En Sıcak Konular

Richard Falk yazdı: Irak'ın üçe bölünmesi ve Türkiye'ye düşen rol!

7 Eylül 2007 16:37 tsi
Richard Falk yazdı: Irak'ın üçe bölünmesi ve Türkiye'ye düşen rol! Irak'ta felakete yol açan Amerikan işgalinin beşinci yılının ortalarına gelindiğinde bile, işgal altındaki Irak halkı, bölgenin geleceği ve Amerikalı işgalciler açısından en az zararlı olacak hareket tarzının ne olduğu konusunda hâlâ pek netlik bulunmuyo

Şimdilerde, 2003 yılında Irak'a saldırmanın kesinlikle Amerikan dış politikasının Vietnam Savaşı'ndan bu yana yaptığı en büyük hata ve belki de Amerikan tarihinde yapılan yanlışlar içinde en kötüsü olduğu hususunda artık pek de faydası olmayan ortak bir kanaatin mevcut olduğu görülüyor. Aynı şekilde bu durumun Amerika'nın İran'a yaklaşımı konusunda sürmekte olan tartışmalar karşısında yol açacağı sakıncalardan korunmak için de pek fazla bir yarar sağlamadığı görülüyor. Bir şekilde faydalı olacak şey, Washington'da ve diğer yerlerde, halihazırdaki korkunç gerçekleri dikkate alarak yakın gelecekte Irak'ta izlenecek en iyi yöntemin ne olduğu hakkındaki tartışmaları sürdürmektir. Şayet Irak'taki işgal ve savaş, düşünülen her bir hareket tarzının sadece trajediyi artırıp yaymaktan başka bir işe yaramadığı bir tür pek de tekin olmayan bir dengeye ulaştıysa? Şayet Amerika'nın işgali ve savaşçılık rolü devam edecek olursa, insanlar görünürde bir sonu olmayan bir şekilde büyük çaplı olarak öldürülmeye ve yaralanmaya devam edecekler, eğitimli Iraklıların önemli bir kısmı ülkeyi terk etmeyi sürdürecekler, ülke içindeki durum daha kanlı ve kaotik bir hal alacak ve Irak toplumunu oluşturan önemli kesimler nezdinde Irak 'hükümeti'nin bir saygınlığı olmayacak ve onları temsil edemeyecekse, bu durumda Amerika kalsa da gitse de hükümet ülkeyi yönetme becerisine sahip olamayacak.

ABD bölgeden çekilirse ne olur?

Fakat bir de diğer senaryonun gerçekleştiğini varsayalım; Amerika'nın askerî rolü hızlı bir şekilde azaltılacak, Amerikan birlikleri çekilecek ve ülkedeki üslerinden vazgeçilecek. Bu noktada, bu tür bir hareket tarzı muhtemelen ülkeyi Irak sınırlarının ötesine geçerek İran, Suudi Arabistan ve hatta Türkiye'nin de dahil olmasıyla tehlikenin çok daha ciddi boyutlara çıkmasına yol açacak yıkıcı bir iç savaşa atmak gibi görülecektir. Aynı zamanda da Irak'taki hükümet, halen olduğu gibi muhtemelen yıkılacak ve Irak daha da kötü bir anarşi içine düşecek, ülkenin tamamı şiddet ve yıkıma maruz kalan bir yer haline gelecektir.

Buna karşılık, işgali süresiz olarak sürdürmek veya hızlı bir şekilde çekilmek şeklindeki senaryoların her ikisinin de diğer seçenekleri hatalı göstererek ara senaryoların gözden kaçırılmasına yol açtıkları öne sürülebilir. Varsayalım ki, örneğin Amerikan güçleri savaşçı rollerinden vazgeçerek yeniden tanzim edilseler ve Nuri el-Maliki hükümeti de Irak'taki Sünni unsurlarla güç paylaşımına yönelik düzenlemeler için bir şekilde daha hazır bir halde olsa ne olur? Ancak, işgali sona erdirmeyen azaltılmış bir Amerikan rolü niçin yenilmesi güç bir Amerikan askerî varlığına istinat eden direniş karşıtı mücadeleden daha etkin olsun ki? Ve ülke içindeki muhalifleri ile güç paylaşımı konusundaki yoğun Amerikan baskısına rağmen gerçek bir birlik hükümeti oluşturmayı reddeden el-Maliki hükümeti Amerika'nın çekilmesinden sonra bunu niçin istesin? Başka bir ifadeyle, ne işgal etme ne de ayrılma şeklindeki bu pozisyon Irak'taki felaketi sona erdirmeyecek, aksine şiddeti daha da yoğunlaştıracaktır.

Birlikleri yeniden tanzim etme alternatifi üzerinde etkili Amerikan düşünce kuruluşlarında yaygın olarak dile getirilen ve pek de ahlaki olmayan bir düşünce, Irak'ın bölünmesinin resmen veya fiilen kabul edilmesidir. Fiilen de, Kürt bölgesinde yoğunlaşan Amerikan güçleri ve üsleriyle kuzeyde bir Kürt devletine, merkezde Sünni bir devlete ve güneyde bir Şii Devleti'ne geçiş teşvik edilmektedir. Bu hayali çözüm zemindeki gerçeklerle pek de örtüşmemektedir. I. Dünya Savaşı sonrasında sömürgeci direktiflerle oluşturulan Irak'ın sınırlarının gelişigüzel ve suni olduğu doğrudur; fakat buna rağmen parçalanma pek işe yaramayacaktır. Bu başarısız olacaktır, zira Irak halkı birbirine karışmıştır ve kesin bir şekilde üç gruba ayrılamaz; petrol sadece kuzeyde ve güneyde bulunmaktadır ve Irak'taki en etkili politik güçler kendilerini ülkenin bütünlüğüne adamışlardır. Washington tarafından önerilen sınırlara göre Irak'ı parçalamak sömürgecilik sonrası dünyada kesinlikle kabul edilemez bir şey olacaktır.

Irak politikasının geleceğine dair yegane yapıcı tartışma elbette ki sürekli olarak Başkan Bush tarafından ortaya atılan ve Irak'ta işlerin iyiye gittiği veya en azından daha iyi olduğu şeklinde periyodik olarak ve değişmez bir şekilde dile getirilen görüştür. Başkan Bush'a göre netice nihayet bölgedeki Irak politikasının haklılığını gösterecektir ve Birleşik Devletler'in önünde kalan yegane kabul edilebilir seçenek sebat etmek ve sabretmektir. Bu iddiayı Amerikan halkı açısından en azından asgari düzeyde de olsa kabul edilebilir kılmak için Bush abartı ve korkuya başvurarak göz boyamakta; hem Irak'ın 21. yüzyılın büyük ideolojik dramasının merkezinde yer aldığını hem de Birleşik Devletler'in Irak'taki güçlerini geri çekmesi halinde ortaya çıkacak ortamın Irak'ı uluslararası terörizmin yuvası haline getireceğini ve aynı zamanda da İran'ın Ortadoğu'da hakim unsur haline geleceğini iddia etmektedir. Bu iddiaların hiçbiri Irak'ta devam eden Amerikan çabaları konusunda en azimli neokonservatif ideologlar hariç kimseyi ikna edici değildir. Gidişat hakkında malumat sahibi olan gözlemciler açısından bu, ne olduğu ve ne olacağı hakkındaki en dengesiz yorumdur ve aynı zamanda da umutsuzluktan kaynaklanan bir tavsiyedir.

Şunu itiraf etmek gerekir ki, Irak işgalinin başladığı Mayıs 2003'ten bu yana muhtelif zamanlarda tercih edilmiş olan bir siyasi alternatif az çok daha belirgindi. İki veya üç yıl önce bölgesel diplomatik angajmanlarla birleştirilmiş kademeli bir geri çekilme kat kat daha iyi bir hareket tarzı olarak görülüyordu. Irak'taki iç durum o dönemde kaosun eşiğindeydi, Iraklıların çoğu ülkeyi terk ediyordu, fakat siyasi şiddet temel olarak hâlâ işgalle bağlantılı olan dış güçlere karşı yöneltilmekteydi. Direniş temelde ulusal bir direniş mücadelesiydi. Bu şartlar altında, Saddam sonrası Irak'ında etkili olmaya çalışan belli başlı rakipler, özellikle de İran tarafından teşvik edildikleri takdirde kitlesel, uzun sürecek ve muhtemelen de sonuçsuz kalacak bir iç savaştan kaçınmak için etnik gruplar ve mezhepler arasında uzlaşmayı esas alacak bir siyasi yol bulacak bir temel saike sahip olabilirlerdi. Bu tür bir siyasi süreç gücün paylaşımına yönelik düzenlemeleri gerçekleştirmek zorunda kalacak ve bununla birlikte nihai bir hedef olarak ulusal barışa doğru adımlar atılacaktı. İşgalin ilk aşamasında bile bu tür bir olumlu sonuç beklentisinin garantisi yoktu. Bir iç savaş tehlikesi her zaman vardı, düşmanlıklar ve çatışan istekler oldukça güçlüydü, fakat işgalin başlarında Irak'ın istikrarını tesis etme dürtüsü ve imkanları risklerine rağmen bu tür bir yaklaşımı cazip kılmak için yeterliydi. Ne yazık ki, Bush'un yaklaşımına muhalefet eden Kongre'de tamamıyla çekilme şeklindeki bir senaryo hiçbir zaman ciddi olarak dikkate alınmadığı gibi buna medyadan da gerçek anlamda bir destek verilmedi. Bu tür bir uzlaşma senaryosu hiçbir zaman icra edilmediği için bunun geçmişteki faydalarına dair yapılacak tartışmalar spekülasyon düzeyinden öteye geçmeyecektir.

Türkiye'ye düşen rol

2007'nin ortasında açıkça görülen şey, Irak'taki iç çatışmanın yoğunlaşmasının çekilmeyi daha öncesine göre makuliyeti daha az bir hareket tarzı haline getirdiğidir. Geçtiğimiz ocak ayında James Baker ile Lee Hamilton'un başkanlık ettikleri Irak Çalışma Grubu tarafından yayınlanan etkili rapor aşamalı geri çekilme seçeneğinin daha belirsiz ve hafif bir şeklini önermektedir. Bu raporun temel önerileri (birliklerin çatışmacı rollerden çekilmesi fakat bölgedeki Amerikan üslerini korumak ve Irak'ta el-Kaide mevcudiyetine karşı mücadele etmek için büyük bir Amerikan gücünün muhafaza edilmesi şeklinde) aşamalı bir 'yeniden düzenleme'den, İran ve Suriye ile diplomatik yollarla mücadele etmekten ve İsrail-Filistin çatışmasının çözümünde yeni bir rol üstlenilmesinden oluşmaktadır. Bütün bunlar, özellikle de kan akışının artmasını engelleyemeyen veya Amerikan varlığına karşı direnişi, hakimiyet ve kaynaklar için mücadele eden Irak'taki hizipçi unsurlar arasında çok boyutlu acı bir mücadele ile bir araya getiren karma bir çatışma istikametindeki amaçsız gidişatı durduramayan halihazırdaki öldürücü anlamsız eylem tarzı ile karşılaştırıldığında mantıklı inisiyatiflerdi.

Fakat, Baker-Hamilton'un önerilerini anlamak yerine, pragmatik olarak hem Demokratların hem de Cumhuriyetçilerin merkezci desteğini kazanmayı tasarlayan Başkan Bush neokonservatif kimliğini teyit etti. Sağ kanatta yer alan Washington'daki düşünce kuruluşu American Enterprise Institute'e yöneldi. Bu kuruluş daha tuhaf bir 'yükseliş' planı, yani Irak'taki başarısızlığa ve savaş politikalarının Kasım 2006'da Amerikan Kongre seçimlerinde reddedilmesine mukabelede bulunma şeklinde bir plan önerdi. Birkaç ay sonra, geniş çaplı olarak öngörüldüğü gibi, bu yükseliş taktiği Irak'ın günlük yaşamındaki korkunç gerçeği veya savaşa bir son verme açısından genel gidişatı değiştiremedi. Durumu 'bir dilemma' olarak değerlendirmeye uygun hale getiren şey bu noktada herhangi bir yapıcı eylem tarzının olmadığının görülmesidir. Hangi yol tutturulursa tutturulsun Irak ve bölge için adalet perspektifinden başarısızlığa uğraması mukadderdir. Bush, Amerikan başkanı olarak kaldığı sürece temel bir değişiklik olmayacak gibi görünüyor. Belki de, bu noktada ümit edilebilecek en iyi şey, Ocak 2009'da yapılacak seçimlerde, aşamalı bir çekilme sürecini gerçekleştirmek için sorumlulukları Birleşmiş Milletler de dahil olmak üzere bir dizi aktöre dağıtacak bölgesel bir diplomatik konferans düzenleyecek yeni bir Amerikan başkanının göreve gelmesidir. Bunun yanında Irak'ın dahili düzenini sağlamak için muhtemelen devletin inşası ile başlayacak olan büyük oranda genişletilmiş bir dizi teşvik ve baskı programının da uygulanması gerekecektir. Irak'ın yerel özelliklerini esas alan yeni bir anayasaya, Baaslı unsurları da ihtiva eden daha açık bir ordunun teşekkül ettirilmesine ve petrol açısından gelirlerin bir tür ulusal yönetim düzeni altında iç dağılımını sağlarken yabancı şirketlerin rolünü sınırlayan bir yönetim oluşturulmasına ihtiyaç olacaktır.

Türkiye de bu tür bir istikrar kazandırıcı yaklaşımda önemli bir rol oynayabilir ve bunu yapmakla bölgedeki konumunu, ABD ve Avrupa ile olan ilişkilerini güçlendirebilir. Bu tür bir barış sürecinde Türkiye ile İran'ın diplomatik rolleri arasındaki bir denge yeni Irak yönetim sürecinin hem demokratik olma hem de ulusal egemenlik ve siyasal bağımsızlığın faydalarından istifade etme şansını artıracaktır. Türkiye'nin bu anlamdaki daha büyük çıkarları Türk sınırına yakın bölgelerde, K.Irak dağlarında bulunan PKK varlığını zayıflatmak için tasarlanan sınır ötesi askeri operasyonlarla tehlikeye atılabilir. Belki safça da olsa PKK unsurlarının bu dönemde provokatif faaliyetlerden uzak durmalarını da ümit edebiliriz. Türkiye'deki Kürtler de gelecekleri açısından aynı şekilde Irak'taki çatışmanın siyasi bir çözüme ulaşmasından ve bölgenin geniş çaplı bir istikrara kavuşmasından istifade edeceklerdir. Bu gelişmeler Ankara'daki hükümete, azınlıklar da dahil olmak üzere daha önce kurban edilen grupların durumlarını iyileştirecek demokrasi vizyonunu daha da ileriye götürme imkanı verecektir.

Mevcut Irak ikilemine düşmüş olarak bizler ancak ahlaki ve siyasi muhayyilemize güvenmekle bir şeyler ümit edebiliriz. Fakat tarihin de tekrar tekrar gösterdiği gibi, muhayyel bir yaklaşım mevcut trendlerin bir projeksiyonundan ibaret olan müstakbel gerçeklere daha yakın olabilir. Siyasi analizcilerin bu dramatik gelişmelerden birkaç yıl önce Güney Afrika ve Sovyetler Birliği'nde öngörme cüreti gösterdikleri barışçı bir geçiş süreci gözlerimize inanamadığımız bir şekilde gerçekleşmedi mi? Gerçekten de, karşılaştırma yapıldığında Irak'ta umut dolu bir gelecek neredeyse çok daha mütevazı bir iş gibi görünüyor.

(*) Ord. Prof. Falk, dünyaca ünlü uluslararası ilişkiler hocasıdır. Princeton Üniversitesi öğretim üyesi olan ve Filistin Raporu büyük yankı uyandıran Falk, değişik dillerde yayınlanmış çok sayıda kitap ve makalesiyle biliniyor.
 
Zaman



Bu haber 412 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    3,639 µs