Vampirlerin bitmeyen yükselişi! | " /> Vampirlerin bitmeyen yükselişi! | "/>

En Sıcak Konular

Kan ve ölümsüzlük: Vampirlerin bitmeyen yükselişi!

19 Kasım 2007 17:17 tsi
Kan ve ölümsüzlük: Vampirlerin bitmeyen yükselişi! ‘30 gün 30 gece’ daha çok ‘adult’ film ismi gibi dursa da, aslında oldukça ilkel bir buluşla yine ortaya çıkan bir Vampir filmi! Yalnız vesilemiz bu ise de konumuz bu film değil. Konu, Vampir kültürünün ve-adını koyalım-‘Drac

“30 gün 30 gece” filminin uyanıklığı şu; Alaska’da güneş baya bir süre doğmuyor ya, geceleri yaşayan Vampirler için-güneş ışığından haz etmemeleri tam açıklanmış değildir ‘ilimsel’ olarak-biçilmiş kaftan bir iklim yaratıyor.

Filmin olayı bu. Sürekli gece, sürekli Vampir mesaisi demektir düsturundan hareket edilmiş. Gerisi sizin, su banyosu mu, süt banyosu mu yoksa kan banyosu mu sevdiğinizle ilgili.

Meraklısıysanız-ki çoktur seveni Vampirlerin-gider izlersiniz. Ancak bizim konumuz bu değil. Sinemada Dracula kültürünün ve vampir ölümsüzlüğünün neden bu denli “sonsuz ve yaratıcı” versiyonunun yıllar ve yıllar boyu üretilebildiği.

Sonuçta eldeki malzemenin ana temâsı belli. “Doğaüstü” bir yaratık var, kanla besleniyor, beslendikçe ömrü uzuyor, geceleri çalışıyor, gündüzleri tabutta uyuyor, tahta kazıkla öldürülebiliyor ve dahi sarımsaktan haz etmiyor.

Bu temelin üzerine ne kadar bina çıkılabilir? Cevabı verilmiş bu soru her defasında sinema izlerini hallice şaşırtıyor ve binbir türlü versiyonuyla yeniden sahneleniyor.

Beyaz Perde ölümsüzdür, Dracula da öyle.

Kan emicilik, Vampir ve Dracula kültünü salt “sanat” açısından ele alırsanız, (ki iddialıca söylenebilir ki, baştan sona şaşırtıcı ögelerle dolu olmasına karşın, konunun “mistik ve metafizik” yönlerine kıyasla en sıkıcı tarafıdır.) öykü kültürel kronoloji ve sinema açısından şöyle akar.

1800’lü yıllarda gotik edebiyat büyük ilgi görüyordü. Konu üzerinde sağlam isimlerden biri Bram Stoker’dı. 1897’de Dracula romanını yayımladı.

Çalışmasının ana kaynağı-pek bilindiği üzere-15. yüzyılda yaşamış, kazığa geçerirek aam öldürme konusunda yetkin, “Kazıklı Voyvoda” nam, Eflak-Boğdan beyidir.

Stoker bu figürü alır, allar pullar, hallice değiştirir ve Batı Avrupa’ya İngiltere’ye taşır. Kan emerek yaşayan bir Kont’un öyküsü yapar. Vaka budur.

Sinemadaki bitmek bilmeyen serüveni ise daha da dallanıp budaklanır. “Bugüne dek Dracula’yı Bela Lugosi’den Gary Oldman’a bir düzineden fazla oyuncu canlandırdı. Bram Stoker’ın romanına ilk ‘sulanan’ yönetmenlerden biri dönemin usta Alman sinemacısı F.W.Murnau idi. Fakat 1912’de ölen Stoker’ın vârisi olan eşi, Murnau’ya Dracula’nın haklarını vermedi.

Bunun üzerine Murnau, isimde küçük bir devşirme yaparak 1922’de “Nosferatu”yu çekti. Çok uzun süre vampirler sinemada Dracula’nın suretinde temsil edildiler. Murnau’dan tam dokuz yıl sonra Universal stüdyosu küçük bir servet karşılığında Stoker’ın dul eşinden romanın haklarını satın almayı başardı ve dönemin bir başka cüretkâr yönetmeni Tod Browning’e projeyi emanet etti.

1931 tarihli film, en iyi Dracula uyarlamaları arasında yer almakla kalmaz, aynı zamanda Bela Lugosi’yi de kana susamış aristokratı bugüne değin canlandırmış en iyi aktör olarak sunar.

Bundan tam 54 yıl önce çekilen “Drakula İstanbul’da” bir görenin bir daha unutamadığı, dönemin Türk sinemasından beklenmeyecek kalitede bir filmdi. Mehmet Muhtar’ın yönettiği ve Atıf Kaptan’ın Drakula’yı canlandırdığı film, bu topraklarda üretilen pek çok şey gibi, birçok açıdan tadından yenmiyordu. Bir kere, dünya sinema tarihinde Drakula’yı sivri köpek dişleriyle gösteren ilk filmdi.

Kuşkusuz, bir yandan edebiyat da vampirlere olan merakını hiç yitirmedi. Stephen King veya Anne Rice gibi konuya meraklı kimi yazarlar sayesinde vampir mitolojisi giderek genişledi. King’in bizde Korku Ağı olarak yayımlanan Salem’s Lot eseri küçük bir Amerikan kasabasında kendi düzenlerini kurmuş bir vampir klanını anlatırken, Rice’ın aynı adlı eserinden uyarlanan “Vampirle Görüşme” kan emicilerin upuzun soy ağacını sayıp dökmeye üşenmiyor, yüzyıllara yayılan bir tarihçe sunuyordu.

Polanski’nin 1967’de çektiği “Korkusuz Vampir Avcıları” bir çeşit parodiydi diyebiliriz Tony Scott’ın 1983 tarihli “Açlık” filmi ise New York fonunda artık miadını tamamlamış iki vampirin ‘dişe diş’ mücadelesine odaklanan, bir hayli stilize ve estetik bir filmdi.

90’larla birlikte vampir evreni iyiden iyiye genişledi. Vampir tekmeleyen Buffy adında bir genç kız, “Blade” diye siyah bir vampir kahramanımız oldu. Wesley Snipes, çarpıcı bir ‘melez vampir’ portresi çiziyordu bu ikincisinde. İşi, kötücül vampirleri insanlardan uzak tutmaktı.

“Blade” üçlemesi kuşkusuz türün hayranları için aksiyon ve macerayı harmanlaması açısından belirleyici bir nitelik taşıdı. Doğrusunu isterseniz, peşinden gelen “Underworld/Karanlıklar Ülkesi” serisinin önünü açan da o oldu. Vampirlerin kurtadamlarla savaştığı, daha fantastik bir dünya sunan bu serinin şu sıralar üçüncüsünü beklemekteyiz ve açıkçası Doğu Avrupa’ya, Dracula’nın memleketine kadar uzanan öykünün zengin arka planı da bir hayli çarpıcı bir noktaya doğru sürüklenmekte.

Tabii ki arada Kont Dracula’yı avlamak üzere yolu Karpatlar’a düşen hayal ürünü avcı Van Helsing gibi ‘acil kan ihtiyacındaki’ kahramanlar da çıkmadı değil. 90’ların sonlarına doğru John Carpenter’ın elinden çıkan, western tadındaki “Vampirler”i ve “Dracula 2000”i de çok ses getirmeyen örnekler olarak anmakta fayda var.”

Dracula sevgisinin sırrı ne?

Peki ama Vampirler neden bu denli ilgi görmeye devam ediyorlar ve iyi olsun kötü olsun film versiyonları nasıl bu kadar ayakta kalabiliyor. Dracula ikonu sonsuzluğa taşınmak konusunda nasıl bu kadar başarılı olabiliyor.

Vampirler ve Dracula kavrayışının metafizik okuması çok sık yapılan, detayları iyi bilinen, tarihi derinliği tam çözülmüş, dahası “teoloji” ile dinsel bağları eksiksiz yapılmış bir konu değil.

İyibilgi olarak bu konuda kapsamlı bir çalışmayı sunmak için söz verelim ve katkılarınızı bekleyelim ama pek üzerinde durulmamış “Freudyen” bir bakışı yansıtalım. Vampir ilgisinin bu denli sağlam ve “sürekli” olmasının altında yatan ayrı iki nedenden bahsedilebilir.

Kan ve ölümsüzlük!

Bunlardan birincisi “kan” ikincisi ise insanoğlunun yaratıldığı ilk andan bu yana peşinde koştuğu “ölümsüzlük” arzusu/ihtirası. Kan, ölümsüzlüğün “taşıyıcısı”. Günümüzde bu aktarım aracının ne kadar uygun olduğu üzerine sayfalar dolusu yazılabilir.

Kan, yaşamın (ölümsüzlüğün en belirgin özelliği) özsuyu. Dolayısı ile ölümsüzlük ile ilgili bir bağlantı varsa insan bedeninde en doğru yer elbette kan olabilir. Kan her faninin ve Vampir sevgisi (elbette kültürel boyutta) taşıyan herkesin en ortak noktası.

Hastalıkların bir numaralı taşıyıcısı olmakla birlikte, bulaşıcı hastalıklar içinde en ölümcül olanların ve kabul etmek gerekir ki oldukça “tatsız” versiyonlarının da potası. Bunun üzerinde fazla durmayalım çünkü çok ayrıntılı ve cephe yaratıcı tartışmaya kapı açabilir.

Ancak kanın “ahlaki” bir normu da var! Taşıdığı hastalıkların bulaşma yöntemleri kadar kanın kimlik tanımlamada kullanılması da ilginç. Yani bu anlamlarıyla kan negatif çağrışımlara müsait.

Vampir bakış açısından (!) ise pozitif yönleri de olmalı. Yani “kansız” yaşanmaz gibi açıkça basit bir yaklaşımdan öte, hastalık kadar şifayı da içermeli. Kanla gelen ölüm, yaşamı da yani ölümsüzlüğü de olası kılmalı.

Ölümsüzlük ve kan arasında bir bağ inşa ediyor vampirlik ve Dracula’yı da aslında bunun ana ögesi değil aracı yapıyor. Çünkü Vampir, ölümsüzlük alıyor kandan ama, bir sonraki kurbana Vampirlik taşıyor. Tıpkı kan emip, mikrop bulaştıran Yarasalar ya da benzer kan emiciler gibi!

Burada keselim ve tatlıyı bir sonraki iyibilgi-vampir dosyasına öteleyelim.

Not: Vampir sinemasına ilişkin didaktik bilgiler, “Zaman-Gençlik”te “Burçin S. Yalçın” tarafından kaleme alınmış, “Sinema’da dişe diş mücadele” başlıklı yazıdan kısaltılarak alınmıştır.

www.iyibilgi.com ankara



Bu haber 3,937 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    3,750 µs