AS)'ın vahiy ettiği din daha başından beri insanlar tarafından zorlanmış, değiştirilmiş, ve hümanize edilmiştir. Ama yine de bana sorarsanız Rönesansa kadar bile tahrif olmuş olsa bile bir mütteal, yani aşkın boyut taşıyan bir dini sistemdir. Bu bir kader tabi. Mesela Avrupa'da yayılıyor Çünkü Saint Paul ve Saint Piyer Roma'ya geliyorlar. Ama Hıristiyanlık Avrupa'da yayılırken Avrupa'nın pagan itikadını da kendi içine almak ihtiyacı hissediyor. Yani Hıristiyanlık saf yayılamıyor. Ama Müslümanlıkta böyle değil. İslâm'daki kadar pür bir anlayış hiçbir semavi dinde yok. Diğer bütün dinlere muhakkak bir beşeri tasallut olmuş. Ama 'bu dini ben koruyacağım, onun ahkâmını ben muhafaza edeceğim' diye bir ilahi teminat var.

Batı bunu anlayabilir mi?

İnsan yalnız kaldığı zaman yani ilahi kaynakla irtibatını kestiği zaman şeytan vardır. Tabi şeytanın batı dünyasında bir karşılığı yok. Nefs vardır ve aklı vardır. Onun için bu üçünün tasallutundan kurtulamaz. Tabi bunlar çok gayri ilmi görünüyor. Bir pencereden baktığınızda öyle, yani kendinize bir pozitivist pencere kuruyorsunuz. Orda ne şeytan vardır, ne nefis. Mesela Nietzche, 'benim reel varlığım benim içgüdülerimdir' diyor. Çünkü içgüdülerinizi hissedebiliyorsunuz. Çünkü onlarla dostluk kurabiliyorsunuz. Ama nefsinizle dostluk kuramazsınız. Şeytanla hiç kuramazsınız.

Gönlün ve kalbin kumandasındaki aklınızı kullanarak siz var olmaya çalışacaksınız. Ama siz var oldukça gönlünüz ve kalbinizin ihata ettiği aklınızla o zaten sizin üzerinize gelecektir. Siz ondan daha zenginsizin çünkü. Her medeniyet doğar, gelişir, olgunluğa erişir, sonra insan o medeniyetin biçimine alışır ve o medeniyet ölür. Bu normal bir süreç. Şimdi Müslümanlar bir şeyler aramaya başladılar. Şimdi arıyorlar. Bu güzel bir devredir. Ben bu devreyi seviyorum.

Allah Müslümanlara yardım eder

Daha önce hakları çiğnenen, özgürlükleri kısıtlananlar uzun süredir uğruna mücadele ettikleri iktidar odaklarını bugün ele geçirdiler. Ama iktidar olmanın nasıl kullanıldığına baktığımız zaman, orada ciddi sıkıntılar olduğu görülüyor.
Tabi olacak, çünkü hiç denenmeyen bir alet aldınız. Sağını solunu kurcalıyorsunuz. Bu ne biçim şey diye. Kendini bu bilmediğin tüfekle vurabilirisin de. Şu anda olan da bunun gibi bir şey. Tabi burada, aklın almadığı bir başka boyut var. Allah Müslümanlara yardım eder. Bunu pozitivist zihniyet anlamaz. Böyle hadiseler olmuştur. Hepimizin bildiği Bedir'de olmuştur mesela. Preveze Deniz Savaşı'nda da olmuştur. Bizim medeniyetimizin temel kitabı 'Allah'tan yardım iste' diyor. Peygamberin hayatında da birçok örnekleri var. Bir Müslüman buraya baktığı zaman bir rasyonalist gibi bakmaz. Bir rasyonalist şu anda 3 kuruşum var, işte 10 yıl sonra 300 kuruş olur şöyle yaparsam falan filan olur diye hesap yapar. Ama Müslüman 'Şu anda 3 kuruşum var, Allah isterse 3 gün sonra bu 300 kuruş olur' der. İşte biz bunu kaybettik.

Nasıl oldu bu?

Zahir çok omzumuza bindi. Size küçük bir fıkra anlatayım. Newyork'ta bir milyardere bir gazeteci nasıl bu kadar zengin olduğunu soruyor. O da diyor ki, işte bir kenarda oturuyordum Brooklyn'de. Dediler ki; 'limon sat, satmaya başladım. Bir hafta sonra tezgâhı ikiye katladım. Bir hafta sonra ikiye katlanmış tezgâhı dörde katladım. Gazeteci anladım diyor, böyle katlana katlana arttırdınız. Yok yok diyor milyarder, 'iki ay sonra bir telgraf geldi Texas'taki petrol milyarderi dayım ölmüş, oradan bir kaç milyar dolar para kaldı, o para bu işte' diyor. Amerika'da bile bu fıkra böyle söyleniyor. Yani bunun bir sosyal karşılığı var orada. Elbetteki biz zahire riayet edeceğiz, bilgiyi öğreneceğiz, aklımızın erdiği kadarıyla bütün delikleri tıkayacağız. Ama bileceğiz ki bizim yaptığımız tedbirdir sadece. Biz bununla mükellefiz. Ama onun da ötesinde öyle bir şey olur ki, olmalıdır ki, olabilir ki, olsun diye biz dua ederiz, gözyaşı dökeriz ki, bu dua ve gözyaşı bütün bu tedbirlerin yanında hepsini aşan hiç ummadığımız bir güzellik doğurabilir.

Biz İslam Medeniyeti'nin mensupları olarak hayata böyle mi bakmalıyız?

Her an zihnimiz ve gönlümüz buna açık olmalıdır. Böyle kendimizi eğitmeliyiz. Bir kapitalist kendini böyle eğitemez. Çünkü böyle bir Allah'ın var olabileceğine inanmaz. Ben epey aralarında bulundum, sonra bir vesileyle buraya bir kadın geldi, epey konuştum. Yani bir Batılı'nın Allah anlayışıyla bugün sıradan bir Müslüman'ın Allah anlayışı arasında çok büyük farklılıklar vardır. Batılının Allah anlayışı sınırlı bir Allah anlayışıdır. İradesi sınırlı, gücü sınırlı, aklı sınırlı. Çok ama sınırlı. Biz ise Allah'ın
irade, akıl ve gücünü sınırsız olarak görürüz. İhlâs Suresi'nin, Haşr Suresi'nin anlattığı Allah böyle bir Allah'tır. Ama Batıd'a böyle bir Allah yoktur. O rasyonel bir Allah. Çünkü o şekli o zihni sistemde Allah ancak o şekilde var olabilir. Yani hümanist düşünce ile siz kadiri mutlak Allah'ı uzlaştırırsanız, o Allah ancak o sınırlara çekilerek uzlaştırılabilir. Hümanist düşüncenin de insanın hayat ve kader anlayışı üzerinde müthiş bir tasarrufu var. Allah'ı ise kâinata uzaktan bakan bir güce indirgiyor. Ama biz 'her an onun bir katkısı, bir olması var' diyoruz. Bugün sizi buraya getiren ve beni böyle konuşturan O'dur diyoruz. Biz böyle bir Allah'a inanıyoruz.

İktidar konusuna biraz daha devam edersek, iktidar Müslümanların sorunlarını çözmek konusunda gerçekten istekli mi? Ben iktidar deyince sadece bir partiyi kastetmiyorum. Yani Müslümanları kastediyorum. Oraya gelirken Müslümanlara diyorsunuz ki ben senin sorununu çözeceğim. Fakat oraya geldikten sonra başka şeylerle ilgileniyorsunuz ve Müslümanların sorununu çözmüyorsunuz. Sanki burada bir muktedir olamama, becerememe olayı söz konusu. Yoksa gerçekten orada bulunanlar bu sorunları çözmeye istekli değiller mi?

Onu ben bilemem. Şimdi siz çok pratik bir soru sordunuz. Ben genel olarak olaya baktığımda şunu görüyorum. Bir defa Müslümanlar ne istediklerini bilmiyorlar şu anda. Dünyanın tümüne bakıldığı zaman Müslüman toplumu veya birey olarak Saadet Ökten nerde duruyor? Neye gücü yeter, neye gücü yetmez? Bunu bilmiyor Müslümanlar. Bir de şunu bilmiyor, evet zahiri olarak benim şu şeyi alıp buraya koymaya gücüm yeter. Ama ne bileyim bir kocaman varili alıp koymaya gücüm yetmez.

Peki bu mutlak bir hüküm müdür yoksa değişebilir mi?

Bu noktada Müslümanlar'ın maalesef fikri kanıları unun mutlak bir hüküm olduğu şeklinde. Yani bugün dünyada Amerika çok güçlüyse bunun önüne biz geçemeyiz diyor. Halbuki Müslüman'ın böyle düşünmemesi lazım. Gün doğmadan neler doğar. Bir başka imkân doğar, Amerika da farkına varmadan sen Amerikan'ın önüne geçersin. Müslümanların zihin dünyası pozitivizmin dar sınırlarına sıkmışmış durumda. Tabi bu siyasal iktidara da yansıyor. Bir de tabi siyasal iktidarın bildiği, sıradan vatandaşın bilmediği bir sürü hadise var dünyada. Eğer siz Türkiye'de veya Müslüman toplumlar arasında düşüncede, teknolojide, sanatta, ferasette dünya ile yarışabilecek olgunluk ortaya çıkarmışsanız o zaten siyasal iktidara anında yansır. Ama siz tek tek, gariban, kendi halinde, ama bir takım istekleri olan ve o isteklerin kaça mal olacağını bilmeyen bir toplumsanız, kimi getirseniz yapacak bir şey bulamaz.

Zahir, zihin ve gönül ile irtibat halinde olmalı

Başörtüsü konusunda ne düşünüyorsunuz?

Başını örten kızlar kampüslere alınabilirler hatta, kamuda da çalışabilirler. Zahiren baktığınız zaman sorun çözülmüştür. Bu anlamda çözülecek gibi de görünüyor.

Sıkıntı nerede burada?

O kızların zihin ve gönül dünyalarını inşa eden elemanlar, acaba İslam medeniyetinin kendi özgün elemanları mıdır? Yoksa Batı dünyasının içinden kopup gelen elamanlar mıdır? Sıkıntı burada. Fatma Barbarosoğlu diye bir hanım efendi var ve bu konuda önemli fikirler üretiyor. Bu konu aslında tehlikeli bir konu. Çünkü bir taraftan kadınlar eza cefa görüyorlar. Bu bir realite bunu kabul edeceğiz. Ama Müslüman kadınların zihin yapısına baktığımız zaman İslam medeniyetinin temel değerleri ve İslam medeniyetinin çizdiği ana yol ile bu zihin yapısı arasında ciddi bir kırılma var. Hatta kamuda başörtülü hâkim bile olabilir. Ama bu hâkimin yaşama bakışında, hayatı yorumlayışında ve yaşama biçiminde, hayata felsefesinde İslam medeniyetinin temel değerleri ne kadar yer alıyor ve bu biçimlere nasıl yansıyor. Bunu çok iyi görmek lazım. İslam tarihine bakacak olursak, Müslümanların medeniyetin özgün değerleri ile birebir irtibat halinde olduklarını görürüz. Bugün Müslümanların zihinleri ve gönülleri boşaldı. Sakın buradan örtüye karşı olduğumu falan anlamı çıkmasın. Kadınlarımız örtünmeli ama, sadece örtünmek yetmez.

Başörtüsü meselesi neden bu kadar tartışılıyor?

Başörtüsü şu anda iki medeniyetin savaşına sahne oluyor. Akılcı Batı uygarlığı ile vahiy medeniyetini temsil eden İslam uygarlığı arasındaki savaş kadınlar üzerinden gerçekleştiriliyor. Batı uygarlığı 'kadını okutur ve pozitivist yaparsan özgürleşir' diyor ve ortaya bir model çıkarmış. İşte bizim başörtülü kızlarımız matematik, sosyoloji ve kimya okuyor ve başlarını örtüyorlar. İşte bu durum Batı'nın öngördüğü modeli yanlışladığı için tehlike olarak görülüyor. Başörtüsü meselesi şeklen çözülebilir ki, çözülsün. Çok güzel olur. Ama asıl mesele bundan sonra başlıyor. Nefsimizle nasıl başa çıkacağız?

Bu nasıl mümkün?

Bu Allah'a sığınmakla mümkündür. Önce Allah'a sığınacağız sonra gayret kuşağını kuşanacağız. Şu anda insanlarımız kendilerine değil, hala maddeye yatırım yapıyorlar. Pozitivist bir Müslüman olmayacağız. Önce Allah'a dua edeceğiz. Hayatı renklendiren muhabbet ve sevgi diye kavram vardır. Muhabbetin karşılıksızdır. Çünkü Allah verir. Peygamberimizin, ashabanın ve onların dostlarının hayatına yansıyan temel değerler ile irtibatımızı hiç kesmeyeceğiz. Bir Nakşi büyüğü 'Allah'ımız var, ne gamımız var' demiş.

İslam dünyasının başına zulümlerin gelmesi Osmanlı gibi güçlü bir devlet olmaması yüzünden mi?

Osmanlı tarihine bakışımıza bağlı bu hadise… Her devleti felsefe kurar ama İslam devletini iman kurar. Ama bu camilerde anlatılan iman değil. Osmanlı devleti birden bire ortaya çıkmadı. Onun arkasında bir dünya nizamını kendi hayatına tatbik eden ve bu tatbikatı gösteren bir kitle vardı. Onun kurduğu devlettir Osmanlı… Biz ise okumayı bırakmışız. Cami hocasının ufku ne ise onla sınırlandırmışız kendimizi… Amerika da ufuksuz bir devlet… O yüzden Ortadoğu'daki boşluğu dolduramadı. Türkiye doldurur bu boşluğu… Hem bölgeyi biliyor hem de tarihi misyonu var.

Müslümanlar dünya hayatında nasıl davranmalı?

Peygamberin şefaati ve evliyaullahın himmeti için de çalışıyoruz. Müslümanların zihninde bariyerler var. Bizim esas sıkıntımız bu… Rasyonalist dünya bir takım engeller koymuş. Biz uyarı vazifemizi yaparız. Anlat derlerse anlatmaya çalışırız. Ancak karşımızdakinin inanması Allah'ın takdiridir. Hidayeti ancak o verir. Allah peygamberine, 'Habibim hidayet bende' diyor. Bizim İslam medeniyetinin ana kaynaklarıyla irtibatımız yok. Kur'an'ı bir başka dünyanın kitabıymış gibi görüyoruz. Biz Kur'an'la dünya arasında ilişki kuramadığımız için kapitalist dünyanın kurduğu ilişkiye esir oluyoruz. Hikmet Müslüman'ın yitik malı aramak zorunda. Allah da onu istiyor. Hikmet bilimin ötesinde bir hadise… Bilim dış dünyaya ait bir takım tespitler yapar, sistematiğe koyar ve size bir çözüm sunar. Hikmet ise başka bir şey… İnsanda, neden, niçin, nasıl soruları bitmiyor. Ve külli bir çözüme gitmek istiyor. Aklın yetmediği yerlerde gönül devreye giriyor. Kadere akıl düzleminde bakarsanız kısır kalırsınız. Kaderi kendi düzleminde bırakıp yanına teslimiyet eklediğimiz zaman hikmet başlar. Mine Urgan'ın 'bir Dinazorun Anıları adlı kitabını okudum. Fransa'da trende giderken bir rahiple karşılaşıyor. Kendisinin ateist olduğunu söylüyor rahibe… Rahip nedenini soruyor. Urgan, 'Komşumun bir çocuğu vardı. Öyle hasta oldu ki yavrucağız ızdırap içinde öldü' diyor. Rahipse, 'madam siz ateist değil, Tanrı ile kavgalısınız' diyor. Batının hikmeti bu… Müslüman'ın hikmeti ise farklı… O Allah'a teslim olur.

Sinan'lar neden yetişmiyor?

Siz mühendissiniz son olarak size camilerle ilgili bir soru sormak istiyorum. Türkiye'de yapılan camiler estetikten yoksun olduğu için çok tartışılıyor…

Şu anda camileri halk yapıyor. Bu camiler ile Osmanlı camileri arasında dağlar kadar fark var. Bu eserler o halkın medeniyet düzeyini ortaya koyuyor. Ama bu mesele 50 senedir böyle olmasına rağmen Türkiye birkaç istisnanın dışında ciddi, birikimli, sözü dinlenir mimar yetiştirmemiştir. Çünkü halkın, Müslümanların böyle bir talebi yoktur. Müslümanların şu anda verdikleri eğitim ilk mektep eğitimi gibidir. Eğer ses getirebilecek bir mimari ekol geliştirseler ve onların sözünü dinleseler, Türkiye'de bir şeyler çok başka olur ve dünyada da çok ciddiye alınırlar. Ve bu birikim mutlaka siyasi iktidara ve dünyadaki güç dengesine de yansır. Ama bunu yapmıyorlar Müslümanlar. Onlar hala zannediyorlar ki, biz hala Sultan Süleyman devrindeyiz.

Biz hâlâ o devirle yaşıyoruz.

O devirle öğünmekle haklıyız ama o devri hala yaşadığımızı sanmakla haklı değiliz. Bizler şimdi her şeyi çok ucuza getirmeye çalışarak, bedellere katlanmadan gerçekleştirmek istiyoruz. Oysa Osmanlının hem maddi hem de manevi yatırımları çok ciddi boyutlardaydı. Bunun sonucunda musiki de Itri, mimaride Sinan gibi milyarda bir bulunan dehalar yetiştirdi. Ama artık böyle insanlar yetişmiyor.


Kaynak: Milli Gazete / Mustafa Canbey

 



Bu haber 500 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    4,583 µs