En Sıcak Konular

Türkiye'de ''mahalle baskısı'' var mı?

23 Eylül 2007 17:38 tsi
Türkiye'de ''mahalle baskısı'' var mı? Prof. Şerif Mardin ortaya attığı ''mahalle baskısı'' kavramını, siyaset sosyolojisinin saygın ismi Prof. Nur Vergin, Zaman Gazetesi yazarı Ali Bulaç ve Posta Gazetesi yazarı Mehmet Barlas tartıştı:

* “Mahalle baskısı” kullanışlı bir kavram mıdır? Yoksa Prof. Şerif Mardin durup dururken başımıza iş mi açtı?

Barlas: Hayır iş açmadı, çünkü mahalle diye bir tabir var, mahalle baskısı da tabii ki var. Ama her mahallenin baskısı var. Mahalle baskısı, sadece kadınların örtünmelerine ya da insanların daha geleneksel tarzda yaşamalarına dönük baskılar yaratmıyor. Örneğin kadınları başlarından ziyade selülitlerine yönlendiren bir mahalle de var; mesela Bodrum’un Türkbükü, İstanbul’un Nişantaşı mahallesi gibi.


Bu da ilk defa olan bir şey değil, İstanbul’un ya da Türkiye’nin mahalleleri edebiyatta hep var. Ahmet Rasim’in kitapları hep bu mahalleler üstüne. Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın “Kuyruklu Yıldız Altında İzdivaç” kitabında o mahallenin neler konuştuğunu görürsünüz. Abdullah Cevdet daha 1904’te “Zeyrek’te bir kadın başını açtığı için hırpalanmış. Böyle mahalle olur mu?” diye soruyor.

‘Derin mahalleler’ de var
Türkiye’de birden fazla mahalle var. Ankara’daki bazı mahalleler derin devlete yakın oldukları için çevreye anti-demokratik baskılar üretiyorlar. “28 Şubat bin yıl sürecektir”, “bu halka güvenilmez”, “halkı serbest bırakırsan ya davulcuya varır ya zurnacıya” türü söylemler de var. Yanlız bir gerçek var: Türkiye denen bu mahallede farklı düşünenler, farklı etnik gruplar, farklı fikir sahipleri tarih boyunca birbirleriyle yaşamayı pek becerememişler. 1950 yılında İstanbul’da iki Rum, bir Ermeni milletvekili vardı. Ne oldu bunlara? Niye yoklar? Mahalle baskısı sadece başörtüsiyle ilgili değil ki! Diyelim ki Ermeni kökenli bir Türk vatandaşı cumhurbaşkanı olsa acaba o mahalleler, yani Ümraniye ya da Sultanbeyli’dekiler onu kabul edecekler mi? Acaba Hrant Dink cinayetini haklı bulanlar hangi mahalleden geliyor?

Nasreddin Hoca cenazenin yanında gidiyormuş. Tabutun kapağı aralanmış ve öldü denilen kişi başını kaldırıp “Hoca, ben ölmedim, baygınlık geçirdim. Ama bunlar beni öldü sandılar, diri diri yıkadılar, diri diri duamı ettiler şimdi de diri diri gömecekler. Durdur şu cemaati” demiş. Nasreddin Hoca şöyle bir etrafa bakmış ve “Ben bu kadar kalabalık cemaate laf anlatamam, sana Allah rahmet eylesin” demiş. Bunun için bu mahallelerin hepsine kulak verip “hadi demokrasiye Allah rahmet eylesin” demek mümkün mü?

21’inci yüzyılda marifet ulusları, toplumları ayıran değil birleştiren öğeleri ön plana çıkartmaktır. Nice insan var, oruç tutuyor ama başı açık bikiniyle denize giriyor. Nice insan var, başı kapalı ama en demokrat fikirleri, kadınlarla ilgili en feminist fikirleri serbestçe, özgürce savunabiliyor. Her mahallenin bir niteliği vardır. Marifet bu mahallelerin asgari müştereklerini bulmakta.

Bulaç: Şerif Hoca’nın kavramının bu şekilde kullanılmasını doğru bulmuyorum. Sosyoloji açısından da çok açıklayıcı değil çünkü Türkiye’de bugün siyasal ve toplumsal alanda vuku bulmuş olayları bir mahalle çerçevesinde izah etmek son derece güç. Mesela AKP ulusal bir hareket ve küresel yönelimleri çok kuvvetli. İkincisi, Şerif Hoca’nın bu “mahalle” ve “kovuk” tabirleri çok aşağılayıcı. Bir Batılı antropolog gibi bakıyor. Sözlükte “kovuk” için, içi boş yer, küçük mağara, vahşi, barbar, ilkel insanların yaşadığı delik deniyor. Yani bu söylemde Anadolu insanlarının kent merkezlerine doğru gelmelerini ifade eden imalar var. Bu yanlış çünkü bir defa Türkiye’de, herkesin bildiği gibi bir göç var. 1950, 1970 ve 1990’larda üç büyük göç dalgası yaşandı. İnsanlar Afrika’da olduğu gibi, ilkel kabileler değildi veya kırsal kesimlerden büyük kentlere gelmedi. Küçük yerleşim birimlerinden, kasabalardan geldiler ama buralar büyük medeniyet merkezleriydi. Binlerce yıl birkaç medeniyetin kesiştiği bir yerden büyük kentlere geldik. Bu şehir ve medeniyet kültürünü de beraberimizde getirdik. Anadolu’nun her tarafında çok sayıda medeniyet var. Binlerce yıla dayalı bir medeniyet kültürümüz var.

Sol’da da “baskı” mevcut
“Mahalle baskısı” kavramı da bu açıdan yanlış. Sol mahallelerin de baskıları var. 2002 seçimlerinde Deniz Baykal ile dört saat görüşmüştük. Kendisi “biz acaba başörtüsü sorununu çözebilir miyiz? Nasıl çözeriz?” diye soruyordu. Ancak sol mahallenin baskısı o kadar çok ağır geldi ki Deniz Baykal sonunda vazgeçti.

Mahallenin demokratik ve hukuki talepleri olabilir pekala. Buna “mahalle baskısı” demek doğru olmaz. Örneğin 50 kişi namaz kılıyor iki kişi namaz kılmıyor. Aralarında yaşanabilecek sorunlara adliye ve yargı bakar. Bu tarafın yaptığı baskı, öbür tarafın dayattığı normal olur. “Sayısal çoğunluk” ve “ahlaki azınlık” kavramlarını Şerif Hoca hangi ahlaki kavrama ve vicdana sığdırarak söylüyor? Çok yadırgadım Ayşe Armanla ile yaptığı röportajı...

* Bunları daha da açacağız. Prof. Vergin’e sormak istiyorum. “Mahalle baskısı” siyaset sosyolojisinde çok kullanılan bir kavram mı?

Vergin: Siyaset sosyolojisinde değil. Ancak sosyolojide kullanıldı. Şerif Mardin daha önceki bir yazısında mahalle baskısını belirleyici olduğunu belirtmişti. Ali Bulaç da İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölümü mezunudur ama demin bir sosyologtan daha çok siyasetçi gibi konuştuğu kanaatindeyim. Şerif Mardin’i savunmak bana düşmez ama o, mahalle baskısı kavramını mecazi olarak kullanmıştır. Sosyolojik olarak örneğin Ümraniye’de, Karabük’te olduğu gibi Bebek’te de mahalle baskısı oluşturulmaktadır.
“Mahalle baskısı” ille polis gücüyle bir baskıyı anlatmaz. Yani insanlar bulundukları sosyal ortamda herkes gibi olmak ihtiyacını hisseder. Aslında bu iyi bir şeydir, uyumdur. Örneğin ben gayri Hristiyan biri olarak, kiliseye ziyaret amacıyla girdiğimde ayağıma şort giymem. Katolikler, Protestanlar nasıl davranıyorsa öyle davranırım. İşte böyle mahalle baskısı vardır, kabul ediyorum. Bir mahallede inanç sisteminden kaynaklanan bazı öğeler hissediliyorsa bu baskı da yoğun olarak hissedilebilir.

Fatih Çarşamba örneği

Bulaç: Türkiye’de var mı böyle yerler?

Vergin: Ben bazı mahallelere gittim Ali Bulaç, İstanbul’da, hatta Türkiye’de olmadığımı düşündüm. Az önce sözünü ettiğin binlerce yıllık medeniyetleri taşımakla hiç ilgisi olmayan manzaralara tanık oldum.

Bulaç: Ama Fatih Çarşamba’da başı açık kadın ve mini etekli dolaşanlar var. Fatih Camii’nin 50 metre ilerisinde, hadi adresini vereyim, Fevzi Paşa Caddesi Şehit Kubilay Sokağı’nda meyhane var. İnsanlar orda içiyor ve diğerleri de rahatsız olmuyor.

Vergin: Zaman zaman ben de oralardan geçiyorum. Fatih’te ana caddede aşağı yukarıya üç-beş başı açık kadın gördüm. Geriye kalanların hepsi mantolu ve örtülü, hatta çarşaflı. Tek başına alışverişye giden kadın yok. Hepsi ikişer ikişer gidiyor. Hatta sordum. Hayır tercihen böyle çıkıyorlar.
Aslında bu mahalle baskısını ille olumsuz tanımlamamak gerekir. Örneğin bazı mahallerde balkonlarda çamaşır asılır, bazı mahallerdeyse bu tamamen yasaktır.

* Prof. Mardin’le yaptığım ilk röportajda, AKP’yi ayırarak bir mahalle baskısından bahsetmişti. Türkiye’de AKP’yi de aşan, muhafazakâr, eski deyimle yobaz, softa birtakım yaklaşımlar var mı, yoksa bu tamamen hayal mahsulü mü?

Bulaç: Tamamen hayal ürünü. Türkiye’yi sürekli geziyorum. İstanbul’da da mahkemelere gidiyor davaları izliyorum, halk otobüslerine biniyorum ve böyle bir şey gözlemlemiyorum: İnsanların bazı demokratik talepleri var. Ancak merkezde olanlar bunu bir mahalle baskısı olarak görebiliyor. Mesela başörtüsü bir sorun. Bunun çözülmesini istiyorlar. Ancak küçük bir marjinal çevre bunu baskı olarak görüyor. Meşhur bir örnek var onu tartışalım: Trabzon’a giderken otobüs şoförü namaz vaktinde durmak istemiş. Ancak fıkıhtan anlayan insanlar böyle bir şeye gerek olmadığını söylüyor. İslam’da yolculuk sırasında, örneğin atın üstündeysen atın yönü senin kıblendir. Burada da otobüsün yönü kıblendir, koltuğa başını koy secde et, ibadet etmiş olursun.

* Mahalle baskısından esas kastedilen, birilerinin diğerlerini, mesela sırf namaz kılmak veya oruç tutmak istemedikleri için taciz etme ihtimali.

Bulaç: Bu olabilir ama bu da Türkiye’nin siyasi kültürünün doğasından kaynaklanıyor. Yalnızca muhafazakarlığa, İslami kesime özgün bir durum değil. Türkiye’deki siyasi kültür, doğası itibariyle totaliterdir. Ortadoğu’daki ülkeler otoriter rejimle yönetilir, ancak siyasi kültür çoğulcudur ve demokrasiye en yakın noktada bulunur. Bir tek Türkiye ve İran’da durum değişiktir.

Vergin: Türkiye kabile toplumu olduğu için mi?

Bulaç: Hayır hiç alakası yok, hiç kimse kabile toplumu değildir.

Vergin: Bir nedeni olmalı...

Bulaç: Var. Diyelim ki Türkiye ve İran’ın sömürge olmamaları ve modern devletin yönetim algılamasını kendi ülkelerine bir anda kolayca tercüme edebilmeleri bunları totaliter kıldı. Bunlar geçmişte totaliter değildi geleneksel biçimlerinden modern zamanlara adım attıkları zamandan itibaren totaliter oldular. Fakat sömürge olan toplumlarda bir kopuş meydana geldi. Çünkü sömürge valisi Allah’ın yeryüzündeki gölgesi, sultan değildi. Bunlar, kendilerine itaat edilmesi gereken kişiler olmadığından bir kopuş meydana geldi. Sonuçta eski sömürge ülkelerin insanları şu anda daha demokratik düşünüyor ama rejimleri otoriter.


Bunları tartışmamızın sebebi bir kesimin yenilgiyi kabul etmeyip yeni cephe açmak istemesidir

MEHMET BARLAS

* Mehmet Bey, hükümetten bağımsız bir baskı ihtimali var mı? Bu baskı potansiyeli AKP’nin yüzde 47 oy almasıyla daha saldırgan bir görünüme kavuşabilir mi?
Barlas: Bugün bunları konuşmamızın sebebi AKP’nin ikinci defa, üstelik daha büyük çoğunlukla iktidar olmasıdır. Seçimden önce bir kamplaşma oldu. Bir taraf kesin yenildi. Abdullah Gül de cumhurbaşkanı olunca AKP devlete tamamen sahip oldu. Şimdi AKP’yi destekleyenlerden bazılarının gerçekten karşı tarafı sinir eden söylemlerde bulunduğuna ben de tanık oluyorum. Gül’ün yeniden aday olup olmamasında bu kamplaşma yaşandı. Mesela Hürriyet Gazetesi adeta kampanya açtı olmasın diye, ama o da oldu. Neticede bütün bunlar bir hezimet. Arkasından bir de Gül’ün seçildiği günün akşamı kazanan kesimden dört gazeteci Çankaya’ya çıktı. Ertuğrul Özkök’ün yazılarına baktığınız zaman “Nasıl olur da onlar Çankaya’ya çıkar da bizimkiler çıkamaz” şikayetini görürsünüz.
Yani seçim sonucunu yanlış tahmin etmiş, Gül’ün cumhurbaşkanı olacağını görememiş ve bu konuda da kampanya yapmış ve tam tersi olmuş. Cumhuriyet mitinglerine bakıp halkın oyunu da yanlış hesap etmiş. Şimdiyse yeni bir cephe açmak istiyorlar. Dolayısıyla “mahalle baskısı”, “Anayasa eliyle şeriatın getirilmesi” gibi tartışmaları güncel siyasetten soyutlayamayız. Bülent Ecevit 1974’te Başbakan olduğunda da “Sen sosyal demokratsın, ama ya senden sonra komünistler gelirse? Rusya’da Menşevikler’in yerlerini Bolşevikler’e kaptırması gibi olursa” diye uyarmışlardı. Bugün de Özkök, Menşevik Kerenski’yi hatırlatıp mahalle baskısı üzerinden bir darbeyle şeriatın getirilebileceği uyarısında bulunuyor.
Bir Ramazan gecesi, sahura yakın, bir arkadaşımla İstanbul’da Vefa Bozacısı’ndaydık. Bir sarhoşu dövüyorlardı, biz kurtardık. Hatırlarım, yine Ramazan vakti, 1954-55 yıllarında bir yolculuk sırasında Konya’da mola vermiştik. Altı kişilik bir gruptuk ve oturup yemeklerimizi yemeye başladık. Köylüler de etrafımızı çevirdi. Türkçe konuştuğumuzu görünce de çok şaşırdılar ve hatta biri “galiba bunlar Türk Yahudisi” dedi.
Bu gerçeklerimiz var ama bu gerçekler sadece laik olanlara karşı laik olmayanların tepkisi değil. Mesela laiklik de yanlış anlaşılmış. Bana Konya’dan yazan bir okurum mesela “ben laik değilim ama karımın çalışmasına izin veriyorum” diye yazmıştı.

vatan



Bu haber 437 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    3,177 µs