En Sıcak Konular

"Sert asker"

0 0 0000 00:00 tsi


Yeni Kara Kuvvetleri Komutanımız, önceki gün devir teslim töreninde medyaya yansıyan "sert hava"nın gölgesinde kalan ama üzerinde durulması gereken mühim sözler söyledi.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin "ulus-devlet" yapısına dair ince ama hayatî nüansları ihtiva eden vurgular var bu sözlerde: "Her ülkede etnik farklılıklar olabilir; ancak etnik farklılıklara milliyetçi yaklaşım hakim olursa, etnik milliyetçilik ortaya çıkar ki, etnik milliyetçiliğin terör örgütü, legal kuruluşlar ya da sivil toplum örgütleri tarafından kullanılması asla kabul edilemez." Org. Başbuğ'un bu sözlerinin etnik milliyetçiliğin her türüne karşı söylendiği açık. Vurgu, kültürel alanda meşrû kabul edilen ayrımların siyasal alana taşınmamasına, ulus-devlet niteliğine zarar vermeyecek düzeyde tutulmasına yapılıyor. Öyle anlaşılıyor ki, yeni Kara Kuvvetleri Komutanı "ulus-devlet"in tartışma dışı kalmasını, ama "ulus-devlet"in içindeki "ulus"un da etnik menşe'den uzak tutulmasını savunuyor. Kısaca: Türkiye, bir ulus-devlettir. Üstelik üniter bir ulus-devlettir. Yani, tek bir ulusa dayanan merkeziyetçi bir devlettir. Federalizm veya federalizme uzanan her istikamete kapalıdır. Türkiye'nin üniter-ulus-devlet niteliği vazgeçilemez, değiştirilemez bir niteliktir. Hatta laiklik prensibi ile cumhuriyetçiliği bile, ulus-devletin mütemmim cüzleri olarak değerlendirmek gerekir. Zira laiklik de, üniter yapıyı kuvvetlendiren, pekiştiren merkeziyetçiliğe katkıda bulunmaktadır. Tek bir hukuk sistemi üzerinde uzlaşma ancak laik bir anayasal düzende mümkündür. O zaman rejimin özüne, değiştirilemeyecek temel yapısına dair tartışmalar dönüp dolaşıp "ulus" tanımında düğümlenmektedir. Ulus kimdir? Üniter yapının, yani merkeziyetçi devletin siyasal toplumu kimdir?

Org Başbuğ, aynı konuşmada "Türkiye Cumhuriyeti kültürel alanda/bireysel kalmak ve ulus-devlet yapısına zarar vermemek şartıyla kültürel zenginliklerin yaşaması için gerekli düzenlemeleri gerçekleştirmiştir." dedi. Bu sözlerin de üzerinde durulması gerekir. Başbuğ'un gerçekleştiğini ifade ettiği düzenlemeler, AB sürecinde girişilen reformlardır. Bu reformlar, gerçekten ana dilde yayın, ana dil öğretimi gibi farklı etnik topluluklara tanınan kültürel haklardır. "Kültürel zenginliklerin yaşaması" için yapılan düzenlemeler gerçekten kapsayıcıdır. Ama Başbuğ'un sözleri, dışarıdan gelen bu düzenlemelere bir meşruiyet veya onay vurgusu da eklemektedir. Tanınan bu hakları beğenmeyenler, hatta karşı çıkanlar bu vurguya dikkat etmelidir. Ayrıca Başbuğ, etnik farklılıklar alanında uluslararası düzenlemelere uygun kayıt ve şartlar getirmekte, bu hakların "topluluk hakları" olmadığının, "bireysel haklar" olduğunun altını çizmektedir.

Bütün her şey, bireysel alandan siyasal alana taşınmak için fırsat kollayan farklılıklar "ulus-devlet"in "ulus"unda takılıp kalıyor. Türkiye'nin 70 milyonu mutlu ve bahtiyar vatandaşlar olarak içine sığdıracağı bir ulus tanımına veya tedavüldeki ulus yaklaşımlarından bu işi başaracak yetenek ve genişlikte olanının revaç bulmasına ihtiyacı var. Şayet kültürel alanın siyasal alana taşınmasını istemiyorsanız, bireysel sorunların toplumsallaşmasını engellemek istiyorsanız bunları kültürel ve bireysel alanda çözmek zorundasınız. Her bireysel veya kültürel sorun çözülemediği zaman siyasallaşır. Zira siyaset zaten doğası gereği, başka seviyede çözülemeyen sorunların çözüldüğü alandır. Farklı etnik kökenden gelenlerin bireysel ve kültürel ihtiyaçları özgür bir kültür ve toplum atmosferinde karşılık bulabiliyor ve kendini gerçekleştiriyorsa, siyasal alanda başınızı ağrıtacak bir sorunla karşılaşmazsınız. Bu perspektif bizi Türkiye'de aşılamayan bir paradoksun çözümüne götürür. "Kültürel haklar peşinden siyasal hakları, o da ayrılıkçılığı besler" tezi bu yaklaşımla çökmektedir. Yeni kuvvet komutanımızın vurguları bu paradoksu aşmaktadır.

Devir-teslim törenlerinde yapılan konuşmalardan aklımızda kalması gereken izler, bunlar olmalı; sertlik veya gerginlik değil. Elinde silah bulunduran gücün toplum karşısına sert sözler ve tavırlarla çıkması medenî dünyaya aykırıdır. Devletin meşrû şiddet kullanma ayrıcalığını temsil eden silahlı kurumun herkesten daha fazla hukuk konusunda titiz ve herkesten daha fazla zarafet ve nezaket sahibi olması gerekir. "Masaya yumruk vurulması"nı özleyenler; ya güce dalkavukluk edenler, güç üzerinden güç peşinde olanlar ya da güç aracılığıyla çıkar sağlamaya niyetlenenlerdir.

Üstelik kaba güç gösterisi, her zaman zayıf olanların başvurduğu bir yöntemdir. Türkiye, içinde bolca "nefret", "düşmanlık", "kin" sözlerinin geçtiği kaba beyanlar yerine, takılıp kaldığımız paradoksları aşan ince ve keskin ufuklara ihtiyaç duyuyor.



Bu haber 230 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    32,113 µs