Hükümetin başına çorap örecekler… | " /> iyibilgi özel" /> Hükümetin başına çorap örecekler… | "/> iyibilgi özel"/>

En Sıcak Konular

Hükümetin başına çorap örecekler…

21 Eylül 2007 13:34 tsi
Hükümetin başına çorap örecekler… Umur Talu, rejim tartışmalarını ve İran’a saldırıyı iyibilgi’ye anlattı…iyibilgi özel

Son tartışmalara baktınız mı? Türkiye açıkça kamplaşıyor. Bu kez anayasa üzerinden çıkan tartışma eski gergin, kasvetli siyasi atmosferi tekrar solumamıza neden oluyor. Ancak anlaşılan bu gerilim aktörleri ve sonuçları açısından bir öncekinden daha farklı. Daha üst perdeden bir gerilim bu…

İyibilgi.com’a konuşan gazeteci Umur Talu’ya göre özellikle türban tartışması çok farklı bir boyuta kayacak. İran’a saldırı ile bağdaştırıyor Talu bu gidişatı. Türkiye’de 1 Mart tezkeresi sırasında oluşan savaş karşıtı cephenin bu tartışmalarla parçalandığını, Türkiye’nin korunmasız ve zayıf hale getirildiğini söylüyor. Amerika’da İran’a saldırıdan yana olanların, İran’a saldırıda tereddüt edecek hükümetin başına bir yığın çorap öreceğini söylüyor… Bu çorap örme işinde de Türkiye’deki iç gerilim ve çelişkilerin kullanılacağını ileri sürüyor. Türkiye bir savaş devleti olabilir diyor Umur Talu ve ekliyor: Türkiye’nin bir savaş devleti olması demek -istediğiniz kadar özgürlükçü anayasa yapın- Türkiye’de demokrasinin kendi kendisini yaralaması demek. O yaralama başladıktan sonra yaraya tuz basacak olanlar, kaşıyacak olanlar, yarayı daha çok derinleştirecek olanlar hepsi burada sahne alacaklar.

Sabah’taki köşesinde yayınladığı yazılarıyla sık sık ses getiren, usta gazeteci Umur Talu ile Türkiye’yi, AK Parti’yi, türban ve anayasa tartışmalarını, Ortadoğu’yu, “Türkiye Malezya olur mu”yu, basını, basın özgürlüğünü, Talu’nun astsubaylarla kurduğu ilginç diyaloğu konuştuk. Uzun ve dolu dolu bir röportaj oldu. İlk bölümünü yayınlıyoruz…

Yahya Bostan (iyibilgi.com İstanbul Haber Editörü): Son dönemde yaşanan anayasa tartışmasını takip ediyorsunuzdur. Sizin düşlediğiniz anayasa nasıl bir anayasa?

Umur Talu: Çok fazla düşlemedim aslında. Türkiye’de anayasa rüyası görmek sadece bir rüya olur. (Gülüyor) Bugünkü anayasa tartışmalarına baktığımda bir yanda kutsallaştırılan bir darbe anayasası, diğer yanda ise benim demokrasi kültürü açısından olgun görmediğim AKP’nin biraz da dış yardım alarak hazırlamaya çalıştığı bir anayasa var. Tabi Ergun Özbudun’un genel kökenine baktığınızda onun hazırlamakta olduğu bir anayasanın şeriat getireceğini söylemek biraz komik olur. Ama anayasanın özgürlük getireceği bana kolay gelmiyor.

YB: Siz bunun sivil bir anayasa olacağını düşünmüyorsunuz o zaman. Belki de şöyle sormalıyız: Sivil anayasa nedir? Belki ona bakmak lazım.

UT: Mevzu şu herhalde… Askerin yaptırdığı anayasa askeri ama ondan sonra, darbe dönemi dışında yapılanlar sivil… Kabaca Türkiye’de bu ayrım tabi mümkün. Çünkü bu ayrıma bile ihtiyacımız oldu. Ama sivillikten kasıt vatandaşlıksa eğer… Bakın buradaki iki durum var: Bir anayasanın ruhuna ilişkin bir sivillik söz konusudur. İki, sürece, yani yapılış, tartışma-katılım şekline göre. Şimdi herkes katılım süreci üzerinde duruyor. Tabi bunun da kimsenin tam tarifini verdiği yok. Ne olacak? İşte meclis var, sivil toplum örgütleri, barolar bir şey diyecek. Her ne kadar Başbakan seksen anayasasına sahip çıkan rektörlere kızıyorsa da üniversiteler de bir şey diyecek. Ama üniversitelerin bugüne kadar demediğini de demesi lazım. Samimi ve içten olması lazım. Özgürlük yuvasıysa üniversiteler özgürlükçü bir bakış açısı olması lazım.

Ama bunun bir de ruhuna ilişkin boyutu var. Diyoruz ki yasakların bir kısmını kaldırın. Özgürlük sadece yasak meselesi değil ki. Özgürlük hak meselesi aynı zamanda. Ben size konuşma yasağını kaldırıyorum. Ama bir şey söylediğinizde işinizden kovuyorum. Bu düşünce suçu değil. Baktığınızda düşünce açısından özgürsünüz ancak ben size ekonomik bir ceza veriyorum, hayatınızla ilgili bir ceza. Medyada da vardır bu iş dünyasında da, orduda da vardır üniversitede de. AK Parti’de de vardır, CHP’de de. Dolayısıyla insanlar haklarının peşinde ama hakların değil. Özgürlüklerinin peşinde ama özgürlüklerin değil.

YB: Önümüzdeki taslağı sivil anayasa taslağı olarak değerlendirmiyorsunuz o zaman. AK Parti’nin de belli bir demokratik olgunluktan yoksun olduğunu söylüyorsunuz.

UT: Olabilir. Ama hazırlayanlar bunu mümkün olduğunca demokratik kurallara uygun olarak yapabilir. Batıya bakar, şuraya bakar, kendi geçmişteki sorunlara bakar… Ama mesela var olan anayasanın en çok ihlal edilen yeri neresidir diye sorarsanız kimileri laiklik diyecektir. Kimileri eğitim hakkı falan… Başka şeyler de var halbuki. İnsanların barınma hakkı mesela. Fırsat eşitliği açısından okuma hakkı. Zümre egemenlikleri… Bunlar siyasilerin, iş dünyasının yahut ordunun sağladığı bir takım imtiyazlar… Laikliğin tehdit altında olduğundan korkuluyor ama benim en büyük korkum anayasada yazılı olan sosyal ruhun bile zedelenme ihtimali. Çünkü Amerikan türü bir özgürlükçülüğün bizi götüreceği yer de piyasa ekonomisine de doğru gitmek.

YB: O zaman tüm bunlar dururken başörtüsünü tartışmak çok mu anlamsız?

UT: Bu anayasa meselesinden çok ruhuna ilişkin bir mesele. Biz sizinle ikimiz aynı kafadayız, ama ben kadın olduğum için giremiyorum, oysa siz giriyorsunuz. Bir de böyle kesim içi bir adaletsizlik var türban meselesinde. Türbanlı öğrencilerin girdiği dönemde hocalık da yaptım. Bilgi’de de İstanbul Üniversitesinde de… Bunu bir problem olarak hiç görmedim. Problem şöyle oldu. Kapıyı kapattığınızda kapıda yüz kişi biriktiğinde zannediyorsunuz ki binlerce insan kapıya dayanıyor. Sınıflara dağıldığında zaten kimse kimseye çoğunluk sağlayacak durumda değil. Kaldı ki bugüne kadar çeşitli sağdan ya da soldan bir takım siyasi grupların pekala üniversiteye girdikleri halde başkalarına hayat hakkı tanımadığı bir memlekette yaşıyoruz.  Bırakın öğrencileri, üniversite insanlara hayat hakkı tanımadı farklı düşüncelerinden dolayı. Boratavlardan başlayıp 1402’liklere gelin… Bunlar türbanla girmedi ki, okula fikirleriyle girdi. İstanbul üniversitesinden yığınla atılan öğrenciler… Bular da türbanlı oldukları için atılmadılar. Eylem yaptılar protesto ettiler. Bu yüzden atıldılar…
 
YB: Öyle ama haklı ya da haksız yaşam tarzlarının tehdit altında olduğuna inanan bir kesim var Türkiye'de. Siz onlar gibi bir tehdit görmüyor musunuz?

UT: Tehdit mümkündür, şöyle mümkündür. Baktığınızda bu ülkede Kahramanmaraş var Çorum var Sivas var. Bu ülkede tabi ki din, milliyet, etnisite, mezhep yüzünden bir başkasının bir başkasına baskı, şiddet, linç, dışlama uygulaması deneyimlerimizde var. Geçmişten beri. Dolayısıyla hep bu mümkündür. Ama şu da utanç vericidir: Yarın benim yaşam tarzım tehdit edilecek diye ben bugünden bir başkasınınkini kısıtlıyorum. Bunun özgürlükle bağdaşır bir tarafı yok.

YB: First Lady gezilerde askerlerle köşe kapmaca oynuyor.

UT: Komik tabi orda olan şeyler.

YB: Peki gerilim daha da tırmandırılır mı sizce?

UT: Bu tartışma tırmanacak bir tartışma. Ama bu tartışma korkarım ki yarın başka bir bağlama da oturacak. Oturacağı bağlam da tamamen alakasız gibi gözüken İran meselesi. Yani Türkiye’de saflar öyle bir noktaya gelecek ki Amerika’daki saflaşmaya paralel olacak. Amerika’da İran’a saldırıdan yana olanlar burada İran’a saldırıda tereddüt eden, bakın karşı çıkan demiyorum, tereddüt eden hükümetin başına bir yığın çorap örecekler. Bu çorap örme işinde de tabi ki Türkiye’deki iç gerilim ve çelişkiler kullanılacak. Ordunun da belki kendi içinde görüş ayrılıkları olacak. Neyin hakim olacağını, neyin baskın çıkacağını, hangisinin Amerikan-İsrail çizgisinde –artık Fransız da diyebiliriz- olacağını, AB sürecinin nasıl havuç-sopa gibi Türkiye’yi İran’a ittireceğini, bütün bunlar -iç dinamiklerle dış dinamikler- birbiriyle örtüşecek. Geçmişte de oldu bunlar. Yani 12 Eylül öncesi soğuk savaş dönemi Türkiye’deki iç çatışmaların hepsi Sovyet-Amerikan çelişkileri düzlemine oturdu. Bugün de oturacak. Üstelik bugün daha da sıcak İran var, Irak var, Suriye var.

YB: O zaman şöyle diyebilir miyiz, yani İran’a saldırmak isteyen “neo-conlar” öyle bir psikolojik savaş ya da toplumsal mühendislik yürütüyor ki İran’a saldırmak için Türkiye’deki çatışma alanları derinleştiriliyor.

UT: Türkiye’nin bir savaş devleti olması demek -savaş menzilinde, yahut savaş cephesinde, yahut savaşın aktörü, yahut havasahası, şusu busu dahil bir yol geçen hanı olması demek- istediğiniz kadar özgürlükçü anayasa yapın Türkiye’de demokrasinin kendi kendisini yaralaması demek. O yaralama başladıktan sonra yaraya tuz basacak olanlar kaşıyacak olanlar yarayı daha çok derinleştirecek olanlar hepsi burada sahne alacaklar.

YB: Türkiye’de demokrasiden rahatsız olanlarla Amerika’da İran’ı vurmak isteyenlerin çıkarları örtüşecek o zaman.

UT: AKP’nin içinde de iki cephe çıkabilir, orduda da farklı eğilimler çıkabilir. Amerika nasıl bir bütünlük değilse, AB nasıl bir bütün değilse, bunların içinde de farklı cepheler ortaya çıkar… Ama AKP kendi iç tarihi açısından İran’a saldırıya çok kolay evet diyecek durumda değil. CHP’nin ya da MHP’nin mecliste konumu da kolay değil. Dolayısıyla tezkere dönemi türü bir meclis tablosu çıkabilir.

YB: Askerdeki eğilim ne sizce?

UT: Askerdeki eğilim baktığınızda bağımsızlıkçıdır ama fiilen Amerikan ve İsrail paralelinde olduğunu düşünüyorum.  Ama mesela Abdullah Gül’ün de çok Amerikan aleyhtarı bir çizgide olduğunu düşünmüyorum. AKP’nin içindeki bir takım muhalif dinamikler olabilir. Ama baktığınızda AKP de ordu da Amerikan podyumunda… Bir tanesi neoconların yanına düştü -getirdikleri konferansçılara bakın-, bir tanesi de Amerikan yönetiminin Rice türü kanadına… Ama İran’a saldırı konusunda Rice’ın bir muhalefeti yok ki. İşte AKP bu noktalarda çok zorlanacak ve savaş menziline girdiğinde Türkiye zaten tartıştığımız anayasalar çok hikaye kalacak. Bir savaş ülkesi olacak.

YB: Demokratlarla Cumhuriyetçilerin savaşa yaklaşımında bir fark yok mu?

UT: Demokratlar bu savaşın hiçbirine karşı değil. Demokratların İsrail lobisinden uzak olduğu yok. Tam tersine İsrail lobisinin yakın müttefiki demokratlardır. Cumhuriyetçiler çok gönüllü oldukları için İsrail neoconları ile yakınlaştılar.

YB: Bir adım geri gidersek… Silahlı Kuvvetleri o şekilde konumladınız ama Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt da Harp Akademilerinde yaptığı konuşmada Amerika’ya dönük ciddi eleştirilerde bulundu.

UT: Daha çok PKK’dan yola çıkarak o eleştirileri getirdiler. Bir yönden baktığınızda haklısınız. Kardeşim de olsanız bir sorun olduğunda sitem edebilirim. Fiilen bir kardeşizdir ama anlatabildim mi, bir başkasına karşı kardeşizdir. Kardeş demiyorum ben ama müttefikler, yani aynı kültür.

YB: Bu kültürü nasıl tanımlıyorsunuz, o kültürü adlandırabilir misiniz?

UT: O kültür bugünkü konjonktür açısından İslam’a şüpheyle bakar. Onun dışında küresel tahakküm Amerika’nınsa bölgesel yahut ülke içi tahakküm açısından da başka silahlı güçlerin ya da kuvvetlilerin tahakkümünü meşru karşılayan bir kültürdür. Bir de şu var tabi. Diğer tarafı da reddetmemek lazım. Sonuçta İran devrimi de İran’a özgürlük getirmiş değil. Şah ile İslam devriminin bugünkü vardığı yer arasında bir seçim yapmak zorunda değilim ben. Ama tabi bize şu söyleniyor. Senin söylediğin hikaye deniyor. Bir tarafta yaşanmış olan Şah var diğer tarafta da yaşanmakta olan mollalar var. Ama hayat hep var olanlar arasında seçim yapmak değil. Türkiye’nin seçimi de bu olmamalı diye düşünüyorum.

YB: Son tartışmalardan bir tanesi de Malezya. Soru şu: Türkiye Malezya olacak mı? Bu soruyu soran bir kişi tam olarak ne soruyor?

UT: Malezya’nın enteresanlığı şu galiba… Bizim İslamcılar, yani AKP, daha modere oldu daha liberal oldu ya şimdi, Malezya’daki sisteme daha uyuyor. Bir yanda gündelik hayatta baskı, ama bir yandan da liberal bir piyasa ekonomisi…

YB: O zaman Erbakan İran’ı karşılıyordu, şimdi de Erdoğan da Malezya’yı…

UT: Erbakan niye İran’ı karşılasın tabi o da çok saçma bir şeydi. İran’ın Şii klerjisi farklı, o sistem farklı, Türkiye’de Sünnilik farklı. Yani Malezya şuradan geliyor gibi: Piyasa ekonomisiyle işleyip, gündelik hayatta baskı kuran ve yavaş yavaş ilerleyen… Bu neden daha gerçekçi gibi geldi insanlara.

YB: Ama yeteri kadar bilmiyoruz galiba Malezya’yı. Türkiye Malezya olacak mı diye soranların zihninde bile nasıl bir Malezya fikri olduğu soru işareti. Gazeteler bile muhabirlerini bugünlerde yolluyorlar Malezya’ya.

UT: Malezya ne halde diye (Gülüyor). Tabi Malezya’nın başka bir özelliği daha var. Dünya küresel ekonomisine “posta koyduğu” ilk anda piyasanın boğduğu bir memleket. Irak’ın başına gelenleri de biraz öyle anlayabilirsiniz. Saddam diktatör olmasından ziyade küresel piyasaya posta koyup petrolüyle ve petrol gelirleriyle onun dışına çıkma eğilimi gösterdiğinde ceza yedi. İran’ın bence en büyük problemi de bu. Suudi Arabistan ile İran arasında taassub açısından bir fark var mı? İran’ı daha kötü yapan ne var o zaviyeden bakıyorsanız? Uluslar arası terörizm bakımından bakıyorsanız eğer, Ladin İranlı değil. Sünni el-Kaide tabanının hiçbiri İranlı değil. İran’ın devrimi vardır, Irak’taki etkisi vardır ama batılı bir gözle baktığınızda İran ile Suudi Arabistan arasında fark olarak Arabistan’ı makul yapan ne var? S. Arabistan küresel sistemin içinde. Bu var… Suudi Arabistan sizi yarın petrol ihracatını euro ile yapmakla tehdit etmiyor. Malezya’nın başına gelen Malezya’nın dinci olmasından değil Malezya’nın o sırada ulusal bir şey deneme çabasından kaynaklandı. İran’la Irak’ın tarihlerine bakın… Musaddık, Saddamlardan daha mı despottu da devrildi. Olay orda ki küresel ekonomiyi tehdit etmesinden kaynaklandı. Hikayenin önemli bir kısmı bu. Öte yandan bütün neoconlar da “gidelim petrolü ele geçirelim” diye de düşünmüyorlar. Onların kafasında ideolojik şeyler de var.

YB: Teolojik planları da var mı neoconların?

UT: Teolojik de var ideolojik de var… İsrail ile ilgili özel stratejik şeyler de var. Tabi inanç olarak da nasıl bazı Müslümanların kafasında hakikaten cihad fikri önemliyse bunların kafasında da belki evanjelist bir cihad var. Bazıları realist tabi, İran’ın etrafını çevirmek, petrol gibi düşünceleri var. Ama bazıları daha ütopik bakabiliyor.

YB: Tekrar Türkiye’ye dönersek… Malezya’dan dünya küresel piyasa ekonomisine “posta koyan” ülke olarak söz ettiniz. Ama AK Parti’ye baktığımız zaman küresel sermaye ile dirsek teması güçlü olan bir parti. O halde şu anda Türkiye’deki tartışmanın yarınına baktığımız zaman biz Malezya’ya benzer bir son beklemiyoruz, öyle mi?

UT: Türkiye’de o kadar çok şey tersine dönmüş durumdaki. AK Parti ile AK Parti’den ürkenler arasında batıya yönelme anlamında… Konumlasanıza, konumlayamıyorsunuz. Bütün bunların bir hile olduğunu düşünün… Ama sonuçta hile bile olsa oyun yine o hileye göre oynanıyor. Her şey takiyye olsun. AKP takiyyeciyse modernleşmecilerin, Kemalistlerin muasır medeniyet mirasçısı olduğunu söyleyenlerinki ne o zaman? O da yalan o zaman… Yön orasıysa niye buraya dönüyorsunuz? AKP bence çok hızlı sekülerleşen bir üst kadroya sahip. Bu sekülerleşmenin içinde Kıptileşme de var. Maddileşme var. Zenginliği, serveti, piyasayı, kazancı sevme var. Tamam merhamet ve yardımseverlik varsa da bir sosyal devlet değil bu. Bir bireyin hayırseverliği… Bunu sevap olarak düşünüyor bir hak olarak değil. Ama bunun yanında da işin “helal” kısmı çok genişledi. Kazanç, servet yapma biriktirme, çıkarcılığı meşrulaştırdılar.

YB: Hanefiliği biraz geniş tuttular yani… (gülüşmeler)

UT: Evet… Dolayısıyla AKP’nin mürteciliğinden korkanlar AKP’nin nereye mülteci olarak geçtiğini bilmeliler. Tamamen piyasa sistemine mülteci oldu AKP.

YB: O zaman “tehdit” olmaktan çıkmıştır AK Parti, öyle mi?

UT: Zaten bakın şu anda neyi seslendiriyorlar, “siz sorun değilsiniz” diyorlar. “Sizin yasakları yahut cumhuriyeti koruma mekanizmalarını kaldırmanız sonucu aşağıdan başkaları darbe yapar” diyorlar. Yani şunu demeye getiriyorlar: Ben senden korkmuyorum, ama türbanı üniversiteye sokarsan Hizbullah gelişir.

YB: Seni de yıkacak bir şey gelişir diyor…

UT:  Evet…

YB: Siz bu tespite katılıyor musunuz?

UT: Tarihe baktığınızda bunların hepsi mümkün. Ama şu da mümkün mesela Nazizmi biz çok radikal biliriz değil mi, ama Nazizim önce kendi radikallerini yok etmiştir. “Uzun Bıçaklar” gecesi en Nazi olanların katledilmesi ve büyük burjuva ile ittifak kurulmasıdır. Dolayısıyla bugün piyasaya karşı çakanlar, manevi dünyası daha ağır basanların mı AKP’yi tasfiye edecek? Yoksa işinde, gücünde, kazancında olan, bir yandan manevi şartları yerine getirirken diğer yandan kutsal şeyleri de el üstünde tutan, kesim mi diğerini… Bu tartışılır. Nedir şimdi, AKP’nin daha radikali Saadet değil mi? Şimdi Saadet oy alamıyor bir türlü. Nerde peki bunlar, AKP’nin içine mi gizlendiler? Bakın çok somut bir şey söyleyeyim. Deprem olacak deniyor değil mi, kaç kişi öleceği belli değil. Ne yapıldı şimdiye kadar? Hiçbir şey. Yani korku yüzünden yapılacak şeyleri yapmayan bir ülkenin daha soyut korkular yüzünden yapılmayacakları yapması paradoks değil mi? Daha reel korkuları var bu ülkenin… 

www.iyibilgi.com/ ÖZEL



Bu haber 14,151 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    5,760 µs