En Sıcak Konular

Kadın şahsiyeti bu kadar itibarsız mı?

27 Eylül 2007 14:11 tsi
Kadın şahsiyeti bu kadar itibarsız mı? Anayasa üzerinden başlatılan ve her geçen gün genişletilen üniversitelerde türban polemiği, şişirilmeye devam ediyor. Le Monde gazetesi eski Türkiye temsilcisi Nicole Pope türban tartışmalarının öznesinin, tartışmadan nasıl öte'lendiğini yazdı!

Nicole Pope/ Zaman

Sürmekte olan tartışmalarda çarpıcı olan şey, kanaat serdedenlerin çoğunluğunu erkeklerin oluşturmasıdır. Başları örtülü olsun olmasın, kadınların konu hakkında ne hissettikleri büyük oranda tartışmanın dışında bırakılıyor. Türk üniversitelerindeki başörtüsü yasağının sürmesi pek çok genç kızın hayatını karartmaya devam ediyor. Bu nedenle şu anda tartışılan meselenin çözümü için sağlıklı bir gelişmenin önünün açılması gerekir.  

Üniversitelerdeki başörtüsü etrafında şekillenen polemik, Anayasa'yı yenileme ve bireysel hakları genişletme teşebbüsünü gölgeleyecek bir tehdide dönüşüyor. Elbette ki ülke, dinin halkın tamamının hayatını yönetir hale geleceği korkusuna ilk defa kapılmıyor. 1994'te Recep Tayyip Erdoğan ilk defa İstanbul'un belediye başkanlığına seçildiğinde şehirde yaşayanların çoğu kısa zamanda alkollü içkilerin yasaklanacağına ve kadınların başlarını örtmeye zorlanacaklarına inanmışlardı. Bunların hiçbiri gerçekleşmedi. Aslında Türkiye, bu zaman zarfında demokratikleşme istikametinde önemli adımlar attı. Fakat AKP'nin son seçim zaferi ve kayda değer bir muhalefetin olmayışı nedeniyle daha da artan endişeler hâlâ devam ediyor. Sürmekte olan tartışmalarda çarpıcı olan, kanaat serdedenlerin çoğunluğunu erkeklerin oluşturmasıdır. Başları örtülü olsun olmasın, kadınların konu hakkında ne hissettikleri büyük oranda tartışmanın dışında bırakılıyor. Siyasi yelpazenin her iki ucunda da siyaset onlar üzerinden yapıldığı halde, kadınlar ortada kalmış durumdalar. Bireylerin nasıl giyinecekleri ve yaşayacakları konusunda tercih hakkı bulunduğuna inanan Türklerin çoğunluğu da aynı durumdadır.

Şayet Türkiye'deki yaşamı bir şekilde tecrübe etmediyseniz ve tartışmayı sadece siyasetçiler ile bürokratlar tarafından hararetli argümanların dile getirildiği medya organları vasıtasıyla takip ediyorsanız, bu durumda Türkiye'de yaygın büyük bir sosyal huzursuzluk bulunduğunu düşünmekte mazursunuz demektir. Aslında tartışmanın önemli bir kısmının başını örten ve örtmeyen kadınların barış içinde bir arada görüldükleri sokaklara pek de etkisi olmuyor. Ali Çarkoğlu ve Binnaz Toprak tarafından TESEV adına 1999 ve 2006'da gerçekleştirilen anketin sonuçlarına göre Türklerin % 70'i üniversitelerdeki başörtüsü yasağının kaldırılması gerektiğine inanıyor. Anketler aynı şekilde, laik Türkler arasındaki yaygın algının aksine, başını örten kadınların sayısının artmaktan ziyade azaldığını gösteriyor.

Türban meselesi bireysel bir mesele olarak kalmalıdır. Problem, laik kurumların başörtüsünü siyasî bir sembol ve dinî bir hareket olarak algılamasından kaynaklanmaktadır. Öğrencilerin başörtülerini geleneksel şekilde çenelerinin altında bağlamak yerine türban giyme eğiliminde olması, onların siyasî bağlantılarının bir delili olarak görülmektedir. Bir başka yorum ise genç kadınların anneleri gibi giyinmek istemedikleri, türbanın yeni şehirli nesil tarafından kendi inançlarını ifade etmenin daha modern bir şekli olarak tercih edildiği şeklinde yapılabilir. Üniversitelerdeki başörtüsü yasağının sürmesi pek çok genç kızın hayatını karartmaya devam ediyor. Bu nedenle şu anda tartışılan meselenin, sağlıklı bir gelişmenin önünü açması gerekir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından 2004'te verilen hüküm, bazı laiklerin iddia ettiği gibi hukukî alandaki tartışmaya bir son vermemiştir. Öğreniminin beşinci yılında başörtüsü sebebiyle okulundan ayrılmaya zorlanan bir tıp öğrencisi olan Leyla Şahin tarafından yapılan şikayet başvurusunun aleyhinde karar veren mahkeme, sadece devletlerin demokrasiyi ve kadın haklarını korumak için bazı durumlarda müdahale hakkı bulunduğunu ve Türk yetkililerinin uygun kıstaslar geliştirme konusunda mahkemeden daha iyi bir konumda olduğunu tespit etmiş oldu.

Bununla birlikte mahkeme, Avrupa ülkelerinde benzer yasakların bulunmadığını da tasdik etti. Fransa'da bile, 2004'te kabul edilen ve dinî sembol ve kıyafetlerin giyilmesini yasaklayan tartışmalı kanun, çocukların ebeveynlerinin baskısı ile karşı karşıya kalabilecekleri düşüncesiyle sadece ilk ve orta dereceli okul öğrencilerine uygulanmaktadır. Halbuki üniversite öğrencileri kendileri için karar verebilecek yetişkinlerdir.

Başını örten kızların çoğunluğunun bunu kendi istekleri dışında yapıyor olmaları gerçeği, mahalle baskısı konusundaki endişelerin tamamıyla yersiz olduğu anlamına gelmez. Türkiye, ataerkil bir toplum olma özelliğini sürdürüyor ve kadınların hâlâ sosyal kurallara uymaları bekleniyor. Fakat buna bile, bizzat kamusal yaşama katılmak isteyen Türk kadınları tarafından artan bir şekilde karşı çıkılıyor. Yirmi yıl önce muhafazakar çevrelerde kızların yükseköğrenim görmeleri hoş görülmezken kızların öğrenim hakkı artık geniş çaplı olarak kabul görmüş durumda. Öğrenciler gerçekten de türban giyme baskısına maruz kalıyor olsalar bile, mantıksal olarak onlara bir iş bulma fırsatı verecek ve bağımsızlık kazanmalarını sağlayacak olan eğitimden mahrum bırakılmalarına karşı gelmek gerekir.

Leyla Şahin davasında, AİHM hâkimlerinden biri olan Belçikalı Françoise Tulkens, meslektaşlarına muhalefet etmişti. Muhalefet şerhinde Leyla Şahin'in laikliğe karşı çıktığını veya onun başörtüsünün diğer öğrencileri rahatsız ettiğini gösteren bir delil bulunmadığına işaret etti. Hâkim Tulkens aynı şekilde yasağın kadınların hak ve özgürlüklerini koruma iddiası ile de çeliştiğini belirtti. "Dinler ve kültürler arasında hoşgörü temelli bir diyalog da haddizatında bir eğitimdir, dolayısıyla genç kadınlar başörtüsü bahane edilerek bu eğitimden mahrum bırakılmamalıdır." diyen Tulkens ayrıca şunu da kaydetti: "Kadınlar için özgürlük ve eşitliğin savunulması onların kendi geleceklerine karar verme şanslarından mahrum bırakılmaları anlamına gelmemelidir. Yasaklar ve dışlamalar aynen bu kıstasların mücadele etmeyi hedeflediği fundamentalizm gibi yankı yapmaktadır." Laikliğin korunması ve bireysel hakların teşviki birbiriyle bağdaşmayan şeyler değildir. Her ikisi de aslında demokrasinin temel unsurlarıdır. Demokratik ülkelerin çoğu için olduğu gibi Türkiye için de asıl mesele doğru dengeyi bulmaktır.



Bu haber 356 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    2,998 µs