En Sıcak Konular

"Komutanların İmralı'ya gittiğini biliyorum!"

19 Kasım 2007 13:35 tsi
Askerlerle bir dizi görüşme yaparak, bir yazı dizisi hazırlayan Fikret Bila, gazetede yayınlanmayan görüşmelerini bir kitapta topladı. Bila, Devrim Sevimay'a o görüşmelerin içinde yazmadıkları önemli bilgileri anlattı.

Devrim Sevimay/ Milliyet

"Komutanlar Cephesi" kitabının yazarı Fikret Bila: "Komutanların İmralı'da Abdullah Öcalan'la görüşüp görüşmediklerini merak ettim. O dönem görevde bulunanlara sordum. Ama yanıt alamadım. Kendimi yerlerine koydum ve bu işi yürüten insanlar olarak bu olayı yöneten insan kimdir diye gidip konuşabileceklerini düşündüm. Elbette değişik rütbeden askerlerin sorgulama yaptıklarını biliyordum ama ben komutanların görüşme ihtiyacı hissedip hissetmediklerini, görüştülerse nasıl bir izlenim aldıklarını anlamak için sordum"

Fikret Bilâ 1980'den bu yana görev alan iki Cumhurbaşkanı, dört Genelkurmay Başkanı, bir Jandarma ve Kara Kuvvetleri Komutanı, üç Asayiş Bölge Komutanı'yla konuştu. Konuştuklarının ortak özelliği PKK ve Kürt sorunu konusunda karar veren en tepedeki isimler olmasıydı. Bu grubun içine özellikle medyaya çıkmaktan hiç hoşlanmayan komutanlar da dahil olunca Bilâ'nın ne kadar zor bir çalışmayı ortaya çıkardığı daha iyi anlaşılıyor.
Ancak işin buradan da ileriye giden, Bilâ'nın mülakatlarına "tarihi" niteliği kazandıran bir yönü var. Onun gazeteciliği sayesinde Türkiye ilk kez komutanlar cephesinde değişen bir şeyler olduğunu öğrendi. Komutanların bir bölümü ilk kez Kürt meselesinden söz ederken "Hata yaptık" dedi. İlk kez askeri kimliklerini kenara koyup, siyasi analizlerini kamuoyuyla bu kadar samimi bir şekilde paylaştılar. Bu açılım Türkiye'ye çok iyi geldi.
Bilâ'nın mülakatlarının Milliyet'te beş günlük dizi olarak yayımlandığı 3 Kasım'dan bu satırların yazıldığı 16 Kasım'a kadar komutanların sözleri tam 98 köşe yazısı ve 15 habere konu oldu. TV kanallarındaki haber ve tartışmalar bunun dışında. Bu mülakatların tamamının toplandığı "Komutanlar Cephesi" (Detay Yayınları) kitabı çıkar çıkmaz tükendi. Ve yarattığı tartışma da uzun bir süre daha, muhtemelen uzun yıllar devam edeceğe benziyor. Bu yüzden bu hafta ciddi bir gazetecilik başarısının altına imzasını atan Fikret Bilâ'yla konuştuk. Bilâ bize hem kitabını hem askerleri hem de biraz Ankara gazeteciliğini anlattı...

Bu söyleşileri yaparak gerçekten zor olanı başardığınız için sorusu da kendiliğinden geliyor tabii: Askerler niçin size konuşuyor?

Bu bir gazetecilik çalışması. Bence en önemli ve tek nedeni bir güven ilişkisinin olması. 20 yılı aşkın süredir Ankara'da çalışıyorum ve mümkün olduğunca da gündemi iyi izlemeye çalışan bir Ankara gazetecisiyim. Çoğu komutanla daha alt görevlerdeyken tanışıyorum. Farklı yerlere gitseler de ilişkimi sürdürmeye gayret gösteriyorum. Ayrıca bu güvenin oluşmasının temel nedenlerinden biri de her zaman kurallara bağlı kaldım. "Off the record"ları yazmadım, söylediklerini aynen aktardım.

Özellikle hassas dönemlerde bu tip önemli ve zor isimlerle mülakatlar yapılabilmesinde acaba "Buradan bana ters soru gelmez, meseleyi provoke etmez" güveni de öne çıkıyor mudur?

Kendi adıma ikincisi daha doğru. Çünkü ben ters sorular da soran biriyim ama her zaman yanıt alamıyorsunuz. Fakat şuna güveniyorlar tabii: "Cevap vermeyi istemediysek bu böyle kabul edilir. Veya bir şeyi yazılmamak kaydıyla anlattıysak bu istismar edilmez. Ya da söylediklerimizi başka tarafa çekmez." Çünkü benim için sorulara sınır yoktur. Ben sorarım. Ama yanıt alamadım diye de o konuyu istismar etmek, kaşımak gibi bir eğilimim olmaz.

Peki köşenizdeki bazı görüşlerinizin askerlerin görüşleriyle örtüşüyor olması herhangi bir "entelektüel kompleks" yaratmalı mı?

Asla. Aynı görüşteysem, söyleyenler asker diye bunu değiştirmem. Habere yansıtmam ama bunun yorumlarıma yansıması doğaldır. Çünkü bazen de siyasi liderlerle uyuşuyorsunuz ama bu sizi o partinin militanı yapmıyor. Ayrıca ben askerlerle hiçbir zaman tam anlamıyla bir görüş birliği içinde de olmadım. Konulara göre değişiyor. Mahkemelik olmak üzere olduğumuz haberler de yaptım. Demirel ve Ecevit'in Evren'e yönelik ağır eleştirilerini Evren'in görevde olduğu dönemde dizi yaptım.
Ödül aldığım haberlerden biri askerlerin beni mahkemeye vermeye hazırlandığı bir haberdi. 1990'larda askerlerin yurtdışındaki gizli hesaplarına ilişkin bir rapor yayımladım. Kıyamet koptu. Genelkurmay'a çağırdılar. Hurşit Tolon Paşa, ardından Yaşar Büyükanıt Paşa genel sekreterlik görevini yürütüyorlardı ve beni mahkemeye vermeye hazırlanıyorlardı. O hazırlıkları gördük, tartıştık.
Bir kitabımdan dolayı 12,5 yıl hapis istemiyle yargılandım. O davanın açılmasında da MİT'in çabası olmuştu. Demek istediğim şu, her zaman örtüşme olmuyor. Ve ben de ilişkiyi bozmayayım diye hiç haber saklamadım.

Doğrusu bunları biraz da şunun için sorduk: Galiba iki-üç ay önceydi. NTV'nin bir canlı yayınında gazeteci Gülay Göktürk ve Oral Çalışlar'dan "Neden sürekli askerlerin konuşmasına vesile oluyorsunuz?" diye bir eleştiri almıştınız. Sizce askerleri konuşturup konuşturmamakla ilgili bir gazetecinin durması gereken nokta ne olmalı?

Bence yanlış bir eleştiri. Özellikle İstanbul'da çalışan meslektaşlarımız bizim çalışma koşullarımızı, görevlerimizi ya unuttular ya hiç bilmediler. Burada bizim haber değeri olan her kaynakla temas etmemiz gerekiyor. O yüzden de "Niye ikide bir askerlere soru soruyorsunuz, niye ortalığı karıştırıyorsunuz?" düşüncesi yanlış. Çünkü öyle olmuyor.
Bizim her sabah kalkıp da "Aaa yoldan komutan geçiyor, hemen bir soru sorayım" diye bir imkanımız yok, özel bir çabamız da yok. Bir üst düzey komutana ulaşmak mümkün değil. Sabah telefon açıp da Genelkurmay Başkanı ya da bir komutanla sohbet edemezsiniz. Ortak birtakım kokteyl ya da resepsiyonlarda ancak görürsünüz ki bunun da sayısı çok azdır. Gazeteci olarak da o kısa sürede ne varsa sorarsınız.

"Askere soru sormak bizim sorumluluğumuz"

Ama işte bazı meslektaşlarınız da soru sormanızın, askeri kendi yetki alanından çıkarıp, sivillerin alanına müdahale eder pozisyona getirdiği, buna ortam sağladığı eleştirisini yapıyor.

Ama bu şimdi başını kuma gömmek gibi bir şey, gerçekçi değil. Biz de askerlere "Süne zararlısıyla ilgili ne düşünüyorsunuz?" diye sormuyoruz ki. Cevap verecekleri, ilgili oldukları konularla ilgili soruyoruz. Hayır, "TSK'nın hiçbir ağırlığı yoktur" dese bu arkadaşlar, kabul edeceğim. Ama onlar da biliyor ki bir haber değerleri var. Çünkü ağırlıkları var, işlevleri var. Ayrıca hiç kimseyi zorla konuşturamazsınız.

O zaman bir de bu meslekte pek çoklarının olduğu gibi sizin de "Hasan abi" dediğinizi bildiğimiz Hasan Cemal'in eleştirisini soralım: 4 Eylül'deki yazısında "Demokrasi içinde sivil sivilliğini, asker askerliğini, gazeteci gazeteciliğini bildikçe taşlar yerli yerine oturur" demişti. 19 Mart 2005'teki yazısında ise adınızı da vererek askere karşı "fazla müeddeb (edepli) gazetecilik" yaptığınızı yazmıştı...

Kendisini gerçekten çok severim, çok saygı duyarım, ama bence Hasan abi yanılıyor. Siz görmezlikten duymazlıktan gelseniz de olaylar kendini dayatır zaten. Yani sizin sormamaya çalışmanız, sırtınızı dönmeniz olayların seyrini değiştirmez. Gazeteci sormuyor diye olaylar durmaz. "Aa bunu sormuyorlar galiba, ihtilal yapılmasın, vazgeçelim" diye bir gelişme olmaz.

Zaten Hasan Cemal soru olarak başka bir bakış açısını öneriyor. Mesela, "Kara Kuvvetleri Komutanı olarak böylesine hassas, kritik konularda açıklama yetkisini kendinizde nasıl görüyorsunuz?" diye sormanız gerektiğini düşünüyor.

Yok, ama bunlar kendi siyasi görüşünü kaynağa kabul ettirme; "Sen konuşma!" demek. O zaman hiç soru sorma, gerek yok. Ben Hasan Cemal'e bunun yanıtını ertesi gün köşemden vermiştim. Bence bizim gibi Ankara'da çalışan ve gazetecilik yapmaya devam eden meslektaşlarla sadece köşe yazan meslektaşları ayırmamız lazım. Çünkü bizim haber sorumluluğumuz da var. Bizden hesap sorarak takip edilen bir sorumluluk bu. Bunu İstanbul'daki yazarların da unutmaması gerekiyor.
Ayrıca bize "Niye askerlere soru soruyorlar?" diye eleştiri yöneltenler dahil olmak üzere bir grup meslektaşımızın da Başbakan'a hiç "zor" soru sormadıklarını görüyoruz. Doğrusu, siyasal iktidar karşısında eleştiri hakkından sıkça "feragat" etmeleri dikkatimizi çekiyor.

Görevdeki paşalar: "Analizler çok iyi, zamanlama kritik"

Söyleşileriniz yayımlanmaya başladıktan sonra rahatsızlık duyan komutan oldu mu; "Keşke şunu yazmasaydınız" diyen...

O anlamda bir tepki olmadı ama komutanların bazılarından şöyle bir değerlendirme aldım. "Zamanlama konusunda eleştiri alıyoruz" dediler. Kendi camialarında, askeri çevrede... "Nasıl bir eleştiri alıyorsunuz?" dedim. Dediler ki, "İçerikler çok iyi, analizler çok iyi, bu bir dönüm noktası ama şu aralar tezkere çıkmış, Türk Silahlı Kuvvetleri bir askeri harekat kararlılığı içinde, acaba zamanlama doğru mu, niye böyle bir zamanlama yapıldı?" Bu tip eleştiriler almışlar. Ve tabii aralarında üzülenler de olmuş bu eleştirilere.
Ben de dedim ki, "Yani bu planlı bir zamanlama değil. Yazın konuştuğumuzda tezkere yoktu, sınırötesi yoktu. Kitabın hazırlanma aşaması şimdi bitti, diziyi de ona göre başlattık. Tamamen tesadüf". Zaten ben bu görüşlerin zamanı aşan bir niteliği olduğunu da düşünüyorum. Sonuçta 27 yıldan bahsediyoruz ve komutanlar çok önemli analizlerini kamuoyuyla ilk kez paylaşıyorlar.

İçerikle ilgili aldıkları olumlu tepkiye bakılırsa sizce şu anda görevde bulunan komutanlar da size konuşan emekli paşalar gibi düşünüyor mudur?

Ben görüşlerinin an azından yakın olduğu kanaatindeyim. Hem Büyükanıt'ın hem de seneye Genelkurmay Başkanı olmasını beklediğimiz İlker Paşa'nın görüşleri yapılan bu analizlere çok yakın. Hem açıklık hem de hataları tespit bakımından fikirler örtüşüyor. Olumlu tepki almaları da bir gösterge.

"İtiraftan çok bir 'keşke' hali var"

Sizce komutanların bu açıklamalarına nasıl bir ad vermeli: İtiraf, özeleştiri, iç dökme, hayıflanma...

Her komutan için ayrı bir yanıt vermek gerekebilir. Mesela 1980'lerde siyasi sorumluluğu da olan askeri bir yönetim vardı. O dönemde Evren "Kürt diye bir şey yoktur" tezine sahip. O noktadan 26 yıl sonra bugün Evren "Hata ettik" diyor. Bu tabii bir itiraf. Hata ettik demekle de kalmıyor, "Güneydoğu'ya gidecek memurların Kürtçe bilmesi gerekir" diyor, yani bir adım daha ileri gidiyor.
Ama mesela Aytaç Paşa'nın yaptığı tahlil ise itiraf niteliği taşımıyor bence. Çünkü o genç bir subayken yaşadığı dönemi eleştiriyor. Ama o dönemde kendisi karar alıcı bir noktada değil. "1970'ler ve 80'lerde sosyal istekleri bile biz 'yıkıcı faaliyetler' kapsamında görüyorduk. Bize böyle talimat verildi, böyle eğitildik. O zaman bu hataymış" diyor. Bence bu bir itiraftan ziyade bütün sisteme yönelik bir eleştiri.
Elbette terörün diğer faktörlerini ortadan kaldırmış değil komutanlar ama buna rağmen Türkiye'nin içeride yapabileceği şeyleri zamanında yapmadığı tespitini de yapıyorlar. "Keşke yapılsaydı..." Orada bir "keşke" var.

"Askerin tehdit algısında PKK üçüncü sırada geliyor"

Sizce asker ne planlıyor? "Girelim, operasyon yapılsın"; ya peki sonra?

Silahlı terörist dağda gezdiği sürece askeri mücadele devam edecek, böyle bir kararları var. Çünkü güvenlik sağlanmadan diğer alanlarda çalışma yapılamayacağı kanaatindeler. Bu yüzden eşzamanlı çalışmalar yapılması gerektiğini düşünüyorlar.

Kuzey Irak'la ilgili ne düşünüyorlar?

Komutanların çoğunda bölünme kaygısı var. Bu da Kuzey Irak'la ilgili bir sorun. Kuzey Irak'ta bir Kürt devleti kurulmayacağı inancındalar.

Ya kurulursa?

O zaman bunu bir beka meselesi olarak değerlendiriyorlar. Yani savaşmayı göze alabilirler. Çünkü tehdit algılamasını sıralarken "birinci PKK" demiyorlar. Birinci bağımsız Kürt devleti. İkinci Kerkük'ün statüsü. Üçüncü bunların bir unsuru olarak PKK.

Neden Kürt devleti birinci sırada?

Irak'ın toprak bütünlüğünün bozulması Türkiye'nin de toprak bütünlüğünü bozar diye. Çünkü iki coğrafya arasında demografik geçirgenlik söz konusu. "Asıl risk budur" diyorlar.

Bu kritik noktayı aşmanın başka yolu yok mu sizce?

Hilmi Özkök Paşa "Refahla ve AB'yle aşılır" diyor. Paşa, "Güneydoğu'daki vatandaşların aidiyeti yükseleceği gibi, bakarsınız Türkiye Kuzey Iraktakilerin de cazibe merkezi olur" diye düşünüyor.

Peki askerin içinde "Irak'ın toprak bütünlüğü bozulursa 1926 anlaşması da bozulur" diyen var mı? Ya da varsa bile bunu söylerler mi?

Söylemezler tabii. Ama İlker Başbuğ, Genelkurmay İkinci Başkanı'yken bu tip bir sorumuza Atatürk'ün bir sözüyle yanıt vermişti; "Oraya girmek kolay da kalmak zor" demişti. Bence TSK'nın kurmay kesimi 1926'yı mutlaka araştırmışlar, uluslararası ilişkiler ve hukuk açısından değerlendirmişlerdir. Ama o değerlendirmenin sonucunu biz bilemeyiz.

"Bana 'Bazı konuları açmayalım' dediler"

"Nedir?" diye sormayacağız tabii ama acaba komutanların size "Türkiye şu anda buna hazır değil, şimdilik yazmayın" dedikleri daha ileri yorumları da oldu mu?

Tabii yazılmayan şeyler var ama bu anlamda bir şey yok. Daha çok başlarından geçen bazı olaylarla ilgili sınırlar koydular. Hani bilinmesinin Türkiye'ye yarar getirmeyeceğini düşündükleri, sır sayılabilecek bazı anekdotlar diyeyim. Ama ileriye yönelik analiz anlamında başka bir şey yok.

Sorup da alamadığınız yanıt oldu mu?

Bir tanesini söyleyeyim: Ben komutanların İmralı'da Abdullah Öcalan'la görüşüp görüşmediklerini sordum.

Hepsine sordunuz mu?

O dönem görevde bulunanlara sordum. Ama yanıt alamadım. Kendimi yerlerine koydum ve bu işi yürüten insanlar olarak bu olayı yöneten insan kimdir diye gidip konuşabileceklerini düşündüm. Elbette değişik rütbeden askerlerin sorgulama yaptıklarını biliyordum ama ben komutanların görüşme ihtiyacı hissedip hissetmediklerini, görüştülerse nasıl bir izlenim aldıklarını anlamak için sordum. Çünkü bu işin siyasi boyutlarıyla da ilgilendikleri belliydi.

Peki "Yorum yok" mu dediler, "Geçelim" mi dediler?

Bana "Bazı konuları açmayalım" dediler. Tabii öyle deyince de oraları açma şansımız olmadı.


"Konuştuklarımdan en zıt fikirdeki askerler, Özkök Paşa'yla Tokat Paşa"

  • Şunu çok net gözlemledim: Emekli olsalar da aralarındaki saygı ilişkisi devam ediyor. Birbirlerinden bahsederken kıdemine göre "Komutanım" diyorlar. Eleştirecek bile olsalar bunu son derece diplomatik ve saygılı bir şekilde yapıyorlar.
  • Necati Özgen Paşa dışında hepsi "1 Mart Tezkeresi geçmeliydi" dedi.
  • Bir tek Aytaç Yalman Paşa ABD'nin Öcalan'ı Türkiye'ye Barzani ve Talabani'yi güçlendirmek için teslim ettiğini söyledi. Diğer paşalar bu fikre katılmadı.
  • Çuval olayı sırasında tüm komutanlar Türk askerlerinin ateşle yanıt vermesi gerektiğini söylerken sadece Hilmi Özkök Paşa direnç gösterilmemesini doğru buldu.
  • Hiçbirinden yeni bir OHAL dönemine sıcak baktıklarına ilişkin bir izlenim almadım.
  • Yalman Paşa, Kürtler için "Bir asimilasyon olmamış" dedi. Ancak o sözünü daha sonra entegrasyona dönüştürdü. Daha yerine oturan bir kelime olarak entegrasyonu kullanmak gerektiğini söyledi.
  • Kitapta görüşlerine yer vermeyi isteyip de konuşamadığım tek komutan Kıvrıkoğlu Paşa oldu. İrtibat sağlayamadığımız için başvurumu da kendisine iletemedim.
  • Özkök Paşa'nın, zamanında aldığı eleştirilerin gerekçelerini detaylı bir şekilde birinci ağızdan dinleme fırsatını buldum. Doğrusu bence aralarındaki en alışılmadık komutan Özkök Paşa.
  • Görüştüklerim arasında birbirlerine en zıt fikirlere sahip komutanlar Hilmi Özkök Paşa'yla Altay Tokat Paşa'ydı.
  • Kimlik konusunda "Türkiyelilik" lafını ağzına alan hiç olmadı. Hepsinin kırmızı çizgisi üniter yapı. İkinci bir ulusal kimliğe asla sıcak bakmıyorlar.
  • Komutanların hepsi Kürt kökenli vatandaşların da general, genelkurmay başkanı olabileceği görüşünde. Konuştuklarım arasında ise bildiğim kadarıyla Kürt yoktu.
  • Bugüne kadarki hükümetlerle ilgili iki ortak görüşleri var. 1-Güneydoğu'nun geliştirilmesi konusunda sorumluluklarını yerine getirmediler. 2- Bununla birlikte biz ne talep ettiysek hepsini karşıladılar.


  • Bu haber 1,535 defa okundu.


    Yorumlar

     + Yorum Ekle 
      kapat

      Değerli okuyucumuz,
      Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
      Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
      · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
      · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
      · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
      · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
      · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
      · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
      · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
      · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
      Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




      En Çok Okunan Haberler


      Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
      4,058 µs