En Sıcak Konular

Ölümsüzlüğe çare mi, kıyamet mi?

0 0 0000 00:00 tsi
Ölümsüzlüğe çare mi, kıyamet mi? Genetikçiler yaşlanmadan sorumlu geni etkisizleştirip yaşamı uzatma çalışmaları yapıyor. Aynı gen doğurganlıkta da etkin olduğundan bu çalışmaların ecele çare mi, kıyamet mi getireceği tartışmaları başladı.

Yaşlılık, daha uzun yaşama, daha genç görünme gibi konularda devamlı araştırmalar yapan, klonlama, genetiğiyle oynanmış gıdalar gibi ucubeleri ortaya çıkaran genetikçilerin  kancayı taktıkları konulardan biri de “ölümsüzlük”.

Bilim adamları işe yaşlanmanın ve ölümün sorumlusu genleri teşhis ederek başlamışlar. Gerontogen isimli, şifresi çözülen gen hücrede yaşlanmanın ve ölümün nedeni. Genetikçiler bu geni etkisiz hale getirip “yaşamı kat kat uzatmayı” planlıyorlar.

Gerontogen konusu Fransız bilim dergisi Science & Vie’nin Ağustos sayısında işlendi. Gerontogenlerin varlığı 1940’larda keşfedilmiş fakat bilimsel olarak kanıtlanması 1980 sonlarında olmuş. Çok hücreli canlılar üzerinde yapılan yeni deneylerde ise yaşam süresi 50 kat uzatılmış.

Doğal yaşam süresi iki hafta olan bir mantar türü hücrelerindeki gerontogenler etkisiz hale getirilince iki yıl yaşadı. Yine aynı yöntemle, ortalama iki yıl yaşayan farelerin ömrü de dört yıla çıktı.

Gerontogenler konusu biraz karışık çünkü ölümü hazırlayan bu genlerin diğer bir misyonu da hayatı ikame ettirmek...

Doğadaki tüm canlılar gibi insanlar da ne kadar dikkatli yaşarlarsa yaşasın, iki şeye karşı koyamıyor: yaşlanma ve ölüm! Gerontogenler hücreleri zayıflatarak serbest radikallerin saldırılarına karşı koyamamalarına ve sonuçta yaşlanmalarına neden oluyor.

Ölümü getiren sürecin mimarı olan bu genin asıl niyetiyse, ölecek organizmanın ölümden önce üremesini sağlamak ve tek tek bu canlıların değil ama türün devamını sürdürebilmek; böylece kendi kendisini de yeniden üretmek. Zira içinde bu genin de bulunduğu karmaşık süreçler sonunda ölüme karşı doğurma içgüdüsü harekete geçiyor, tersi olduğundaysa canlıların ömrü uzadıkça üreme potansiyelleri de azalıyor bilim adamlarına göre... Nitekim yapılan deneylerde de yaşam süresi uzatılan bazı hayvanların küçük kaldığı ve doğurma yeteneklerini kaybettikleri görülüyor.

Bu noktada hayatta kalabilmeyi sağlayan kalıtsal özelliklerin bir sonraki kuşağa aktarılmasını sağlayan “doğal seçilim ilkesi”nin insanı ölüme yaklaştıran genleri neden elemediği sorusu geliyor akla. Çünkü hala canlıların çoğu eceliyle değil, dış etkenler nedeniyle ölüyor. Ve bu nedenle yaşam, ömrü uzadıkça üremekten vazgeçen canlıların eline bırakılmayacak kadar kritik. İşte bu gen de bu mantığın temel taşı olarak varlığını sürdürüyor.

Alman biyolog August Weisman’ın 1890’larda geliştirdiği teori de bu tezi doğrular nitelikte. Biyolog, yaşlanma geninin doğal seçilim sistemi tarafından devre dışı bırakılmadığını, çünkü bu genin “evrim teorisi” bakımından türlerin devamı için gerekli olduğunu savunuyor. Böylece bir anlamda yaşamın devamı canlıların kendi kararlarına bırakılmamış oluyor.

Üreme bittiğinde yaşlanma başlıyor

Bu aşamada da son araştırmaların mimarı bilim adamları devreye giriyor. Fransız genetik bilimci Annie Sainsard-Chanet “yaşlılık biyolojik bir gereklilik değil” diyor, “bakterilerde yok; yaşlanma evrim sürecinde ve çok hücrelilerde görülüyor.” Bu gen etkisiz hale getirilirse yaşlanmayı durdurmanın, hatta ecele çare bulmanın mümkün olduğu iddia ediliyor.

Bu genlerin nesilden nesle aktarılmasını açıklayan iki teori daha var. Nobel ödülü sahibi İngiliz biyolog Peter Medewar 1952’de geliştirdiği teorisinde yaşlanmanın, olumsuz etkileri olan genetik değişimlerin birikmesiyle oluştuğunu ve bunların doğurganlık döneminden sonra ortaya çıktığını belirtiyor. Yani canlının üreme yeteneği sona ermeden Gerontogenler harekete geçmiyor. Dolayısıyla canlıyı öldürdükleri bilgisi de bir sonrakine aktarılmıyor. Asıl amaç türün devamı olduğu, bu genler de üremeye engel olmadıkları için nesiller boyu aktarım devam ediyor.

Beş yıl sonraysa Amerikalı biyolog George Williams, Medewar’ın teorisini daha da ileri götürerek Gerontogenlerin doğumdan itibaren yaşam boyu aktif olduklarını, üremeyi de teşvik ettiklerini ancak olumsuz etkilerinin üreme çağının bitiminden itibaren kendini gösterdiğini belirtiyor. Yani hem doğum, hem de ölümde kullanılıyorlar. Ortadan kaldırıldıklarındaysa, yaşlanmayla birlikte doğum da engellenmiş oluyor. Yani böyle bir durumda bir canlının daha uzun yaşaması için etkisiz hale getirilen genlere karşılık, nesilden nesle geçerek o türün milyonlarca yıl boyunca verdiği var olma mücadelesini de ortadan kaldırma riskini göze almak gerekiyor. Kaba bir örnek vermek gerekirse, söz konusu geni etkisizleştirme kararını verecek olan insanlığın savaşlar, kazalar gibi dış etkenlerle ölmemek için de çare bulması gerekiyor! Yoksa insanoğlu kendi kıyametini hazırlamış olacak...

Gelişmelerin farklı bir boyutu da var. Yaşam süresinin uzatılmasının beyin fonksiyonları üzerindeki etkisi. Nörolog Prof. Dr. Nezih Oktar şöyle açıklıyor: “Uzun yaşamın beyni nasıl etkileyeceğini bilmiyoruz. Yaşamınızın son on yılını belki bunamayla geçireceksiniz. Fiziksel yaşam sürecek ama beyinsel fonksiyonlar geride kalacak. Bu tür çalışmaların yapılması elbette çok önemli. Ancak, beyinsel faaliyetlere yönelik araştırmaların da göz ardı edilmemesi gerekli. Çünkü beyin yaşlanmadan en fazla etkilenen organlardan biri. Diğer organlardan çok daha farklı bir işleyişe sahip. Üzerinde çalışılan canlıların hiçbiri insan beyninin özelliklerine sahip değil. Kitap yazan bir solucan ya da sanatçı bir maymun yok. Dolayısıyla, beyin de uzun yaşama hazırlıklı olmalı.

Kaynak: Aktüel


Sonsuz yaşam aslında ölüm

Tıbbi genetik uzmanı Doç. Dr. Ender Altıok, doğanın mantığının türü korumak üzerine yapılandığını belirtiyor.

Ölüm neden var?

Hastalık da, yaşlanma da, ölüm de bireyi ortadan kaldırmak ve türü korumak içindir. Zaten bireylerin hücreleri de kendi kendini öldürmeye programlanmıştır. Gerek hücreler hasar gördüğünde, gerek yaşlandığında kendi kendini öldürme programı devreye girer. İnsan vücudunda milyonlarca hücre var. Sadece bağışıklık sistemini oluşturan hücreler yaklaşık birkaç trilyon ve bunun yüzde biri her gün yenileniyor. Yani 50 milyardan fazla hücre her gün yenilenirken, diğer taraftan bu hücrelerin yüzde 95’i iki gün içinde türü korumak için yok oluyor. Aksi takdirde, sonsuza kadar üreme yeteneği olan canlılardan oluşan bir tür zamanla ortadan kalkar. Dolayısıyla yaşlanmayla üreme arasındaki bağlantının nasıl çalıştığını tam olarak bilemesek de bu iki programın birbiriyle koordinasyon içinde çalıştığı bilimsel bir gerçek.

Peki bu denge bozulursa? Henüz hayvan deneylerinde olsa da yaşlılığa neden olan genleri etkisiz hale getirmek artık mümkün. Yaşlılığın yapay olarak durdurulması canlılar için kıyamet mi olacak?
Bu yapay durdurma, doğanın mantığıyla, en azından dünya üzerindeki canlıların var olmasıyla ilgili kurallarla bağdaşmıyor. Ama bunun tam olarak gerçekleşme ihtimali yok gibi. Kanserli hücreler bu durum için iyi bir örnek. Bu hücreler sonsuza dek ölmeden çoğalma yeteneğine sahip ve aynı zamanda yaşlanma yeteneğini de kaybetmiş haldeler. Ama sürekli çoğalma sonucunda bireyin ölümüne, dolayısıyla kendi ölümlerine neden oluyorlar. Diğer taraftan çeşitli mantarlarda ömür uzatma çalışmaları oldu ama bunların hiçbiri sonsuza erişemedi. Üstelik o fare ve mantarların yaşam “kaliteleri” kabul edilebilir çizgide tutulamadı. Sonsuza kadar çoğalan canlılardan oluşan bir topluluk aslında kendi türünü yok eder.

Kimi bilim adamları yaşlılığın biyolojik bir gereklilik olmadığını iddia ediyor. Bu iddiayı destekleyen tez olarak da bakterilerde yaşlanmanın olmaması gösteriliyor.

Bakterilerde yaşlanmanın olmaması, yukarıda sözünü ettiğimiz mantığa aykırı değil ki! Bakterilerin yaşamları sadece birkaç gün ve bu birkaç gün içinde yüz milyarlarca ürüyorlar ama sonunda dış etkenler nedeniyle bir o kadar da bakteri ölüyor. Yaşlılık yok ama çevresel nedenlerle de olsa ölüm var ve tür devam ediyor.

Türün devamı için bireylerin ölmesi teorisi sadece yaşlılık için mi geçerli?
Bir diğer örnek de programlanmış hücre ölümü. Diğer ismi Apobtoz. Bu, ilk çağ Yunanistan’ında sonbaharda ağaç yapraklarının düşmesine verilen isim. Ağaçlar yaşar ama yaprakları sürekli değişir. İnsan hücreleri de böyledir. Yaşlılık dışında, kimi enfeksiyonel durumlarda da aslında canlı enfeksiyon sebebiyle ölmez. Vücut, türün devamı için kendi kendini yok etmeye başlar. Özellikle yanık ve ciddi bağışıklık sistemi rahatsızlıklarında büyük bakteri enfeksiyonları olduğunda, beden bakterilerle savaşmak için sitokin dediğimiz maddeler salgılar. Ama bir süre sonra o sitokinler, artık bakterileri ortadan kaldırmaktan ziyade, bedeni ortadan kaldırmaya yönelirler. Çünkü bakteri artışı artık türü tehdit etmeye başlamıştır.



Bu haber 1,383 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    2,926 µs