En Sıcak Konular

'Tavizin' adı ne zamandır 'program'?

0 0 0000 00:00 tsi
'Tavizin' adı ne zamandır 'program'? Türkiye Cumhuriyeti, tarihinin hiçbir döneminde bu kadar “tehlike sınırına yakın”, bu kadar “güçsüz”, bu kadar “aciz bırakılmış” olmadı. Referans’tan Yiğit Bulut, bu tespitinin kanıtını yakın tarihte arıyor.

Ali Babacan’ı televizyonlarda görüp de hemen arkasından her zaman aynı cümleleri duyunca kendi kendime soruyorum; gülsem mi, ağlasam mı?

Ali Babacan diyor ki; "Programdan en ufak bir sapma yok, ekonomimiz çok iyi yolda, ekonomisi güçlenen bir Türkiye’nin Dünya sahnesindeki yeri de değişiyor.”

Şaka gibi değil mi?

“Ekonomisini ve dünya dediğimiz yapı içinde yerini güçlendiren” Türkiye!

Ben bu cümleleri edenlere küçük bir tavsiyede bulunmak istiyorum; söylediklerinizin ne kadar gerçek olduğunu gidin bir de, bir türlü karar alıp da vuramadığınız Kandil’den, Kuzey Irak’tan sızan teröristlerin şehit ettiklerinin yakınlarına, cebinde birikimi olmadığı için yarattığınız “sıcak para” denkleminden yararlanamayan halkımın yüzde 99’una sorun. Sorun da göstersinler size “ekonomik program, güçlü dış politika” nasıl olurmuş!

Tarihin en kötü dönemi

Değerli dostlar, çok samimi olarak bütün içtenliğimle söylüyorum; Türkiye Cumhuriyeti, tarihinin hiçbir döneminde bu kadar “tehlike sınırına yakın”, bu kadar “güçsüz”, bu kadar “aciz bırakılmış” olmadı. Küreselleşme, Avrupa Birliği, Gümrük Birliği gibi bize parlak gösterilen kavramlar bir taraftan içimizi kemirip özelleştirme adı altında 80 yıllık birikimlerimiz ile oluşan tesislerimizi elimizden alırken, dış politikamız tamamen AB ve ABD güdümünde eriyip gidiyor, hatta gitti. Yıllardır övünürüz “NATO’nun ABD’den sonra en büyük ordusuyuz” diye, o da maalesef içi boş bir söylem çıktı. İsrail Orta Doğu’yu işgal ederken, İran “meşru hakkım” diyerek Kandil’i vururken; biz taş dahi atamadan ABD’den izin bekliyoruz. "Ordu” dediğinizi duyar gibiyim, ordu ne yapsın! Kuvveti harekete geçirecek siyasi otorite olmayınca!

Değerli dostlar, dikkat ederseniz yukarıda “Cumhuriyet tarihinin en kötü dönemini yaşıyoruz" dedim. Aynı günleri geçirdiğimiz ama başımızdaki çatının adı “Türkiye Cumhuriyeti” olmayan bir dönem daha var; Osmanlı’nın son yılları.

Peki o günler mi, yoksa bu günler mi daha kötü? Bugünleri yaşayarak biliyorsunuz ama gelin o günleri farklı kaynaklardan derlediklerim ile bir kere daha hatırlayalım ve kararı sizlere bırakalım.

Hatırlatma 1:

Ekim 1875. Sadrazam Mahmud Nedim Paşa Osmanlı'nın kurtuluş yolunda en önemli adımı olan "Faizde tenzilat" kararını açıkladı. Osmanlı devleti faiz borçlarının beş yıl süreyle ancak yarısını ödeyeceğini ve ödeyemediği kısım için yüzde 5 faizli tahviller vereceğini açıkladı.

Mart 1876. Osmanlı devleti, borç ödemelerinin tamamını durdurduğunu açıkladı. "Ödemekle bitmeyen faiz-borç sarmalında" alınmış en doğru karardı. Yok edilme süreci Osmanlı sanayi yapısını tamamen çökerten 1839 Baltalimanı Anlaşması ile başlamıştı. 1838 yılında Reşid Paşa, ilk olarak Lord Stratford ve sonrasında Avrupa'nın diğer devletleriyle serbest ticaret anlaşmasını imzalamış, Osmanlı devletçi ekonomiyi rafa kaldırarak gümrük vergilerini İngiltere ile birlikte saptamayı kabul etmişti. Bu adım ile Osmanlı, ucuz mallar cenneti haline gelirken, üretmediğini tüketen bir toplum haline de gelmiş ve en verimli alanlar yabancı sermayenin eline geçmişti. Osmanlı, Avrupa piyasasına tahvil satarak borçlanmaya başladı. Bu arada dünya "petrol servetlerinin" hazırlığını yapmış ve Osmanlı süratle borçlandırılırken, topraklarındaki petrol yatakları ise yabancılar tarafından paylaşılmaya başlanmıştı.

En verimli alanlar yabancıda

Mayıs 1876. Borç ödememe kararı ilk sonuçlarını vermeye başladı. "Başkaldıran boyunduruk altındaki Osmanlı'ya" ilk isyan kışkırtmalar sonucu Balkanlar'da başladı. Aynı günlerde İstanbul'da medrese öğrencileri ayaklandı ve borç ödememe kararını alan Sadrazam Nedim Paşa azledildi. 1878-1881 Osmanlı hazinesi Düyun-u Umumiye'ye teslim oldu.

Hatırlatma 2:

6 Ağustos 1838. Sadrazam Reşid Paşa, samimi dostu İngiliz elçisi Lord Stratford ile ticaret anlaşmasını imzaladı. Anlaşma aynı yıl Avrupa’nın diğer devletleriyle de imzalandı. Bu anlaşma ile Osmanlı devletçi ekonomiyi rafa kaldırdı ve gümrük vergilerini İngiltere ile birlikte saptamayı kabul etti. Osmanlı, ucuz mallar cenneti haline gelirken, üretmediğini tüketen bir toplum haline de geldi. En verimli alanlar yabancı sermayenin eline geçti. Bu durumun Osmanlı ekonomisine yansıması uzun sürmedi.

1814 yılında bir sterlin 23 kuruş iken, 1839’da 104 kuruş oldu. Bir sonraki adım ne oldu dersiniz. Avrupa devletleri, mali sorunlarına çözüm arayan Osmanlı’ya "Hemen dış borçlanmaya gitmelisiniz" diyerek baskı yapmaya başladılar. Osmanlı Avrupa piyasasına tahvil satarak borçlanmaya başladı. Londra, Paris, Viyana, Frankfurt borsaları bayram ediyordu. Nasıl etmesin? Zenginleşmeye başlayan Avrupa orta sınıfı, tasarrufları için kendi ülkelerinde yüzde 3-4 gibi düşük faiz gelirleri yerine, yüzde 11-20 oranında yüksek faiz gelirleri ile İstanbul’a yöneliyorlardı. Alınan borç paralar, sarayların yapımına, dekoruna gidiyordu. Ekonomideki yapısal dönüşüm kültürel değişimi de neden olmuştu. Osmanlı bürokrasisinin günlük yaşamı değişmeye başladı. Bürokrasi, daha fazla tüketebilmek için, daha fazla kirleniyordu; yani rüşvetsiz iş yapılmıyordu. Reşid Paşa yeni tip devlet adamlığının da yolunu açtı. Eskiden nüfuslu paşaların himayesine girerek koltuk makam kapılırken, Reşid Paşa yabancı devletlere dayanarak kariyer yapma dönemini başlattı. Sadrazam ve paşalar, İngilizci, Fransızcı, Rusçu gibi isimlerle anılır oldu. Osmanlı aydını, spekülasyoncuların, büyük bankaların ve Avrupa devletlerinin elinde şaşkına dönüvermişti. Yabancı ticarethaneler ile bankalar tarafından yönlendirilen çoğunluğu yerli olan tüccarlar, Avrupa sanayi mamullerinin kırsal alana girişinin kolaylaştırılması için aracılık ediyorlardı. Avrupa’nın sermaye gurupları, Osmanlı topraklarında komprador tüccardan sonra komprador bürokrasi inşa ediyorlardı.”

Sonuç: Başka kaynaklardan da defalarca doğruluğunu teyit ettiğim bu tarihi bilgiler ışığında sizlere sormak istiyorum; Türkiye’nin 1999 sonrası dönemi yukarıdaki tabloya benziyor mu? Benziyor ise yapabileceğimiz bir şeyler yok mu?

Yiğit Bulut / Referans



Bu haber 260 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    3,846 µs