En Sıcak Konular

Türkiye'nin yeni yol haritası ne olmalı?

9 Kasım 2007 14:28 tsi
Türkiye'nin yeni yol haritası ne olmalı? Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın 5 Kasım'daki görüşmesinin ardından Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün tarihî Azerbaycan ziyareti, açıkçası Türk dış politikasının görüntüsünü net bir şekilde ortaya koydu, oldukça da anlamlı kıldı...

Yard. doç. Dr. Mehmet Seyfettin Erol/ Zaman

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın 5 Kasım'daki görüşmesinin ardından Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün tarihî Azerbaycan ziyareti, açıkçası Türk dış politikasının görüntüsünü net bir şekilde ortaya koydu, oldukça da anlamlı kıldı.

Bu iki hadise, Türk dış politikasındaki gerçekliğin kendisi kadar, arayışın ve geleceğin de birer göstergesi olarak karşımıza çıktı. Dış politikada PKK terör örgütü ve Irak merkezli yaşanan son gelişmeler ve öngörülebilir gelecek, Türkiye'yi yeni argümanlar bulma ve etkin işbirliği arayışlarına itmiş bulunuyor. Bu çerçevede, Türkiye'nin bölgeler ve güçler bazındaki yeni dış politika vizyonu ve stratejisini ortaya koyması, yeni bir yol haritası çizmesi artık kaçınılmaz hale gelmiştir. Türkiye'nin mevcut yol haritası daha çok Batı eksenli bir görüntü çizmekte ve bunun merkezinde de ABD ve Türkiye'nin Avrupa Birliği (AB) üyelik süreci yer almaktadır. Oysa Türkiye'nin Batı ile ilişkilerinde "fikr-i sabit" bir görüntüden uzaklaşması, bunun yerine ilişkilerinde pozisyonunu ve geleceğini daha sağlam bir noktaya taşıyıcı diğer seçenekler üzerinde durması da gerekmektedir. "Dört Tarz-ı Siyaset" olarak da karşımıza çıkan bu yeni süreçte Türkiye'nin önünde 1. "Genişletilmiş Asya"; 2. "Rusya ile Ortak Avrasya"; 3. "Türk Dünyası"; 4. "Eski Osmanlı Coğrafyası Ağırlıklı İslam Dünyası" projeleri, değerlendirilmesi gereken fakat bugüne kadar üzerinde ciddiyetle durulmamış seçenekler olarak durmaktadır.

Dış politikada "dört tarz-ı siyaset"

Genişletilmiş Asya seçeneğinde Türkiye'nin önünde Rusya, Çin ve Hindistan ağırlıklı bir "Yeni Doğu Politikası" söz konusu olup, bu güçlerin yanında Ankara'nın Türk dünyası ülkelerini ve başlangıçta Pakistan ve İran'ı da bu sürece dâhil etmesi kaçınılmaz görülmektedir. Bu yeni politikanın en somut göstergelerinden biri, Türkiye'nin Asyalı güçlerle birlikte yer alacağı Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) olacaktır. NATO üyesi bir ülke olan Türkiye'nin, başlangıçta ŞİÖ'de gözlemci statüsünde bulunmasında hiçbir sakınca yoktur. Bu noktada Türkiye'nin niyeti 2005 yılında ortaya konulmuş, fakat arkası gelmemiştir. Soğuk Savaş sonrası dönemde, farklı seviyelerde ve noktalarda bu ülkelerle yeni bir sürece girmiş olan Ankara'nın, bu bölge ile olan ilişkilerini daha somut projelerle desteklemesi, en azından bölge ülkeleri ile Türkiye arasında var olan kısmi güven sorununu da telafi edecektir.

Gerek genişletilmiş Asya seçeneğinde ve gerekse de Avrasya politikasında Türkiye açısından en belirleyici ülke olarak Rusya ön plana çıkmakta. İnişli çıkışlı bir seyir izleyen Türk-Rus ilişkileri yeni dönemde, Milli Mücadele ve Cumhuriyet döneminin ilk yıllarından sonra ikinci bir "balayı dönemi" yaşıyor. O dönemde de olduğu gibi, günümüzde de ortak tehdit algılamalarının iki ülkeyi tekrar aynı noktada buluşturduğunu, Soğuk Savaş sonrası Orta Asya ve Kafkasya bağlamında yaşanan yoğun rekabetin yerini yeni bir işbirliği sürecinin almaya başladığını görüyoruz. Mevcut gidişat sürdürülebildiği takdirde, sürecin çok daha farklı bir boyut alabileceği de dikkatlerden kaçmıyor. Bu durumda Türkiye ve Rusya'nın Karadeniz ve Ortadoğu politikaları bağlamındaki paralel görüleri ve ortak duruşları, enerji bağlamındaki işbirliği ile daha da pekiştirilme eğiliminde oldukları müşahede ediliyor.

Bundan sonraki süreçte Türk-Rus ilişkilerinin geleceği adına şunlar söylenebilir:1. Her şeyden önce ilişkilerde yaşanan bu sürecin, konjonktürel olmaktan çıkartılması ve daha kalıcı ve güçlü bir işbirliğine dönüştürücü hamlelerin yapılması kaçınılmaz bir hale gelmiştir. Bu noktada Türkiye, Rusya ve İran arasında içine Orta Asya devletlerinin de dâhil edilebileceği yeni bir işbirliği teşkilatının kurulması için şimdiden birtakım çalışmaların başlatılması gerekmektedir; 2. Yine bu kapsamda, Türk-Rus ilişkilerinin güvenlik bazlı yeni bir sürece yönlendirilmesi ve Türkiye'nin Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ)'ne önce gözlemci statüde üye olması ve Türk-Amerikan-Batı ilişkilerinin geleceğinin seyrine göre de bu örgüte tam üye olma noktasında Rusya'nın tam destek vermesi ve Çin'i ikna etmesi beklenmektedir; 3. Rusya Federasyonu ile Kafkaslar ve Orta Asya konusunda ortak hareket edilmesi ve bu ülkelerin de içinde olduğu yeni bir işbirliği teşkilatının kurulması görüşü ağırlık kazanmaya başlamıştır; 4. Başta Irak, İran ve Suriye olmak üzere, Ortadoğu'nun geleceği ve Karadeniz, Boğazlar noktasında ortak duruşun devam ettirilmesi ve işbirliğinin sürdürülmesi, güçlü bir gelecek adına tarafların çıkarına görülmektedir; 5. Enerji alanında içine İran ve ilgili Orta Asya devletlerini de alan yeni bir işbirliği sürecinin başlatılması ve Batı ile ilişkilerde enerji güvenliği hususunu bir avantaj olarak kullanma kabiliyetinin geliştirilmesi (Bu noktada, Türkiye, Rusya, İran ve enerji zengini Orta Asya devletlerinin ortaya koyacağı bir "Enerji Birliği", Türkiye'yi ve bu ülkeleri Avrupa karşısında çok daha farklı bir konuma taşıyacaktır. Dolayısıyla, Türkiye'nin önümüzdeki süreçte, enerji güvenliği odaklı "enerji diplomasi"sine daha bir ağırlık vermesi gerekmektedir.) ortak menfaatler gereğidir; 6. Türk-Rus ilişkilerinde, Avrasyacılık türü tartışmalı, hatta sorunlu bir üst kimlik arayışı yerine, daha gerçekçi temellere dayanan bir anlayışın oturtulması gerekmektedir; 7. Tüm bunların gerçekleştirilebilmesi için arada güven sorununa, şüphelere yol açabilecek eylemlerden uzak durulması, tarafların birbirine karşı, aynen daha önceki dönemde olduğu gibi şeffaf olması, istişare halinde bulunması ve yine tüm bunlar için özel, sağlam kanalları tesis etmeleri kaçınılmaz görülmektedir.

Türk dünyasına hak ettiği önem verilmeli!

Büyük bir heyecanla başlanıp, devamı getirilemeyen Türk dünyası seçeneğine gelince, Türkiye'nin her şeyden önce bu bölgeye ilgi duyduğunu somut bir şekilde göstermesi gerekmektedir. Bu bağlamda, Sayın Gül'ün beklenen "Özal Ruhu"nu yansıtan gezileri ve ilgisi, bölge ile ilişkiler açısından büyük bir önem arz etmektedir. Türk dünyasının, Türk dış politikasının geleceği açısından iki önemli sacayağından birini oluşturduğu düşünülürse, Türkiye'nin orta ve uzun vadede izlemesi gereken strateji ana başlıklar halinde şu şekilde sıralanabilir: 1. İlişkilerde gelecek adına hedef "Türk Dünyası Birliği" olmalıdır. Bu kapsamda aşamalı bütünleşme süreçlerine başvurulabilir. İlk adım, "Türk Dünyası Aksakallar Meclisi"nin kurulması şeklinde olabilir; 2. Bu birliğin içinde Gürcistan ve Tacikistan'ın da yer alması sağlanmalıdır; 3. İzlenecek strateji, önce ikili ilişkilerin güçlendirilmesi ve ardından da bunların tek bir çatı altında toplanması şeklinde olmalıdır (örneğin, Türkiye-Özbekistan, Türkiye-Türkmenistan, Türkmenistan-Kazakistan vb. ikili işbirliklerinin ardından, bunların çoklu işbirliğine çevrilmesi gibi); 4. Ortadoğu sonrası keskin bir rekabet ve çatışma alanı olması beklenen bu bölgede, bölge devletlerinin Türk dünyası istihbarat ve diğer güvenlik teşkilatları arasında farklı, yeni bir süreç başlatılmalıdır. Hedef "Türk Dünyası Atlantizmi" olmalıdır; 5. Tüm bunların olabilmesi için, Türkiye'nin sağlam bir siyasi yapı, güçlü bir ekonomi ve silahlı kuvvetlere sahip olması ve bölgede güçlü bir finans altyapısının oluşturulması gerekmektedir; 6. Ve Türkiye'nin bu ülkeleri her halükarda uluslararası planda desteklemesi gerekmektedir. Bu kapsamda, Türkiye'nin bundan sonraki süreçte öncelikle kardeş Özbekistan devletine uluslararası platformlarda vereceği destek (daha önce yapılan hataların telafisi ve tekrarının önlenmesi açısından) daha bir önem arz etmektedir.

Siyasi anlamda bir İslam dünyasından şimdilik bahsetmek her ne kadar oldukça zor olsa da, diğer taraftan bu dünyadaki Birlik arayışları da yadsınamaz. Coğrafi, demografik, yeraltı ve yer üstü bağlamındaki zenginlikleri ve diğer potansiyelleriyle birlikte, mevcut gelişmeler bu dünyayı bir birliğe zorlamaktadır. Bu kapsamda Türkiye, Türk dünyasında olduğu gibi, İslam dünyasında da motor güç olmaya en yakın ülke olarak görülmekte ve bu şekilde bir yaklaşım ortaya konulmaktadır. Diğer taraftan, Türkiye'nin yakın dönemde Irak merkezli gelişmeler çerçevesinde ortaya koyacağı performans, gerek Ankara gerekse de diğer İslam ülkeleri (özellikle de bölge ülkeleri) açısından önemli bir test alanı olacaktır. Bu bağlamda Türkiye'nin öncelikle Pakistan, İran, Suriye, Mısır ve Suudi Arabistan'la başlattığı süreci devam ettirmesi büyük bir önem arz etmektedir. İslam dünyasında birlik sürecini hızlandırmak ve bunu sağlam, sağlıklı bir zeminde gerçekleştirebilmek için şöyle bir strateji izlenebilir: 1. Türkiye ve İslam dünyası arasındaki ilişkilerde karşılıklı algılama ve imajlardaki kirliliği temizleme yolunda çalışmalara hız verilerek devam edilmesi; 2. Bugüne kadar ortaya konulan ortak duruşun korunması ve güçlendirilerek devam ettirilmesi; 3. İlişkilerde özel kanalların açılması; 4. Güvenlik bağlamındaki ilişkilere daha fazla ağırlık verilmeye başlanılması ve bu kapsamda İslam Barış Gücü'nden başlayarak, İslam dünyasının kendi güvenlik örgütünü kurma yönünde adımlar atmaya başlaması; 5. Uluslararası platformlarda birbirlerine destek vermeleri; 6. Kendi finans merkezlerini oluşturmaları ve ortak pazar kurmaları; 7. Siyasi anlamda işbirliğini daha da kuvvetlendirecek adımların atılması ve bu kapsamda Arap Birliği, İKÖ gibi birbirinden ayrı görünen yapıların tek çatı altında birleştirilmesi ve bir sinerji yaratılması; 8. İlişkilerin sürekliliği açısından ortak üst kimliğin belirlenmesi; 9. Türkiye'nin İslam ülkeleriyle geliştireceği bu projede "halka sistemi"ni uygulaması gerekmektedir.

AB üyeliği 'saplantı' olmaktan çıkarılmalı

Tüm bu seçeneklere bağlı olarak Türkiye'nin dış politikasında çok yönlü bir dış siyaseti hedeflenen, belirleyici bir güç olarak ortaya çıkmasına kadar paralel olarak yürütmesi de mümkündür. Bu durumda Türkiye daha çok milli çıkarlarına dayanan çok boyutlu bir politika izleyebilir. Ankara, Avrupa'yla iyi ilişkiler içinde olma arayışına devam edebilir, ancak AB üyeliği bir "saplantı" halinden çıkartılması gerekmektedir. Aynı şekilde Türkiye'nin ABD ile ilişkilerini gerginlikten uzak, fakat yeni bir stratejik ortaklık anlayışı ve arayışı içinde, mesafeli ve kontrollü bir şekilde yürütmesi gerekmektedir. Buna karşılık, kendi coğrafyasında, stratejik derinliklerinde bölge dinamikleriyle olan ilişkilerinde kendi stratejisini uygulamaya koyması ve bunu yaparken de konjonktürel durumu ve tarihsel geçmiş ve deneyimlerini başarılı bir şekilde kullanması gerekmektedir. Türkiye bu seçenekte, açıkça tek bir ülke ya da ülkeler grubuna yakın olmaktan ziyade, geleneksel (İkinci Dünya Savaşı öncesi) dış politikasını geçiş sürecinde tekrar devreye sokabilir. Bunun için de Abdülhamit ve Atatürk dönemleri Türk dış politikasının daha gerçekçi bir şekilde tekrar irdelenmesi gerekmektedir. Diğer taraftan, bu seçeneğin Türkiye'nin kaynaklarını çok zorlayacağı ve bir kriz esnasında Türkiye'yi yalnız bırakabileceği olasılığının da göz önünde bulundurulması gerekmektedir. Bu noktada, Türkiye'nin bölge ülkeleriyle yeni strateji çerçevesinde ortak bir havuz oluşturması da kaçınılmaz görülmektedir.

Netice itibarıyla görülmektedir ki, Türkiye mevcut tehdit algılamaları ve güçlü bir gelecek için yeni kurulan dünyada milli, bağımsız, kendi inisiyatifleri çerçevesinde yerini "sağlama" almak zorundadır. Bu konudaki ilgi ve hedeflerini ortaya koyma vakti gelmiştir, hatta geçmektedir. Aksi takdirde, Türk dış politikasında bitmek bilmeyen sorunlar ve içeride yaşanan sıkıntı ve krizlerin birer sonucu olarak da karşımıza çıkan bu ilgisizlik, açıkçası önümüzdeki dönemde Türkiye'yi dünyanın yeniden şekillendiği bir ortamda bu seçenekler konusunda da "geç aktör" konumuna sokabilir. Bunun için Türkiye'nin Soğuk Savaş reflekslerinden kopabilmesi, çok seçenekli ulusal stratejiler üretebilmesi ve uygulayabilmesi yönünde bir irade sergilemesi ve bu doğrultuda bölgesinde ve dünyada daha etkin olmasını sağlayacak yeni oluşumlara dâhil olabilmesinin yollarının aranması gerekmektedir. Bunun için de Türkiye dış politikada risk üstlenmekten kaçınmamalı, "Mevcut dış politikamız değişmeden devam edecektir" zihniyeti de artık bir kenara bırakılarak, proaktif bir dış politika izlenmelidir.



Bu haber 652 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    4,466 µs