En Sıcak Konular

Uhrevi imparator kim?

20 Kasım 2007 14:53 tsi
Uhrevi imparator kim? Üç güncel ama görülmeyen gelişmenin farklı okumalarını yapacağız. Birbirleri ile “bağlantıları” nedir, var mı yok mu karar sizin! Bu üç olay gösteriyor ki, ‘onların” uhrevi bir arayışı var. Arıyorlar. Uhrevi bir imparator var mı yo

1. “Taşı günahsız olan atsın!..”

Vatikan ile Ortodoks Kilisesi yaklaşık 10 asırdır ayrı. Uzun zamandır-sıklıklıkla hayal kırıklığı ile sonuçlansa da-bu iki kilise birleşmenin yollarını arıyor. Bugün ayrılığa son vermeye yönelik bir belgenin hazırlandığı, uzlaşı sağlanması halinde Fener Rum Patrihanesi’nin önemli ölçüde güçleneceğini “ciddi” biçimde söyleniyor. 

Bu bilgiden devam edilirse ilk sonuç-doğal olarak-Rum Patriği Bartolomeus'un bir "Ortodoks Papa’sı"na dönüşeceği. Vatikan, gerçekten de uzun zamandır bu yolda emek sarf ediyor.

Papa, “Dinlerarası dialog” için İstanbul’a geldiğinde ve Patrikhane’yi ziyaret ettiğinde, bunun Hıristiyanlar arası dialog olduğu, işin birleşmeye gittiği bir çok kişi tarafından tespit edilmişti zaten.

Ravenna Belgesi…

Şimdi gelen haberler, Ortodoks ve Katolik yetkililerinden oluşan özel bir komisyon tarafından hazırlanan ve 46 paragraftan oluşan "Ravenna Belgesi"nin birleşmiş bir kiliseyi öngördüğünü söylüyor.

Papa bu durumda “en üst patrik” olarak kabul edilecek. Birleşme, Papa’nın otoritesini muhtemelen sınırlandıracak ama, “İstanbul” Patriknahesini, Müslüman dünyası ve diğer Ortodoks kiliseleriyle ilişkilerinde güçlendireceği seziliyor. Bu da normal çünkü Patrik gerçekten de Ortodoks Papası’na dönüşebilir.

23 Kasım?

Söz konusu belge, Papa Benedict'in 23 Kasım'da bütün dünyadan kardinallerinin katılımıyla Roma'da düzenleyeceği toplantıda ana maddeyi oluşturacak.

Yine de herşey “gül”lük gülistanlık değil. Ortodoks Kilisesi’ndeki İstanbul ile Moskova ihtilafları, Roma ile birleşme konusunda Ortodokslarla bütünsel bir anlaşma sağlanmasını zora sokuyor.

Aslında bu durumdan rahatsız olan ve olabilecek güçlü aktörler de mevcut. Örneğin Rusya lideri Putin, bu gelişmeyi çok önceden fark etmişti. Daha Mayıs ayında Putin önlemini aldı.

Bakın o zamanlardan yadigar bir haberin spotu nasıl; “Komünizmin gelmesinin ardında dağılan Rusya Ortodoks kiliseleri, doksan yıl sonra birleşti. Kutsal birliği sağlayan anlaşma dün gerçekleşti. Birleşmede Putin'in rolü büyüktü.”

Yani Putin ve Rusya, Vatikan ve İstanbul’dan geleceği görünen atağa karşı pozisyonlanmış. Sağlam bir duruş için birleşmeyi sağlamış. Hem de “din karşıtı” bir gleenekten gelen Putin’in elleriyle.

Bu gelişmeleri zora sokması muhtemel güçlü bir aktör de Türkiye. Zira Patrikhane’nin “ekümenik”lik iddiasına karşı çıkan Ankara, böyle bir durumda işlerin daha da çetrefilli hale geleceğini görüyor.

Daha Patrikhane üzerinden ekümeniklik kavgası sürerken, bir de Vatikan’ın uzantısı “Ortodoks Papa”yla karşılaşmak kimsenin hoşuna gidecek bir hal değil.

Peki Patrikhane ve Vatikan bunları bilmiyor mu? Elbette biliyor. Ama artık standart mazaret hazır; “Ortodokslar Roma'ya yakınlaşabilse Türkiye ve Müslüman dünyası ile ilişkileri yakın olan İstanbul patrikhanesinin Türkiye ve dışındaki Müslüman dünyası ile diyaloğusunda daha güçlü etkileri olacaktır.".

Tanrısallıktan feragat!

Tabii bu 950 yıllık ayrılığın sona erdirilmesinin Vatikan’a bir faturası olacak. Hem de yüklü bir fatura. Örneğin, “Vatikan’ın ve Papa’nın Tanrı’nın yeryüzündeki vücut bulmuş hali” kabülü Ortodokslar tarafından pek parlak bir sıfat olarak tanımlanmıyor.

Ama görünen o ki, bu birleşmenin getireceği siyasal, diplomatik ve dini getiri, Papayı Tanrı olmaktan bile vazgeçirecek kadar büyük. Peki ama bu kadar kutsal (!) bir ünvandan vaçgeçmenin bedeli ne? İstanbul ve patrikhane neden bu denli önemli?

2. “İstanbul’u fetheden o şanlı komutan…”

Bir diğer ilginç gelişme daha doğrusu iddia, farklı detaylara sahip olsa da ana eksini Aytunç Altındal’ın söylemlerine dayanıyor… Çoğu zaman “komplo teorileri” yaftası ile mühürlenen bu iddia şu sıralar biraz daha ilgi hakediyor olabilir!

Bakalım… Bu perspektifin ana cümlesi şu; “1869'da ortaya çıkan ve Bizans tahtının yasal varisi olduğu gerekçesiyle Papa'ya asaletini onaylatan Prens Giovanni Antonio Lascaris Paleolog’in başlattığı girişim adım adım Bizans imparatorluğuna gidiyor.”

Bu ne demek ve sonucu ne olabilir? Şimdi detaylandıralım. ‘Vatikan ve Tapınak Şövalyeleri’ isimli eserinde Aytunç Altındal, Bizans tahtının yasal varisinin bulunduğunu ve bu varisin uluslararası mahkemelerce kabul edilebilecek bir üst makamdan; ‘Papalık, Patriklik’ veya egemen bir kraldan ‘Fons Honorum’ diye bilinen bir yetki belgesi alarak resmi statü kazandığını yazıyordu.
Altındal’a göre,  1869'da Prens Paleolog, Bizans tahtının yasal varisi olduğu gerekçesiyle Papa’ya başvurarak kendisinden onay almıştı. Roma Senatosu'nun zabıtlarına geçirilen bu girişimden sonra, karar İngiliz Asalet Sicili'ne işlendi.

27 Mart 1869'da Prens Roma Senatosu'na başvurarak İmparatorluk sıfatının Roma hükümdarlarının Altın Sicili'ne kaydedilmesini istedi ve kaydettirdi. 1961'de Florida'da  bir mahkeme de benzeri karar verdi.

Bizans neresi?

1990'da Prens Henri Londra'deki "College of Arms" (Asalet Sicil Kayıt Okulu)'nda asaletini ve şeceresini belgelendirdi. Nihayet 16 Nisan 1991'de Fransız üst mahkemesi (La Cour de Cassation) Prens Henri'yi açtığı bir "Asalet verme davası'nda haklı bularak tasarruf hakkının kendisine ait olduğunu onayladı.

Ortada ne Bizans Tahtı ve ne de Bizans olmasına rağmen Prens Henri Paleolog adında birinin olmayan bir tahtın, olmayan bir devletin ve olmayan bir ordunun başındaki gerçek bir İmparator olduğunu İtalya, Fransa, İngiltere, Amerika  ve Rusya'da mahkeme kararıyla onaylatabildi!

Altındal ve aynı düşüncedeki bir çok kişi bu gelişmelerin siyasi olduğuna inanıyor. Aynı vektördeki zihinlerin bir iddiası daha var… Altındal anlatıyor; “Patrikhane’nin ‘Devlet içinde Devlet’ olmak istediği kesindir. 1923’de Lozan Anlaşması imzalanmadan hemen önce Milletler Cemiyeti’ne RESMEN başvuruda bulunmuşlar ve ‘Devlet içinde Devlet’ olarak bütün dünyada tanınmak istediklerini bildirmişlerdi . Bu belge arşivimdedir, sırası gelince yayınlayacağım.”

3. “…. Ve havuzu ve su yolunu nasıl yapıp suyu şehre getirdiği Yahuda krallarının Tarihler kitabında yazılı değil mi?” (Eski Ahit, II. Krallar, 20:20)

İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres çok kısa süre önce Türkiye’deydi ve derin siyasi konuların yanında Türkiye’den pek bilinmeyen bir istekte bulundu. “Siloam Kitabeleri” hiç olmazsa emaneten İsrail’e sergilenmek üzere verilemez miydi?

Tabii bu ortaya çıkınca, benzer konulara ilgi duyan pek çok kişi “neymiş bu” merakıyla araştırmala başladı. Sioam Tabletleri’nin içerdiği sır ayrı bir inceleme konusu ama bir başka konu ile bağlantısı daha önemli.

İsrail şu sıralar yavaşlatsa da ya da “askıya aldık” dese de uzun zamandır Mescid-i Aksa’nın da bulunduğu Haremüşşerif’te kazılar yapıyor. Bununla ilgili bir çok haber-yorum zaten yayınlandı.

Hatta Türkiye’den uzmanlar bölgeye giderek İsrail’in onayı ile neler yapıldığını incelediler ve bir rapor da hazırladılar. Raporun yayınlanması hayli geciktiyse de, içinde neler olduğu büyük çapta biliniyor.

Türkiye’nin ciddi itirazları var ve bunlar sanki daha çok işin “mimari ve tarihi” boyutu ile ilgili. Müslüman dünya Türkiye’nin bu raporunu büyük merakla bekledi. Tabii İsrail’de.

İsrail’e bu raporun ne zaman ve nasıl ilk kez sunulduğu ise ilginç. Başbakan Erdoğan İngiltere-Londra’ya “stratejik ortaklık” anlaşması imzalamak için gittiğinde, İsrail Başbakanı Olmert de oraya geldi ve rapor ilk kez burada İsrail’e verildi.

Sınra aynı rapor Ankara'da bir araya gelen İsrail Devlet Başkanı Şimon Peres ile Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas'a da sunuldu. Bu durum garip mi? Evet garip. Çünkü ister İslam dünyasına ister İsrail’e verilecek olsun bu raporun duyurulmasında bir beis yok.

Ama tamamen farklı konuların; İsrail-Filistin anlaşmazlığı, PKK ve İran meselesi, Kuzey Irak konusu gibi dosyaların detaylarına girildiği bu görüşmelerde önce Haremüşşerif Kazısı’nın yanında da Siloam Tabletleri’nin gündeme getirilmesi en azından “Allah Allah?” demeyi kesinlikle hakediyor!

‘Kutsalların en kutsalına yakın nokta’?

Türkiye’nin İsrail’in yaptığı kazıya ilişkin raporundan bir bölüm; “Ağlama Duvarı boyunca yapılan tünel ve kazı çalışmaları ile ortaya çıkarılan mekanların bazılarına ‘Kutsalların en kutsalına en yakın nokta’ levhaları konularak, yeraltı sinagogları tesis edilmiştir. Bu husus her an içeriye, Haremüşşerif'in altına doğru müdahale edilecekmiş izlenimi vermekte, Filistinliler başta olmak üzere İslam ülkeleri nezdinde büyük rahatsızlık uyandırmaktadır.”

Bu nokta neresi olabilir? 1880 yılında bir kazı sırasında bulunan 2 bin 700 yıllık Siloam Kitabeleri, Kudüs'te yapılan bir kazı sırasında (İbranice) bulundu. Kitabe, milattan önce 700 tarihine ait ve su yolunun bitirildiğini anlatıyor. Kazı yapıldığı dönemde Kudüs, Osmanlı İmparatorluğu'nun bir parçası idi ve kitabe İstanbul'a getirildi.

Eski dönemlerde Kudüs kentinin, surların dışındaki suyu güvenli biçimde surların içine ulaştırması en önemli sorundu. Asuri düşmanların kenti kuşattığı zamanlarda Kudüs'ün susuz kalması ihtimalini ortadan kaldırmak için Kral Hezekiah döneminde 500 metrelik su yolunun inşasına başlandı. Yahudiler, içeriden ve su kaynağının bulunduğu yerden başlamak üzere tünel inşasına başladı. İki ucun birleştiği yere de söz konusu kitabe konuldu.

Kudüs'teki su yolu, 1967'den bu yana İsrail işgali altında bulunan Doğu Kudüs'teki Arap mahallesi “Silwan”da yer alıyor.

Denebilir ki, kazı meselesi ile 2700 yıl önce bulunmuş kitabelerin ne ilgisi olabilir. 10 Eylül tarihli başka bir haberden ilerleyelim.

“İsrailli arkeologlar Eski Kudüs'te yaptıkları kazılarda kentteki eski kanalizasyona ait bir su kanalı buldu. Arkeologlar, su kanalının Kudüs'ün Romalılar tarafından işgali sırasında Yahudiler tarafından sığınak olarak kullanıldığını söylüyor.

İsrailli arkeologların yaptığı kazılarda bulunan yapılar bundan yaklaşık 2 bin yıl öncesine dayanıyor. Arkeologlar önce Kudüs'teki ikinci tapınak döneminden kalma ana yolu ortaya çıkarmak için kazılara başlamış. Ancak karşılarına 70 metre uzunluğundaki tünel çıkmış.
 
Kazı sürecini anlatan Hayfa Üniversitesi'nden Profesör Roni Reich tünelin tapınak tepesinden Filistinlilerin yaşadığı “Silvan” bölgesine kadar uzandığını söyledi.
 
Roni Reich, "Toprak birden yarıldı ve kocaman bir tünelle karşılaştık. Tünel, tapınak tepesinden Silvan bölgesine kadar uzanıyor. Altında da bir yol var ama henüz ona ulaşamadık. Bu kalıntıların kentin kanalizasyonuna ait olduğunu biliyoruz..." dedi.
 
Haber bu kadar. İki kelimenin benzerliği dikkati çekmiş olmalı. “Siloam ve Silwan”! Bu bir benzerlik değil. İkisi aynı kelime! Kazı ile kitabe arasındaki bağda bu. Eski Ahit’de bu isimleri zikrederek bunu söylüyor zaten.

Yani İbraniler, bu bölgede İsa’dan yüzyıllarca önce de bulunduklarını ve burada bir tapınak olacaksa “başka bir tapınak” olması gerektiğini düşünüyorlar!



Bu haber 2,548 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    6,480 µs