En Sıcak Konular

Nanoteknolojinin iki yüzü!

0 0 0000 00:00 tsi
Nanoteknolojinin iki yüzü! Şimdi yepyeni bir sınavla karşı karşıyayız… Bu imtihanın ismi nanoteknolojidir. Bu görkemli minikler, istisnasız her alanda devrim hatta karşı devrim yapacaklar. Tamamen farklı bir zihin inşa edecekler. Ve inanın çok tehlikeli olacaklar!

Her şey yerli yerine oturduğunda Afrika'daki açlığı birkaç gün içinde çözebileceğiz… Tersine aynı teknoloji ile üretilen silahlar, bugün "korkunç" olarak tanımladığımız nükleer silahları "zavallı" kategorisine indirgeyecek. Uzaydan okyanusun derinliklerine, madenlerden kıyafetlerinize, yediklerinizden üremenize her şey, daha doğrusu hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.

Günümüz dünyasında her yıl yaklaşık 10 üstü 19 bit bilgi üretilmektedir.. Bu kadar bilgiyi günümüz teknolojisiyle depolayan CD'ler üst üste konulsa altı bin kilometre yüksekliğinde bir sütun oluşacaktır. Nano-teknoloji kullanarak tüm bu bilginin yaklaşık 1 santimetre küp hacim içine (bir kesme şeker) depolanabileceği öngörülmektedir. Yanınızda taşıyabilirsiniz!

Keza bu yenilikler DVD'lerin kapasitesini de çaplı biçimde yükseltecektir… DVD'lerin kapasitesini 1000 kat artırabilecek ve 100 terabyte (on üssü 14)
bilginin tek bir diske yazılması mümkün olacaktır. Bu yaklaşık 25 bin sinema filminin tek DVD'de saklanması demektir. Elbette bu dönüşüm bağlı teknolojileri ve işlevlerini de evriltecektir.. E-posta'lar şimdiki hızlarını katlarken, uzay haberleşmesi ve optiklerin gelişimi de uzun adımlar atabilecektir.

Peki bu cüceleri kontrol edebilecek miyiz?.. Gidiş pek öyle değil… Nano-teknolojinin endüstriyel ve ekonomik pastası o denli büyük ki kimsenin "ben de bir dilim istiyorum" demekten vazgeçmesi olası gözükmüyor. Kısacası Nano-teknoloji bilinmeyen bir sona doğru-daha bebek adımları atmasına rağmen-hepimizi sürüklüyor.

İyiBilgi Nanoteknoloji Dosyası, Nano-teknolojinin ne olduğu, getireceği müstakbel yenilik ve köklü değişimler, riskleri, zararları ve tehditleri üzerinedir. Konu başlı başına renkli olduğundan, açılım ve analizleri bolca heyecan sosu barındırdığından ama bir o kadar "bilimsel not"da içerdiğinden iddialı bir söylemle ülkemizde bu konuda çekilen "temel" bilgi açlığını bastıracaktır. Küresel bir açığı da zımnen yamamaktadır… Çünkü bu çiçeği burnunda teknolojinin riskleri ve zararları üzerine şimdiye kadar hemen hiçbir şey-uluslar arası birkaç makale dışında-söylenmemiştir.

"Nano" kelimesi Yunanca'dan gelir ve "cüce" demektir... Derinlemesine kelime araştırmaları "hiç" ya da "hiçlik" karşılığını da vermektedir. Teknolojinin temeli, maddeyle moleküler seviyede çalışabilme ve yeni moleküler organizasyonlar inşa edebilme esasına dayanır.
"Nano" bir fiziksel büyüklüğün bir milyarda biri anlamına gelir… Bir nano-metre bir saç telinin çapının 1/10 bin uzunluğundadır… Metrenin milyarda biridir. Bir nanometre içine en fazla 2-3 atom sığabileceği düşünüldüğünde nasıl bir ölçüyle çalışıldığı daha iyi anlaşılır. Ortalama 100 veya 1000 atom bir araya geldiğinde nano ölçekte bir nesne ortaya çıkar.

Gelecekte bu birleşimden verimli nano-sistemler oluşturulacağı varsayımıyla bazen nano-teknoloji terimi, "moleküler teknoloji" ile birlikte anılır. Yani bir çok molekül de nano-yapının içine girer.

Nano-teknoloji, 100 nano-metre çapının altında üretilen farklı pek çok ürün anlamındadır. Nano-teknoloji atomların, moleküllerin, makro moleküllerin, kuantum noktacıklarının ve makro moleküler toplulukların dünyasıdır.     

En basit olarak-nano-metre- metrenin milyarda biri kadar küçük moleküler maddelerden oluşan teknolojik gelişmelere verilen isimdir. Çok küçük "zerre"lerin kullanımına ya da üretimine denir.

Nano-teknolojinin ilgi alanı; bu ölçekteki malzeme ve sistemlerin yapılarının ve bileşenlerinin ortaya koydukları yeni ve gelişmiş, fiziksel, kimyasal ve biyolojik özellikler ve aşamalardır.
Bir aygıtta kullanılan malzemenin boyutu küçüldükçe çalışma hızı da artar ve o malzemenin yeni-bilinmeyen-özellikleri ortaya çıkar. Bu ölçekteki yapıları kontrol etmeye başladığımızda, maddenin özelliklerini geliştirebiliriz ve bugün yapabileceğimizi sandığımız ve yaptığımız her şeyin üzerinde fonksiyonlarla donatabiliriz… En yalın örnekle, bir yapıya tek bir atom eklendiğinde-örneğin-iletkenliği değişir.
Teknolojinin bitmez tükenmez yeni taleplerine bundan daha şaşalı bir yanıt olamaz. Türevleri düşünüldüğünde bilimsel açıdan görülmüş en köklü "devrimden" bahsedilmektedir!

Öncelikli olarak bu güçlü bilim dalının ve parlak gelişiminin pek çoğumuz tarafından bilinmediği gerçeği ile yüzleşmek gerekmektedir… Küresel çapta yapılan bir araştırmaya göre insanlığın % 29'u nano-teknolojinin ancak ismini duymuştur.
Yeni teknolojinin duyurulması ve nano-teknolojinin genel duruşu üzerine Wisconsin-Madison Üniversitesi'nin başlattığı bir araştırmanın amacı insanların nano-teknolojiye bakış açısını belirlemekti. Ögretim üyesi Scheufele, Cornell Üniversitesi'nden Profesör Bruce Lewenstein ile yaptığı çalışmaları "Nanozerreler Dergisi" ve "Bilim İletişim Dergisi"nde duyurdu… Çalışmalar sonucunda ortaya genel olarak şöyle bir tablo çıktı...

Buna göre, %25 katılımcı konuyu hiç  duymamışlardı.. Ancak konu anlatıldıktan sonra bile nano-teknoloji hakkında sadece %16'nın biraz bilgisi olduğu tespit edildi. Nano-teknolojiyi bilen ve bilmeyenlerin görüşlerinde de önemli farklılıklar olduğu ortaya çıktı. Örneğin konu hakkında bilgi sahibi olan % 59'luk bölüm, nano-teknolojiyi bilgi sahibi olmayan %28'lik kesime savunuyordu. 

Ayrıca araştırma, nano-teknoloji hakkında bilgi sahibi olan kesimin, teknolojinin potansiyel yararları hakkında çok daha iyimser olduğunu ortaya çıkardı… Konudan haberdar olan üçte iki, nano-teknolojinin sağlık, ilaç, ulusal savunma ve çevre hakkında potansiyel yararlarından söz ederken, bilgi sahibi olmayanların sadece yarısı bu bakış açısını destekledi. 

Scheufele'ye göre bu farklılıkların nedeni, nano-teknolojinin medyada sınırlı duyurulması ve sadece iş ile bilimsel bulguların ele alınmasıydı. Başka bir endişesi ise-medya bu kadar etkili olabiliyorken-nano-teknolojinin daha önceki teknolojilerde olduğu gibi sadece "iyi" taraflarının yansıtılması ve büyük çoğunluğu bu yönde etkilemesiydi.
Pek çok ülkede olduğu gibi Türkiye'de de nano-teknoloji pek fazla duyulmamış, hatta nano ürünlerin satışı başlamış olmasına rağmen, bu teknolojinin bilgisi verilmemiştir.
Ülkemizde yukarıdakilere benzer istatistiksel bir veri olmamakla birlikte, genel eğilim açısından benzer konulara gösterdiğimiz ilgi bir kıstas yaratabilir.
Ara sıra gazetelerin "pazar eklerinde" yayınlanan "küçük cep bilgisayarları geliyor" manşetli magazinel göndermeler dışında ülkemizin gündemine en popüler gelişi, bir parlamenterimizin ülkede yaşanan tatsız bir başka olay sırasında yurt dışında bulunduğu ve katıldığı toplantının nano-teknolji ile ilgili olduğu şeklindeki bilgidir!
Bunlar dışında-üniversitelerimiz nispeten hariç-ancak aylık bilim dergilerinde konuya ilgi gösterilmektedir. Tersine, Türkiye konuyla ilgisiz de değildir… Örneğin bilimsel menşeli, resmi gayr-ı resmi bir çok kurum ve kuruluş nano teknoloji üzerinde temel çalışmalara girişmiş, önemi konusunda materyaller hazırlamış, dahası ilk nano ürünlerin-duvar boyaları gibi-reklamları TV'lerde dönmeye başlamıştır. Yine de ilgi ve birikim ilkel sayılabilecek seviyededir. Hele potansiyel riskler ve olası zararlar konusunda bilgi yok denecek kadar sınırlıdır.  


Nano malzemeler kimyasal reaksiyon hızlarında, elektriksel iletimde, ısı iletkenliklerinde, de-formasyon, kırılma, çatlama, elastikiyet ve ateşe karşı güvenilirlik konusunda çok üstün meziyetler sergilemektedir. Nano küçüklükteki bu malzemelerin tam olarak keşfedilmesi, "yeni malzemelerin" yaratılması demektir. Bunun için moleküler modellemeler ve bilgisayar simulasyonlarına ihtiyaç duyulmaktadır. Günümüzde bu gereklilikler artık temin edilebilmektedir.
Malzeme konusundaki bu karmaşık görünen bilimsel yenilikler ne getirmektedir?.. Çelikten 10 kat daha dayanıklı ama 10 kat daha hafif malzemeler, her türlü yıpranmaya dayanıklı malzemeler, yanmayan malzemeler, olası bir hasarı önceden fark edip uyarabilecek akıllı malzemeler, kendini temizleyen maddeler!
Bilgisayar chipleri, CD'ler ve mobil telefonların yapımında nano-malzeme kullanımı gün geçtikçe  artmaktadır. Nano-malzemelerden üretilen cihazlar daha hızlı, hafif, kuvvetli ve verimli olmaktadır. Nano-teknolojiler sağlık, bilgi teknolojileri ve enerji depolamada çok büyük potansiyel kullanım olanaklarına sahiptir. Bu gelişmelerin kullanım alanlarının skalası sonsuz derecede geniştir.
Bilgi-işlem cihazları, sinyal toplama sensorleri, mantık üniteleri, hafıza kayıt üniteleri, görüntü üniteleri, iletişim transfer cihazlarında küçültmenin, hız ve güç tüketiminin azaltılması alanlarında sürdürülen gelişmeler için bir yol haritası hazırlamıştır.
Bu harita 2010 gibi yakın bir gelecekte 0.1 mikron boyutunda yapılara dikkat çekmektedir. Bu küçüklüğün bu rakamla ifadesi gerekli bilimsel çalışmaların tam olarak sonlandırılamamasından kaynaklanmaktadır. Moleküllere elektronik fonksiyonlar kazandırıldığı, kimyasal işlemler kullanılarak sentezlendiği, kendiliğinden organizasyon ve yönlenme aşamalarıyla faydalı devreler oluşturacak şekilde birleştirildiği "mikro elektronik" şimdiden çok önemli bir aşamadadır.
Nano-teknoloji ve nano malzemelerin kullanımı gelen her yeni günle beraber artmaktadır. Nano malzemeler seramik, katalizör, kaplama, ince filmler, tozlar, vücut bakım ürünleri, makyaj malzemeleri, elektronik parçalar, organik ışık yayan diyotlar, algılayıcılar, optik-elektronik malzemeler, ilaç ve biyo-algılayıcı yapımında, çevre koruma sistemlerinde, savunma ve saldırı silahlarında, robotik teknolojilerde kullanılmakta, daha gelişerek kullanımı sürdürmektedir.
Nano atomlar kendini temizleyen boya, cam ve yüzeyler olarak sanayinin nabzını tutmaya başlamıştır. Ayrıca nano-zerrelerden kirli sulardaki zararlı bileşenleri zararsız hale dönüştüren mikro kapsüller imal edilmekte ve çevre tarafından tüm diğer yan etkileri göz ardı edilerek emilmeye bırakılmaktadır. Tıp alanında nano ilaçlar, uzun ömürlü yapay organlar, tansiyonu ve kalp atışını ölçen akıllı elbiseler, protezler şimdiden kullanıma girmiş durumdadır.
Karbon nano-tüpler ise çok ince silindir tüpü şeklinde imal edilmektedirler. Karbon nano-tüpler çelikten 100 kat daha güçlü, 5 kat daha hafiftir ve iletkendir. Elektronik görüntü ve sensorların yapımında, hafif inşaat malzemelerinde kullanılmaktadır.
Nano-teknolojinin birlikte ifade edildiği, neonlara büyük, ışıltılı harflerle yazılan başka bir ifade de, uzun yaşam ya da ölümsüzlükle ilgilidir... AIDS, kanser gibi hastalıkların kaynaklarının hücre tamir ve yenileme makineleri ile yok edilmesi, doğanın atıklardan ve zehirli gazlardan uzak tutulması, böylece yaşamların uzatılması kestirilmektedir.
Stabilize ortamda hastanın spermleri, derisi, doku örnekleri, DNA yapısı nakledilerek hastanın doku yapısında "nano-cerrahlar" sayesinde hasarlı DNA'ların, dokuların ve hücrelerin onarımı planlanmaktadır. Basit örnekleri hayat da bulmuştur. Böylece AIDS'den ölen bir hastanın hastalıklı, işlevsiz hücreleri tamir edilip, yenilendikten sonra tekrar yaşama döndürülmesi hesaplanmaktadır.
Nano-teknolojinin buradaki kritik işlevi, kopyalanan hücreleri hızla yenileyebilecek ve ulaşılmadık atomik düzeylere erişebilecek olmasıdır. Bu yöntem kanser gibi hastalıkların yol açtığı organ nakilleri için de tasarlanmaktadır. Nano robotların zararlı hücrelere ya da DNA'lara nüfuz etmesi ve çoğalması ile birlikte yeni organlar vücuda uyumlu hale getirilecektir. 
Bunun biraz daha detaylandırılması gerekmektedir. Zira bu yolla kanser gibi hücre düşmanları ile savaşın yan etkileri de en az kanser kadar tehlikeli sonuçlar üretebilmektedir… Hücrenin belli bir proteinine bağlanacak moleküller eklendiğinde, bu parçacıklar hücre içinde farklı bölgelere bağlanıyorlar ve hücre içi işleyiş hakkında ayrıntılı bilgi verebiliyorlar.

Hücrenin boyutlarıyla kıyaslandığında, bir nano parçacık araba içinde kaybolmuş bir karınca gibidir! Dolayısıyla bu parçacıklar hücre içinde rahatlıkla dolaşabilmekte, "gerekli" düzenlemeleri yapabilmektedirler.

En çok rekabet edilen sektörlerin başında bilişim, bio-teknoloji gelmektedir. Düşük maliyetli ülkeler daha çok giysi ve kumaş üretimi üzerine yoğunlaşırken, üretim maliyetlerinin yüksek olduğu ülkeler sektörde tutunmak için yüksek teknolojili ürünlere yönelmek zorunda kalmışlardır. Su ve rüzgâr geçirmeyen ceketler, bu sektörün öncü ürünlerindendirler. Gelecekte ise daha akıllı giysiler üretme planları sürmektedir. Ancak bu giysilerin bu kadar yaygınlaşmasının ve artık sadece askeri alanda kullanılmasından çıkıp, bireylerin evlerine kadar girmesinin getirdiği tehlikeler tamamen göz ardı edilmektedir.

Nano-teknoloji benzeri görülmemiş özelliklerdeki yeni aygıtları üretmek için atomların ve moleküllerin özelliklerini de kullanacaktır. Bağımsız atomlar ve moleküller belli ölçülerde bir araya getirilebilirlerse, bu buluş "yeniden inşa ve makineler devri"nin de başlangıcı olacaktır. Üstelik böyle bir teknolojiyle gen transferi, enzim değişimi ve yüzeyler üzerinde lokal değişiklikler yapabilmek de mümkün olacaktır. Tabii bu oldukça netameli kullanım alanları ileride detaylarıyla değineceğimiz büyük risk ve kaygıları da beraberinde taşıyacaktır.

Nano-fabrikalar ise sadece birkaç yıl uzağımızdadır... Nano boyutta fabrikasyon yetisi, çok yakın bir zamanda "endüstri toplumunu" kökten değiştirecektir. New York Nano-teknoloji araştırma yöneticisi Chris Phoenix'in yürüttüğü bir çalışma, nano fabrikasyon sisteminin endüstriyel makine parçalarını moleküler düzeye indireceğini ortaya koymuştur. Özel atomların kimya ve fizik mekaniklerinin birleşimi ile bu moleküler parçalar seri üretime geçebileceklerdir. Bu fabrikalar 2010 ya da en geç 2020 yılında hayat bulacaktır.

Batı ülkelerinde bu türden "rüya" çalışmalara şimdiden her türlü destek verilmektedir… Desteğin ana ham maddesi para ve siyasi güçtür. Nano-teknoloji çalışmaları için ABD'deki federal hükümetin ödeyeceğini vaat ettiği miktar-beş yıl öncesi-2000 yılı için yarım milyar dolardır. Başkan William Clinton 2000 yılı başında Californie Institute of Technology'de yaptığı konuşmada Ulusal Nano-teknoloji Programı'nı desteklediğini açıkça bildirmiştir.
Bu desteğin büyük kısmı (yüzde 70'i) işin bilimsel zeminini hazırlayacak olan üniversitelere aktarılmıştır. Ulusal Bilim Vakfı (NSF) bu çalışmaların önümüzdeki beş yılı kapsayacak basamaklarını gösteren stratejik planlamayı da yapmıştır. NSF'de nano bilim, mühendislik ve teknoloji çalışma grubu başkanı  Dr. Mike Roco, yeni teknolojiyi perondan kalkan trene benzetmektedir; "Eğer ABD vagona atlamazsa bütün fırsatları kaçıracaktır."
Halen hayal gücünü zorlayan bu çalışmaların sonuçları için büyük paralar ödeyen ve öncü konumundaki ABD'nin treni kaçırması nasıl mümkün olabilecektir? Ama daha önemli bir soru olarak çok iddialı duran "bütün fırsatlar" neyi ifadelemektedir? O halde az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelerin durumu ne olacaktır? Açıkçası uyanık davrananlar başarılı uyuyanlar ise başarısız olacaktır!
Nano dünyaya bir an önce ayak basmak için çok sayıda ülke yeni imkanlar ve bütçeler ayırmaktadır... Yine de Amerika bunların içinde ayrı bir yer tutmaktadır.. 2015 yılında bu ülkedeki nano ürünlerin satışından 1-3 trilyon dolarlık inanılmaz bir gelir beklenmektedir. Federal devletten ayrı olarak, ekonomisi en güçlü eyaletlerden California ve New York ardından Oregon da, vergilerden nano-teknolojiye daha fazla ödenek ayırmaya başlamıştır. ABD şirketleri 1.7 milyar dolar ile dünya lideri konumundadır. Asya kökenli şirketlerin ise nano-teknolojiye 1.4 milyar dolar ayırdıkları bilinmektedir.
Mevcut yaklaşık 90 bin nano-teknoloji patentinin yüzde 64'ü ABD'li firmalara aittir. Nano-teknoloji araştırmaları yapan kuruluşlardan Quantum Dot, Molecular Imprints, Nanosys, Catalytic Solutions ve Frontier Carbon sektörün lideri konumundadır. Aralarında General Electric ve Intel gibi devler de mevcuttur. Totol rakam, 1500 yatırımcı şirkete erişmiştir.
Japonya hükümeti ABD'den önce bu yeni teknolojiye para ayırmaya başlamıştır… Bilimsel ilgi bazında ABD'nin gerisinde olsalar da konunun öneminin farkındadırlar. Nano-teknoloji alanında Japon firmalarının öncü kılınabilmesi amacıyla yeni ve çeşitli programlar geliştirilmiş, daha 1997 yılı içinde araştırmalara destek sağlamak için 120 milyon dolar ayrılmıştır. Japonya'nın ulusal laboratuarlarında, üniversiteler ve şirketlerde ciddi alt yapı hazırlıkları tamamlanmıştır.
Bu konuya ilgi duyan ya da önemini fark eden sadece yüksek teknolojiyle iç içe yaşayan ülkeler değildir... Eşiğinde durduğumuz Avrupa Birliği de bu yeni teknolojiden faydalanmak istemektedir. 1998 yılında hayata geçirilmeye başlanan AB Beşinci Çerçeve Programı nano-teknolojiyi de kapsamaktadır. AB'nin ESPRIT ve madde çalışmaları üzerindeki BRITE-EURAM projeleri nano-teknoloji içeren çalışmalardır.
PHANTOM, nano-elektronik ve nano üretimi teşvik etmek adına 40 üye ile ta 1992 yılında başlatılan bir ağdır… Avrupa Bilim vakfı nano parçacıklar hakkında gerçekleştirilen çalışmalara destek vermektedir. AB, 2010 yılında ABD ve Japonya'yı yakalayabilmek için 6. Çerçeve Programı'nda nano-teknolojiyi öncelikli alan ilan etmiştir.
AB üyesi ülkeler bu ortak platform dışında kendi başlarına da bu konu üzerinde özenli çalışmalar yapmaktadırlar. Federal Almanya bu iş için her yıl 100 milyon Euro'ya yakın para ayırmaktadır. Alman Araştırma Bakanlığı bütçesinden karşılanan bu para, nano-teknolojinin hızlandırılarak geliştirilmesi yolunda 1998 yılında yarım düzine merkez inşa etmiştir. Bu merkezler salt bilimsel çalışmalar ortaya koymakla kalmıyorlar, tüm güçlerini bir araya getirerek yeni teknolojiler üreten firmaların oluşturulması ve maddi kazanımlar sağlamasını da motive ediyorlar.
İngilizler de nano-teknolojiyle ilgili reel çalışmalarını Almanlarla birlikte-1998 yılında-başlatmışlardır. Bu çalışmalara yılda 2 milyon dolar ayrılmaktadır. İngiliz Mühendislik ve Fizik Bilimleri Araştırma Konseyi 1994 yılından beri nano-teknoloji ile ilgili projelere destek vermektedir. Milli Fizik Laboratuarı, özellikle üniversite ve özel sektörde nano-teknoloji çalışmalarını desteklemek için program oluşturmuştur. Ülkenin dünyaca şöhretli üniversitelerinden Oxford ileri seviyede nano-teknoloji araştırmalarını sürdürmektedir.
Alt teknoloji konularında son 15 yıllık dönem içinde önemli atılımlar yapan Taiwan, Sanayi Teknolojileri Araştırma Enstitüsü ve Milli Bilim Konseyi'nin iteklemeleriyle araştırmalarını hızlandırmıştır. İlginçtir Taiwan özellikle "iletişim" teknolojilerinde önder ülke olmayı hedeflemektedir.
Kore, nano-teknolojiye ilgi duymaya 1995 yılında başlamıştır ve milli ilgi alanı olarak kayıt altına almıştır. Bu "micro" çalışmalar için özel bir merkez kurmaya didinmektedir.
Avustralya'da Milli Araştırma Konseyi nano-teknoloji çalışmalarına ve araştırmalarına önemli katkılar temin etmektedir... Singapur konu üzerindeki milli çalışmalarını 1995'de hayata geçirmiştir.
Yine son yıllarda elektronik ve ileri teknoloji konularında çok önemli aşama kaydeden, hatta ABD ile ciddi  rekabet içinde bulunan Çin, nano-teknoloji dosyasında da oyun dışı kalmamıştır. Çin, nano-teknoloji için önümüzdeki 10 yılı kapsayan bir programı tamamlamıştır. Bu alanda yeni çalışmalar planladığı da bilinmektedir. Ülkede bir milyon nano uzmanı ve araştırmacı yetiştirmek üzere yeni bir programa start verilmiştir.
Avantajlı ülkelerden biri de Rusya'dır.. Bu ülke nano-teknolojide kendine özgü bir alt yapıya sahiptir. "Russian Society of Scanning Probe Microscopy and Nanotechnology"i oluşturmuştur.
Temmuz 2005 rakamlarına göre dünyada 20 bin araştırmacı nano-teknoloji alanında çalışmaktadır.. Ama Amerikan Ulusal Bilim Akademisi'nin tahminlerine göre önümüzdeki 15 yıl içinde bu sayı 2 milyonu aşacaktır! Yalnız başına bu veri bile nano "geleceğin" hangi hızla "geleceğini" göstermektedir.

2015'e kadar Nano-teknoloji yatırımlarından pay alacak sektörleri ve yaklaşık beklentileri sunmakta da fayda var.. Zira bu tablo bir yandan hangi sektörlerin nano dünyada başat rol oynayacağını gösterirken, ilk önce hangi alanlarda komplikasyonlarla karşılaşacağımızı da işaretliyor.
Malzeme bilimi 340 milyar dolar, elektronik 300 milyar dolar, eczacılık 180 milyar dolar, kimya ve petrol 100 milyar dolar, havacılık sanayi 70 milyar dolar, sağlık-bakım-kozmetik 30 milyar dolar, cihaz ve aletler 20 milyar dolar, üretim teknikleri 45 milyar dolar olmak üzere bir trilyon 85 milyar dolarlık girişim beklenmektedir.
Nano-teknoloji bugün; ilk fikirlerin ortaya atıldığı 1950'li yıllardaki rüya, 1980 sonlarındaki "gelecekte bunlar da olabilir" boyutundan hallice ileridedir.. Nano-teknolojiye ilişkin somut adımlar önümüzdeki 10 yıl içinde hayatımıza girecektir. Çağdaş bilim dallarının her biri için yepyeni pencereler açacağı aşikardır.

Nano kapitalist düşünce açısından tıp ve silahlı kuvvetler en parlak ve gelecek vaat eden iki beklenti alanıdır… Bu doğal da sayılabilir! Bu iki alan içinde tıp, nano teknoloji bağlamında işi neredeyse-kendi boyuna bakmadan-tanrı ile boy ölçüşme rekabetine kadar tırmandırmaktadır.
Uzun yaşam ve hatta ölümsüzlük türünden "Dracula" göndermeli beklentileri bileyen nano-teknoloji, bu kulvarda sınırsız açılımlar sunmaktadır... Doğal olarak çağın en korkutucu hastalıklarına yönelik nano tehdit tıbbi çıkışın en yoğun söylemlerini barındırmaktadır. Her iki hastalık da hücre bazında çöküntü yarattığından tedavisinin nano kuvvetlerle yapılması "uygun" görülmektedir.
Hedeflenen nokta, hastalıklı bölgeye yönlendirilen atomların süratle nüfuz ederek hasta hücrelerin yerine geçmeleridir… Böylece acısız ve ağrısız tıbbın kapıları açılmış olacaktır.
Vücuda iletilen nano-cerrahlar; virüslere, bakterilere ve sinir sisteminde tahribatlara yol açan noksan asitlere meydan vermeden bağışıklık sisteminden daha etkili olacaklardır. Ancak bu atomlardan üretilen basit bir kremin bile deri üstünden insanın vücuduna nasıl hızla nüfuz edip, ciğerlerde büyük tahribatlara yol açtığı sorusu pek az bilim adamı tarafından dikkate alındı. O zaman hiç dikkate alınmayan bu zararlar bugün de ancak pek az kuruluş tarafından incelenmektedir.
Nano-teknoloji'nin insanlığı cennete götüreceğini (!) savunan araştırmacılar, uzayda, yüksek atmosferik koşullarda ya da sualtı basıncı gibi zor şartlarda da  bu teknolojinin yaşam şartlarını dayanıklı kılacağı görüşündeler. AIDS ve kanser gibi hastalıkların kaynaklarının hücre tamir ve yenileme makineleri ile yok edilmesi, doğanın atıklardan ve zehirli gazlardan uzak tutulması, haliyle yaşamın uzatılması fikrini parlatmaktadır.
Henüz "bilim-kurgu" kabul edilen bir diğer yöntem "Hayatı durdurmak ve ileri bir tarihte yeniden başlatmak"tır… Günümüzde tedavisi bulunmayan bazı hastalıklara gelecek yıllarda çözüm bulunulacağına inanılıyor. Bu görüşten yola çıkılarak hastaların yaşamları durdurulup, tedavinin bulunduğu tarihte yeniden yaşama döndürülmeleri planlanıyor. Elbette bu sonradan tedavi yöntemini umutlandıran gelişmelerin başında yine nano teknoloji geliyor. Peki bu "cinliğin" gerçekleşebilme ihtimali var mı?
İnsan hücreleri standart vücut ısısı olan 37 derecede ürüyorlar ve çalışıyorlar. Kalbin durması ile birlikte vücut ısısı düşüyor ve hücreler görevlerini yerine getiremiyor.

Hücreler ısılarını korumak için anti-freeze toksinlere ihtiyaç duyuyorlar. Beyinden gelen emirler durunca toksinler hücrelere gidemiyor. Vücut biyolojik olarak ölüyor. Bu basit formülasyondan yararlanan uzmanlar anti-freeze yollayan toksinleri hasta yaşarken alıyor ve laboratuarlarda hastaya ayrılan özel bölümde tutuyorlar.

Hasta öldükten kısa süre sonra laboratuarlara götürüp, likid nitrojen dolu tüplere yerleştiriyorlar. Bundan sonra hastanın spermleri, derisi, doku örnekleri, DNA yapısı nakledilerek hastanın vücudunda nano-cerrahlar çalıştırılması düşünülüyor. Hasarlı DNA'ların, dokuların ve hücrelerin onarımı planlanıyor. Böylece örneğin AIDS'den ölen hastanın hastalıklı, işlevsiz hücrelerinin tamir edilip yenilenmesi ve tekrar yaşama dönmesi öngörülüyor.

Nano-teknoloji'nin buradaki kritik rolü, kopyalanan hücreleri hızla yenileyebilecek ve ulaşılmadık atomik düzeylere erişebilecek olması. Yöntem kanserli organların nakilleri için de tasarlanmakta. Nano-robotların zararlı hücrelere ya da DNA'lara nüfuz ederek kendisini çoğaltmasıyla yeni organlar vücuda uyumla hale getirilecektir.

Moleküler maddelerin kemik ve kalp hastalıklarını tedavi etmeye başlaması da "an" meselesidir. Kaliforniya Üniversitesi'nde herhangi bir kazada kırılan ya da hastalıktan yüzünden hasar gören insan kemiğinin ve iskeletin korunmasını sağlayacak yeni bir yöntem geliştirmiştir. Araştırma grubunun başkanlığını yürüten Prof. Dr. Robert Haddon, yeni yöntemin şimdiye kadar kullanılan kemik iyileştirici metotlara göre çok daha sağlam ve güvenli bir yol olduğuna inanıyor.
Metrenin milyarda biri boyuta sahip olmasına rağmen inanılmaz ölçüde sağlam olduğu belirlenen karbon nano-tüpler kemiklerin yenilenmesinde yeni bir yol açacak.. Şimdiden yapay kemik uygulamalarının tarihe karışacağı anlaşılmaktadır.

Kemiklerin yenilenmesi üzerine yoğunlaşan çalışmanın ana fikri, kemiklerin in-organik kısmını oluşturan Kalsiyum kristallerini saran organik yapıdaki proteinlerin yerine nano-tüplerin kullanılmasıdır. Kırılan ya da Osteoporoz (kemik erimesi) gibi hastalıklarla hasar gören kemiklerin yenilenmesini sağlamaktır. İlgili çalışma saygın "Chemistry of Materials" bilim dergisinde yayınlandı ve ilgi gördü.
Illionis Üniversitesi'nde biyo-moleküler mühendislik doçenti Michael Strano da nano-tüplerin kullanımıyla ilgili destekleyici bir yorum getiriyor... Karbon nano tüpleri "moleküler ölçekte en sağlam insan yapımı madde" olarak niteleyen Strano'ya göre bu yöntem insan vücudunda başka minerallerin yapımında da kullanılabilecek.

Yine de herşey dört dörtlük değil... Nano-tüplerin ilgili bölgeye sıvı olarak enjekte edilmesi gerekiyor ve bunun hangi yöntemle yapılacağı ve doğru bölgeye nasıl enjekte edileceği konusunda bilim adamları henüz emin değiller. Yani mükemmel buluşların alt yapısının henüz o kadar mükemmel olmadığı görülmekte. Salt etik değerlerin "Pandora'nın Kutusunu" kilitli tutmaya yetmeyeceğini şimdiden kestirebiliriz.. Bu ancak "fiili üreticileri" tarafından yapılabilir. Bu da pek sık yaşanmış bir pratikle desteklenmiyor!
Ancak bu çalışmalar sırasında pek çok bilim adamının göz ardı ettiği önemli bir nokta daha vardır.. Zehirli yapıları olan bu atomlardan oluşan siber DNA'lar, insan vücudu için tamamen yabancı elementlerdir.. Bu yabancı ve zehirli katmanlara sahip atomların yan hatta direkt etkileri ne olacaktır?..
Merkle ve Drexler bu gelişmelerin ilk adımı sayılan "robot bir kolu" tasarladılar... Bu kolda toz zerresinden küçük 4 milyon atom bulunuyor. Bu adım doğal olarak gelecekte hücre tamirinin daha gelişmiş robotlarla gerçekleşeceğinin sinyallerini veriyor. Nano-teknolojik tıp artık sonu bilinmeyen pek çok yeniliğe gebedir. Ancak doğacak çocuğun prematüre olma riski bulunmaktadır!


Nano-teknolojiye ilişkin dünya çapında araştırma ve üretim bütçeleri milyar Eurolar'la ifade edilmektedir. Özel sektörün projeler için yaptığı yatırımlar milyonlarca Euro düzeyindedir. Yatırımcılar veçhesinden en yoğun ilgi, üretim aşamasında olan küçük mobil robotlardır ve bu robotların pek çok alanda insanın yerini alması planlanmaktadır. Yeni teknoloji yepyeni bir sektörler sistemi, bir üst kapitalist mimari yaratacaktır. Ciddi kar sağlayacağı kesindir.
Nano-teknolojik gelişmelerin insanlık ve çevre için zararları, bu teknolojinin üreticilerinin sessizliğine rağmen bugünden bakıldığında dahi fazladır.
Drexler'e göre kopyalama işlemi çok hızlı ve seri şekilde yapılabilecektir. Bu ifadeden hareketle gelecek tasavvurumuz dünyanın insan dışı varlıklar tarafından ele geçirildiği "başka bir yer" gibidir.

Nano-zerrelerin ürünler üzerinde pazarlanmasının çoktan-kontrolsüz biçimde- başlamış olması benzer senaryoları çoğaltmaktadır. Uluslararası hiçbir kuruluş ciddi anlamda bu teknolojinin insanlığa zararlarını inceleme yönünde önemli bir atılımda bulunmuş da değildir.

Atomları birleştirerek istenen her ürünü elde etmek olarak da tanımlanabilecek bu teknolojinin temeli doğanın özünde ve yaratılışında gizlidir. Bu yaratılış her bütünün parçaları olduğuna ve bu parçaların doğru şekilde yerleştirilmesine dayanır. Yaratılış ve yaratışı taklit etmek bambaşka bir şeydir. Akıl, yalnız insanoğluna verilmiş bir hediyedir ve uhdesinde yaratmayı da barındırır. Kontrolsüz olan neyin nasıl ve hangi "dengede" yaratılacağıdır. Bu "ince ayar" ise insanın aklına değil "ruhuna" bırakılmıştır. Yaratılanın ruhuna ne "üfleyeceğiniz" ise bilimle ilgili değildir! Öyle olduğu için de "şüphe" uyandırmaktadır. Ne yazık ki Nano-teknoloji, "şüphe" yi gölgede bırakacak magazinel, popüler bir söyleme kurban gitmek üzeredir.


Nano-teknolojiyle ilgili iki kritik kavram da "mikro-montaj ve kendi kendine çoğalma"dır… Mikro-montaj robotların moleküler boyutlarda üretilmesini hedeflemektedir. Günlük hayatta kullanılan aletlerin küçük birer kopyaları olacaklardır. Nano-teknoloji, benzeri görülmemiş özelliklerdeki yeni aygıtları üretmek için atomların ve moleküllerin özelliklerini kullanır. Bağımsız atom ve moleküller belli ölçülerde bir araya getirebilirlerse, bu "yeniden inşa ve makineler devri"nin başlangıcı olacaktır. Buna ilişkin somut örnekler hayata geçmiş durumdadır.

Ancak bu atomların ne derece doğru şekilde bir araya toplanabileceği, bir bütünü doğada olduğu gibi doğru şekilde nasıl "yaratabileceği" ve olası komplikasyonları bilinmemektedir.

Şimdi bu bilinmezlik göz ardı edilerek öncelikli olarak nano-teknolojinin piyasayı kuşatması hedeflenmektedir. Bu sayede peşin yapılan milyar dolarlık yatırımlar boşa gitmemiş olacaktır. Öncelikli hedefin insanların yoğun ilgi duyduğu ve en çok kullandığı aletler olması kaçınılmazdır. Daha güçlü ve daha hafif ürünler vitrinin ilk dekorları olacaktır.

Mikroskobik düzeyde insan vücudunu keşfeden "nano-robotlar" bu amaca hizmet etmektedirler. Bu nano-botlar sayesinde önemli hacimdeki bilgi çok küçük boyutlardaki mikro-çiplere kaydedilebilmektedir. Bu vektörde en popüler örnek, Amerikan Kongre Kütüphanesi'nin-ki insanoğlunun yarattığı en kapsamlı bilgi birikimlerinden olduğu bilinmektedir-tamamı bir kesme şekerin içine depolanabilecektir.

Kolorado Bilim Konferansı'nda, bir tuz zerresi üzerine monte edilebilecek bilgisayar projesi ve bunda başarılı olunduğu takdirde gelecek adımın sinek büyüklüğündeki bir robot-böcek yapımı olduğu dünya basınına açıklanmış,  buluş büyük ilgiyle karşılanmıştır. Esasen, Hamam Böcekleri üzerine yerleştirilen mikro-makinaların gayet başarıyla kullanıldığı, bunların özellikle "casusluk faaliyetlerinde" kullanılabileceği ispatlanmıştır. Hamam böceklerinin seçilmiş olması dahi manidardır. Zira yerkürede üzerine basılarak öldürülebilecek kadar zayıf görünün bu hayvanlar, bir nükleer saldırıdan sağ çıkması muhtemel tek canlılardır.

İstihbarat/casusluk ve savaş teknolojilerinde nano-teknolojinin kullanımı ciddi potansiyel taşımaktadır ve bu alana devrim niteliğinde katkılarda bulunacaktır.

Malzeme bilimindeki araştırmalarla çelikten daha sağlam, çok daha hafif ve esnek nano ölçülerde karbon borular yapılmıştır. Üretim maliyeti şimdilik yüksek olan bu karbon boruların süratle ucuzlaması ve imalat alanında devrim yaratması beklenmektedir. Öte yandan deniz suyunu temizleme amacıyla üretilen, genişlikleri metrenin milyarda biri kadar olan "mikro borular"ın üretim çalışmalarından örnekler her fırsatta tüketicilere tanıtılmaktadır.

Elektrik akımıyla çalışan bu borular deniz suyundaki sodyum ve klor atomlarını ayrıştırabilirler. Peki deniz suyundaki atomları ayrıştırabilen teknik, deniz canlılarına zarar verebilir mi? Şimdilik "evet" diyelim ve geçelim.

Piyasada nano-atomlar içeren maddelerin üzerinde "n" harf-sembolü konulmaktadır… Çoğu kimsenin dikkatini çekmeyen bu ikaz aslında günlük hayatımızın içinde tahminimizden daha fazla bulunmaktadır... İçinde nano-atomların bulunduğundan habersiz kullanmaya devam ettiğimiz bu ürünlerden yüzlercesi piyasada dolaşmaktadır.

Satılan/satılacak ürünlerin bir kısmı şunlardır; giyecek ve yatak takımlarında kullanılan leke çıkarıcılar, kozmetik (ne kadar çeşitli ve çok olduğu hemen tahmin edilebilir.) ve güneş yağları, tenis topları ve raketler, boyalar, Hemoglobin içeren kapsüller, Su kirliliğini test eden algılayıcılar, sprey şeklinde vitaminler, Nano-atomlar içeren su temizleyicileri, araba parçaları, teknolojik kâğıtlar, yapay silikon retinalar, sayısız ilaç, cep bilgisayarları ve niceleri.
Nano geleceği tasvir etmeyi sürdürelim... Nano gelecekte herkes kendi bilgisayarına "temel tüketim maddelerini" üretmesi için emir verebilecek! Evin bir köşesinde çalışan nano-robot sürüleri istediğiniz malzemeyi, etrafımızda serbestçe dolaşan atomları bir araya getirerek, işleyecek ve üretecekler.
Kaldı ki temel ihtiyaçlarınızla uğraşmak zorunda da değilsiniz. Lüks beklentilerinizi de tatmin edebilirsiniz.. Bir parça kömür ile birleşen karbon atomları mükemmel bir "elmasa" dönüşecektir. Özel olarak şekillendirilmiş atom demetleri başka atomlara kilitlenir ve evrensel dengeye meydan okuyarak farklı şekillere dönüşür. Ancak eşiniz bu yıldönümü hediyesinden çok memnun kalmayacaktır. Zira kolay ve bol üretilen elmasın değeri "beş kuruş" civarında olacaktır.
Atomların yerlerini değiştirdiğinizde her şey mümkün olacaktır. Yollar tamir edilip, asfaltlanabilir.. Bunun için biraz karbon ve silikon atomuna ihtiyacınız olacaktır. Haliyle akla gelen ilk soru nano çağda paranın ne olacağıdır. Her şey sonsuz kere tekrar ve tekrar dönüştürülebileceğine göre ekonominin başat kanunları yıkılacaktır. Arz ve talep gibi iki makro belirleyici tamamen ortadan kalkacaktır.
Üzerine yüzyıllardır kan dökülen stratejik kaynaklar anlamını yitirince nasıl bir uygarlık ortaya çıkacaktır? Tuzlu deniz suyundan dahi altın ve elmas üretmenin mümkün olduğu çağda neyin anlamı kalacaktır? Enerji sistemleri ve klasik kaynaklar sonsuz bollaşınca neyle karşı karşıya kalacağız? Sadece nano-teknolojik ışıklandırma sistemleri ile dünya enerji ihtiyacının yüzde 10 oranında azalması bekleniyor.. Bu çok parlak ve insana rüyada olduğu hissiyatı veren "refah"ın hiç mi komplikasyonu olmayacaktır?
Nano-atomlar yemek kaşığında dünden kalan bir parça artığı, mükemmel bir tavuk kanadı mönüsüne dönüştürünce markete gidip tavuk kanadı almanız ya da onu pişirmeniz gerekmeyecektir.. Sadece yemek kaşığının etrafına süreceğiniz değersiz atomlar size mükellef bir yemek ziyafeti sunacaktır. Açlık tarih olacaktır! Öyle mi?
Bu cüce materyaller, orman yangınlarından, volkanlardan, virüslerden meydana gelmiş zerrelerden, biyolojik ve hatta protein moleküllerinden doğal şekilde elde edilmektedir. Doğada dengeyi kusursuzluk ölçüsünde sağlayan bu atomların farklı birleşenlere dönüşmesi dengeyi hemen bozacaktır. Gerçek budur.

Nano-teknolojinin çok yeni bir bilim dalı olduğu doğrudur. Potansiyel zararları ve tam bilinmeyen yığınla negatif yönü olduğu da aşikar. Pek çok görüş "dünyayı yeniden yaratmayı" hedefleyen bu minik makinelerin insanlığı sona erdireceğini savunmaktadır. Evrende hiçbir şey sonsuz değildir... Bir maddeyi farklı bir şeye dönüştürürseniz, eksiltirsiniz! Eksik olan teraziyi bozar. Denge yoksa hayat da olmaz. Tek yol elimizde "fazladan maddenin" bulunmasıdır. Yani "insan yaratacaksak, kendi toprağımızı kullanmamamız" gerekmektedir. Yoktan bir şey yaratmak şu an bize ait bir teknoloji değildir!

Kendini kopyalayabilen, her an kontrolden çıkabilecek zerrelerin, milyar dolarlık yeni piyasanın beklentileri (!) tehlikeleri görmezden gelme veya göstermeme refleksini de tetikleyecektir. Genellemek kuşkusuz yanlış olsa da "iş dünyasının" iç güdülerinden biri de budur.

Nano-zerreler-çok genel olarak-üç ana nedenden dolayı tehlikelidirler… Bir, dizel makinelerde, güç fabrikalarında ve ateşli makinelerde kullanılan ultra küçük zerreler insanların akciğerlerinde büyük hasara neden olabilirler. İçlerinde metal ve hidrokarbon barındırmaktadırlar. İki, Nano-zerreler mikroskobik boyutlarda oldukları için, deriden vücuda, oradan ciğerlere ve sindirim sistemine kolayca ulaşabilirler. Bu da, hücreye zarar veren özgür radikallerin üremesine neden olabilir. Üç, İnsan vücudu temas ettiği doğal her maddeye toleranslıdır. Fakat zehir içeren hiçbir maddeye  bağışıklığı yoktur.

Nano-atomlar ile temasın tehlikesi basit bir spekülasyon değil.. Zira yapılan deneylerde çaplı bedensel zararlara rastlanılmıştır. Yine de bilinmeyen riskler daha fazladır ve dahi farklı türdeki çoğu nano-atomun insan için ne büyük tehlikeler taşıdığı eksiksiz tespit edilmiş değildir.

Nano-teknoloji biliminin merkezi olarak gösterilen İngiltere'de yayınlanan bir rapor, "Nano-teknolojinin teknolojik yararları görülmektedir fakat gelişmesi sürecinde güven vermesi açısından insanlar ve çevreye olan zararlarının en aza indirgenmesi gerekmektedir" şerhine sahiptir.
Bir sigorta şirketi nano-teknoloji ve nano-kirliliğin bilinmeyen tehlikelerinden ötürü riske karşı endüstri bazlı sigorta yapmayacağını duyurmuştur. Yine İngiltere'de nano-atomları kullanan endüstrilere verilen Sağlık ve Güvenlik raporunda, işçilerin kesinlikle nano-atomlar ile temasta bulunmamaları ve gerekli önlemlerin alınması gerektiği kayda geçirilmiştir. Neden aynıdır.. Nano-atomların pek çok türünün taşıdığı tehlikelerin henüz tespit edilmediği ve kontrol stratejilerinin geliştirilmediği.
Gözle görülebilin öldürücü atıklardan yılda üç bin kişi ölmekte iken, tozdan küçük bu zerrelerin yüz binlerce insanın ölümüne neden olma riski üzerinde durulması gerekiyor. Kaldı ki, bu teknolojiyle gen transferi, enzim değişimi ve yüzeyler üzerinde lokal değişiklikler yapabilmek mümkün olacaksa, risk, kontrol edilebilir düzeylerin de-en azından şimdilik-üzerinde olacaktır.
Endişe verici başka bir konu, nano-maddelerin çevrede hangi miktarlarda bulunduğu ve nano-maddeli ürünlerdeki artışın bilinmemesidir. Bunun tespitini yapmak zaten güçken hükümetler bu teknoloji için ayırdığı milyarlarca dolarlık bütçenin sadece yüzde biri araştırmalar için kullanılmaktadır.

Oysa bazı testler bu teknolojinin verdiği zararları bilimsel çalışmalarla ortaya koymaktadır. Duke Üniversitesi'nden Eva Oberdorster'in nano-atom zararları üzerine yaptığı bir çalışma gibi.. Oberdorster bir su tankını balıklarla doldurmuş, nano-atomların balıkların beyninde hasarlara neden olduğunu tespit etmiştir. Bu zararlar oksidatif zararlardır. Normalde beyindeki kan bariyerini hiçbir zerre aşamamaktadır. Fakat nano-atomlar sinir hücreleri aracılığı ile beyne sızabilmektedir. Bu örnekler sayısız klonlanabilir... Yine de nano-teknoloji araştırmacıları teknolojinin potansiyel tehlikelerini tespit etmekte pasif kalmaktadırlar.

Nano-teknolojinin oldukça zararlı yan ürünleri de mevcuttur... Bunlar Kadmiyum, Demir ve Selenyum türü çıktılardır. Küresel çapta birkaç araştırma nano-teknolojik ürünlerle temasta bulunan tüketicilerde sağlık sorunları olduğunu ortaya çıkarmıştır. Atomlar, temasta bulunan ya da yakınında olan insanları nefes alma yoluyla ya da dışardan deri altına girerek insan sağlığını
tehdit edebilmektedir.
Nano-zerrelerin bağışıklık sistemi üstünde de büyük zararları olduğu biliniyor. Bu nedenle nano-teknolojik ilaç kullanımında da aynı sorun söz konusudur. Uzmanlara göre sentetik nano materyallerin ilaç yolu ile vücuda alınımında vereceği fizyolojik zararların tam olarak tespiti imkânsızdır. Bu zararlar belli bir süreçte ve insanlardaki farklı bağışıklık sistem özelliklerine göre değişecektir. En kritik nokta ise zararların ne kadar büyük tehlikeler verebileceğine dair araştırmaların kısırlığıdır.

Örneğin şu an için pek çok üründe yer alan nano-tüplerin de insan bedeni tarafından emilmesi halinde oluşacak hasarların ne olduğu henüz belirlenmemiştir. Nano tüpler ile asbest liflerinin yapısal benzerlikler taşıdığı belirlenmiştir. Nano tüp lifler kalıcı ve çok dayanıklıdırlar. Bu durumda, nano
tüplerin çok uzun süre akciğerlerde varlığını sürdürmesi olasılığı çok yüksektir.

NASA ve Ulusal Havacılık Örgütü'nün ortak yürüttüğü en son araştırmaya göre bu zararlar raporlanmış ve pek çok deney sonucu, nano tüplerin bulunduğu ortamın solunmasının ciğerlere büyük hasar verdiği tespit edilmiştir. Esasında nano tüplerin "kurum" ile benzerliği dikkate alındığında, ciğerlere zarar veriyor olması pek şaşırtıcı da değildir.
Testlerden bir başkası nano materyallerin bitkilere su yoluyla geçebileceğini göstermiştir. Farklı testler, tarım alanlarında böcek zehirlerine tabi tutulan bitkilere bulaşan nano materyallerin farklılaşım süreçleri üzerine olmuştur. Böyle bir birleşmede ekinlerin doğada çok daha hızlı dönüştüğü ve zehirli hale geldiği tespit edilmiştir.
Bu noktadan sonra merak edilmesi farz haline gelen konu nano materyallerin yiyecek zincirine nüfuz etmesi halinde ne tür sonuçların ortaya çıkacağıdır. Nano materyallerin besin zincirine geçmesi halinde insan bedenine alınan bu yiyeceklerin zararlarının da incelenme gereği ortaya çıkmıştır. "Rice" bilim adamları nano materyallerin proteinler üzerindeki etkilerini incelemişlerdir. Protein, nano materyal yüzeye bağlandığında proteinin yapısının ve fonksiyonun değiştiği görülmüştür.
Bugüne değin süren araştırmaların sonuçları hiç de iç açıcı değildir. Nano materyallerin sadece hücre kültürü üzerinde yan etkileri olmadığı, ayrıca canlı hayvanlar üzerinde de ciddi zararları olabileceği ortaya çıkmıştır. 
Delil ve karinelere rağmen hükümetler de kamu sorumluluklarının bir parçası olan "şüphecilikten" itinayla uzak durmaktadır.. Bush yönetimi nano-teknoloji araştırmalarında zararlı hiçbir bulguya rastlanmadığını ifade etmektedir. Esasen halihazırdaki ABD yönetiminden farklı bir tutum beklemek şaşırtıcı olacaktır. Ancak ABD'nin bu alandaki tutumu diğer ülkeleri de aynı yolu izlemek konusunda cesaretlendirmektedir.

Dünya Çevre Koruma Örgütü ise yeni teknolojinin insan ve çevreye olan zararlarından korunma yöntemleri üzerinde çalışmaktadır.. Örgüt, çevreyi bu teknolojinin komplikasyonlarından korumak için diğer örgütlerle işbirliğine 1999 yılından itibaren girişmiş bulunmaktadır.

"Haki Hiç"lik...

Nano-teknoloji var olanı değiştirerek yeniden var etmeyi hedefler. Örneğin nano-teknolojik çevre temizleyicileri bu yöntemle çevre için iyileştirici rol oynar ama öte yandan çok ciddi yeni zararlar ortaya çıkarır... Kimya ve eczacılığın nano-teknik atıkları korkulması gereken tehditler oluşturmaktadır. 

Nano-teknik üretimi daha az materyal kullanır ve bu ürünler çevrede daha az kullanılırsa vereceği zararlar ancak bir "zerre" azalabilir. Dünya Çevre Koruma Örgütü nano-teknolojinin çevreye ne ölçüde yararı olabileceği ve çevrenin nano-teknolojik zararlı atıklardan nasıl korunabileceği üzerinde araştırmalar yapmaktadır.

Kontrolsüz üretim ve kullanım kadar tehlikeli hatta daha riskli, "kontrollü" nano-teknoloji ürünleri de mevcuttur. Her yeniliğin en azından bir yerinde bulunmayı seven ordular için nano-teknolojinin sunduğu imkanlar sınırsız olacaktır. Savunma ve saldırı aracı olarak nano-teknoloji güvenlik ve savaş kavramlarını baştan yaratabilecek kapasiteye sahiptir.

Minik robotları roket, füze, casusluk alanında kullanmayı planlayan beyinler, nano-teknolojinin tıpkı nükleer bombalar gibi ülkelerin güçlülük gösterisinde kullanılacağını hesaplanmaktadır. Gelişmekte olan nano-teknoloji pek çok ülkenin laboratuarlarında üretim aşamasında ve pek çok ülke de bu üretimi silah ve istihbarat malzemesi olarak değerlendirme fikrinde..Bu konudaki kaygı o denli büyük ki, fütüristler 3. Dünya Savaşı'nın çıkma sebebinin büyük ihtimalle nano-teknoloji olacağını öne sürmektedirler.

Mikroskopik dinleme cihazları ve gelecek için planlanan, günümüzde de ileri aşamalar kaydetmiş robot askerler de geleceği karanlığa sürükleyen etmenlerden olacak.

Drexler'in genetik ve bilgisayar sistemleri için düşündüğü nano-teknolojik devrimin bu tatsız alanlara kayması tarihe bakıldığında belki normal karşılanabilir.. Fakat iş savaş alanında da bitmiyor.. İnsan DNA'sını tamir eden nano-robotlar hasar da verebilir. Kimyasal silahlar, nano-yapılarla yeniden ele alınabilir. Klonlamalar üstün niteliklere sahip askerler ve beyinler yaratabilir. İyi mi kötü mü? Geçmişin referansları bu konuda ılımlı mesajlar taşımıyor.

Bilim-kurgu romanları bile savaş ögelerini nano-teknolojiye göre yazmaya başlamıştır... Senaryolardan birisi de Drexler'in hayal dünyasını anlattığı "Engines of Creation" adlı kitabındaki robotların halı, süpürge, bitki, meyve gibi hemen hemen her şeyi atomlarla inşa edebilmesinden ivmeleniyor.

Fikirlerinin kötü niyetle kullanılabileceğini söyleyen Drexler'in minik robotlarının gün gelip tıpkı filmlerdeki gibi orduları çoğaltıp, insan türünü yok etmeye yönelik eylemlerinin olmayacağını garanti edebilmek mümkün değil. Bu hala bilim-kurgudur. Tıpkı bir zamanlar nano-teknolojinin olduğu gibi!

Çalışmalar anlamlı sonuçlar vermeye başladığında zararlı çıkanlar yine az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler olacaktır. Dönüşüm yaratan yüksek teknoloji buluşları ilk bulana/geliştirene kendisini korumak ve hazırlamak için zaman tanır. Bu avantaj geriden koşan ülkelere karşı bir koz olarak da kullanılabilecektir. Nano gücü kullanarak enerji ve kıymetli maden türlerini sınırsız hale getirenler henüz getiremeyenlerle arayı kapatılması imkansız gözüken biçimde açacaklardır. Keza militer açıdan da.

Birleşmiş Milletler'den gelen bir ikaz raporu bilimin gelecek yirmi beş yıl içinde hiç olmadığı kadar hızlanacağına işaret etmektedir. Gelişme, nükleer savaş riskinin 1945'lerde olduğundan çok daha artacağını, böyle bir savaş sonrasında dünyanın dengesinin yüksek ölçüde bozulacağının sinyallerini vermektedir.

Tahminlere göre 2015 yılında toplam Nano-teknoloji pazarı 1 Trilyon dolara ulaşacaktır. Hal böyle olunca üniversiteler, firmalar ve yatırımcılar Nano-teknoloji patentleri almak için büyük uğraşlar vermekteler. Sadece 2003 yılında 8 binden fazla nano-teknoloji patenti alınmıştır.

IBM, Canon, Micron ve 3M firmaları en çok patent alan firmalardır. Nano-teknoloji patentleri konusundaki bu trend, daha önce ortaya çıkan Biyo-
teknoloji'nin ilk zamanlarına benzemektedir.. Bu da yakın gelecekte tam bir Nano-teknoloji patlaması yaşanacağının işareti sayılmakta.

Nano-boyutta fabrikasyon yetisi çok yakın zamanda endüstri toplumunu tamamen değiştirecektir… New York Nano-teknoloji araştırma yöneticisi Chris Phoenix'in yürüttüğü bir çalışma, nano-fabrikasyon sisteminin endüstriyel makine parçalarını moleküler düzeye indireceğini ortaya koymuştur. Özel atomların kimya ve fizik mekaniklerinin birleşimi ile bu moleküler parçalar seri üretime geçebilecektir.

Acıkmayan, yorulmayan, uyumayan, korkmayan, kuralları unutmayan, sağlık sigortası ve fazla mesai istemeyen  robotlar projesi ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon) tarafından başlatılmış durumdadır. Yetkililer bu robotların insanlardan daha iyi iş çıkaracağında da hemfikirler.

Amerika Birleşik Devletleri, "Geleceğin Savaş Sistemleri" adını verdiği, tarihin en büyük askeri gelişimi için 127 milyar dolar bütçe ayırmış durumdadır. Savunma bütçesine "sıkıştırılan" bu çalışmalar, yeni nesil askerlerin yüzde yirmisini 2010 yılında aktif hale getirecektir. Proje yetkilileri robot askerlerin düşüneceğini, göreceğini ve modelleri geliştikçe de insansı tepki gösterecekleri iddiasındalar. Kuşkusuz zekâları geliştikçe özerklikleri de artacak.

Elli yıl önce hayalini bile kuramadığımız cep telefonları şimdi nasıl hayatın vazgeçilmezleri arasında yer alıyorsa, yakın gelecekte de nano makineler hayatımızı çok daha kesin komutlarla idare etmeye başlayacaktır. Cep telefonlarının yanlış kullanımı, sosyal etkileri, kötüye kullanımları ve ekonomik performanslarından çektiklerimiz-getirdiği yenilik ve faydayı inkar etmeden-düşünüldüğünde, yepyeni bir dünya iddiasındaki nano-teknolojinin getirdikleriyle yüzleşmekte çok daha temkinli davranmamız gerekmektedir. En büyük dez-avantaj, olası sonuçları hakkındaki devasa bilgisizliğimizdir.

Mikro fizyon silahları da ürtkütücü kıyamet senaryolarının bir başka sahnesidir... Nano-teknoloji, genetik ve nükleer ilerleme, ülkeleri yeni nesil silahların üretimi yolunda tetiklemektedir.

Artık gelecek için planlanan silahlar bilim adamlarının ve askeri yetkililerin hayal güçlerinin ötesinde, hükümetin ve ticari araştırma laboratuarlarının arenasındadır. Yeni teknolojilerle silahlanma sürecinde atomlarla kontrol edilen minyatür silahların imalatına kapı açılmaya başlandığı da bilinmektedir. Nano silahlar diğer silahlara göre çok küçük olacaktır. Ama etkileri en kalıplı silahların dahi ötesindedir. Yalnız yaratacağı yıkım açısından değil, lojistik, yenileme ve sağlamlık açısından da.

Mikro fizyon nükleer silahlanma minyatür savaş başlıkları üretme yolunda büyük aşamalar kaydetmektedir. Tüm bu uğraşların ve büyük bütçeler ayrılan çalışmaların insanlık ya da çevre yararına olmadığı aşikardır.
Freeman Dyson, "Trinity'den Sonraki Günler" isimli dosyasında, bilimsel fikirlerin bizi nasıl nükleer bir uçurumun eşiğine getirdiğinin altını çiziyordu: "Nükleer silahların ışıltısını görebiliyorum, onlara bir bilim adamı olarak karşı çıkabilmeniz imkânsız. Yıldızları ışıklandıran o enerjiyi ellerinizin arasında hissedebiliyor olmanız, onu kendi emirlerinizle hareket ettirebiliyor olmanız müthiş. O mucizeyi gerçekleştirmek, gökyüzüne milyon tonlarca taş sıçratmak ve içinizde o sınırsız gücü hissetmek çok müthiş. İşte neden olduğumuz tüm bu felaketler, insanın kendi aklının neler yapabileceğini gördüğünde içine düştüğü kibrin eseri." 
Fakat güçlü tarihsel örneklere bakarsak, bilginin kontrolsüzce gelişimi sürerse kendimizi ne büyük tehlikeye atabileceğimizi de kolaylıkla görebiliriz.

Atomlardan meydana getirilen nano-teknolojik silahların gücünün ne büyük etkisi olduğu, 3,787,319 millik bir alandaki her canlıyı yok edebileceği anlaşıldığında ortaya çıkmıştır.


Teknolojik yenilikler sanki biz onu geliştirmiyoruz da canlı bir organizma gibi kendisi büyüyormuş izlenimi veriyor insanlara... Ürkütücüdür..  İkinci plana itiliyor gibiyiz. Yakın gelecekte atomlar hayatımızı şekillendirmenin ötesinde, bizi bir casus gibi izlemeye başlayacaktır. "Gibi" sözcüğü "kadar olmasa da" anlamında değil "onlardan çok daha iyi" bağlamındadır!

Konunun yapıtaşlarından olan alıcılar ve iletişim verileri içeren toz kadar  nano-cihazların gelişimi inanılmaz "boyutlardadır". Alıcılar Aspirin büyüklüğünün oldukça altına inmiş durumdadır ve zaman içinde kum tanesi ölçeğine  ulaşması hedeflenmektedir.

Ancak alıcılar insanların uzaktan izlenmesini sağlarken, öte yandan uzaktan kontrol edilmeyi de etkin hale getirebilirler. Bu teknolojiye ulaşmak için sürdürülen emek onlarca yıl öncesine uzanmaktadır.

Hayvanlar üzerinde yapılan deneylerin ardından ilk insanlı deney Vietnam askerlerine uygulanmıştır. Denek olarak seçilen ilk tutuklu askere doktorlar tarafından sistematik elektro şok uygulandı. Bir hafta içinde askerde kişilik değişiklikleri gözlemlenmeye başlandı. Psikologlar, bu kişilik bozukluklarının nedeninin askerin içinde bulunduğu ortamdan hoşnutsuzluk ve korkudan kaynaklandığını düşündüler. Amaç askerin sert ideolojik fikirlerini değiştirmek, ona uygulanan elektro şoklarla düşüncelerini kontrol etmekti.  

Denekler komünist görüşteki esir Vietnam askerlerinden seçiliyordu. Deneyin uygulandığı ilk asker altmış elektro şokun ardından öldü. Yine de durum, doktorların insanlar üzerinde deney yapmalarını engellemedi. Üç hafta sonunda askerlerin sonuncusu da öldü. Bunun üzerine doktorlar ve hükümet ajanları eşyalarını toplayıp evlerine döndüler. Eksik olan-insanlıktan uzak olmalarının dışında-psikiyatrik teknolojinin henüz gelişmemiş olmasıydı.

Bu örnek akıl kontrolü ile ilgili ilk ve sonuçsuz deneylerden biridir. CIA bu deneyin ardından çalışmalarını sürdürmeye devam etti ve bu kez çalışmalara psikiyatristlerle psikologlar da katıldı.

Bu kez 1960'larda hayvanlara uygulanan, beyne elektrot yerleştirme yönteminin denenmesine karar verildi. 1960'larda beyinlerine elektrot yerleştirilen şempanzeler radyo sinyalleri ile dışarıdan yönlendirilerek ölümüne kavga ettiriliyor, nihayetinde birbirlerini öldürüyorlardı. Vietnam bu uygulamanın insanlarda da geçerli olabileceğini kanıtlayacak çok elverişli bir ortam olarak görülmüştü.

Nörologların da katıldığı araştırma seçilen Vietnamlı askerler üzerinde gizlice başlatıldı... Her birine anestezi uygulandıktan sonra kafataslarına elektrotlar yerleştirildi.  Tutuklular anesteziden çıkınca kişilik uzmanları çalışmaya başladı. Her tutuklunun eline bıçaklar verildi, kontrol düğmelerine basıldı ve kişilik uzmanları askerleri şiddete yönlendirmeye çalıştı. Fakat hiçbir sonuç elde edilemedi. Uzmanlar tüm çabaların boşa çıktığını görünce yeniden Washington'a döndüler. Onlar Washington yolundayken tutuklu denekler yakılarak öldürüldü!

Yıllar önce benzer araştırmalarla başlayan akıl kontrolü, bugün nano-teknolojinin üstün yenilikleriyle (!) farklı bir aşamadadır. Siber akıl kontrolü   inanılmaz ama gerçek olma yolundaki bilim kurgu öykülerinden birisidir. Sibernetik akıl kontrolünün diğer alanı insanın beynini bilgisayara indirmektir! 

Nano-teknolojik akıl kontrolü ile uluslar, savaşlar için farklı savunma yöntemleri geliştirme çabasındalar. Bu yöntemlerden biri karşı tarafın savaşçılarını uzaktan beyin kontrolü ile tasfiye etmekten geçiyor. Kuşkusuz yalnız kendine değil savunduğu ülkesine zarar vermekte amaçlardan biri.
Saç telinden çok daha ince nano-kabloların bağlı olduğu bir tüpün beyne yerleştirilmesi benzer bir kıyamet senaryosunu görmemizi mümkün kılacak. Bu incecik nano tellerin üretim ve daha da incesine ulaşma çalışmaları devam etmektedir. Böylece nano-tellerin bağlı olduğu tüp kafatasına nano-beyin olarak yerleştirilecek ve ince teller de sinir hücrelerini yani psikolojisini kontrol etmek için sinyaller gönderecek.

5 Temmuz 2005 tarihinde yayınlanan yazı bu ince nano-tellerin üretimi için yeşil ışık yakıldığını haber vermektedir. Nano-kablolar vücudun her yerine yerleştirilebilecektir.

Kablolar dışarıdan bir bilgisayar tarafından kontrol edilebildiği gibi kendileri de sinyal gönderebilecek yetidedir. Bilgisayardan gelen sinyaller doğrultusunda beyin yetkilendirecek, insanı yapması ve yapmaması gereken konularda yönlendirecektir. Nano-nöro-bilgisayar beyne bir takım resimler, sesler, objeler ileterek ona programlar yükleyebilecektir.  

Gerçekte teknoloji beyindeki bu kontrolle vücuttaki hastalıkların teşhisi umut edilerek geliştirilmişti... Şimdi insani özgürlükleri tamamen yok ederek, istekler, duygular, sevinçler ve üzüntüler nano-bilgisayarlar tarafından kontrol edilecektir. Kablolu insan bir ölüm makinesine dönüşecektir. Bilim insanlarının niyetleri ne olursa olsun "işin kontrolden çıktığı bir nokta" her zaman olmuştur ve olacak gibi de gözükmektedir.

Fütüristlerin sınırsız hayal güçlerini dahi zorlayan bir perspektif; insanların hayatlarının oturdukları mahallenin polis karakolundaki merkezden bilgisayar eliyle  kontrol edilebileceğini, isteklerinin, tutkularının ve davranışlarının resmi görevliler tarafından kilitlenebileceğini bile öngörmektedir. İş, George Orwell'i ve "1984"ünü çoktan aşmıştır.

Müstakbel cüceler imparatorluğunun cebindeki "hediyelerin" her zaman sevinç uyandıracağı şüphelidir. Nano yapıların tüm kullanım imkanları "netameli" alanlara hitap etmektedir ve sermaye zihninin uzantısı olarak ilk andan "son ana" kadar öncelikle insanı muhatap almaktadır. Ne kadar çok insana ulaşırsa o kadar katmerli kaynak yaratacak olan Nano buluşlar ve çözümler aynı zamanda anti insan riskler taşımaktadır.
Bu kestirme çoğu zaman olası zararların işin başında düşünülmesini engellemekle birlikte aynı zamanlamayla bu yaraların yamanması yolunda girişimleri de beraberinde sürükleyecektir. Bu da bir ekonomik artı demektir!
Nano-teknoloji şu an için elbette tartışmalı bir alandır ve böyle olması doğaldır. Her genç bilim dalında olduğu gibi bu kulvarda da ciddi hatalar yapılacaktır ve bu hatalara baştan set çekilmesi açıkladığımız bir çok nedenden dolayı zordur.
Bir ilim dalının gençliği de eski zamanlarla kıyaslanmamalıdır.. Günümüzde tüm bilimsel buluşlar önceki zamanlara kıyasla çok daha kısa sürede gelişmektedir. Tahminler içinde bulunduğumuz yüzyılın bu vektörlerde bir rekora imza atacağı iddiasındadır. Sonuç olarak nano-teknoloji bu satırların okurlarının hayat süresi içinde yaşamlarına girecektir.

Kesin bulgular için deney yapmak bilimseldir ve tekrarlanan deneylerle sabit keşifler yaratılır. Tekrarlanan deneyler bir çok yanılgıyla yüzleşmek demektir. Esasen bilimin yolu da budur… Ateşin keşfinden beri elini yakan insanlar bilimin ilerlemesine ön ayak olmuşlardır. Ancak burada bir fark bulunmaktadır. Kavranabildiği kadarıyla nano teknolojinin getirdikleri şimdiye değin yapılan buluşların hepsinden daha kapsamlı ve güçlüdür. Anlattığımız gibi insanlığı bu ana kadar temel kabul ettiği tüm sistemleri Tsünami etkisine uğratacak hem derinlemesine hem de kapsamasına etkilere sahiptir.
Bağlı olarak ilk ateşten elini yakan insan gibi bir kişiyle sınırlı olmayacak insanoğlunun tümünün "elini yakabilecektir"… Nano bilim büyük olduğu kadar kapsamlı hatalara müsait bir ortam yaratmak konusunda emsallerinden ayrılmaktadır. Klonlama ve kök hücre gibi insanlığı ölümden uzaklaştıran uygulamaların tehlikeleri dahi "tekil" hedefler oluştururken Nano kitlesel tehdit içermektedir.
Şu gerçektir… Nano-teknoloji insanlık için sağlam ve faydalı kapılar açacaktır.. Ama bu kapıların ardında hangi hayaletin siluetinin bulunduğunu bugünden bilmemiz imkansızdır.

Belki de yüksek kapitalizmin iteklediği ahlak özürlü pozitif bilimin yüklendiği kapıları açmak konusunda daha temkinli davranmak gerekmektedir.



Bu haber 1,464 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    11,592 µs