En Sıcak Konular

ABD ve İsrail'in yakın ilişkileri

21 Kasım 2007 13:40 tsi
Chicago Üniversitesi’nden John J. Mearsheimer ve Harvard Üniversitesi’nden Stephen M. Walt adlı iki uzman bir rapor hazırladılar. Bugün o rapor yüzünden işsiz kaldılar ve ABD'deki Yahudi topluluğunun öfkesini üzerlerine çektiler. O raporda ne

Chicago Üniversitesi’nden John J. Mearsheimer ve Harvard Üniversitesi’nden Stephen M. Walt'ın hazırlamış olduğu İsrail Lobisi ve ABD Dış Politakasıyla ilgili rapor, yazarların işinden kovulmasına ve Yahudilerin hedefi durumuna gelmesine yol açtı.

 

London Book Reviews'in kitaplaştırdığı rapor, İsrail lobisinin ABD üzerindeki gücünün nedenlerini irdeliyor, Amerika ve dolayısıyla dünyayı İsrail'in yönettiğini savunuyordu.

 

Gerek Amerika'da gerekse dünya üzerinde buna benzer binlerce kitap yayınlandığı halde (Yahudi düşmanlarının hislerini sömürerek satış garantisi olduğu için bu tarzda kaynaksız pek çok kitap bizim ülkemizde de ard arda yayınlanıyor) hiçbiri ABD yönetimi ve İsrail lobisinin bu kadar öfkesini çekmemişti. (Aslında ne İsrail ne de ABD kendilerine söven ve okuyanı kendisine sövdüren bu tarz sözde araştırma kitaplarından çok da rahatsız değiller. Hatta memnun bile sayılabilirler. Çünkü bu tarz kitaplar toplumda düşüncenin yerini öfkenin almasını sağladığı ve kitlelerin küçük provokasyonlarla topyekun yönledirilebilmesini kolaylaştırdığından onların emperyalist emellerini gerçekleştirmelerine de yarar sağlayabiliyor...)

 

Bu metnin birinci farkı körükörüne ABD ve Yahudi düşmanlığı yapmak için yazılmış bir kitap değil, ABD dış politikalarını irdeleyen araştırmaların yorumlayan bilimsel bir rapor olması. İkinci farkı ise üniversite öğretim üyelerinin imzasını taşıyan bir rapor olarak, öfke alevlendirmek için değil,  ABD'nin aktif olarak yürüttüğü Ortadoğu Politikaları konusunda dikkatli okurların bağlantıları yakabilmesine olanak sağlaması...

 

Kitap Profil yayınları tarafından 120 sayfalık bir kitap olarak Türkçe'ye kazandırıldı. Doç. Dr. Emin Gürses'in önsöyle yayınlanan kitap, geçtiğimiz günlerde kitapçı raflarında okurları beklemeye başladı...  

 

Kitap; tartışmaya açık yönleri olmakla birlikte, ABD'nin Ortadoğu çıkarları uğruna İsrail'in kirli işlerini örtbas etmekten sıkıldığını ama neden bu tavrını sürdürdüğünü göstermesi açısından okunmasında yarar bulunan bir eser..

 

Genel olarak kitaplardan sizlere küçük pasajlar seçiyorduk. Ama Haber 7 Kitap dünyası olarak bu kez tartışmaya değer olması açısından yayıncıların izniyle geniş bir bölümü sunuyoruz... Okurken raporu hazırlayanların sonuçta ABD'li olduğunu hatırlamakta yarar olduğunu peşinen hatırlatalım...

 

İşte söz konusu kitaptan ABD'nin İsrail'e desteğini haklı göstermek için kamuoyuna sunduğu gerekçeler ve bu gerekçelerin tutarsızlığını gözler önüne seren uzun bir pasaj...

 

ÖNEMİNİ YİTİREN AHLÂKİ GEREKÇE

 

 

 

 

Sözde stratejik değerinin yanı sıra İsrail’in destekçileri onun koşulsuz ABD desteğini hak ettiğini de savunuyorlar, bunun için de gerekçeleri:

 

1) İsrail zayıf ve etrafı düşmanlarla çevrili bir ülkedir;

 

2) demokrasiyle yönetilmektedir ve bu ahlâken tercih edilen bir yönetim biçimidir;

 

3) Yahudi halkı geçmişte kendisine karşı işlenen suçlardan dolayı çok acı çekmiştir ve bu nedenle özel muamele görmeyi hak etmektedir; ve

 

4) İsrail’in davranışları ahlâki açıdan muhaliflerinkinden daha üstündür.

 

 

 

Oysa ki yakından incelendiğinde bu iddiaların hiçbiri ikna edici değildir. İsrail’in varlığını desteklemek için güçlü bir ahlâki gerekçe vardır, fakat onun varlığı tehlike altında değildir. Objektif bir şekilde ele alınırsa İsrail’in geçmişte ve günümüzde sergilediği davranışlar ona Filistinliler’e göre daha çok ayrıcalık tanımamız için hiçbir ahlâki temel sunmaz.

 

 

 

Güçsüzü mü Destekliyor?

 

 

İsrail genellikle düşmanca davranışlar sergileyen Arap Goliath tarafından köşeye kıstırılan, zayıf ve mahsur Yahudi Davut olarak betimlenmektedir. Bu portre İsrailli liderler ve İsrail sempatizanı yazarlar tarafından dikkatlice beslendi, fakat bunun tam tersi bir görüntü gerçeğe daha yakındır. Genel kanaatin aksine, Siyonistler 1947-49 Bağımsızlık Savaşı esnasında daha büyük, daha iyi donanıtılmış ve daha iyi komuta edilen kuvvetlere sahipti ve İsrail Savunma Güçleri(IDF) 1956′da Mısır’a karşı, 1967′da ise Mısır, Ürdün ve Suriye’ye karşı çabuk ve kolay zaferler elde ettiler. Ve bütün bunlar büyük ölçüdeki ABD yardımı akmaya başlamadan gerçekleşti. Bu zaferler İsraillilerin vatanseverliğinin, organize olma yeteneklerinin ve de askeri cesaretlerinin güzel bir kanıtıdır, ama aynı zamanda da İsrail’in kuruluşunun ilk yıllarında bile yardıma muhtaç olmadığını gösterir.

 

 

 

Günümüzde İsrail, Orta Doğu’daki en büyük askeri güçtür. Klasik kuvvetleri komşularından çok daha üstündür ve bölgede nükleer silaha sahip tek devlettir. Mısır ve Ürdün İsrail’le barış antlaşmaları imzaladılar ve Suudi Arabistan da barış teklifinde bulundu. Suriye bağlı bulunduğu Sovyetler Birliği’ni kaybetti, Irak üç yıkıcı savaşın ardından büyük ölçüde güç kaybetmişti ve İran da yüzlerce mil uzaktaydı. Filistinliler, İsrail’i tehdit edebilecek güçte bir orduyu bir kenara bırakın, hizmete hazır bir polis kuvvetine bile ancak sahip olmuşlardı. Tel Aviv Üniversitesi’nin Jaffee Stratejik Araştırmalar Merkezi’nin 2005 yılı değerlendirmelerine göre stratejik denge kesinlikle, kendi askeri kapasitesi ve caydırıcı güçleriyle komşularınınkiler arasındaki niteliksel mesafeyi büyütmeye devam eden İsrail’den yanadır. 

 

 Eğer zorunlu gerekçe güçsüzü desteklemek olsaydı ABD, İsrail’in düşmanlarını destekliyor olurdu.

 

 

 

Destek Demokrasi için mi?

 

 

 

 

Amerikan desteği İsrail’in düşman diktatörlüklerle çevrili bir demokrasi devleti olduğu iddiası ile sürekli olarak haklı çıkarıldı. Bu gerekçe mantıklı görünmesine rağmen ABD’nin İsrail’e sağladığı desteğin mevcut seviyesini açıklayamaz. Unutulmamalıdır ki dünyanın her yerinde bir sürü demokratik yönetim var, ama İsrail’e verilen cömert desteği hiçbiri almıyor. ABD geçmişte kendi çıkarlarına fayda sağlayacağını düşündüğü zamanlarda demokratik yönetimleri devirmiş ve diktatörleri desteklemiştir. Bugün de bazı diktatörlüklerle iyi ilişkiler içerisindedir. Bu yüzden demokratik olup olmamak Amerika’nın İsrail’e olan desteğini hiçbir şekilde haklı çıkaramaz.

 

 

 

İsrail demokrasisinin Amerika’nın temel değerleriyle çelişen yönleri de “ortak demokrasi” gerekçesini zayıflatmaktadır. ABD her ırk, din ve etnik kökenden insanın eşit haklara sahip olduğu farz edilen liberal demokratik bir ülkedir. İsrail ise bunun tam aksine açıkça bir Yahudi devleti olarak kurulmuştur ve vatandaşlık kan bağına dayalıdır.

 

 Bu vatandaşlık konseptine bakarak, İsrail’in 1.3 milyonluk Arap nüfusunun ikinci sınıf vatandaş muamelesi görüyor olması ya da son zamanlarda bir İsrail hükümet komisyonunun İsrail’in onlara karşı ihmalkâr ve ayrımcı davranışlar sergilediğine dair yargısı hiç şaşırtıcı değildir.

 

 

 

Benzer bir şekilde İsrail, kendi vatandaşlarıyla evlenen Filistinlilerin vatandaşlık elde etmelerine ve eşlerin İsrail’de yaşamalarına izin vermez. İsrail insan hakları organizasyonu B’tselem bu kısıtlamayı “ırkçı kriterlere göre burada kimin yaşayacağını belirleyen ırkçı bir kanun” olarak nitelendirmektedir.

 

 Böyle bir kanun İsrail’in kuruluş ilkelerine bakıldığında anlaşılır olabilir, lakin Amerika’nın demokrasi tasviriyle tutarlı değildir.

 

 

 

İsrail’in demokratik statüsüne zarar veren bir diğer faktör de, Filistinliler’e kendilerine ait yaşanılabilir bir devlet kurma imkânını vermeyi reddetmesidir.

 

İsrail, Filistinlilerin uzun süredir yaşadığı topraklarda sömürgeler kurarken Gazze ve Batı Şeria’daki yaklaşık 3.8 milyon Filistinlinin de hayatını kontrol etmektedir. İsrail şeklen demokratik bir ülkedir, fakat kontrol altında tuttuğu milyonlarca Filistinli bütün politik haklarından mahrum bırakılmıştır ve “ortak demokrasi” gerekçesi de buna bağlı olarak zayıflamıştır.

 

 

 

Geçmişteki Suçların Telafisi

 

 

İsrail’e verilen desteği haklı çıkarmak için kullanılan üçüncü gerekçe ise özellikle Holocaust esnasında Yahudilerin Hıristıyan Batı’da çektikleri acı tarihtir. Yahudiler’in yüzyıllarca zulme uğramış olması ve sadece Yahudilere ait bir vatanda güvende olabilecekleri gerekçesiyle birçok kişi İsrail’in ABD’den özel bir muamele görmeyi hakettiğine inanmaktadır.

 

 

 

İsrail’in Yahudi Düşmanlığının rezil kalıtından dolayı çok fazla acı çektiğine dair hiç şüphe yoktur ve İsrail’in kuruluşu tarih boyunca işlenen suçlara verilen yerinde bir cevaptı. Geçmişte yaşanan bu olaylar İsrail’in kuruluşunu destekleyen güçlü bir ahlâki gerekçe sunar, fakat kendisinin kuruluşu da büyük ölçüde masum olan üçüncü bir tarafa, Filistinliler’e, karşı yeni suçlar işlenmesine neden olmuştur.

 

 

 

Tarihte yaşanan bu olaylar kolaylıkla anlaşılabilir. 19. yüzyılın sonlarında politik Siyonizm başladığında Filistin’de sadece 15000 civarında Yahudi vardı.  Mesela 1893’te Araplar nüfusun aşağı yukarı yüzde 95’ini oluşturuyorlardı ve Osmanlı egemenliği altında olmalarına rağmen 1300 yıldır bölgenin devamlı sahibiydiler.  Hatta İsrail kurulduğu zaman bile Yahudilerin sayısı Filistin nüfusunun yaklaşık olarak sadece yüzde 35’i kadardı ve onlar toprakların yüzde 7’sine sahiptiler. 

 

 

Siyonizm liderliği ana görüşü iki uluslu bir devlet kurmakla ya da Filistin’in sabit kalıcı bir bölünmeyi kabul etmesiyle ilgilenmiyordu. Siyonizm liderliği zaman zaman ilk adım olarak bölünmeyi kabul etmek istiyordu, fakat bu onların gerçek hedefi değil sadece bir taktikti. David Ben Gurion’un 1930’ların sonlarında söylediği gibi, “Devletin kuruluşunu takiben büyük bir ordunun yapılandırılmasının hemen ardından bölünmeyi fesetmeli ve bütün Filistin topraklarına yayılmalıyız.”

 

Bu hedeflerini gerçekleştirmek için Siyonistler büyük sayılardaki Arap toplulukarını daha sonra İsrail olarak adlandırılacak bölgeden çıkartmak zorundaydılar. Hedeflerine ulaşmalarının başka bir yolu yoktu. Ben Gurion problemi açık bir şekilde gördü ve 1941’de şunları yazdı: “Baskı ve şiddet uygulamaksızın Arap nüfusunun toplu tahliyesini hayal etmek imkânsız.”

 

İsrailli bir tarihçi olan Benny Morris de bu durumu şu şekilde dile getirir: “Filistinlileri buradan çıkartma fikri modern Siyonizm kadar eskidir, onun gelişim ve uygulamalarına geçen yüzyıl boyunca eşlik etmiştir."

 

 

Hedeflerini gerçekleştirmeleri için bekledikleri fırsat 1947 - 48 yıllarında Yahudi kuvvetleri 700 bin Filistinliyi sürgün ettiğinde ellerine geçti.

 

 İsrailli görevliler uzun bir süre boyunca, Arapların liderleri kendilerinden gitmelerini istediği için bölgeden ayrıldıklarını iddia ettiler, fakat dikkatli araştırmacılar (çoğu İsrailli tarihçi Morris gibi) bu hikâyeyi yalanladı. Aslında Arap liderlerin çoğu Filistin halkını topraklarında kalmaya zorladı, fakat Siyonist kuvvetlerin ellerinde can verme korkusu birçoğunu bölgeden kaçmaya itti.  Savaşın ardından İsrail Filistinli sürgünlerin geri dönmelerini engelledi.

 

 

İsrail’in kuruluşunun Filistin halkına karşı işlenen ahlâki suçları da beraberinde getireceği gerçeği İsrailli liderler tarafından çok iyi anlaşılmıştı. David Ben-Gurion’un Dünya Yahudi Kongresi başkanı Nahum Goldmann’a söylediği üzere, “Ben bir Arap lideri olsaydım, İsrail’le asla anlaşma yapmazdım. Bu çok normal: Biz onların ülkesini ellerinden aldık… İsrail’den geliyoruz, ama iki bin yıl önce. Bunun onlar için anlamı ne? Yahudi Düşmanlığı, Naziler, Hitler, Auschwitz vardı, fakat bütün bunlar onların hatası mıydı? Onlar sadece tek bir şeyi görüyor: Biz buraya geldik ve ülkelerini çaldık. Böyle bir şeyi neden kabul etsinler ki?” 

 

 

O zamandan beri, İsrailli liderler durmadan Filistinliler’in milli ihtiraslarını inkâr etmeye çalıştılar. Başbakan Golda Meir’in ünlü bir sözü vardır: “Filistinli diye bir şey yoktur.” 1993 Oslo Anlaşmasını imzalayan Başbakan Yitzhak Rabin bile her şeye rağmen tam bir Filistin devletinin kurulmasına karşı çıkmıştır. 

 

Radikal grupların uyguladığı şiddetin ve Filistin’de artan nüfusun baskısı sonraki İsrail liderlerini işgal ettikleri bazı bölgelerden çekilmeye ve belirli bölgelerde uzlaşma yapmaya zorladı, fakat hiçbir İsrail hükümeti Filistinlilere kendilerine ait bir devlet vermeye razı değildi. Haziran 2000’de Başbakan Ehud Barak’ın Camp David’deki cömert önerisi bile Filistinlilere sadece İsrail’in de facto kontrolü altında silahsızlandırılmış ve bölünmüş bir Bantustan bırakıyordu.

 

 

 

 Avrupa’nın Yahudiler’e karşı işlediği suçlar İsrail’in kuruluşu için kabul edilebilir bir mazaret doğuruyor, fakat her ne kadar bazı İslamcı radikaller onu haritadan sileceklerine dair insafsız ve gerçeklerle örtüşmeyen atıflarda bulunsalar da, İsrail’in hayatta kalmaya devam edeceği şüphe götürmez bir gerçek ve Yahudi halkının acılarla dolu geçmişi ABD’yi, İsrail bugün ne yaparsa yapsın ona yardım etmekle yükümlü kılmaz.

 

 

 

“Erdemli İsrailliler” e karşı “Kötü Araplar”

 

 

ABD desteğini haklı çıkarmaya yönelik son ahlâaki iddia İsrail’i barış peşinde koşan ve tahriklere karşı bile büyük direnç gösteren bir ülke olarak resmetmektedir.  Arapların ise bunun aksine kötü niyetli hareketlerde bulunduğu söylenmektedir. İsrailli liderler ve Alan Dershowitz gibi Amerikalı apolojistler tarafından bitmek tükenmek bilmeksizin tekrar edilen bu hikâye aslı olmayan bir söylenceden başka birşey değildir. 

 

Sergilenen davranışlara bakıldığında İsrail’in tavrının düşmanlarınınkinden ahlâken ayırt edilebilir bir yanı yok. İsrailli araştırmacılar ilk Siyonistlerin Filistinli Araplara karşı olan davranışlarının insaniyetten çok uzak olduğunu belirtmektedir.

 

Siyonistlerin Arap toprakları üzerinde kendi devletlerini kurmaya çalıştılarına bakılacak olursa Arap halkın da Siyonistlerin bu tecavüzlerine direnişte bulunması pek şaşırtıcı değildir. Siyonistler de büyük bir gayretle Araplara karşılık vermişlerdir ve iki taraf da bu dönem içerisinde yüksek ahlâki değerlerini bir kenara bırakmıştır. Aynı araştırmacılar 1947-48′de İsrail’in kuruluşunun Yahudiler tarafından işlenen infaz, katliam ve tecavüz gibi etnik temizlik suçlarını da beraberinde getirdiğine işaret eder.

 

Ayrıca İsrail’in Arap ve Filistinli düşmanlarına bundan sonraki davranışları da genellikle herhangi bir ahlâki üstünlük iddiasını yalanlayacak biçimde zalimce olmuştur. Örneğin 1949 -1956 yılları arasında İsrail güvenlik güçleri kendi sınırlarına sızan 2700-5000 arası Arabı öldürdü ve bu kişilerin büyük çoğunluğu silahsızdı.

 

 IDF 1950’lerin ilk zamanlarında komşularına karşı bir takım sınır ötesi baskınlar düzenledi ve her ne kadar bunlar savunma saldırıları olarak gösterilmeye çalışılsa da,  aslında İsrail’in kendi sınırlarını geliştirme çabalarının bir parçasıydı. İsrail’in yayılma tutkusu 1956’da Mısır’a saldıran İngiltere ve Fransa’ya katılmasına neden oldu ve İsrail fethettiği topraklardan ancak ABD’nin yoğun baskısı sonucu geri çekildi.   

 

 

 

IDF ayrıca 1956 ve 1967 savaşlarında yüzlerce Mısırlı savaş tutsağını da katletti.  1967′de ise 100 bin - 260 bin kadar Filistinli’yi yeni fethettiği Batı Şeria’dan, 80 bin Suriyeliyi de Golan Tepeleri’nden sürdü.

 

1982’deki Lübnan’ı işgal edişini takiben Sabra ve Shatila mülteci kamplarındaki 700 masum Filistinli’nin katliamında da suç ortaklığı yapmıştır ve İsrailli bir araştırma komisyonu Savunma Bakanı Sharon’u bu gaddarca olaydan ötürü “şahsen sorumlu” bulmuştur.  

 

 

 

Israilli personel Filistinli tutsaklara işkence yapmış, sivil halkı küçük düşürüp rahatsızlık vermiş ve zaman zaman da ayrım yapmaksızın kaba kuvvet uygulamıştır.

 

Mesela Birinci İntifada esnasında (1987-1991), IDF ordularına coplar dağıtmış ve onları Filistinli protestocuların kemiklerini kırmaya teşvik etmiştir. İsviçreli “Çoçukları Koruyalım” organizasyonunun tahminine göre, intifadanın ilk iki yılında 23.600 - 29.900 çocuk –ki bunlardan üçte birinin bazı kemikleri kırılmıştı – dayak yaraları nedeniyle tıbbi müdehaleye ihtiyaç duymuştur. Dövülmüş olan bu çocukların neredeyse üçte biri on veya onun altı yaşlardaydı. 

 

 

 

Ha’aretz’i, IDF’nin etkinliğini dehşet verici fakat aynı zamanda da şok edici bir ölüm makinesine dönüşmekte olduğunu açıklamaya sevk eden ikinci intifadaya, İsrail’in cevabı daha da şiddetli oldu.  IDF isyanın ilk günlerinde bir milyon mermi attı ve bu hiç de ölçülü bir cevap değildi. 51 O zamandan beri ölen her İsrailli için 3.4 Filistinli öldürüldü ve bunların çoğu olayları seyretmekte olan masum insanlardı; öldürülen Filistinli çocukların İsrailli çocuklara oranı ise daha da yüksektir (5.7:1).

 

İsrailli kuvvetler, Mart 2003’te bir İsrail buldozeri tarafından ezilen 23 yaşındaki Amerikalı bir kadın da dahil olmak üzere bazı yabancı barış yanlısı eylemcileri de öldürdüler. 

 

 

 

İsrail’in davranışlarıyla ilgili bu gerçekler ünlü İsrailli grupları da içeren çeşitli insan hakları örgütleri tarafından fazlasıyla belgelendi ve tarafsız gözlemciler tarafından doğrulandı. Shin Bet’in (İsrail Yerel Güvenlik Teşkilatı) dört eski memurunun İsrail’in Kasım 2003’teki İkinci İntifada esnasında İsrail’in davranışlarını ayıplamasının nedeni budur. Bunlardan biri davranışlarının yüz kızartıcı nitelikte olduğunu belirtirken diğer de İsrail’in davranışlarını çok aşikâr bir şekilde ahlâksızca olarak nitelendirmiştir.

 

Peki ama İsrail vatandaşlarını korumak için ne gerekirse yapma yetkisi almadı mı? Sürekli olarak sert bir şekilde karşılık vermesine rağmen terörizm belası devam etmekte olan ABD desteğini haklı çıkarmıyor mu? Aslında bu gerekçe bile zorlayıcı bir mazeret değildir. Filistinliler terörizmi İsrailli düşmanlarına karşı kullandılar ve masum sivillere saldırmaları yanlıştı. Yine de onların bu davranışları şaşırtıcı değildir, çünkü Filistinliler İsrail’i taviz vermeye zorlamanın başka bir yolu olmadığına inanmaktadırlar. Eski Başbakan Barak bir zamanlar şöyle bir itirafta bulunmuştur: “Eğer bir Filistinli olarak dünyaya gelseydim, bir terörist örgütüne katılırdım.” 

 

 

 

Son olarak Siyonistlerin kendileri de aynı şekilde zayıf bir konumdayken ve kendi devletlerini kurmaya çalışırken terörizmi kullandıklarını unutmamalıyız. 1944 ve 1947 yılları arasında bazı Siyonist örgütler İngilizler’i Filistin’den çıkarmak için terörist bombaları kullandılar ve bu civardaki bir sürü masum sivilin ölümüne sebep oldular. 

 

İsrailli teröristler ayrıca 1948’de Birleşmiş Milletler arabulucusu Count Folke Bernadotte’i de öldürdüler, çünkü Kudüs’ü uluslararası bir yer haline getirme önerisine karşı çıktılar. 

 

 

 

Bu olayların failleri eylemi gerçekleştiren radikalleri toplumdan bile dışlamadılar: Suikastin liderleri ilerleyen zaman içerisinde İsrail hükümeti tarafından genel af ile salıverildi, bir tanesi de İsrail Parlamentosu Knesset’e seçildi. Cinayeti kabul eden, fakat yargılanmayan bir diğer terörist lider ise geleceğin Başbakan’ı Yitzhak Shamir’di.  Shamir, “Ne Yahudi ahlâkı ne de Yahudi geleneği terörizmden bir savaş aracı olarak faydalanmamıza engelDİR, hatta terörizmin işgalcilere karşı (İngiltere) savaşımızda oynadığı rol büyüktür...” diye bir demeçte bile bulunmuştur. 

 

Nasıl bugün Filistinlilerin terörizmen faydalanma yolları ahlâken kınanmayı hakediyorsa, İsrail’in de geçmişte aynı şekilde ona başvurması kınanmayı hakediyordu.  Bu nedenle de kimse ABD’nin İsrail’e sağladığı desteği, geçmişte İsrail’in eylemlerinin ahlâken daha üstün olduğu türünden gerekçelerle haklı çıkaramaz.

 

İsrail birçok ülkeden daha kötü şeyler yapmış değildir, fakat daha iyi şeyler de yapmamıştır. Eğer ne stratejik ne de ahlâki gerekçeler Amerika’nın İsrail’e olan desteğini açıklayamıyorsa, biz nasıl bunu açıklayabiliriz?

 

(Not: Bu metinde yer alan çok sayıda dipnot sitemize alınmamıştır...)

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 



Bu haber 584 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    6,211 µs