En Sıcak Konular

İnönü'ye Sunulan 'Terörle Mücadele Raporu'!

17 Kasım 2007 22:27 tsi
İnönü'ye Sunulan 'Terörle Mücadele Raporu'! Dahiliye Vekili Şükrü Kaya'nın 1931'de dönemin Başbakan İsmet İnönü'ye sunduğu "Terörle Mücadele Raporu" ilginç gözlemler, tespitler ve öneriler içeriyor. İşte yaklaşık 80 yıl öncesinden bugüne bir bakış.

RAPOR:

1. Etnik Kökenli Terörle Mücadelenin Tarihi Geçmişi

1984 yılında Eruh ve Şemdinli İlçelerine yapılan baskınlarla başlayan ve özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde çeşitli olaylarla yaklaşık 23 yıldan beri devam eden bölücü terör, ülkemizin acil çözüm bekleyen en hayati konularının başında gelmektedir. Bugün bazen “Terör”, bazen “Güneydoğu” ve bazen de “Kürt Sorunu” olarak adlandırılan sorunun kökeni Cumhuriyetin kuruluş yıllarına kadar, etnik açıdan da Fransız Devrimiyle yayılan milliyetçilik akımının başlamasına kadar gitmektedir.

800’lü yıllarda hızla yayılan milliyetçilik akımı Batılı devletlerce Osmanlı Devletini parçalamak için kullanılmış, bunun sonucunda Osmanlı topraklarında yaşayan bir çok millet bağımsızlık elde etmiş, geriye kalan unsurlarda bağımsızlık için büyük bir caba içine girmişlerdi. Osmanlının son dönemlerinde iktidarı ele geçiren İttihat ve Terakki Cemiyeti kadroları da birlik beraberliği sağlayan ve Osmanlı Devletini 600 yıl ayakta tutan temel değerleri ön plana çıkarma yerine milliyetçiliğe yönelince, dağılma süreci hızlanmış ve devlet içindeki halkları bir arada tutacak “Türk olma” dışında bir bağ kalmamıştı.

Bu olumsuz gelişmeler ve 1920 imzalan fakat hiç yürürlüğe girmeyen Sevr Antlaşmasının 62–64. maddelerine göre Kürtlerin Doğuda bir devlet kurabilecekleri öngörülmesine rağmen, Kurtuluş Savaşında Anadolu’da yaşayan herkes gönül birliğiyle işgalcilerle savaşarak Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşuna katkıda bulunmuşlardı. Kürtlerin devletle sürtüşmelerini 1806 Babanzade Abdurrahman Paşa isyanına kadar götürme imkânı olsa bile, 1921 yılında meydana gelen ve Sevr’i uygulamayı hedefleyen Koçgiri İsyanı’na kadar meydan gelen bütün bu huzursuzluklar etnik kökenden uzak, vergi ödememe, askerlik yapmama, aşiret etkinliğini koruma gibi konuların etrafında toplanmaktaydı.

Dini nedenle 1925 yılında patlak veren Şeyh Sait İsyanı, bu isyanın bastırılması ve daha sonra uygulanan politikalar nedeniyle, Kürtlerin memnuniyetsizliği, her geçen gün siyasallaşan etnik bir harekete dönüşmüştür. Bu tarihten sonra Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da Kürt etnik kökenine dayanan isyanlar birbirini takip etmiş, etnik kökenli isyanlar Türkiye’nin temel meselesi haline gelmişti. Örneğin, Cumhuriyetin kurulma süreci ve sonrasın da yaşanan 41 isyan içinde;

· 1919–1924 arasında yaşanan 23 isyandan sadece 3‘ü etnik kökenli iken

· 1924–1938 arasında yaşanan 18 isyandan 17’si etnik kökenlidir.

 Cumhuriyet dönemi içinde Kürtlerin memnuniyetsizliğinden kaynaklanan adına sergerde, şaki, eşkıya, çapulcu, haydut veya asi denen insanların çıkardığı sorunların çözümü için çeşitli gayretler içine girişilmiştir. Bu maksatla 1935 yılında dönemin Başbakanı İsmet İnönü uzun bir Doğu gezisi çıkarak hazırladığı gizli Raporu Atatürk’e sunmuştur. Yine aynı maksatla 1936 yılında 1. Umum Müfettişi Abidin Özmen tarafından Kürt Sorunu ile ilgili Rapor ve 1936 yılında dönemin İktisat Vekili Celal Bayar tarafından “Şark Raporu” hazırlanmıştır. Celal Bayar raporunda, Güneydoğu Anadolu Bölgesine tam hakim olunamadığını ve Türkleşme ve asimilasyon propagandaların “aksül amel” (karşı tepki) yaptığını belirtmiştir.

Yine bu kapsamda 1947 yılında Van'daki bir görev sırasında "Cenup-Şark Anadolu Hakkında Bazı Notlar" adında bir değerlendirme yapan Maliye Müfettişi Burhan Ulutan, raporun da "Hiçbir devletin, hiçbir yerde kendini yabancı ve başka bir imana bağlı zanneden halk kitleleri üzerinde, birkaç bin kişilik jandarma ve ordu mevcuduyla ebediyen hakim olamayacağını, yerli halkı aramıza karıştırmak mecburiyetinde olduğumuzu hatırdan çıkarmamalıyız” diyerek yöredeki sorunun sadece güvenlik tedbirleriyle çözülemeyeceğini vurgulamıştır.

1950 yıllarında demokrasiye geçişle birlikte ivmesini kaybeden etnik kökenli olaylar etki-tepki mantığıyla, 1960 darbesiyle sol düşünce içinde yeniden canlandığı görülmektedir. Bu dönemde özellikle “Türkçe konuş” ve “Herkes Türk’tür” kampanyaları etnik kökenli terörü düşünsel temelde yeniden gündeme getirmiştir. Kendilerini devrimci sol düşünce içinde ifade eden Kürt hareketleri 1970–1980 arasında sağ-sol hareketleriyle gelişen terör olayları içinde yer almaya çalışmıştır. İşte böyle bir ortamda Abdullah Öcalan bir grup Marksist-Leninist öğrenci ile beraber (kuruculardan biri Kemal Pir, Türk kökenli ve Marksist’tir), 1978 yılında PKK Terör örgütünü (Kürtistan İşci Partisi) kurmuştur.

PKK terörü 1978 yılından 1987 yılına kadar devam eden Sıkıyönetim ve 1987 yılında başlayıp dörder aylık süreyle 46 kez uzatılarak 2002 yılına kadar devam eden Olağanüstü Hal koşullarına rağmen gelişip Türkiye’nin en hayatı sorunu haline gelmiştir. Kimilerine göre Sıkıyönetim ve OHAL uygulamalarının dayanağını oluşturan 12 Eylül Düzeni 13 Eylülde anarşiyi bitirme yerine, var olan sorunları derinleştirerek içinden çıkılmaz hale getirmiştir.

Uzun bir mücadele ve Ortadoğu’da oluşan yeni dengelerin bir sonucu olarak terörist başının 1999 yılında Kenya’da yakalanarak Türkiye’ye teslim edilmesiyle birlikte toplumun herkesimin de terörün bittiği yönünde olumlu bir hava oluşmuştur. Bu iyimser hava 2004 yılında terör olaylarının siyasallaşma sürecini de içine alacak şekilde yeniden başlamasıyla dramatik şekilde son bulmuştur. Bugün terör Türkiye’nin en temel sorunu olarak acil çözüm bekleyen konuların başında gelmektedir.

2. Terörle Mücadele Raporları

     Cumhuriyetin ilk yıllarında etnik kökene dayanan huzursuzlukların ortadan kaldırılması için uluslaşma bilincinin oluşması üzerinde durulmuştu. Cumhuriyetin ilk yıllarında Ziya GÖKALP tarafından hazırlanan “Kürt Aşiretleri Hakkında Tetkikler” bu yeni kurulan devleti ayakta tutma ve ulusal bilincin oluşması gayretleri üzerine yoğunlaşmıştır. Artan isyanlarla kalıcı olduğunu kabul ettiren etnik huzursuzluğun çözümü için Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren çeşitli raporlar hazırlanmaya başlanmıştır. Başbakan İsmet İnönü’nün 1935 yılında uzun bir doğu gezisi sonrası hazırlayıp Atatürk’e sunduğu Doğu Raporu, yine aynı maksatla 1936 yılında 1. Umum Müfettişi Abidin Özmen tarafından hazırlanan Kürt Sorunu ile ilgili raporlar hep bu soruna çözüm arama gayretini içeriyordu. 1936 yılında dönemin İktisat Vekili Celal Bayar tarafından hazırlanan “Şark Raporu” o güne kadar ulusal bilinci oluşturma adına yapılan bütün politikaların “aks-ül amel” yaptığını yani maksadın aksine bir sonuç doğurduğunu belirtiyordu.

Bugün adına ister Doğu ve Güneydoğu Sorunu, Şark Sorunu, Terör Sorunu veya isterse Kürt Sorunu veya Realitesi ne denirse densin, ülkemizin temel sorularının başında gelen bu huzursuzluğu çözümü için Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren çeşitli seviyelerde araştırma ve rapor hazırlanmıştır. Bunların bir kısmı aşağıdaki gibidir;

· Cumhuriyetin ilk yıllarında Ziya Gökalp’ın “Kürt Aşiretleri Hakkında Tetkikler” adlı Araştırma Raporu,

· Mülkiye Müfettişi Hamdi Beyin 2 Şubat 1926 yılında İçişleri Bakanlığına verdiği Rapor,

· Diyarbakır Valisi Cemal Bardakçı’nın Raporu,

· 1. Umumi Müfettiş İbrahim Tali Öngören’in 1932 yılında İçişleri Bakanlığına verdiği Rapor,

· Korgeneral Ömer Halis Bıyıktay’ın Raporu,

· İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’nın 1931 yılında Başbakanlığa sunduğu Rapor,

· 1935 yılında dönemin Başbakanı İsmet İnönü’nün uzun bir doğu gezisi sonrası hazırlayıp Atatürk’e sunduğu Kürt Raporu,

· 1936 yılında 1. Umum Müfettişi Abidin Özmen tarafından hazırlanan Doğu Sorunu ile ilgili Rapor,

· 1936 yılında dönemin İktisat Vekili Celal Bayar tarafından hazırlanan “Şark Raporu”,

İşte bu çalışma, İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’nın 1931 yılında Başbakanlığa sunduğu Raporun değerlendirme ve özetinden oluşmaktadır.

 3. İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’nın 1931 Tarihli Raporu

Şükrü Kaya'nın dönemin başbakanı İsmet İnönü’ye sunduğu 6 sayfalık rapor başta Tunceli (o dönemdeki adı Dersim) olmak üzere Elazığ Erzincan çevresinde yapılan gezi sonucunda hazırlanmıştır.

Şükrü Kaya sorunu “ Dersim Meselesi” olarak adlandırmakta ve konuyu bir asayiş sorunu olarak görmektedir. Sorun yörenin sosyo-ekonomik yapısından kaynaklanmaktadır. Aslında insanlar muti ve devletten teveccüh ve himaye beklemektedirler.  Fakat  “…Cehalet, fakirlik, arazi ve maişet darlığı bazı aşiyret efradını şuraya buraya tecavüze …”  sevk etmektedir.

Şükrü Kaya, Dersim Sorunu’nun bir an önce çözülmesini önermektedir. Ona göre; “…Dersim meselesinin kat’i surette hallinin devletçe, milletçe ve bilhassa hükümetçe tehiri caiz olmayan muzur, tehlikeli ve zaman geçtikçe hali müşkilleşecek ve zararı artacak bir vaziyet almış…” durumdadır. Hatta “…Dersim’in içi muntazam hükümet teşkilatına rağmen temamiyle anarşiktir. Dıştan görünüşü silahlı, teşkilatlı hırsızlar yatağı ve ocağı olmasıdır. Bu ocak gün geçtikçe kızışmakta ve etrafını yakmaktadır. Acil ve kat’i tedbir alınarak bu ocak kat’i surette söndürülmezse ateş günden güne sirayetini arttıracaktır…”

Dersimde asayişe müessir olaylar her geçen gün artmaktadır ve halk huzursuzluk içindedir. İdarenin bunu engelleyemeye gücü yetmemektedir Uygulanan yanlış politikalar eşkıyanın işine yaramaktadır. Çünkü “…Dersim’in mütecaviz ve mütearrız aşiyretleri de birbirlerine karşı hasım ve küskün bir vaziyettedirler. Aralarında müsademe, mukatele ve hırsızlık daimîdir. Dahilde hükümet ve teşkilatı, zabıtası, mahkemesi bir heyûladan ibarettir. Bu makanizma hükmünü ancak silahsız ve muti halk üzerinde müessir olabildiğinden nufuz ve saltasını bunlar üzerinde yürütmektedir. Dağdaki şakilere ve aşiyletlere karşı hiçbir emrini ve hükmünü infaz edememektedir. Makûs bir netiyce olarak hükümet halk nazarında aşiyretlerin ve onların  ağalarının nufuzunu arttırmaktadır.”
 

Başta Seyit Rıza olmak üzere birçok aşiret reisleri huzursuzluğu sebep olmaktadır. Bunların en kısa sürede yöreden uzaklaştırılması ve yörenin silahlardan arındırılması gerekmektedir.

Şükrü Kaya raporunun sorunda bazı tespitler yaparak sorunun nasıl çözülmesin gerektiğini sıralamaktadır. Ona göre;

1. Dersimin ıslahı acil ve zaruridir

2. Silahlar toplanmalı, aşiret ağaları ve ağa olma ihtimali olanlar yöreden uzaklaştırılmalı ve topraksız köylüye toprak dağıtılmalı,

3. Bunarlın tatbiki için bir askeri operasyon yapılmalı,

4. Islaha 1932 yılında askeri operasyon ve idari ıslah olarak beraber başlanmalı,

5. Nakil, iskân ve diğer işler için ayrıca bir program hazırlanacaktır

6. Operasyon için yöreye sabit ve seyyar jandarma birlikleri kaydırılmalı ve Türk köylülerinden bir kısmı silahlandırılmadır.

stratejik boyut/dr.adil çelik



Bu haber 895 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    3,030 µs