En Sıcak Konular

Amerika'nın TSK ile ilgili sorduğu o soru...

3 Eylül 2007 17:44 tsi
Amerika'nın TSK ile ilgili sorduğu o soru... Washington Kemalistleri bütünüyle kaybetmekten ve bir askeri darbe yaşanmasından korkuyor. Bu korku hali Washington'u ordu konusunda daha detaylı analiz yapmaya zorluyor. Mesela darbe veya muhtıra olur mu sorusu dışında en çok merak edilen ikinci konu şu

Ömer Taşpınar'ın Radikal gazetesinde yayınlanan yazısı...

Baş döndürücü gelişmelere dolu bir yaz sonunda döndük dolaştık başladığımız noktaya geri döndük. Adalet yerini buldu ve Abdullah Gül Cumhurbaşkanı seçildi. Peki bu son dört ay Türkiye'nin dünyadaki imajını nasıl etkiledi? Bu soruya verilecek en doğru cevap şu: Dünya ikiye bölündü. Bir kısım Batılı medya Türkiye'deki başdöndürücü gelişmeleri 'İslam' ve 'laiklik' arasındaki amansız bir mücadele olarak değerlendirdi. Oldukça hatalı olan bu analiz, gene hatalı bir şekilde 'İslam kazandı' sonucuna vardı.

Diğer grupta ise gazetecilik mesleğini ciddiye alan ve daha çalışkan Batılı yorumcular vardı. Ankara'daki kavga ve gürültüyü izlemekle yetinmeyen bu gözlemciler, halktan kopuk yerli yorumcularla konuşmak yerine, Anadolu'ya çıkıp biraz nabız yoklamaya karar verdiler. Bu sayede Türkiye'de yaşanan gerilimin İslam ve laiklik arasında değil 'halk' ile 'elit' arasında olduğunu başarıyla tespit ettiler.

Toplumsal dinamikleri doğru değerlendiren bu Batılı gözlemciler, aynı zamanda yeni bir sosyo-ekonomik sınıfın da kapitalist düzen içindeki önlenemez yükselişine tanık oldular.
Sonuçta salt 'laiklik' eksenli dar bir analiz yapanlarla, olaylara "demokrasi, ekonomi ve toplum" çerçevesinden daha geniş açılı bakanlar arasında dünya basını ikiye bölündü.

Birleşme noktası

Peki bu iki farklı yorumun birleştiği bir nokta var mı? Maalesef var. Maalesef diyorum, zira ortak nokta 'darbe olur mu' kaygısı. İşin zaten en acı tarafı da bu. Yaşadığımız son dört aylık süreçte Türkiye'nin siyasi imajı son derece büyük bir yara aldı dünya nezdinde. Dört yılda zar zor elde edilen demokratik kazanımlar dört ay içinde neredeyse uçup gitti. Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne tam üyelik sürecinde olduğu resmen unutuldu. Nasıl unutulmasın ki? Darbe olur mu diye sorulan bir ülke nasıl Avrupa Birliği'ne üye olacak? İşin daha da moral bozucu tarafı, kimse bu soruya gönül rahatlığıyla "Saçmalamayın, Türkiye'de artık darbeler dönemi çoktan kapandı" diyerek cevap veremiyor. Son dört ay işte böyle bir utanç tablosu yarattı Türkiye'de demokrasi adına.

Washington'da durum aynı. Türkiye denince akla gelen ilk soru askerin tavrı. Kimse birkaç bildik ve ciddiye alınmayan isim hariç Erdoğan hükümetine kızgın değil. Tam tersine, ülkeyi germeyen bir
tutum takındığı için Başbakan Erdoğan takdir ediliyor ve Abdullah Gül'ün Cumhurbaşkanlığını hak ettiği herkes tarafından kabul ediliyor. Ancak hemen arkasından endişeli bir şekilde Türk Silahlı Kuvvetleri hakkında sorular geliyor. Şimdi ne yapacaklar? Bir daha muhtıra verirler mi? Ne tür gerginlik çıkabilir?

Güven tahribatı

Fakat bu soruları soran Amerikalı yetkililerin anlamadıkları bir konu var.
O da kendi gösterecekleri tepkinin önemi. Mesela 27 Nisan sonrası ABD Dışişleri göstermekte geciktiği tepkinin yarattığı güven tahribatını halen kavramış değil. Hatırlarsanız muhtıradan hemen sonra ABD'nin ilk tepkisi 'taraf tutmuyoruz' şeklinde olmuştu. Oysa Avrupa Birliği çok daha demokratik bir tavır sergileyerek hemen demokrasiden yana tavır almıştı. Peki neden ABD bu kadar temkinli davrandı 27 Nisan konusunda?

Unutmamak gerekiyor ki Washington'un temel meselesi sadece ve sadece Irak. Avrupa Birliği'nin aksine, Bush yönetimi her adımını Irak'a endeksli bir şekilde atıyor. Dolayısıyla Türkiye söz konusu olunca ABD'nin korkulu rüyası Türk Silahlı Kuvvetleri'nin Kuzey Irak'a büyük bir askeri operasyon düzenlemesi. Bu durumun bölgede ciddi bir Türk-Kürt çatışmasına dönmesinden çekiniyorlar. Irak'ın en sakin bölgesinin de aniden bir kan gölüne çevrilmesi Bush yönetimi için tam bir kâbus senaryosu. O nedenle Washington Türkiye'de her ihtimali göz önünde bulundurmak zorunda hissediyor kendisini. Bu maalesef şu anlama geliyor: Eğer darbe olursa TSK ile iletişim kanallarını sağlam tutmak ve Kuzey Irak konusunda ani bir sürpriz ile karşılaşmamak istiyorlar. Bu durum ABD'nin Türkiye'de yaşananlara demokratik tepki vermesini engelliyor.

PKK, 'İslam' ve Atatürkçülük
Ayrıca Washington Türkiye'de Kemalist kadroların Amerika'ya karşı ne kadar öfkeli olduğunun da farkında. Evet, bu öfkenin önemli bir kısmı PKK nedeniyle. Ama yabana atılmayacak bir 'elit' kesim ABD'ye 'İslam' meselesi nedeniyle de son derece kızgın.

TSK ve emekli generaller başta olmak üzere bütün Kemalist cemaat Washington'un AK Parti'yi kullanarak Ortadoğu'da 'ılımlı İslam' modeli yaratma peşinde koştuğunu düşünüyor. ABD Dışişleri Ankara'da böyle bir 'Atatürkçü' algılama olduğunun farkında olduğu için bazen AK Parti'ye mesafeli davranma ihtiyacı duyuyor.

Buna bir de Kuzey Irak'a operasyon konusunda en istekli gözüken kurumun Genelkurmay olmasını ekleyin. İşte o zaman ABD neden Türkiye'de demokrasiden yana yeterince tavır alamıyor kolayca anlaşılıyor. Sonuç olarak Washington Kemalistleri bütünüyle kaybetmekten ve bir askeri darbe yaşanmasından korkuyor.

Bu korku hali Washington'u ordu konusunda daha detaylı analiz yapmaya zorluyor. Mesela darbe veya muhtıra olur mu sorusu dışında en çok merak edilen ikinci konu TSK içinde herhangi bir görüş ayrılığı bulunup bulunmadığı. 'İrtica' ile mücadele alanında TSK içindeki kararlılık, amaç birliği ve yekpare duruş biliniyor. Ancak bu mücadeleyi başarılı ve etkili bir şekilde verme metotları konusunda TSK içinde belirli fikir ayrılıkları olduğu sezinleniyor. Akıl yürütme yoluyla TSK içinde iki farklı grubun var olduğu farz ediliyor. Bir tarafta 22 Temmuz gecesi 27 Nisan muhtırası nedeniyle pişman olan 'ılımlı' generaller. Diğer taraftaysa herhangi bir pişmanlık duymayıp 'laikliğin kırmızı cizgilerinin' bu şekilde belli edilmesinin 'milli görüş' hareketini tasfiye ettiğine inananlar. Önümüzdeki kritik bir iki yıl TSK içindeki bu iki grup arasındaki mücadeleye tanık olacak gibi gözüküyor. Umarız Türkiye bu zor dönemi kazasız belasız atlatabilir. Demokrasiye, sivil bir anayasaya, Avrupa Birliğine ve 'Çağdaş medeniyet' kavramını doğru şekilde özümsemiş bir TSK'ya Türkiye'nin bugün her zaman olduğundan daha da fazla ihtiyacı var.



Bu haber 440 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    3,131 µs