2008'de neler olacak? | " /> 2008'de neler olacak? | "/>
Soru-Cevap'ın bu haftaki konuğu aslında "2008". 2008'de en çok hangi başlıkları tartışacağız, o tartışmaların ana hatları neler, Türkiye'nin önüne hangi seçenekler çıkacak? Bu sorulara, ne dediği gerçekten yakından takip edilen uzman isimlerle yanıt aradık. 11 ayrı başlığa 11 ayrı konuk seçtik... Peki bu 11 yorumcuyu bir araya getirdiğimizde ortaya nasıl bir 2008 çıkıyor? Kimi müjde verdi, kimileri "Aman dikkat!" dedi. İsterseniz 11'inci yorumcu da siz olun ve yorumları okuyup buna siz karar verin. "İyi haberler" alacağınız bir yıl olması dileğiyle işte 2008'in öne çıkan başlıkları...
ABDÜLLATİF ŞENER (Eski Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı, TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi öğretim üyesi)
BİRİNCİ CEPHE: Ben önümüzdeki sürecin geçmiş olan sürece göre önemli farklılıklar taşıdığı bir ara noktada olduğumuzu görüyorum. Bir kere son ekonomik göstergelerde bozulmalar var. Nedir onlar?
1- Türkiye'nin yıllık enflasyonu yüzde 4 hedeflediği bir ortamda, aylık oran kasımda yüzde 2'ye yakın çıktı. Bu, ana hedef olarak enflasyonu aşağı çekmeye çalışan bir ülkede çok yüksek ve önemli bir gösterge.
2- 2001 krizinden sonra ilk defa büyümede önemli bir kırılma var. Yılın üçüncü çeyreğinde GSYH büyümesi yüzde bir buçuk. Bu çok büyük bir düşüş. Sanırım 2007 büyüme oranı da psikolojik sınır olan yüzde 5'in altında çıkacak.
3- İşsizlik oranında 2006'nın Ağustosu'na göre 0.1, Eylül'üne göre 0.3 kadar yükselme var. Kaldı ki zaten nüfus arttığı, ekonomi büyüme trendi gösterdiği halde toplam istihdam 2001 öncesiyle aynı düzeydeydi. O yüzden bu artış bize eğride ciddi bir yön değişimi olduğunu söylüyor.
4- 2007 itibariyle 35-40 milyar cari açığın ortaya çıkacağı düşünülüyor. Toplam talep üzerindeki baskıya rağmen cari açık artıyorsa bu önemli bir hadise. Ayrıca son birkaç yıldır cari açığa sebep olan yeni bir yapısal unsurla da karşı karşıyayız: Sürekli hizmet sektörlerine giren yabancı sermayenin kâr transferleri. 2002'de cari açık tablosundaki kâr transferleri 89 milyon dolardı, 2007 yıl sonu itibarıyla 2 milyar dolara yakın çıkacağı anlaşılıyor. Bu önümüzdeki yıllarda da katlanarak artacak ve cari açığı çok olumsuz etkileyecek.
5- Dünyada var olmanın en temel göstergesi ekonomik rekabet gücüyle bağlantılıdır. Türkiye'ye baktığımızda ise kur sürekli düşüyor. Dolayısıyla sanayimiz daha pahalı girdi kullanıyor, daha az gelir elde ediyor. Kurun düşüşü ihracatı zorladıkça, ithalatı özendiriyor. "Bu kur da piyasada oluşuyor" vs. denebilir... O zaman Türkiye'yle aynı konumundaki yükselen piyasalar ekonomilerine baktığımızda o ülkelerde kurun düşüşü yok. Yine o ülkelerde bizden farklı olarak cari fazlaları var.
İKİNCİ CEPHE: Dünya hassas bir noktada. Yakın zamana kadar devam eden likidite bolluğu devam ediyor. Ama riskler var. ABD'de 300-500 milyar dolar gibi dönmeyen kredilerden söz ediliyor. Bu bir dalgalanma yarattığı takdirde finans kuruluşları dışarıya açılan sermayelerini çekerler. O zaman da bizdeki cari açığı finanse eden para bolluğu ortadan kalkar.
SONUÇ: Eğer hiçbir önlem alınmaz, "küresel dalga neyse ekonomi de odur" denirse ortaya ne çıkar? 2008 içinde dış dalga geldiği anda Türkiye'de kriz çıkar. Böyle bir dalganın oluşmasına izin verileceğini sanmıyorum, ama dışarıda olup bitenlerin de hiçbir garantisi yok. İkincisi böyle bir dış dalga gelmese bile bana göre az önce anlattığım iç veriler de önümüzdeki süreçte Türk ekonomisini darboğazlara götürebilir. Türkiye'nin artık iki yönlü kırılganlığa açık bir yapısı var.
"YABANCILAŞMAYI" TARTIŞACAĞIZ: Hiçbir şey olmadan böyle gitse bile bu durumun gideceği yer ekonominin tamamen yabancılaşmasıdır. Bu ekonomi politikalarının da yabancılaşması anlamına gelir. Sanıyorum "yabancılaşma" ekonomistlerin 2008'de ayrıca tartışması gereken bir başlık olacak.
DERVİŞ PROGRAMI BİTECEK Mİ?: Hassas bir noktadayız. Yeni açılımlar yapmamız gerekiyor. Rekabet gücünü temel baz alan yeni bir ekonomik program şart. 2008'de ekonomide rekabet gücünü artırmaya yönelik aktif politikaların, tüm birimlerde görüşbirliği ve kabullenmelerin ortaya çıkması lazım.
ÖZDEM SANBERK (Emekli Büyükelçi, eski Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı)
AMAÇ VAZGEÇİRMEK: AB'de değişen dönem başkanlıkları, AB'nin birincil mevzuatı haline gelmiş olan önceki zirve kararlarını değiştiremez. Bu kararların değiştirilmesi ancak iki kademeli ağırlıklı oylama kurallarıyla kabildir. Türkiye'nin üyeliği ile ilgili Zirve kararlarının değiştirilmesine kesinlikle karşı olan üye ülkeler ise bellidir. Bu gerçeğin bilincinde olan Fransa, hukuk yoluyla ulaşamayacağı hedefine siyaseten ulaşmak isteyecek. Yani 2008'in ikinci yarısından itibaren dönem başkanlığı sırasında (ve öncesinde) Türkiye'nin kimliği ile ilgi olarak bizi kızdıracak beyanlara ve oyalayıcı tutumlara devamla bizim tepki göstererek tam üyelikten vazgeçmemizi sağlamaya çalışacaktır.
BALKANLAR TAMAMEN KOPAR: Biz bu oyuna gelirsek Fransa dönem başkanı olarak dengeleri fiilen etkileyebilir. Türkiye'nin havlu atması Fransa Cumhurbaşkanı'nın ekmeğine yağ sürer ve Avrupa'da ve Dünya'da Türkiye karşıtı ülkeleri ve etnik lobileri sevindirir. Türkiye'yi zaafa uğratır. Ayrıca Avrupa'daki 700 yıllık tarihi, kültürel ve siyasi bağlarımızdan da feragat etmiş oluruz. Çünkü AB'nin ortak dış politikası Balkanlar'ı bizden tedricen ayırır.
SONUCU AKP BELİRLEYECEK: Her şey bize bağlı. Eğer 2'nci Erdoğan hükümeti siyasi irade gösterir, dış politika önceliklerine ve hedeflerine açıklık getirir ve reform sürecine kararlılıkla devam ederse Fransa, dönem başkanı da olsa, süreci kesemez. Ancak bir süre için yavaşlatır, zorlaştırır, gerginleştirir. Ama bu gerginlik ne Avrupa Birliği'nin kurucu mantığına uygun olur, ne de Fransa ve Türk halklarının menfaatine.
FARUK LOĞOĞLU (ASAM Başkanı, Türkiye'nin eski ABD Büyükelçisi)
NİSAN-KASIM ARASI RİSKLİ: ABD ve Türkiye ilişkilerine bakıldığında 2008'in daha rahat bir yıl geçeceğini söylemek mümkün. Ancak Ermeni meselesi kritik. Çünkü 2008, ABD için başkanlık seçimi yılı. Bu yıl Amerikan kamuoyu yüksek derecede politize olmuş ve siyasi beklentileri en yüksek noktaya ulaşmış bir durumda olacak. Dolayısıyla Ermeni topluluğunun da soykırım iddialarının kongreden geçmesi için yeni bir denemede bulunması, nisanı aşan ve seçime giden aylarda baskıları daha da yoğunlaştırmaları muhtemeldir.
İRAN'DA ARADA KALACAĞIZ: 2008'de BM Güvenlik Konseyi'nden İran'a yönelik üçüncü bir yaptırım kararının çıkma ihtimali yüksek. Bu kez kapsam daha geniş olacağı için Türkiye de uymak zorunda kalacak. Fakat kapsamın içinde enerji olacağını zannetmiyorum. O nedenle Türkiye İran'la olan enerji ilişkisine geliştirerek devam etmeli. Bununla birlikte nükleer konusundaki telkinleri de artarak sürmeli. İran'a bir askeri saldırı ihtimali düşük. Ama olsa bile ABD, gelecek olumsuz yanıtı bildiği için Türkiye'den bir katkı istemeyecektir.
İŞBİRLİĞİNE DEVAM: ABD'nin PKK'ya yönelik işbirliğinin devam etme ihtimali, bitme ihtimalinden daha yüksek. Çünkü bu işbirliği ABD tarafından tesadüfen verilmiş bir karar değil. ABD'yi PKK'ya karşı asıl harekete geçiren Irak'ın toprak ve siyasal bütünlüğünü koruma isteği.
OBAMA DAHA ŞANSLI: Başkanlık seçimi sonuçları Türkiye'yi etkilemez. Ermeni tasarısı konusunda demokratlar ya da cumhuriyetçilerin hiçbir farkı yoktur. Ama genelde cumhuriyetçiler Türkiye için hep daha kolay partner olmuşlardır. Seçimi demokratlar kıl payı kazanabilir. Başkanın Barack Obama'nın olacağına dair de içgüdüsel bir izlenimim var.
PROF. İBRAHİM KABOĞLU (Marmara Üniversitesi öğretim üyesi, anayasa hukukçusu, Özgür ve Demokratik Bir Türkiye Yolunda Yeni Anayasa Girişimi üyesi)
ESKİ ANAYASAYA NUR YAĞDIRMAK: 2008 Anayasa yılı mı olacak?" sorusundan daha önemli soru şu: Anayasa adına yapılan tartışma ve çalışmalar gerçekten yeni bir anayasayı beraberinde getirecek mi? Yoksa yürürlükteki Anayasa'da makyaj niteliğinde değişiklik yapmakla mı yetinilecek? Zira anayasanın yenilenmesi, sadece tarihini değiştirmekle olmaz. Hangi ihtiyaçların yeni bir anayasa yapımını gerekli kıldığı, iyi saptanmalı. Yeni bir anayasa demek, yeni ilkeler, kurallar, kurumlar ve fren-denge mekanizmaları demektir. Eğer AKP, 2007'de sergilediği tavrı sürdürürse, bu durumda yeni bir anayasa beklentisi gerçekçi olmaz. Örneğin AKP, yurttaşlık ekseninde ortaya çıkan kimlik sorunundan çok, din-laiklik ekseninde tanık olunan kırılmaları kendi açısından aşmaya yönelik düzenlemelerde ısrar edebilir. Yine AKP'nin, yeni kurumlar ve fren-denge mekanizmaları yerine, statükoyu iktidarını pekiştirme yönünde değiştirmeye çalışması da muhtemel.
ÇANKAYA'DAN FARKI VAR: Yeni bir anayasanın nasıl olması gerektiği kadar, hangi yol ve yöntemle hazırlanacağı da önem taşır. AKP içerik konusundaki önyargılarını terk etse dahi, bunun kurucu meclis olmaksızın 2008'de tamamlanması zor. Çünkü reel siyaset de bunu gerektirir. Cumhurbaşkanı seçiminde sonuçta bir kişi söz konusuydu ve AKP'nin kendi kararını alması bir yerde olağandı. Ama Anayasa için her vatandaşın "benim anayasam" diyebilmesi gerekir. Yani burada bir konsensüs şart ve AKP'nin de çoğunluk partisi olarak "demokrasinin artık çoğulcu bir temelden beslendiğini" kabul etmesi lazım. Sonuç olarak, AKP eğer yeni anayasa arayışında samimi ise 2007'de sergilediği gerek içerik, gerekse yöntem konularında kendi görüşlerindeki ısrarcı tutumunu terk etmeli. Aksi takdirde Anayasa üzerinden yapılan çatışmaların derinleşmesi kaçınılmaz.
PROF. HALUK ŞAHİN (Gazeteci-yazar, Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi öğretim üyesi)
BEYAZ ATLILAR GERİ DÖNEBİLİR: 2008'de duyarlı muharebe alanları aslında 2007'de belli oldu: laiklik, türban, Kürt sorunu... AKP, türban gibi elektrikle yüklü simgesel konularda doğrudan hedefe gitmek isterse, ülkedeki gerilimi artırabilir ve cumhuriyet mitinglerindeki kalabalıkları yeniden meydanlara çekebilir. Unutmamak gerekir ki o insanlar beyaz atlara binip başka ülkelere gitmediler. Yenilmişlik duygusu ve derinleşmiş kaygılarıyla buradalar. 2008'de siyasal ve entelektüel tartışmalar yeni anayasa üzerinde yoğunlaşacak. Anayasa, siyasal düzenin tamamını ilgilendirdiğine göre tartışma cephesinin çok geniş olacağını söyleyebiliriz.
AKP'NİN DİNK'LE İMTİHANI: Öte yandan Kuzey Irak operasyonları dolayısıyla askerle yeni bir frekans yakalamış olan hükümet, karşıtlaşmak yerine, en zor konuları zamana bırakmayı tercih edebilir. Bu da İslamcı taban ve destekçi liberallerde hoşnutsuzluk yaratabilir. Liberallerin desteği açısından hükümet çeşitli sınavlardan geçecektir: 301. madde, Hrant Dink davasının seyri, AB ile ilişkiler bunların başlıcaları. İktisadi büyümenin ciddi olarak yavaşlaması ve işsizliğin azaltılamaması gibi somut olgular genel atmosferi etkileyecektir. Bunlar son beş yıl süresince hep AKP'den yana çalışmıştı.
FİKRET BİLA (Milliyet Ankara Temsilcisi, büyük yankı yaratan Komutanlar Cephesi kitabının yazarı)
"PAYLAŞAN" BİR PAŞA: 1 Eylül 2008'de İlker Başbuğ'un Genelkurmay Başkanı olması TSK'nın kurumsal duruşunu değiştirmez, ancak elbette her Paşa'nın üslup farklılıkları vardır. Örneğin İlker Paşa, Kara Kuvvetleri Komutanlığını devralırkenki konuşmasında "TSK taraf olduğu temel ilkeler konusunda görüşlerini kamuoyuyla paylaşır" dedi ve bunu da yaptı. Dolayısıyla cumhuriyetin ilkelerine tehdit gördükleri anda TSK'nın fikirlerini kamuoyuyla paylaşacağı bir dönem yaşanacağını rahatlıkla söyleyebiliriz.
SINIR ÇİZGİSİ EKONOMİ VE EĞİTİM: 2008'de neleri tehdit olarak görebilir TSK? Birincisi, İlker Paşa dağlarda terörist olduğu sürece silahlı mücadelenin devam etmesinden yana bir komutan. Aynı zamanda da bu işin sosyolojisini, ekonomisini, eğitim, kültürel ve psikolojik yönlerini de irdeleyen, bu konularda entelektüel çabası olan bir paşa. Bu noktada yapılabilecek açılım İlker Paşa'ya göre istihdam yaratılması, eğitim yatırımları, bireysel ve kültürel hakların kullanılmasıyla sınırlı. İşte bu aşamada eğer siyasi otorite Anayasa'ya bireysel hak ve özgürlükler çerçevesini aşan ya da istismara açık hükümler getirmeye çalışırsa o zaman TSK ile bir aralarında çatışma doğar.
EVE DÖNÜŞÜN ŞEKLİ: 221. maddenin esnetilmesi konusunda İlker Paşa'nın iki yaklaşımı var: 1-Pazarlık olmaz. 2-Dağdan inenler serbest kalacak da olsalar yargıdan geçirilmeli. Yani idari bir pazarlıkla, "Hadi gel, dağdan in, ben seni yargıya götürmeyeyim, topluma katayım" gibi bir anlayışa karşı. Bunun karşısındaki her adım bir çatışma alanı yaratacaktır.
TÜRBANDA SON DURUM: Görebildiğim kadarıyla AKP türban konusunda iki yöntemi deneyecek: 1- Son atamalar bir yana bırakılırsa görevleri biten rektörlerin yerine türbanın serbest bırakılmasını savunan rektörleri atayabilirler. 2- Anayasa'nın egemenlikle ilgili 6'ncı maddesini değiştirebilirler. YÖK gibi idari kurumlardan egemenliği kullanma yetkisini alacaklar. Eğer bunlar yaygınlaşırsa o zaman da TSK rahatsızlık duyacaktır.
YAKINLAŞMA SÜRER: Aslında TSK'yla hükümet arasındaki ilişkinin grafiğinde 22 Temmuz'dan beri bir yakınlaşma var. Seçimden önce Türk-Kürt kimliği, sınır ötesi harekat ve Barzani ile ilişkiler konusunda farklı açıklamalarda bulunan AKP, seçimlerden sonra TSK'nın fikirlerine yaklaşmaya başladı. Ben 2008'de de PKK'yla mücadele ve Irak konusundaki bu yakınlaşmanın süreceği kanaatindeyim. Tabii bu zemini yaratmada ABD'nin etkisini göz ardı edemeyiz. ABD'nin TSK'ya yaklaşan bir tutum değişikliğine girmesi hem askeri hem özellikle Irak konusunda ABD'ye bakarak tutum belirleyen AKP'yi rahatlattı.
ÖMER MADRA (Açık Radyo Genel Yayın Yönetmeni):
Önümüzdeki yıl çevre ve iklim açısından bizleri nelerin beklediği, bir "uzmanlık sorusu." İklim bilimci olmadan cevap vermek zor. Ama mutlaka cevap isteniyorsa, o zaman uluslararası bilim topluluğunun raporlarına bakmak gerekiyor. Sadece birine bakalım: BM'nin Nobel Barış Ödüllü İklim Kuruluşu, son raporunda "İklim sisteminin ısınmakta olduğu, tartışılmaz bir gerçektir" dedi. Ve bunun "hava sıcaklıklarındaki artışlar, her yerde kar ve buzların erimesi ve deniz seviyelerindeki yükselme olgularının gözlemlenmesiyle kanıtlandığını" dünyaya ilan etti. Kuraklık ve kıtlık Binlerce bilimcinin hazırladığı araştırmada, acilen tedbir alınmazsa, dünyanın hızla ölüme sürükleneceği, denizlerde hayatın altüst olacağı, yeryüzündeki canlı türlerinin üçte birinin yok olacağı, kuraklığın her yerde kıtlık ve açlığa yol açacağı ortaya konuyor... İklim değişikliği küresel bir olgu; ulusal değil. Dünyayı ne bekliyorsa, Türkiye'de de olacak! Uluslararası araştırmalarda, kutuplarla birlikte küresel ısınmadan en çok etkileneceği saptanan Akdeniz bölgesindeki ülkenin, 2008'de de artan oranda aşırı sıcaklar, kuraklık, orman yangınları, seller, kuruyan göl ve nehirler, azalan tahıl üretimi vb. ile baş etmek zorunda kalacağını söylemek, kehanet olmaz; bilakis, bilimsel verilere uygun düşer. Ne yapmak gerekiyor? Bilim ne öngörüyorsa onu! Kyoto'ya taraf olmak, yeni kömürlü santral yapmamak, karbon vergisi koymak, fosil yakıtları azaltıp rüzgâr-güneş-jeotermal gibi yenilenebilir enerji kaynaklarına geçmek; hayat tarzını değiştirmek...
PROF. BURHAN ŞENATALAR (İstanbul Bilgi Üniversitesi öğretim üyesi, eski YÖK üyesi)
BAŞKAN YÖK'ÜN ÖNÜNDE: 2008'de YÖK'le ilgili tartışmaların daha çok yeni Başkan'ın yaklaşımı ve uygulamaları üzerinde olacağını tahmin ediyorum. Ancak Türkiye'nin esas ihtiyaç duyduğu tartışma bilim ve teknoloji politikaları üzerinde olmalıdır. Böyle bir tartışma, 1981'den bu yana varlığını sürdüren YÖK sisteminin yerine nasıl bir sistem getireceğimiz sorusuna ışık tutmalıdır. Aslında bir yıl önce açıklanmış olan Türkiye'nin Yükseköğretim Stratejisi başlıklı rapor bu değişimin ana hatlarını ortaya koymuş durumdadır.
ÜNİVERSİTELER ÖNYARGISIZ: Eğer yeni başkan üniversitelerle ciddi bir diyaloga ve işbirliğine girerse, bir reform yönünde adım atmak kolaylaşır. Başkanın şu anda hükümetin güvenine sahip olduğu açıktır. Üniversitelerin büyük bölümü ise, ön yargılı olmamaya çalışan bir bekleyiş içindedir. Bu arada yeni Başkan'ın türban konusundaki yaklaşımını rektörlerin büyük bir bölümünün yargı kararlarına dayanarak benimsemeyeceklerini tahmin ediyorum.
BAŞBAKAN'LA MESAFE: Yeni Başkan eğer hükümetin, özellikle Başbakan'ın bakış açısı ve söylemi paralelinde bir davranış sergilerse, üniversitelerin güvenini kazanmakta ve onlarla diyalog kurmakta çok zorlanır. Buna karşılık, eğer YÖK'ün hükümetin güdümünde davranmayacağını ortaya koyarsa, üniversitelerin sorunlarını ve gereksinimlerini cesaretle sahiplenirse, hükümetin kadrolaşma anlayışını YÖK'e taşımazsa, üniversitelerle işbirliği kolaylaşır ve başarı şansı artar. Ancak Başkan'ın YÖK Başkanvekili Prof. Dr. İsa Eşme'yi istifaya çağırmakta bu kadar acele etmesi iyimserliğimi kırıyor.
CENGİZ ÇANDAR (Gazeteci-yazar, Ortadoğu uzmanı)
CEVAT ÖNEŞ (Eski MİT Müsteşar Yardımcısı)
ALTAN TAN (Eski RP'nin Güneydoğu Bölge Müfettişi, Kürt sorunu uzmanı)
NELERE KARAR VERECEK? DTP, 2008 içinde bazı konularda artık bir karar aşamasına gelecek:
1- Öncelikle Türkiye'nin tüm sorunlarıyla ilgili projeleri olan bir "Türkiye partisi" mi, yoksa Kürt sorununu önceleyen bir "Kürt partisi" mi olduğuna...
2- CHP ile benzeşen ve kendisini tabandan koparan "laikçi" söylemini değiştirip değiştirmeyeceğine...
3- PKK ile özdeşleşme yerine PKK'nin silahlı mücadeleyi tamamen devre dışı bırakması için çaba gösterip göstermemeye...
4- Özellikle anayasa çalışmalarına müdahil olarak AKP ile çatışma yerine anlaşma, ikna ve uzlaşma yolunu seçip seçmemeye...
5- Etnik federasyon, ulus devlet modellerini mi yoksa çok kültürlü demokratik cumhuriyet ve anayasal vatandaşlık formatında birlikte yaşamayı mı savunduğunu netleştirmeye... Bu değişiklikleri gerçekleştirmesi DTP'nin kendini yeni baştan yaratması demektir. Ancak bu çok da kolay görünmüyor.
NORVEÇ SENARYOSU: DTP yıl içinde bir genel başkanlık sorunu yaşayacaktır. Ama nasıl çözeceği PKK'daki siyaset değişikliğiyle doğru orantılı. İki senaryo var:
1- PKK'nın lider kadrosunun İsveç veya Norveç'e götürülmesi, eve dönüşün çapının geliştirilmesi. Eğer böyle olursa süreç normalleşir. Genel başkan da ılımlı bir isim seçilir.
2- AKP çözüm yerine sert tavır alırsa PKK da sertleşir, genel başkan arayışı buna göre şekillenir.
KADINLAR ÇÖZÜLMEZ: DTP'den radikal kopmalar yerine çözülme ve ayrılmalar beklenebilir. Ama parti bölünmez, çünkü yapı ona müsait değil. Çözülmeyi sağlayacak tek unsur demokratikleşme. Dağ kadrosu ne kadar inerse partide de çözülmeler o kadar fazla olur. Kopmanın en az olacağı kesim partinin kadınları. Biri hariç: Aysel Tuğluk.
AKP BELİRLEYİCİ OLACAK: DTP'nin kapatılma ihtimali çok zayıf. HAKPAR ve KADEP'te de fazla bir ilerleme beklenmemekte, yeni bir Kürt partisine de fazla şans tanınmamaktadır. 2008'de AKP içerisinde Kürt sorununun çözümü ile ilgili proje ve yapılanmalar daha şanslı gözükmektedir.
Devrim Sevimay/ Milliyet
Değerli okuyucumuz,
Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
· Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
· Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
· Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
· Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
· Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
· Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.
Yorumlar
+ Yorum Ekle