En Sıcak Konular

Baskıcı rejimin "korku silahı"

18 Eylül 2007 22:00 tsi
Baskıcı rejimin "Türkiye'de ne yazık ki çağdaş, sivil, demokratik bir anayasaya karşı bir karşıtlar cephesi oluşmuş durumda. Bu cephe her türlü vasıtayı kullanmak suretiyle çağdaş özgürlükçü Türkiye'yi medeni dünyanın tam bir unsuru haline getirecek olan anayasaya kar

Kazım Berzeg-Zaman

Dünyada demokratik düzen yanlılarının yanında demokratik düzene karşı olan düşünceler her dönemde olduğu gibi günümüzde de taraftar buluyor. Anti-demokratik düşünce biçimleri mesela Mark Spitzs'in bir kitabının adı ve konusudur.

Spitzs, burada 20. yüzyılda da varlığını sürdüren anti-demokratik düşünce biçimlerini inceler. Bir insanın demokratik düşünceden yana olmak suretiyle çoğunluğa katılması tabiidir; buna karşı düşünce sahibi olması da olağan karşılanmalıdır. Nitekim dünyanın her yerinde çok ünlü hukukçular da faşist ya da komünist olabilmişlerdir. Mesela Hitler'in yandaşı olduğu için 2. Dünya Savaşı sonrasındaki başta Nürnberg olmak üzere savaş suçluları mahkemelerinde yargılanan ve mahkum edilen dünyaca tanınmış hukukçuların adlarına da rastlamak mümkündür. Türk hukukçuları arasında da özgürlükçü demokrasiden yana olanların yanında Batılı özgürlükçü demokrasiye karşı olduğu, mesela Marksist düzenden yana olduğu bilinen isimler olmuştur. Ünlü anayasa hukuku hocalarından bazıları genel olarak Türk halkına güvensizlik, bu sebeple de Batılı özgürlükçü demokrasiye karşıtlık sergileyebilmişlerdir. Yapılacak anayasanın felsefesini ve doktrinini belirleme durumunda olan, kuşkusuz halkın çoğunluğunu temsil eden siyasetçi kadrosudur. Siyasetçi kadro şayet Türkiye'de özgürlükçü demokratik bir anayasa yapma kararında ise anayasanın teknik yönünü düzenleyecek anayasa hukuku uzmanlarını da Batılı, özgürlükçü demokrasiden yana olan Türk halkının demokratik olgunluğuna güvenen uzmanlar, anayasa hukuku profesörleri arasından seçmelidir.

Halkı tanımayan, Bumin'in kendisi...

Başörtüsüne karşı çıkışı ile gündeme oturan Sayın M. Bumin'i, yalnız Anayasa Mahkemesi hakimi olarak sürdürdüğü içtihat itibarıyla değil, bunun yanında yıllar öncesinden basına yansıyan kendine özgü müdahaleleri ile de mesela 2000'den önce Anayasa Mahkemesi'nin parti kapatma yönünde anayasa değişikliğine karşı Parlamento'ya ültimatom verebilen ve bunu basına açıklayan bir düşüncenin sahibi olarak hatırlamak mümkün. Sayın Bumin, bu defa da açıkça üniversitede türbanın yasaklanmasının sürdürülmesi beyanıyla Türkiye halkının henüz demokrasiye ehil ve layık olmadığı yönündeki kanaatini ortaya koymaktadır. Bana göre Türkiye halkı, dünyada demokrasiye en ziyade ehil ve layık olan halklarla eşit düzeyde demokrasiye, Batılı özgürlükçü demokrasiye ehil ve layıktır. Türkiye'nin demokratik gelişim tarihi de demokrasi karşıtları tarafından gereği gibi anlaşılamamaktadır. Osmanlı tarihi sürekli Anadolu halkının bugün bürokratik oligarşi denilen kapıkulu sınıfına karşı özgürlük ve hak talebi tarihidir de. Bunu II. Beyazıd'a karşı Sultan Cem muhalefetinden Celali isyanlarına ve daha sonrasına götürebiliriz. Batılı manada ilk demokratik yönetim şekli de 1830'larda mahalle ve köylerin halk tarafından seçilen muhtarlarca yönetimine ilişkin düzenleme ile başlamıştır. Türkiye halkı 1830'lardan, 170 yıl öncesinden itibaren yönetenleri kendi oyuyla belirleme tecrübesini yaşamaya başlamıştır. 1864'ten itibaren de bugün il özel idareleri dediğimiz yerel yönetim ünitelerinin, 1869'dan itibaren de bugünkü şekli ile belediyelerin yönetimi, halkın oyuyla belirlenmeye başlanmıştır. Bu suretle 1830'lu yıllardan 1869'a uzanan süreçte halkımız muhtarlık, il özel idareleri ve belediyeler düzeyinde demokratik seçim ve yönetim tecrübesini edinen halklar arasına katılmıştır.

Demokrasi karşıtları yine devrede

Bunu 1876'da Belçika'dan aktardığı genel olarak kabul edilen Kanuni Esasi uyarınca yapılan Meclisi Mebusan izlemiştir. Bu suretle padişah gücünün, dolayısıyla icra gücünün halk oyuyla sınırlandırıldığı tecrübenin yaşanmasına başlanmıştır. Bu tarihler Batı'yla da kıyaslandığında oldukça erken sayılabilecek tarihlerdir. 1908'de başlayan II. Meşrutiyet ise bütün unsurlarıyla çok partili demokratik monarşi dönemidir. Herkes II. Meşrutiyet'te Ahrar, İttihat ve Terakki, Hürriyet ve İtilaf ve diğer pek çok partiden bahseder. Yapılan seçimlerin hikâyeleri anlatılır. Ama her nedense hiç kimse bu düzenin bugünkü İngiltere'de, İsveç'te, Hollanda'da, Danimarka'da olduğu gibi anayasal çok partili demokratik düzen olduğunu telaffuz etmez. Bu, çok garip bir durumdur. Türkiye, 1925'te Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nın kapatılması ile 1945'e kadar süren tek partili rejimi yaşamıştır. 1945'te çok partili düzene ikinci kez tekrar geçilmiştir. Her nedense Türkiye'de demokrasiden bahsedenler 1830'larda başlayan yönetimin halk tarafından belirlenmesi tarihini, hele hele 1908'de gerçekleştirilen çok partili demokratik monarşi gerçeğini hatırlamaz. Veya bunun unutulmasını, gizlenmesini tercih eder. Ve Batılı çok partili demokrasinin 1945'te başladığını söylerler. Bu, Türkiye gerçeğine aykırıdır. Esasen bugünkü anladığımız manada partileşme de Avrupa'da 19. yüzyılın ikinci yarısında yerleşmiştir. Bu itibarla 1908'de Türkiye'de çok partili demokratik monarşinin gerçekleşmesi Avrupa'ya göre gecikmiş bir gerçekleşme değildir. Sayın Bumin, Türkiye'nin 170 yıllık son safhadaki demokratik gelişim tarihini hatırlamamaktadır. 180 yıllık kıyafet değişimi süreci içinde Türkiye halkı hiçbir dönemde Müslüman olsun olmasın toplumun diğer kesimlerinin kılığına, kıyafetine müdahale alışkanlığında olamamıştır. Müslüman Türk halkının geleneğinde şu ya da bu nedenle başkalarına kıyafet dayatması yoktur. Benim memleketimde oruç tutana tutmayana, şu veya bu şekilde kıyafeti tercih edene Müslüman Türk halkı da Alman halkı, Fransa halkı gibi tolerans gösterir. Ancak halkın hassas olduğu konu, farklı tavır içinde olanların halkın göreneğine, geleneğine, dinine, inancına saygısızlık göstermesidir. Gösterilen saygısızlığa tepki dinî kökenli değil, sosyolojik olarak olağan sayılacak tepki türüdür. Sayın Bumin, benim tanıdığım Samsun'dan Ağrı'ya, oradan Ankara'ya Marmara Bölgesi'ne Toroslar'a köy köy, kasaba kasaba tanıdığım Türk halkını tanımamaktadır.

Kılık kıyafet özgürlüğü, temel hak ve özgürlüklerin ana unsurlarındandır. Üniversitelerdeki türban yasağı açıkça temel hak ve özgürlüklere aykırıdır. Sayın Bumin, daha önceki muhtelif beyanlarında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin türbanla ilgili kararlarını da gerçek mahiyetinden farklı olarak yorumlamıştır. Şayet özgürlüklerin yaratacağı mahzurları tasavvur etmek suretiyle özgürlükleri kısıtlama yoluna gidersek, özgürlükçü demokrasiye varmak mümkün değildir. Sayın Bumin'in düşüncesinden aşırı vesayetçi, halkın yetenek ve ehliyetine güvenmeyen bir baskı rejimi taraftarlığı neticesi çıkmaktadır. Sayın Bumin'e katılmıyorum. Üniversitede türban yasağı kalkarsa Türkiye'de önemli bir ihlal alanına çözüm bulunmuş olunacaktır. Bundan herhangi bir sakınca da doğmayacaktır. 'Türkiye'yi bilmiyorlar, tanımıyorlar' dediği Türkiye'nin modern, özgürlükçü ve demokratik anayasa taslağını hazırlayan hocalara karşı da büyük bir haksızlık yapmaktadır. Ergun Özbudun, Türkiye'de saygın bir anayasa profesörüdür. Kendim şahit olduğum için biliyorum. Milletlerarası hukukçular komisyonunda benim temas ettiğim dönemlerde adı bilinen ve itibar edilen tek Türk hukukçusu idi. Özbudun ve ekibi, çağdaş siyaset ilmi çağdaş anayasa hukuku literatürünü tercümeleri ile Türkçeye kazandıran ekiptir. Öyle bir ekip bir araya gelmiş ki; mesela 1982 Anayasası'nı yapanların Ergun Özbudun ekibi gibi çağdaşlığı Türkçeye tercüme etme geçmişleri yoktur. Türkiye'de Özbudun ekibi dışında aynı ölçüde çağdaş siyaset ilmi ve anayasa hukuku literatürünü Türkçeye çevirmiş bir başka beş kişi daha bulmak mümkün değildir.

Türkiye'de ne yazık ki çağdaş, sivil, demokratik bir anayasaya karşı bir karşıtlar cephesi oluşmuş durumdadır. Bu cephe her türlü vasıtayı, konuyu kullanmak suretiyle çağdaş özgürlükçü Türkiye'yi medeni dünyanın tam bir unsuru haline getirecek olan anayasaya karşılar. Bunun için haksız yere Atatürk'ü de kullanıyorlar. Atatürk'ü tahrif etmek suretiyle ki; Atatürk'ün nihai hedefi, medeni dünya ile uyumlu medeni dünyada yer alan liberal demokratik bir Türkiye idi. Atatürk kesinlikle militarizme, her türlü totaliter ve despotik yönetim biçimine karşıydı. O sebeple 1961 ve 82 anayasalarından daha özgürlükçü olan 24 Anayasası'nı yapmıştı. Ve Avrupa'dan Osmanlı'nın başlattığı Avrupa hukukunu aktarma sürecine İsviçre medeni kanunu, İtalyan ceza kanunu, İsviçre borçlar kanunu gibi en liberal modelleri seçmek suretiyle devam etmişti. Özgürlükçü, antimilitarist yeni anayasa yapımını engellemeye çalışanlar, Atatürk'ün nihai hedefine, dolayısıyla gerçek Atatürkçülüğe de karşı bir tutum içindedirler. Atatürk'ü tahrif etmek suretiyle kendilerine paravan yapma gayretini sürdürüyorlar...

KAZIM BERZEG

zaman

 



Bu haber 313 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    3,907 µs