En Sıcak Konular

ABD'liler İsrail'i istemiyor

8 Eylül 2007 16:24 tsi
ABD'liler İsrail'i istemiyor Amerika'daki Musevi lobilerinin Washington yönetimi üzerinde etkisi olduğu bilinen bir gerçek. Ancak hiçbir şey eskisi gibi değil... Amerikan kamuoyu İsrail’le ilişkileri sorguluyor. Terörün abartıldığını anlayan ABD halkı, Neo-con propagandasından

Amerikan Kamuoyu İsrail’le İlişkileri Sorguluyor

Amerika’da acı verici olan Irak’taki savaşta kimin suçlu olduğu konusunda amansız bir tartışma yapılıyor. Şimdi iki yazar, neocon entellektüellerinin Amerika’nın ve İsrail’in çıkarlarını aynı seviyeye getirdiğini iddia ediyor. Bu iddia da Amerika’da oldukça sert tartışmaların başlamasına sebep olmuş durumda.

Birkaç gün boyunca Amerikan siyasetinin merkezi Amerika’nın kalbinin attığı Missouri eyaletindeki Kansas City’deydi. Yoksa normalde ülkenin ortasındaki bu bozkır metropolü başkentin saplantılı siyasal işlerinden dünyalar kadar uzakta bulunuyor.

Geçtiğimiz hafta, gerçekten Beyaz Saray’a gitmek isteyen, bütün politikacılar Kansas City’ye geldiler. Demokratların senatörü Hillary Clinton ve onun rakibi Barack Obama’dan Cumhuriyetçi John McCain ve eski oyuncu Fed Thompson’a kadar bir çoğu oradaydı. Hepsi de Kansas City’de yıllık toplantısını yapan güçlü Ameikan gazileri birliğinin desteğini almak için çalıştılar. Adayların konuşmaları normalde olduğundan daha milliyetçiydi: Hilary Clinton Amerikan askerlerini herkesten çok övdü. Zira o kendi tecrübelerinden biliyor ki 24 milyonluk bu İkinci Dünya Savaşın’dan, Kore Savaşı’ndan, Vietnam Savaşı’ndan ve birinci Irak Savaşı’ndan kalan eski askerlerin gücü ciddi bir tehlike getirebilirdi. Vietnam kaytarıcısı Bill Clinton bunu başarmıştı!

Yeni gelenlerin hiç birisinin aklına Amerika’nın dış politikası ve iç politikası hakkında böylesine iddialı tezler gelmemişti, hele de George W. Bush gibi ikinci başkanlık döneminden sonra başka hiç bir şey olmayacakların aklına. Irak’ta bir Amerikan helikopterinin düşürülmesi sonucu bütün savaş boyunca yaşanan bir gündeki en yüksek kayıp olan 14 askerin öldüğü gün Bush bir başka helikopterli anma günündeydi. O günkü (1975’de) helikopter, Saygon’daki Amerikan büyükelçiliğinin çatısından, kaybedilen savaş sonrası son müttefiklerini almıştı.

O zaman da, Bush’un rihi okuma şekliyle, Amerika’nın savaş alanındaki varlığı olmaksızın ölümler son bulmayacakmış. Gerçekte ise çekilme görevi inanılmaz bir katliam olmalıydı: Zira Kamboçya’da, Kuzey tarafından fethedilen güney Vietnam’da ve  kurtuluşlarını denize elverişli olmayan botlarda arayan yüzbinlerce mülteci bundan payını almıştı! Bush’un ‘Amerika’nın çekilmesinin bedelini milyonlarca suçsuz vatandaş ödedi’ şeklindeki uyarısı bu hatayı şimdi Irak’ta tekrarlamamaya yönelik.

Vietnam Savaşı’nın acı dolu yıllarının gözden geçirilmesi sonucunda aslında Amerikalıların büyük çoğunluğunun hemfikir olduğu konu; (Amerikan) askerlerinin o zamanlar Güneydoğu Asya’da hiç bir işlerinin olmaması gerektiği konusudur. (Amerika’daki)Bütün ideolojik çeşitlerde ve gruplarda Çinhindi’ndeki felaketi haklı göstermek politik itihar anlamına gelir. Bush’un hesabı Vietnam’a gönderme yaparak Irak’tan çekilmeyi durdurmak üzerine. (Ve Bush) ülkesinin insanlarını, aynısını coşkulu gaziler önünde yaptığı konuşmada dile getirdiği bir cümleye inandırmaktan geçtiğini biliyor. Bush, Amerikan birliklerinin insanların özgürlüğünü sağlama konusunda halen dünyanın tanıdığı gelmiş geçmiş en büyük güç olduğunu söylüyor.

Burada tekrardan aynı argüman ortaya çıkıyor: Silahlı kuvvetler demokrasinin misyonerleridir. Büyük yeni muhafazakar düşünce ( Neoconservative İdee) umutsuz yeniden dirilişi kutluyor. Buna göre Yakındoğu’da bir barış olmaksızın ABD için güvenlik söz kousu olamaz ve bölgede hiç bir istikrar da demokrasisiz olamaz. Bu yüzden Kudüs’e giden yol Bağdat üzerinden gitmek zorundadır.

Onların etkilerinin en yüksek noktası hükümet doktrinine dönüşen domino teorisi olmuş durumda. Kapitol önünde kendisinin ikinci başkanlık dönemi başlangıcında, Ocak 2005 yılında, Bush: ‘Amerika’nın politikası demokratik hareketleri ve kuruluşları her ülkede ve kültürde arama ve onun gelişmesini desteklemektir. Bu uğurdaki nihai hedef dünyada tiranlığı bitirmektir.’

Buna rağmen Bush bu konuşmayı yaparken bahsettiği proje çoktan iflasın eşiğindeydi. Amerika’nın askerleri Irak’ta kurtarıcı olarak karşılanmadılar. Askerler sürekli olarak daha sert bir savaşla, inatçı isyancılarla çatışıyorlar. Amerikan kayıpları çoğalırken hemen ardından (ülkede) sert bir hesaplaşma tartışması başlamış durumda bulunuyor. Tartışma: ‘Who lost Iraq?’ (Irak’ta kim kaybetti?). Demokratlar Bush’un çöldeki iflasının gelecek yıl yapılacak seçimlerdeki iktidar değişiminin garantisi olmasını umuyorlar. Beyaz Saray, muhalefet partisine yenilgiden medet umdukları için “Defätismokraten“ (Defätismus: Yenilgi/ De-mokraten: Demokratlar) diyerek hakaret ediyor..

Bu hafta bu tartışmaların yeni sert bir şekli ülkeye hakim olacak görünüyor. 11 Eylül saldırılarının tam da bir hafta öncesinde Amerikan birliklerinin Irak’taki komutanı general David Petraeus kendisinin Irak Savaşı bilançosunu açıklayacak. Amerika’da ve aynı anda Almanya’da piyasaya çıkacak bu kitap bazı bombaları içinde barındırıyor. Bundan başka iki yazar, Amerika’nın, büyük çğunluğu Yahudi entellektüellerinden oluşan, küçük bir grup ve iktidardakilerin Amerika’yı bu savaşa ( Irak Savaşı ) sürüklediklerini, çünkü onlar için İsrail’in kaderi en az anavatanları Amerika’nınki kadar kalplerinde yer ediyor olduğunu iddia ediyor.

İddia yeni değil. ‘Kosher nostra’* malum şüphelilerden oluşuyor: Önceki Pentagon şefi Donald Rumsfeld’in yardımcısı Paul Wolfowitz, Douglas Feith, kendisinin Ronald Reagen zamanından beri karanlıklar prensi olarak adlandırılmasından memnunluk duyan Richard Perle ve bunlara ilaveten de yaklaşık iki düzine kadar Neocon üyesi. Bu isimlerin gerçekleri bilinçli şekilde çarpıtarak diktatör Saddam Hüseyin’in devrilmesini organize ettikleri uzun zamandır herkesin haberdar olduğu bir durum. Bu da komplo teorisi ile gerçeklik arasında bir yerdeki Washington gerçeklerinden birisi.

2. Kısım: Hemen antisemitizm suçlaması ortaya çıktı

Bu en son suçlamanın muhatabı yazarlar daha fazlasını istiyorlar. Chicago Üniversitesi’nde siyaset bilimci olan John Maersheimer ve Harvard Üniversitesi’ne bağlı John F. Kennedy School of Government’de profesörlük yapan Stephen Walt İsrail lobicileri, neoconservatif (yeni muhafazakar) entellektüeler ve de Hıristiyan fundamentalistleri arasındaki etkili bir ‘network’ün (ilişki ağı) Amerika’nın dış politikasını etkilemeyi başararak, Amerikan çıkarlarının ikinci plana itilmiş olduğunu empirik olarak ispatladıklarını öne sürüyorlar. Ayrıca yazarlar, bu grubun bazı politik kararları İsrail’in menfaatleri doğrultusunda vererek Amerika Birleşik Devletleri’nin ulusal güvenliğini tehlikeye attıklarını iddia ediyorlar.

Yazarların tezinin özü şu şekilde: ‘İsrail Lobisi mensupları Amerikan dış politikasını ulusal çıkarlardan o denli uzaklaştırdılar ki, bir çok Amerikalıyı da Amerikan çıkarlarının bir başka ülkeninkiyle  -buradaki ülke İsrail oluyor- tam anlamıyla aynı olduğuna ikna ettiler.’

Fakat bu yazarlar (iki ülke) çıkarlarının benzerliğini kabul etmiyorlar ve bu yüzden de kitapları siyasi bir hadise meydana getirdi.

Her iki siyaset bilimci, geçtiğimiz yıl ‘London Revier of Books’da araştırmalarının özünü niteliğinde bir makaleyi yayınladıklarında bir tepki fırtınası patlamıştı. Amerika’daki Yahudi grubu üyeleri bilimadamlarını antisemit olarak tanımladılar. Üniversitelerde ve medyada karşılklı suçlamalardan ve şüphelenmelerden meydana gelen bir çamur atma savaşı ortaya çıktı.

Geçmişte olduğu gibi bugün de olan şey entellektüellerin yeni bir komplo teorisi mitini örüp örmedikleridir. Nitekim bu yönde ırkçı ‘Sion Bilgelerinin Protokolü’ ile karşılaştırmalar birçok defa gündeme geldi. Buna rağmen saygın ‘Foreign Affairs’ dergisi Maersheimer ve Walt’ın tezinin ‘Amerika’nın Yakındoğu politikalarında faydalı paradigma değişimine sebep olabileceğini’ mümkün görüyor.

Şimdiden olay oldukça geniş alanda geçiyor. Çok geçmeden sırasıyla profesörlerin okuma randevuleri iptal edildi. Öyle ki hem  New Yorker City Üniversitesi hem de Chicagoer Council on Global Affairs her iki yazara yaptıkları davetleri geri çektiler. Üniversite yönetimleri oldukça dikkatli davranıyor, tartışmacılara mesafe koyuyorlar, çünkü tepkilerin kendi kurumları üzerine yönelmesinden korkuyorlar. Yazarlar da ulusal boyutta bir tartışmanın mümkün olamayacağını, zira tam da kendi kitaplarında ele aldıkları güçlerin onlara karşı yapılacak bir hareketi İsrail’e karşı yapılıyormuş gibi göstererek, eleştirenlerin ağızlarını kapatmaya çalıştıkları şikayetinde bulnuyorlar.

Yeterince dikkate alınılmaması endişesi ise yersiz. Yakındoğu adına İsrail loby çalışması ve Irak Savaşı’nın ilk fikir babası olarak neoconların görülmesi tezi konusunda Maersheimer ve Walt çoktandır yalnız değiller.

Irak Savaşı’nın bir nedeni de bu savaşın bölge ülkelerinde demokratik bir modernizasonu teşvik ederek, Yakındoğu’nun temel problemleriyle ilgilenme amacını güttüğüdür. Bu durumun Washington’da zaman zaman umut meydana getirdiği artık hiç kimse tarafından inkar edilemez. Her iki siyaset bilimcinin tezine göre: ‘Amerikalı savaş yanlıları Saddam’ın devrilmesinde İsrail ve Amerika’nın stratejik pozisyonlarının iyileştirmesini öngörüyorlar. Aynı  çevreler Saddam’ın devrilmesiyle meydana gelecek olan bölge ülkelerinin moderneleşmesini her iki ülkenin  faydasına olacağı inancındalar.’

3. Kısım: Komploteorisinin suçlamaları

Saddam’ın Amerika için gerçek bir tehdit oluşturmadığı, fakat İsrail için oluşturduğu, bugün Bush yönetiminin üyelerinin de kabul ettiği bir gerçek. Bu gerçeği nadiren de olsa kamuoyu önünde de ifade ediyorlar. Ve Amerika’nın Yakındoğu politikasının parametrelerinin değişmesi gerektiği her iki siyaset bilimcisinin kendilerine has çok özel bir bilgisi değil. Bu görüşü o kadar değişik politikacı paylaşıyor ki; örneğin eski başkanlardan Jimmy Carter veya Tony Blair.

Ve parametreler... Evet onlar çoktandır değişiyorlar. Eski neoconlardan Francis Fukuyama da (‘Tarihin Sonu’) yeni muhafazakarların (Neocon) büyük büyük misyoner projelerinin çoktan iflas ettiğini itiraf ediyor. Bazı tanınmış savaş taraftarlarından çoktandır dikkatli bir ‘mea culpa’ itirafı (suçlu benim) duyulabiliyor. Her şeye rağmen çoğunluğu oluşturanlar şundan eminler: kendilerinin parıldayan vizyonu her şeyden önce şundan dolayı söndü: Çünkü vizyonlarını öyle beceriksiz bir yönetim uygulamaya koydu ki...

Sonunda  Bush yönetimi bile, Kansas City’deki yarı dokunaklı duruma rağmen, Yakındoğu politikasında Bağdat üzerinden yapılan dolambaçlı yolu bıraktı. Dışişleri bakanı Condoleezza Rice, her nekadar gerekli frekansta olmasa bile, kendi halefleri gibi tekrar Kudüs’le Ramallah arasında gidip geliyor. Washington’un İran’ın karşıtı ülkeleri silahlandırması, ki bunlar arasında Suudi Arabistan gibi şüpheli diktatörler de bulunuyor, geleneksel dış politikanın – çoğunlukla olumsuz- arsenalinden bir araçtır. Fakat her halukarda bunlar neoconservativ demokrasi öğretisi ruhuna karşı büyük günah niteliğinde politikalardır.

Sözkonusu yazarların iddia ettiği, İsrail’in bu yüzden az ya da çok Amerika’nın bütün dış politikasında ‘stratejik bağlılığı’ oluşturduğuysa başka bir soru. Amerika Birleşik Devletleri’nin İslam dünyasından soyutlanması da yazarlara göre, İsrail’e Amerika tarafından sağlanan şartsız desteğin bir neticesidir.

Bu tabii ki mayınlı bir arazi. Maersheimer ve Walt tabii ki 11 Eylül saldırılarını Washington’un İsrail politikasına dayandırmaktan kendilerini alıkoyuyorlar. Fakat çok açık şekilde lobi etkisinin ‘terör tehlikesini büyüttüğünü’ yazıyorlar. Onlara göre ABD tam da bu sebepten bir terörizm problemine sahip, çünkü ‘Amerika İsrail’le o kadar sıkı bir müttefiklik içinde ki.’ Uzak olmayan bir günde Amerikan kamuoyunun İslami terörün suçunu İsrail’e ve Amerikan Yahudilerinin temsilcilerine yükleyebileceği korkusu kitabın yankısının niçin bu kadar alarm verici şekilde ortaya çıktığını da açıklar nitelikte.

Maersheimer ve Walts’ın emek sonucu biraraya getirdikleri İsrail’in etkilerini gösteren ip uçlarıyla dolu kitabın piyasaya çıkacağı aynı gün İsrail’in önde gelen lobicilerinden ve aynı zamanda onların kitaplarının baş aktörlerinden de birisi olan Abraham Foxman’ın piyasaya (iddialara) cevap niteliğinde bir kitabı çıkacak. Kitabın adı: ‘En Ölümcül Yalanlar: İsrail Lobisi ve Yahudi Kontrolü Miti’. Kitabın yazarı Abraham Foxman 20 yıldır Amerikan ADL (Anti Defamation League) derneğinin başkanı. Kitabın önsözünü Amerikan eski başkanlarından Reagan’nın dışişleri bakanlğını yapmış George Shultz yazmış. Shultz yazısında her iki siyaset bilimci tarafından kaelme alınan eserle sert bir hesaplaşmaya giriyor. ‘Bu düpedüz bir komplo teorisidir. Büyük üniversitelerin bilimadamları böyle bir şeyin yayılmasına sebep oldukları için utanmalıdır’ diyor Shultz.

Bu suçlamaya muhatap olanlar bunu yapmayacaklar, ki yapmaya ihtiyaçları da yok muhtemelen. Zira onların kitabı ilk etapta Washington’un Yakındoğu politikasının gözden geçirildiğine bir işaret. Kuşkusuz George W. Bush’un bu yüzden geri kalan aylarında , karşıtlarının ondan istediği gibi, Hamas’la konuşması ve Irak’tan mümkün olduğunca tam bir asker çekimini düzenlemesi çok az beklenebilir. Tıpkı ondan sonraki haleflerinden birinin Amerika’nın İsrail’le olan sıkı bağlarını gevşeteceğinin beklenmemesi gibi...

*20. yüzyılın ilk on yıllarında ABD’nin doğu sahillerinde, özellikle de New York ve çevresinde etkili olan organize suç örgütüne verilen ironik bir ad. İsim çetenin önde gelenlerinin Yahudilerden oluşmasından yola çıkılarak ibranicede yemek kurallarıyla ilgili kullanılan ‘helal’, temiz anlamındaki bir kelimeye telmihte bulunularak verilmiştir. Çetenin üyelerinden bazıları: Mayer Lansky, Bugsy Siegel, Dutch Shultz, Louis Buchalter. Kosher Nostras’ların çoğu Louis Buchalter’in başını çektiği ‘Murder Inc’ (Cinayet Limited Şirketi) çetesine dahildiler. Hatta grup bu ismi resmi yazışmalarda, şahit ifadelerinde ve daha sonraki tabelalandırmalarda kullanmıştır.
Çeviri: Dünya Bülteni



Bu haber 708 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    4,332 µs