En Sıcak Konular

İstanbul ne ise Bağdat odur!

11 Kasım 2007 22:21 tsi
İstanbul ne ise Bağdat odur! "Bağdat, İstanbul'un kalbi; İstanbul, Bağdat'ın aklı olmalıdır. Boğaz, Doğu'nun en batısı ile Batı'nın en Doğusu'nun Nun çanağındaki mürekkeple boyanmış berzahı; Dicle ile Fırat, Kudret Kalemi'yle sürmelenmiş gözün iki kaşıdır..." Sadık Yalsızuçan

 
"İnanmış kişi zulme maruz kaldığı zaman, aslolan hemen onun aleyhine hüküm vermemektir. Aksine ilkin onun lehine hüküm verilmelidir. Zira mazlumun yükü ağırlaştırılmaz, kolaylaştırılır. Mahremiyeti mubahlaştırılmaz. Küçük düşürülmez. Ve en önemlisi, zalimlerin eline teslim edil(e)mez."

Sadık Yalsızuçanlar/ Zaman

Mezopotamya 'nun'a benzer ve üzerindeki nokta Bağdat'tır. Nun, Kudret Kalemi'nin varlığı yazmak için batırıldığı mürekkep kabıdır. İstanbul ise O'nun adıyla başlayan Kelime'nin ilk harfidir ve altındaki noktadır. Bağdat, İstanbul'un kalbi; İstanbul, Bağdat'ın aklı olmalıdır. Boğaz, Doğu'nun en batısı ile Batı'nın en Doğusu'nun Nun çanağındaki mürekkeple boyanmış berzahı; Dicle ile Fırat, Kudret Kalemi'yle sürmelenmiş gözün iki kaşıdır. Babilonia'nın bu kadim komşusunun adı, Esenlik Yurdu anlamında Daru's-selam'dır. Esasen Bağdat'a, 'Allah'ın bir Armağanı' adının ne denli yakıştığı, sonradan üzerinde 'şairane ikamet eden' başta eşsiz sultan Abdülkadir Geylani olmak üzere pek çok bilgeden de anlaşılabilir. 'Küfür devam eder fakat zulüm devam etmez' denmiştir ki, Geylani hazretleri de Yol'un Esasları'nda kutsi kademiyle çiğnediği o topraklarda yaşayan insanları şöyle uyarmıştır:

"Ey Allah'ın kulları! Zulümden kaçının. Çünkü zulüm, diriliş günü karanlık getirir. Zulüm, çehrelerinizi ve kalbinizi karartır. Mazlumun duasından, ağıtından ve yüreğinin yanmasından sakının! Çünkü inanmış kişi, kendisine zulmedeni, bir gün mutlaka yere serip onun ölümünü, ocağının sönüşünü, soyunun tükenişini ve malının elinden alınıp, velayetinin başkasına intikalini görmedikçe ölmez. İnanmış kişi zulme maruz kaldığı zaman, aslolan hemen onun aleyhine hüküm vermemektir. Aksine ilkin onun lehine hüküm verilmelidir. Zira mazlumun yükü ağırlaştırılmaz, kolaylaştırılır. Mahremiyeti mubahlaştırılmaz. Küçük düşürülmez. Ve en önemlisi, zalimlerin eline teslim edil(e)mez." Akılcı geleneğin reddettiği bir kavle göre, ölümünden sonra manevi etkinliği süren birkaç büyük bilgeden biri olan ve çağımızın sultanı Bediüzzaman'ın, 'kutsi mürşidim ve üstadım' dediği Geylani'nin eserleri tefeül edildiğinde mutlaka ya kişisel veya toplumsal bir yaraya doğrulur şifa parmağı. Bediüzzaman'ın manevi dönüşümündeki büyük uğrağı Geylani hazretlerinden öğreniyoruz ki, bir zamanlar 'esenlik iklimi' olan ve 'cennet yurdu' da denilen Bağdat'ın mazlumları, aklın kırılma yeri olan Celal tecellileriyle karşılaştıklarında, 'acısıyla tatlısıyla kaderi kabullenmiş ve kötülüğün de iyiliğin de Allah'tan geldiğine inanmış, başlarına ne gelirse gelsin kaygılanmamış, çaba ve istekleri yüzünden karşılaştıkları' karşısında metin ve mütevekkil olmuşlardır. Bunu, Geylani gibi bilgelere borçluyuz. İzzetbegoviç, Bosna için umutların tümüyle bittiği bir yerde aynı ilkeyi söylemişti: 'Ben hiçbir zaman umudumu yitirmedim, şimdi de umutluyum, umutsuzluk benim inancıma göre yasaktır.' Bağdat'tan Abbasiler, Sasaniler, Selçuklular ve Osmanlılar geçti. Bir dönem, 'Medinetü's/selam (Esenlik şehri) adını alan Bağdat'ı, İslam hikmetinin parlak yıldızı Sühreverdi'ler, Hanefi fıkhının güneşi İmam Azam'lar, 'hem temiz hem temizleyici olan' Ehl-i beyt-i Mustafa'nın imamlarından Musa Kazım'lar, irfani geleneğimizin gizli hazinelerinden Maruf-ı Kerhi'ler, siyaset tarihimizin bilgelikle kesişme noktaları Harun Reşid ve Nizamiye medreselerinin mimarı Nizamü'l-Mülk'ler, Sebük Tigin'ler, Tuğrul Bey'ler, Emir Sungur Porsuk'lar, Süleyman, Boşnak Ahmed ve Kâzım Paşa'lar Selçuka Hatun'lar görünüp yitti.

Tarihe tanıklık eden bir şehir

Halife Mansur'un, 'barış ve esenlik yurdu/evi' (ki eski Yunancada da Bağdat sözcüğünün karşılığı olarak barış ve esenlik anlamlı bir kelime kullanılırdı.) anlamında, verdiği 'Medinetü's-selam/Daru's-selam' ismi, uzun süre kentin resmi adı olarak kullanılmıştı. Halife, bu yeni adı, kent açısından uğurlu bir tarihin başlangıcı olması için uygun görmüştü. Daru's-selam, cennetin de bir adıydı ve Mansur, bununla, cennete telmih yapıyordu. Bağdat, 'cennet gibi bir kenttir/olacaktır' demek istiyordu. Sonradan Müslümanlar, Cennet'ül-arz niteliğini yüklediler ona ve Şam, Bavvan ve Guta'dan sonra cennetten bir köşe olarak gördüler. İranlılar, behiştabaz sözcüğüyle cennet yeri anlamıyla andılar Bağdat'ı. Ortaçağın Avrupalı gezginleri, Bağdat'ı, çoğu kez, Babilon, Seleucia ve Ktesiphon'la karşılaştırdılar. Babil Yahudi Akademisi'nin ulularının Talmud yorumunda bu isimle anıldı. Hilafet merkezi oluncaya değin onlarca uygarlık yaşadı bu topraklarda. Dicle, Fırat'la birlikte, cennetin zümrüt tepelerinden fışkırıp geliyordu, kıyısınca uzayan kentin tarihine tanıklık eden yapıların yıkıntılarına bakarak akıyor yüzyıllardır. Hirr kanalının yakınındaki tabletlerde çivi yazısıyla, Bağdat'ın Babil dönemi okunuyordu. Kentin adı, Bağdadu biçiminde telaffuz edilmişti bu tabletlerde. Batlamyus haritasındaki Bağdat ile Xenophon'un söz ettiği kent aynı yerdeydi, aynı toprağı, aynı ırmaklar suluyordu. Xenophon'a göre, Keyanilerin Bağdat yakınlarında geniş bağ ve bahçeleri vardı. Sasaniler, Nehr İsa ağzı yakınında, sonradan Kasr İsa adını alan görkemli bir köşk inşa ettiler. Halifenin sarayı ile (ki halifelerin sarayda oturmasıyla, Ali'nin mutlak adalet ilkesinden adım adım uzaklaşılmış ve zulüm ateşini besleyen sıcak küller oluşmaya başlamıştı) bu köşkü birbirine bağlayan bir o kadar görkemli köprü uzuyordu Dicle'nin üzerinde. Yoksul ve perişan bir yerden, Suriye'den, bereketli ve zengin bir yere, Irak'a kaymıştı Abbasiler çağında yönetim merkezi. Bağdat, tüm zamanların en zengin ve verimli topraklarında, Dicle boyunca, derin bir tarihin üzerinde yükseliyordu. Abbasilere beş yüzyıl hilafet merkezi oldu. Osmanlı egemenliğinden itibaren, önemli bir eyalet merkezi haline dönüştü. Salman Rüşdi'ye bile, bir 'Öyküler Denizi' yazdıran Harun Reşit'in döneminde Bağdat, bağ'larıyla dat'lanmış bir düş ülkesiydi. Onikinci yüzyıl (ki, bir yandan Anadolu'da Yecüc ve Mecüc'ün çekirge afetine uğrayarak bir yangın yerine dönmüştü) Hulagu belasının acılarıyla kavrulan Bağdat'ı, bir kez daha tarihin en kirli saldırısına uğratıyordu. Onun bu saldırganlığı, kendi başkenti olarak göz koyduğu Bağdat'ı tümüyle yakıp yıkmadı. Timur, Karakoyunlular, Akkoyunlular, Safeviler, Osmanoğulları, derken Bağdat, bugüne geldi. Bir kentin, bugüne gelene değin yaşadıkları, onun belleğiydi.

1991 Ocak'ından itibaren, bu kadim şehrin medeniyet birikimi ve manevi belleği, uçaklardan yağan bombalarla, mayınlarla, kalaşnikoflarla, (rivayete göre) nükleer silahlarla, kirli propagandalarla yok ediliyor. Saddam despotizmini aratan bir Beyrut kaosuna itildi, bir milyona yakın insan öldü. İslam irfanının hafızası olan eserler, üzerine düşen bombalarla paramparça oldu. O kitapların aktardığı yüksek insanlık durumundan eser yok artık. Bağdat'ın gülleri küle dönüştü. Bağdat, Osmanlı zamanında 'Orta Irak' idi. Basra, güney, Kerkük ise kuzey. Bu üç Osmanlı vilayetinde dönen dolaplar şimdi misak-ı milliye sıkışmış Anadolu halkını da doğrudan ilgilendiriyor ve Kürt kardeşlerimiz bu satranç tahtasında yerini çoktan almış durumda.

Etken ya da edilgen olmak

Türkiye, ya olup bitenlere seyirci kalacak, uygarlık birikiminin ve siyaset geleneğinin tecrübelerini kullanmayarak edilgin bir konumda duracak veya Özal'ın çabalarını güncelleyerek Kürt devletinin inşasında müdahil bir duruma geçecek. Güneydoğusunda akrabaları bulunan bu fiili 'devlet'i düşman değil dost ve kardeş görerek, siyasi, ekonomik ve dini/kültürel ilişkilerini güçlendirecek, 'dünya egemenleri'nin değil hukukun, hakkın ve adaletin 'gözetimi'nde davranacak. Bu ikinci yolun, hem Türkiye hem Irak halkı açısından daha 'esenlik'li olduğunda kuşku yok. Terörle mücadeleden bağımsız yürütülecek olan bu 'dış politik' tutumun zeminini adalet ilkesi belirlemeli. İstanbul ne ise Bağdat odur. Abdülkadir-i Geylani'nin, Nasıruddin-i Tusi'nin, Fuzuli'nin, İbrahim peygamberin, Güzeller Güzeli Ali'nin (r.a.) torunlarının, el-Kindi'nin, Farabi'nin, Nizamülmülk'ün, Nizamiye medresesinde öğrenim gören ve eğitim veren yüzlerce öğrenci ve bilginin, Hasan-ı Basri'nin, Mevlana Halid'in, adını anmaya bu satırların imkan veremeyeceği denli çok sufi, bilge, düşünür, âlim ve edibin yaşadığı topraklarda, Nizamülmülk'ün makamında oturanlar açısından da bu böyle olmalıdır.

İbn Arabi, 'fetih, nefsin kapılarının açılmasıdır' der. O'nun kılavuzlarından Mağripli bilge Ebu Medyen'i de besleyen ve Bağdat'ın asıl sahibi Abdülkadir Geylani'ye kulak vermelidir: "Dünyanın, sahiplerini ve oğullarını nasıl döndürüp dolaştırdığına, onlara ne dolaplar çevirdiğine, onları oyaladığına ve sonra da arkasına attığına bak! Onları derece derece yukarılara, insanların üstüne çıkarır. Onların boyunlarını o kimselerin ellerine verir. Hazinelerini ve güzelliklerini ortaya çıkarır. Onlar, tam yücelikleriyle elde ettiği imkanlarıyla, güzel yaşamlarıyla ve dünyanın kendilerine ettiği uşaklıkla sevinip havaya girmişken onları ansızın yakalayıp bağlayarak aldatır. Ve baş aşağı yuvarlar, paramparça olup dağılır, helak olurlar. O da şeytanla birlikte onların arkasından güler. Hz. Adem'den kıyamete kadar çoğu hükümdara, güç sahiplerine, zenginlere yaptığı budur. Böylece onları önce yüceltir, sonra alçaltır. Önce ilerletir sonra geriye döndürür. Önce zenginleştirir sonra yoksul eder. Önce kendine yaklaştırır sonra boğazlar. Onlardan çok azı kurtulup dünyayı alaşağı ederek kötülüğünden yakayı kurtarabilir. Dünyanın kötülüğünden kurtulabilenler, onu tanıyıp ondan ve tuzaklarından sakınanlardır."



Bu haber 582 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    4,592 µs