Ve Tanrı yeryüzüne indi!
0 0 0000 00:00 tsi
The 99 adlı çizgi roman Allahın isimleri ile süper kahramanlar yaratıyor. Aşkınlığı ve tahayyül ötesi olması başat özelliği olan Tanrı, süper kahramanlar aracılığıyla yer yüzüne inmiş olacak. Seküler zeminde örgütlenmesi dilenen İslam anlayışı da ivme ka
The 99... Arap dünyasına sunulan yeni bir çizgi roman. Allah'ın 99 isminden esinlenerek tasarlanan çizgi romanda, Allah'ın 99 ismini taşıyan 99 kahraman kötülükle mücadele edecek. The 99'un zihni arkaplanını anlayabilmek için Avrupa tarihinde sekülerleşmeye değinmek gerekiyor.
Bilindiği üzere Avrupa kıtasında geleneksel din ve özellikle 16. yüzyıldan sonra yükselmekte olan la-dini zihniyet arasındaki kapışma, ikinci grup lehine çözüldü. Bu süreç içerisinde dinin sosyal hayat, siyaset, ekonomi ve eğitim sahalarındaki gücü çözülmüştü. Bu sahalar gemlenemez bir biçimde ilahi alandan kopukluğunu ilan eden seküler akıl tarafından rasyonel prensipler etrafında yeniden örgütleniyordu. Bu dönemin başat özelliği ise ilerlemeci tarih anlayışına olan sorgulanamaz inanç, doğa üstü alemin reddi, modern akıl ve onun ürünü olan modern bilimin ideolojik kurgulanması sonucunda geleneksel dinin ontolojik ve epistemolojik sahalardaki hakikat iddiasının altının oyulmasıydı. Dahası din, tarihsel süreç içerisinde ortaya çıkan, olumlu veya olumsuz bir takım görevler ifa eden, ancak beşer ürünü olması nedeniyle tüm insanlık tarihinin en üst aşmasını temsil eden modern dönemde geçerliliğini yitiren bir fenomen olarak algılanıyordu. Din yükselmekte olan seküler akıl ve onun maddi dünyayı yeniden örgütlemesi neticesinde insanların süreç içerisinde aşacakları bir serüvendi. Bu dönem Nietzschenin Tanrı öldü nidası ile betimlenebilecek bir dönemdir. Aguste Comte, Karl Marx, Marx Weber, Emile Durkheim vb. isimler farklı nedenler ve farklı bağlamlarda da olsa hep aynı şeyi işaret etmişlerdi: İlerleyen dünyada geleneksel dinler çözülecek ve insanların hayatında yol gösterici olmayacak. Dahası, onların çevreleriyle kurdukları ilişkide artık 'gerçeklik haritası' olmaktan çıkacak. Bu düşünce çok bildik sekülerleşme teorisidir.
Burada ayrıntılı bir biçimde yukarıda yazılanların telmihi incelenmeyecektir. Bu haberin yorumunda Batıyı anlatmakla işe başlamam ise birazdan yazacağım sebepten dolayı. Bu sebep yukarıda ki resimle birleştiğinde, bu haberi belli ölçülerde açıklama gücüne sahiptir, diye düşünmekteyim.
Sekülerleşme teorisi sebep her ne olursa olsun belli ölçüler dahilinde yanlışlanmıştır. Hangi perspektiften bakıldığına bağlı olarak bu teori çok ciddi meydan okumalara veya çok ciddi revizyonlara uğramıştır. Ben eleştirimi, bu teorinin, insanın geleneksel dinin sembolik dünyasından kurtulup 'bilimin ışığında' tüm doğa ötesini reddeden insan tahayyülüne yöneltmekteyim. Mircae Elliadenin homo religious dediği insan tipi, ki Eliade bu tanımlamayla insan doğasına gönderme yapmış ve bu tanımın genel-geçer bir mahiyete sahip olduğunu savunmuştur, insan tüm zamanlarda çeşitli alemlerle girdiği ilişkide dinsel sembolizm yoluyla kaotik olan evreni kozmosa dönüştürmüş ve anlam dünyasına bu semboller aracılığıyla sahip olmuştur. Niyetim bu görüşü ayrıntısıyla tartışmak değil, ancak insanın yer yüzü serüveninde kendi doğasına içkin bir halde din merkezli düşündüğünü ve yaşadığını vurgulamak.
Yani dinden veya daha doğru bir ifadeyle dinsel düşünce biçiminden kurtulmanın imkanı yok. Sekülerleşme ancak ve ancak geleneksel dinlerdeki anlam ve sembollerin aşkınlıktan kopartılarak yeniden-kurgulanması, ancak bu yeniden-kurgulama eylemi sürecinde, bir önceki aşkınlığın belli ölçülerde benzeri olan, ancak ontolojik olarak farklı bir gerçekliğe gönderme yapan bir düzlemde yeniden yaratılması sürecidir. Tanrıyı öldürür ancak insanı Tanrılaştırır sekülerlik. Dolayısıyla mesele Tanrının varlığı veya yokluğu değil, kimin O olacağıdır.
Bunu ilk öncül kabul edersek, ikinci öncül, Rüşdinin 'Tanrı öldü, fakat Tanrı büyüklüğünde bir boşluk bıraktı geride' cümlesinde saklı. Bu Tanrı büyüklüğündeki boşluğu doldurmak için meydana sürülen varlık sosyal ve tarihsel bir varlık olarak insan değil, fakat hümanist felsefenin her türlü eksiklikten münezzeh üst-insanı oldu. İnsanın gündelik tecrübesi insan kelimesinin böyle bir boşluğu doldurmada gerekli olacak teçhizatı içermesine engeldir.
O halde yapılacak şey bir dönem Tanrının ayırt edici vasıfları olan özellikleri insana yüklemek ve onu bu görev için seferber etmektir.
Ve tanrı yeryüzüne indi, ifadesiyle kastettiğim işte bu. Bu fenomenin çok farklı yansımaları ve oluşum evreleri var, ancak çok temel olarak belli başlı dinsel sembollerin ve aşkın varlıkların burda ve şimdide (sekülerlik) görünür hale getirilmelerinin onun en temel vasfı olduğu söylenebilir. Örneğin, Hıristiyanlıkta çok temel olan Mesih (Kuratırıcı) fikri seküler bir anlatı içerisinde Super Mane dönüşüyor veya eskatolojik (sona dair anlatılara ilişkin) filmlerde bilimle silahlanan bir bilim adamı portresi olarak karşımıza çıkıyor. Bu Batının geçirdiği tecrübedir. Ancak önemli dersler içermektedir. The 99 bu perspektifte sekülerleşme fenomeninin farklı bir yansıması olarak okunabileceği gibi, bu fenomenin ortaya çıkması için gerekli olan bir katalizör olarak hayali kahramanlar aracılığıyla çocukların anlam ve sembol dünyalarının oluşturulması olarak da okunabilir.
Aşkınlığı ve tahayyül ötesi olması başat özelliği olan Tanrı, bu tür süper kahramanlar aracılığıyla yer yüzüne inmiş olacak ve dünyanın hakim güçleri tarafından seküler zeminde örgütlenmesi dilenen İslam anlayışına, çocukluktan başlayan bir eğitimle ivme verilecektir.
Tanrının özellikleri insan tarafından ele geçirildiyse şayet, Ona ne gerek var? Niyet bu mudur? Bunu bilemem, ancak varacağı sonucun bu olacağını güçlü bir biçimde düşünmekteyim. İkinci olarak,
İslam âleminin içinde bulunduğu çöküntü halinden kurtulmak düşüncesi, bu çizgi romanların sembolik dünyasıyla yetişecek olan yarın ki nesiller tarafından, insanüstü bir güce havale edilecek ve kurtuluşun sürekli ötelenen bir yarına tevdi edilmesine sebep olacak. Yani bu olayın iki veçhesinden biri sekülerleşen bir dini kimliğin, Batının yukarıda çok temel olarak anlattığım seyrine benzer olarak ortaya çıkması olacakken, ikincisi
güçsüzlük psikolojisine kapılan İslam dünyasının çocuklarını kendi kaderlerinin iyi ve kötü güçler arasında olan savaş neticesinde, ancak kendi katkıları olmadan oluşacağı inancına götüreceğinden, bir kaç asırdır zihni ve ruhi olarak savrulan bu âlemin çocuklarının bu savrukluğunun devamına katkıda bulunacak. Veysel Bilici
Bu haber 1,594 defa okundu.
Yorumlar
+ Yorum Ekle