En Sıcak Konular

Mahalle baskısına ters açı: Ekrem Berber iyibilgi.com için yazdı!

27 Eylül 2007 14:19 tsi
Mahalle baskısına ters açı: Ekrem Berber iyibilgi.com için yazdı! Türkiye’nin gündemini iki konu iyiden iyiye meşgul ediyor. Birisi Malezya, diğeri mahalle baskısı… Malezya üzerine de mahelle baskısı üzerine de çok şey yazıldı, ancak “mahalle baskısı” ters köşeye hiç böyle yatmadı…

iyibilgi.com güncel gelişmelere uzman görüşlerle ışık tutmaya devam ediyor. Bu kez iyibilgi "mahalle baskısına" eğiliyor. Ancak farklı bir noktadan... Meleklerin Bilmediği Sır adlı romanıyla adından söz ettiren yazar Ekrem Berber, “mahalle baskısı”nı iyibilgi.com için kaleme aldı. İşte Türkiye'nin gündemini oluşturan o konu ile ilgili "ters köşe"den ilginç yazı...

ROBİNSON, MAHALLE BASKISINA HASRET GİTTİ!

                                               Âhır zamanın akıllı namussuzları, kendilerini,
                                                               önce gelenlerden üstün görürler..
                                                                                                                 MEVLANA

Max Weber derinliğinde olmasa da, soyolojik bağlamda bir kaç kitap okumuş bir insanın, “mahalle baskısı” denen şeyin, kültürün ruhu olduğunu, insanın sosyalleşme sürecinin en temel faktörlerinden biri olduğunu bilir. Eğer böyle olmasaydı, ne Fransız, Fransız olabilir, ne de bir Alman, Alman kalabilirdi. Bir toplumun, kendini oluşturacak kişilik desenlerinin ahengini oluşturabilmesinin bir başka yolu  da yoktur.

Ne var ki, modernizm adına, toplumsal ruhunun mahalleyi, mahalle ruhunun aileyi, aile ruhunun çocuğu şekillendirdiği zincir kırıldı. Önce minik bir mahalle olan “büyük aile” dağıtıldı. Sonra birey için can sıkıcı bir kafes olduğu söylenen çekirdek aile parçalandı; eşler ayrı evlerde oturup, birlikte yaşamaya başladılar! Tuğlaları özgür kılmak adına nice duvarlar, modernizmin boldezerleri tarafından yerle bir edildi. Balıkların “akıllı namussuzları,” suyun, daha hızlı yüzmeyi engellediğini söyleyip, sazanları suyun dışına atlattılar. Sonra?! Sonra bu aptal sazanlara damla damla su sattılar; damla damla diziler, maçlar, tatiller, aşklar!..

Akıllı olalım! “Baskının” olmadığı mahallelerde gençler; “orda kimse yok mu?” çığlıklarıyla dolaşıyorlar! Zavallı Robinson “mahalle baskısına” hasret gitmedi mi? Kapitalizm, “sessiz yığınların gölgesinde” Robinsonlar üretiyor: Her flimde, her maçta, her tatilde, “kayıp mahalleyi” arayan Robinsonlar!

En kısa yoldan, en fazla kâra kitlenen kapitalist iştah, bütün sosyal ve kutsal bağlardan, dallardan, kabuklardan arındırılmış bir birey, bir lokma arzuladığı için, bu meşum tezgâh işliyor. Hedef: Canı sıkılan; kuralsız, amaçsız, günü birlik yaşayan insan.

“Can sıkıntısı,” kapitalist organizenin büyücü başı medya tarafından özellikle körükleniyor. Çünkü, kapitalizmin en büyük müşterisi bu “can sıkıntısı” dır. Kapitalizm, yeni modellerini, yeni filmlerini, yeni müziklerini, yeni maçlarını, hep bu “can sıkıntısına” satar! Kapitalizmin sinsi maneviyat düşmanlığının sebebi de, “can sıkıntısının” gerçek ilacının maneviyatta olduğunu bilmesidir! Kapitalizmin razı olduğu bir maneviyat türü, ve de, kapitalizme razı bir maneviyat, yuvarlanıp kapağını bulmuş bir tenceredir. İçinde fakir fukaranın etinin pişirildiği simsiyah bir tencere!  
 
Var olan her şey nesnel evrende bir boşluğu doldururken, insan, sadece insan bir boşluk yaratır! İşte, can sıkıntısının kaynağı bu boşluktur, ve, bu “boşluğu” beyaz eşya ile doldurabileceğini iddia eden sistemin adıdır kapitalizm! Kapitalizmi ayakta tutan şey, egoyu oyalayabilme becerisidir: İş, spor, müzik, alkol, film, moda ile dört bir yandan kuşattığı bu “şımarık” çocuğu oyalar durur kapitalizm. Bunun içindir ki, “egoyu” çözmeden kapitalizmi çözemeyiz. Bunun içindir ki, kapitalizmin tül perdeleri, komunizmin demir perdelerinden bin kat daha kalındır.

“Olmaktan,” “sahip olmaya” kaçışı, “özgürlük” olarak pazarlayan modern Batıya en çetin itirazlar, yine Batı’nın kendi içinden gelmiştir. Nietzsche’den Baudrillard’a kadar birçok “varlık mühendisi,” Batı’da pazarlanan özgürlüğün, özellikle üretim ve tüketimi besleyen, nesne düzeyli bir özgürlük, bir yanılsama olduğunu söylemektedirler.

“Bugün ve yarın için değil, gelecek bin yıllar için haklı olmak istiyorum.” diyen Nietzsche, çağını ve çağdaşlarını muhatap bile kabul etmiyordu. Baudrillard ise, hem çağından hem de gelecek “bin yıllardan” ümidini kesmiş görünüyor;  “Yapılacak tek şey kalıyor: Yok olup gitmek” diyordu.  Zaten fâni olan insanın, bir de “simülasyonun” içinde, yani kendi ürettiği fotokopi bir dünya içinde kayboluşunu hazmedemeyen Baudrillard, “fenâ” mertebesindeki bir sufi gibi söyleniyor; “Ölmek bir şey değil, yok olmasını bilmek gerek.” Baudrillard, bir türlü anlamlandıramasa da, “varlıktaki” yokluğu görüyor, ve, aklın asla kuşatamayacağı bu mesafelerin şaşkınlığını yaşıyordu...

İnsanın canı sıkılır, çünkü; insanın özsel varlığı, ancak kaynağıyla bir bağ kurduğunda tamamlanır, sıkıntıdan arınıp, var oluş neşesine kavuşur. Kur’an’da şöyle bir ayet var: “Allah’ı unutanlar gibi olmayın! Allah, kendisini unutanlara öz’lerini unutturur!” İnsanın kalbini hedef alan diğer bir ayette ise şöyle denir: “Kalpler ancak Allah’ı anmakla, hatırlamakla, tatmin olur, yatışır.” İşte, kalbin derinliklerine dek inen can sıkıntısının kökü: Allah’ı unutmak! Bu derinlikten hareketle şöyle bile diyebiliriz: İnanmak, sıradan bir tasdik değildir; kalbî bir bağı, aşk, minnet ve hasret yüklü bir bağı, var oluşumuzun bütün anlarına anlam verecek bir şekilde yaşamaktır. Budur özü olan inanç, ruhun aradığı inanç. Ve, modernizmin totemi olan “bireyciliği” ve “bürokrasiyi” çökertecek psikolojik yasa ise şudur: İnsan, bir başkası için, bir ideal için yaşadığında, gerçekten yaşamaya başlıyor! İnsanlık, “öteki” ile aynı can denizinde yaşadığını fark etmekle başlıyor. Toplum, eşyayı değil, “var oluşu” paylaşmakla başlıyor. Dünya malı, herkes paylaştığında, herkese yetiyor; herkes topladığında ise hiç kimseye yetmiyor! Hayat, bencilliği oranında maddileşip, vahşileşiyor. Senciliği oranında insanileşip, manevileşiyor. Şu son dönem toplumca yaşadığımız sıkıntıların ana sebeplerden biri de şu yaklaşım değil midir: “Bütün sevinçleri ben yaşayayım, benim ailem yaşasın, benim şirketim yaşasın!” Ya ötekiler? Akıllı zenginlik, sağlıklı zenginlik, bir eliyle yoksulların elinden tutan zenginliktir. Yoksulların elini bırakan zenginlik, dengesini, vicdanını, gözlerini kaybeder ve er geç kendisinin de içine yuvarlanacağı sosyal uçurumu göremez!

Dertlerin, sevinçlerin ortak olduğu cennet gibi mahallelerimizi, komşularımızı, abilerimizi, bacılarımızı kaybettiğimiz için, “cennet mahallesinden-cinnet mahallesine” dek uzayıp giden  sonu gelmez sanal mahallelere, dizilere hapis olduk!

Yıllar önce bir dostum televizyonunu beşinci kattan aşağı attığında, çıldırdığını düşünüp, kendisine neden böyle yaptığını sorduk. “Ya o, ya ben!” diye cevap vermişti. Bu arkadaşa Nobel ödülü verildi. Bu çılgın toplup geçip gittiğinde gelecek olan sağlıklı toplumdan ödülünü alacak!



Bu haber 961 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler

    3,889 µs