En Sıcak Konular

Kemerlerinizi çözebilirsiniz: Şeriat tehlikesi yok!

9 Eylül 2007 14:39 tsi
Kemerlerinizi çözebilirsiniz: Şeriat tehlikesi yok! Toplumun giderek muhafazakârlaştığını düşünenlerin sayısı hiç de az değil. 'Şeriat gelir mi?' endişeleri sıkça tartışılan konular arasında... Bilgi Üniversitesi Sosyoloji Bölüm Başkanı Arus Yumul ise böyle düşünmüyor...

Şirin Sever'in röportajı/ Sabah

'Yaşadığımız şeyin adı 'yaşam tarzı savaşı'

Toplumun giderek muhafazakârlaştığını düşünenlerin sayısı hiç de az değil. İktidar partisinin gözüne girmek için içki içmeyen işadamları ya da 'Şeriat gelir mi?' endişeleri en büyük gündem maddesi artık. Hal böyle olunca, yeni korkularımızı Bilgi Üniversitesi Sosyoloji Bölüm Başkanı Arus Yumul'la tartıştık..

AKP iktidarıyla birlikte iki taraf oluştu Türkiye'de... Toplumun giderek muhafazakârlaştığını, yaşam tarzının elinden alınacağını düşünen 'laikler' ve onlara göre 'ötekiler...' Abdullah Gül'ün Cumhurbaşkanlığı için adının geçtiği ilk andan itibaren beliren bu ayrım, Cumhuriyet mitingleriyle resmiyet kazandı; Gül'ün Köşk'e çıkmasıyla da 'korku' ve 'paranoya'ya dönüştü. İktidarın onayı sayesinde, ülkedeki en tutucu isimlerin, en gerici fikirlerini yaşama geçirdiğini düşünenlerin sayısı hiç de az değil! 'Erkeklere el uzatmayan kadınlar, kadınların elini sıkmayan erkekler, kokteyllerde şarap ya da rakı yerine portakal suları, iktidar partisinin gözüne girmek için içki içmeyen işadamları, denize girmek isteyen türbanlı kadınlara özel plajlar, her köşe başında açılan Kuran kursları, namazında niyazında memurların kadrolaşması' tek gündem maddesi artık... 'Kimse farkına varmıyor ama değişiyoruz, yavaş yavaş, her şeyi normal kabul ede ede' hezeyanı herkesi sarmış durumda. 'Kanlı' değil belki ama 'kansız' bir değişim bu, pek çoklarına göre... Ortak korku şu: Bir gün uyanacağız ve bakacağız ki hiçbir şey eskisi gibi değil! Son nokta da var: "Şeriat devleti olur muyuz?" Bu korkularla yaşayanlar haklı mıdır, haksız mıdır? Bunlar paranoya mıdır, değil midir? Aslında olan biten nedir? Bir bilenin bunu yanıtlaması, topluma projeksiyon tutması gerekiyordu. 1996'dan bu yana Bilgi Üniversitesi Sosyoloji Bölüm Başkanı olan Prof. Dr. Arus Yumul'un kapısını çaldık, sorularımıza tek tek cevap aradık. - 'Giderek muhafazakârlaşıyoruz' hezeyanının nedeni nedir? - Öncelikle şunu tespit etmemiz gerekiyor; dünya muhafazakârlaşıyor! Yani bu sadece Türkiye'de değil, dünyada karşılaştığımız bir olgu. Sosyologlar artık dünyanın yeniden kutsallaşmasını tartışıyor. Oysa biz modernleşme, sanayileşme ve şehirleşme ile dinin önemini kaybetmesini, en fazla özel alana hapsedilmiş bir olgu olarak yaşamasını bekliyorduk. Bütün kuramlar bu beklenti üzerine kuruluydu. Ama dünyada yeniden bir kutsallaşma, dinin geri dönüşü yaşandı. Hatta bir yazarın ifadesiyle bu 'Tanrı'nın İntikamı'dır. - Bu dönüşümün nedeni nedir peki? - Karşılaştığımız çeşitli hayal kırıklıkları, başarısızlıklar... Modernleşme projesi bize çok çeşitli sözler vermişti, bizi kısıtlarımızdan kurtarıp, daha aydınlık bir dünya sunacaktı. Başarısız oldu! Tüm sorunlarımızı çözecek olan bilim de verdiği sözleri tutamadı, bilimle beraber çözülecek olan sorular ve sorunların birçoğu hâlâ çözüm bekliyor. Bu dünyada cenneti vaat eden ideolojilerin, ama özellikle solun çöküşü ile dini kamusal alanın dışına iten, marjinalize eden yaklaşımlar bir anda çökmeye başladı. Dini söylemler siyasetten, topluma doğru yaygınlaşmaya başladı. Karşımıza çıkan bu yeni dinsellikler bildiğimiz geleneksel dinselliklerle sınırlı değil, çok farklı tezahürlerle de karşı karşıyayız. - Mesela? - Eskiden dini kimliğini ifade etmeyen kesimler, bu kimliğe sahip çıkıyor. Ancak bu öyle bir kimlik ki, ancak sembolik düzeyde benimseniyor. Yani o din sizin gündelik hayatınızı pek fazla etkilemiyor. Hiç oruç tutmayan insanların Ramazan'da iftar davetleri vermesi, iftar yemeklerine katılması gibi. - Bunlar giderek yaygınlaşıyor mu? - Evet. Elbette dindar olup dininin gereklerini yerine getirenler her zaman vardı ama bugün dinle pek fazla ilgisi olmayan kesimler buna dönüyor; hacca gidiyor, çeşitli sembolik davranışlarda bulunuyor. Bu sadece kendi dininizle de ilgili değil. Hatta 90'larda Noel'i kutlamak moda olmuştu Müslümanlar arasında. Ya da Doğu dinlerinin çeşitli pratiklerini o dinleri benimsemeden kabul edenler var. Çünkü öyle bir dünyada yaşıyoruz ki, bu dünyada size çeşitli dinler sunuluyor. Yani bir dinler süpermarketinden, siz istediğiniz dinin istediğiniz öğelerini seçebiliyorsunuz.

Kamusallaşan İslam

- Somut olarak Türkiye'yi konuşalım. Dini kurallara uygun yaşayanların kamusal alanlarda kendini göstermesi Türkiye için radikal bir değişim mi? - Bu insanlar kamusal alanın dışında kaldığı sürece, gözümüze batmadığı, bize dokunmadıkları sürece sorun yoktu, buna alışmıştık. Hatta onların da zaman içinde dönüşmesini bekliyorduk. Ama dinin gereklerine uyarak yaşamak isteyen insanların kamusal alana katılmak için gösterdikleri istek ve dirayetle karşılaştık! Kendilerini bu anlayışa karşı konumlandırmış insanlar için korku vesilesi olmaya başladı bu... - Bu korkuyu sağlıklı, dahası haklı buluyor musunuz? - Hayır! Ama kavramların tanımları zaman içinde değişir. Mesela 'din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması' diyorduk ve bunu demokrasi için vazgeçilmez sayıyorduk. Şimdi insanların kendi yaşam tarzlarını değiştirmeden müşterek yaşama katılabilmeleri demokrasi kavramının içine yediriliyor. Yani eskiden kamusal alana girmek istiyorsanız, dinsel ve etnik kimliklerinizden arınmalıydınız. Bu formata uymak istemiyorsanız, o zaman bu alanın dışında kalıyordunuz. Bugün gördüğümüz şey, bu değişmeye başlıyor. Yani "Kimliğimi de korurum, İslami kimliğimle kamusal alana da girerim." - Yeni Şafak yazarı Özlem Albayrak'ın tarifi şöyle: "Bu yaşanan kaygı 'gericilik' şemsiyesine tıkıştırılan insanların sosyal arenada kuru bir kalabalık olmaktan çıkıp; siyasete, ekonomiye, dünya meselelerine dahlolmasıyla, karar alıcı mekanizmalara yerleşmesiyle, verili olandan farklı bir yaşam standartı edinmesiyle ilgili." Yani o 'kimliksiz' bireylerin 'Artık ben de varım,' demesi mi bazılarını geriyor? - Evet, hâlâ bu insanların kamusal alanda görünür olmasının Türkiye'nin modern imajına zarar vereceğini düşünen, modernleşme projesine meydan okuduğunu düşünen önemli bir kesim var. Bizim modernleşme projemiz bir Batılılaşma projesi idi ve bu projede, 'beden'lerin merkezi bir yeri vardı. Batılı gibi giyinmek, Batılı gibi davranmak, Batılı gibi dans etmek, örneklerinde olduğu gibi. Artık bedensellikleri olan kişiler ya bu fazlalıklarında arınacaklardı ya da kamusal alanın dışında kalacaklardı.

'Birlikte yaşamayı öğrenmemiz gerekiyor'

 - Bir sosyolog olarak söyleyebilir misiniz; toplumda gerilim var mı?

- Evet var. Ama bu konu gerilim hattına dönüştürülmeden önce, 90'larda çok önemli açılımlar yaşandı. Sol entelektüeller, liberal entelektüeller ve İslami entelektüeller birbirleriyle iletişime geçip; birbirlerini anlamaya, birbirlerini tanımaya çaba gösterdiler. Bu topluma da yansıdı. Türbanlı öğrencilerle türbansız öğrenciler sosyalleşmeye başladı. Ama 'laik' ve 'İslamcı' olarak tanımlanan iki tarafın da uçlarında konumlananlar, gerilim yaratmaya ve bu gerilimi yaşatmaya devam ediyor.

- Neden var bu gerilim, panik durumu; neden korkuluyor?

- Alıştığımız hayatın dışında bir hayatın bize empoze edileceği kaygısı hâkim. Ancak şunu da söyleyeyeyim; muhafazakârlık yaşam tarzımızın çok dışında, 180 derece ters bir şey değil! Melodramlara bakın, orada çok muhafazakâr değerler empoze edilir, bekâretini kaybeden kız tecavüze dahi uğramış olsa, kendisini asması gerekir mesela. Bunlara kimse karşı çıkmaz! Sol kesimin çok sevdiği o 'namus belasına gardaş döktüğümüz kan bizim...' şeklindeki muhafazakâr söylemleri kabul eden bir ülkeydik zaten. Bizim dokumuz muhafazakâr!

- Ama bu kez iktidar eliyle destekleniyor muhafazakârlık. Paniğin nedeni bu olmasın?

- Belki odur; ama mesela demokratik dünyada din ve vicdan özgürlüğünün bir parçası sayılan misyonerlik kavramını en büyük tehlike olarak gösteren bu iktidar mıydı sadece? Kendini solda tanımlayanlar, laikliğin bekçisi olarak gören insanlar da 'din elden gidiyor' söylemini kullanmadı mı? Laik hukukla yönetilen bu ülkede gerçek anlamda Müslüman-Gayrımüslim eşitliğinden söz edebilir miyiz? Şunu söylemek istiyorum, bazı kesimler, bazı şeyleri dillendirdiğinde bizim için sorun olmuyor ama bunu başka biri dillendirdiğinde sorun oluyor. Aslında biz yaşam tarzları savaşı yaşıyoruz.

- Toplumdaki gerilimin adı bu mu?

- Evet budur! Terliğini kapının önünde bırakan Merkez Bankası Başkanı'ndan, denize haşemasıyla giren kıllı adamlardan duyulan kaygıların altında, bir yaşam tarzı savaşı yatıyor.

- Bu savaş giderek yaygınlaşacak mı peki, değişir mi yaşadığımız hayatlar?

- Başkasının hayat tarzına karışmadan, insan haklarını kısıtlamadan birlikte yaşamayı öğrenmemiz gerekiyor. Bu tespit İslami kesim için de geçerli. Onlar da ne kendi içlerinde ne de dışındaki kesimin haklarını, bireysel tercihlerini kısıtlamadan, bunlara karışmadan yaşamayı öğrenmeli.

'Farklılıkları yadırgamamalıyız'

 - Türbanlı bir yazarın denize girmesi ve bunu yazması neden bizi rahatsız ediyor?

- Denizin bizler için sembolik bir anlamı var. Denize yakın olmak, denize sırtını dönmemek 'medenilikle,' 'modernlikle' ilişkilendirilmiş hep. Deniz ancak ona layık olanların faydalanacağı bir şey gibi algılanmış. 50'lere dönelim... "Halk plajlara akın etti, vatandaşlara yüzecek yer kalmadı," diyen vali ile bugün söylenen arasında önemli benzerlikler var. O gün sorun taşranın denize girmesi ve görünür olması iken, bugün sorun İslami kesimin denize girmesi.

- Yani AKP iktidarından rahatsız olan kesim "Sen türbanlıysan, haşema giyeceksen denize girme," mi diyor?

- "Kamusal alana da gelme! 'Artık bedenselliğinden, fazlalıklarından arınamıyorsan, standardize edilmiş 'kamusal bedenin' dışındaysa bedenin, kendi özel alanında yaşamaya devam et," deniyor. Bu anlayış bugün dünyada da sorgulanıyor, sadece Türkiye'de değil...

- Sorgulanırken nasıl yaşayacağız?

- Farklılıkları yadırgamadan. Bunlar sadece dinsel farklılıklar değil. Yaşam tarzından cinsel tercihlere kadar çok çeşitli farklılıklarla karşı karşıyayız. Birlikte yaşayabilecek miyiz? 'Birlikte yaşama'dan anladığımız içi kapalı, gettolaşmış, birbirlerine sırtını dönmüş yaşamlar olmamalı. İnsanlar birbirlerine değebilmeli. Eğer biz, bize benzemeyen insanlarla ilişkiye geçemiyorsak, varacağımız yer narsizm olacaktır. Narsistler sadece kendilerine benzeyenleri iyi ve doğru olarak kabul ederler.

'Halkı galeyana getirmek çok kolay'

 - Daha önce türbanıyla okuluna gitmek isteyenlerin hakkı elinden alınmıştı. Şimdi ise mini etekliler 'mini etek giyme hakkının' elinden alınacağı korkusu içinde...

- Korkular üzerine bir yaşam kuramayız. Galiba son zamanların siyaseti dünyada da Türkiye'de de korku üretme üzerine kuruldu. Teröristlerden korkuyoruz, komşularımızdan korkuyoruz, dinden korkuyoruz, her şeyden korkuyoruz.

- Bu normal mi?

- Hayır. 'Kanlı mı olacak, kansız mı olacak' ortada. AKP'ye baktığımızda toplum baskısı karşısında geri adım attıklarını görüyoruz. Ben bu toplumun bir anda İslami yaşam tarzını kabul edeceğini sanmıyorum. Yani o yüzde 47'nin içinde İslami yaşam tarzını benimsemeyen insanların da oyu var.

- Gerçekçi olalım, kimseye zorla "Örtün," denilemeyeceği ortada. Ama bir süre sonra "Mini eteğim yüzünden taşlanabilir miyim?" korkusu duyanlar "Sakallı adamlar beni taciz eder mi?" sorusunu soranlar ne hissetmeli?

- Evet bu var, bunun karşısında da türbanı yüzünden eğitim hayatından vazgeçmek zorunda kalan insanlar var. Ama bizim sorunumuz demokratik kültürümüzün olmayışı! İki taraf da birbirine saygı duymayı öğrenmek zorunda, iki taraf da kendi yaşam tarzını, kendi ideolojisini karşı tarafa zorla kabul ettirme çabasından vazgeçmeli.

- Bunu yapabilir mi iki taraf da?

- Bunun için, aile içi eğitimden, okuldaki eğitimden işe başlamalı. Medya, siyasetçiler, entelektüeller, herkes söylemini değiştirmeli ve insan haklarına dayalı bir söylem geliştirmeli. Çünkü halkları galeyana getirmek çok kolaydır. Biz bunu çeşitli vesilelerle bu ülkede gördük...

'Şeriat tehlikesi görmüyorum'

- Yavaş yavaş, farkında olmadan değiştiğimizi düşünenler toplumun kaymak tabakasının da buna alet olacağını düşünüyor. Mesela işadamlarının hükümete yakın olmak için, iş almak için değişeceği beklentisi var...

- Pragmatizmi ön plana çıkaran, kendisi olmaktan çıkan kişiler her zaman olmuştur. Yarın bu hükümet gidip, mesela sosyalist bir hükümet geldiğinde sosyalist gibi davranırlar. Önemli olan bu farklı yaşam biçimlerinin birbirleriyle çatışmadan, insan haklarını ihlal etmeden yaşaması. Bunu başarabilecek miyiz, başaramayacak mıyız?

- Ben de bir sosyolog bulmuşken bunu sormak istiyorum, başarabilecek miyiz?

- Başarabileceğiz gibi duruyor. Ama bu süreci tersine çevirmek; halkı manipüle etmek, halka korkular salmak, halkı totaliter düşünce sistemlerine çekmek kolaydır.

- Abdullah Gül'ün Köşk'e çıkmasıyla birlikte yapılan ilk kutlamada, şampanya ikramına kimse el sürmedi gazete haberlerine göre. Ankara'da AKP binasının hemen yanındaki Laila içkisiz restorana dönüştürülüyor. 'Yavaş yavaş değişmek' dediğimiz şey bu değil mi?

- Eğer AKP'den bu yönde baskı varsa durum vahim. Yok, oradaki insanlar, yani bu mekânın sahipleri ya da Köşk'teki davete katılan, normalde içki içtiği halde orada içki içmeyen insanlar bu pragmatik davranış şeklini benimsiyorlarsa daha da vahim bir sorunla karşı karşıyayız. Hükümetten çok, halkta olan bir sorun hem de! Toplum pragmatizmi kendisine ilke edinip kendisi olmaktan vazgeçerse bugün o tarafa meyleder, yarın öteki tarafa. Toplumun kendi sorumluluklarını bilmesi, kendi yaşam tarzına sahip çıkması gerekir.

- Kendisi gibi düşünmeyen 'kendi içlerindeki' bir kadını 'sürtük' diye adlandırmaları korku için yeterli bir neden değil mi? Korktuğumuz şey aslında bu; giderek böyle bir topluma mı dönüşeceğiz?

- Biz zaten böyle bir toplumuz! Resmi ideolojinin dışında iki kelime eden aydınları, Nobel ödülü kazanmış bir yazarı dahi dışlayabilen bir toplumuz. Bu kesimler de bu toplumun parçası, uzaydan gelmediler! Onlar da aynı şekilde davranıyorlar. Onun için sorun, demokrasi kültürümüzün olmayışında. Sorun, bizim farklı görüşleri dinleme, tartışma yeteneğimizin tahammülümüzün olmamasında.

- Giderek muhafazakârlaşmak şeriatı getirir mi?

- Hayır, ben bir şeriat tehlikesi görmüyorum bugünkü Türkiye'de. Dinselleşmede artış olabilir, köktendinci akımlar yükselebilir, ama bir yandan da daha bireyselleşmiş bir dinsel anlayışla, daha sembolik bir dini kimliği benimseyen insanlarla da karşı karşıyayız

 Arus Yumul kimdir?

Profesör Dr. Arus Yumul, Boğaziçi Üniversitesi'nde siyaset bilimi okuduktan sonra 1988'de İngiltere'ye gitti. Oxford Üniversitesi Sosyoloji bölümünde yüksek lisans ve doktorasını tamamlayan Yumul, 1992'de Türkiye'ye döndü ve dört yıl sonra Bilgi Üniversitesi'nde Sosyoloji bölümünde çalışmaya başladı. Dinler Tarihi, Türk Düşünce Tarihi gibi dersler veren Yumul'un makaleleri, Toplum ve Bilim, Birikim, Toplumsal Tarih, Varlık gibi dergilerde yayımlandı. Seçimler öncesinde yapılan Cumhuriyet mitinglerindeki 'tam bağımsızlık' söylemini tehlikeli bulduğunu söylediği bir televizyon programında, mitingleri 'yurttaşların kendilerini ifade ettikleri bir alan' olarak gören Profesör Türkel Minibaş'la yaptığı tartışma ilgi çekti. Yumul, pek çok televizyon programında Türk milliyetçiliğinin zararlı etkileri üzerine yaptığı konuşmalarla siyasi tartışmalarda ilk akla gelen sosyologlardan biri haline geldi. Bilgi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Başkanı olan Yumul, İstanbul'daki Ermeni cemaatinin önde gelen entelektüellerinden biri.



Bu haber 1,341 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    4,222 µs